İmralı’da ağır tecrit ve gasp edilen ‘umut hakkı’

18 aydır kendisinden haber alınmayan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, İmralı’da ağırlaştırılmış tecrit ve işkence sisteminde tutuluyor. Bununla da yetinmeyen Türk devletinin niyeti, ‘umut hakkı’nı gasp etmek.

Kürdistan Devrimi’nin mimarı Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 15 Şubat 1999 günü Kenya’nın başkenti Nairobi’de küresel güçlerin tezgahladığı ve birçok devletin içinde aktif olarak yer aldığı uluslararası bir komployla kaçırılıp esir alındı. Kürt Halk Önderi, bu tarihten itibaren de özel olarak İmralı adasında kendisi için inşa edilen “yüksek güvenlikli” bir cezaevinde tutuluyor.

Kürt Halk Önderi, neredeyse dünyada benzeri olmayan şartlar altında, 23 yıldır İmralı adasının dayanılır gibi olmayan rutubeti altında, ağır tecrit ve izolasyona karşı insanlık tarihine geçecek bir yaşam mücadelesi veriyor.  Ses, renk, ufuk, açık hava gibi temel etkenler ile etkileşiminin sınırlandığı, algı yalıtımı ile fiziksel duyularda yalnızlaştırma sağlayan, farklı bir yaşamı çağrıştıran her şeyin yasaklandığı İmralı Özel Tip Cezaevi; “Ağırlaştırılmış Yüksek Güvenlikli İnfaz Rejimi” ile yönetiliyor.

Peki Kürt Halk Önderi’ne özgü inşa edilen bu rejim nasıl kuruldu, İmralı’daki tecrit son yıllarda hangi boyutlara ulaştı ve Türkiye’nin imzaladığı hukuk anlaşmaları nasıl çiğneniyor?

İMRALI’YA ÖZGÜ UYGULAMALAR

Türk devletinin Bakanlar Kurulu, Abdullah Öcalan’ın İmralı’ya götürülmesinden bir gün sonra, 17 Şubat 1999 günü “1999/12408” sayılı kararı ile İmralı’yı 2. derece kara, deniz ve hava askeri yasak bölge olarak ilan etti. Ardından da Ankara rejimi, kendi anayasasını ve yasalarını da çiğneyerek İmralı Cezaevi’ne ilişkin tüm işlemlerde yetkileri Adalet Bakanlığı’ndan alarak Kriz Yönetim Merkezi adına Mudanya İskelesi Kriz İrtibat Bürosu’na devretti.

İmralı Adası’na gidiş-gelişler Mudanya iskelesinde bulunan Kriz İrtibat Bürosu tarafından organize edilirken, İmralı Cezaevi’nin yönetimi ise Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi’ne verildi. O yıllarda Türk ordusunun içinde görevli askerlerin atandığı Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi’nin yönetim/koordine görevini üstleniyordu ve bu şekilde İmralı Adası’ndan sorumlu tutuldu.

İmralı’ya ilgili bütün karar mercileri böylelikle Türk askerlerinin eline verilirken, İmralı adası “Tek Kişilik Cezaevi” statüsünde sivil bütün unsurlardan da arındırıldı. Özel güvenlik önlemleri içeren özel bir statüye tabi kılınan ada ve çevresi, hala denizden ve havadan 5 mile kadar askeri yasak bölge statüsündedir. İmralı Adası ve Kapalı Cezaevi, 16 Şubat 1999’da sadece afet, savaş, deprem gibi olağanüstü durumlarda lokal olarak bir bölgeye özgü ve belirli bir süre ile ilan edilebilen “Kriz Hali” uygulaması kapsamına alındı ve bu durum Türkiye tarihinde benzeri görülmemiş şekilde hala sürmekte.

Diğer taraftan mevzuat gereği Türk devletinin Adalet Bakanlığı’na bağlı görünen İmralı cezaevi yönetimi ve personeli de, fiilen Türk devletinin Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı şekilde çalıştı. İmralı rejiminin Kriz Yönetim Merkezi aracılığıyla belirlenmesi, esasında İmralı özelinde bir Olağanüstü Hal ilanıdır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 15. Maddesi 3. bendi gereği, burada sözleşme dışında uygulanan İmralı’daki rejimin Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği’ne bildirilmesi gerekiyordu. Ancak şu ana kadar Türk devleti böyle bir bildirimde bulunmadı.  

İMRALI: BÜTÜN HUKUKSUZLUKLARIN TOPLAMI

29 Haziran 1999 günü verilen idam cezasını uygulayamayan Türk devleti, geçen yıllar içinde dünyanın gözü önünde cezaevi koşullarını kötüleştirerek, psikolojik yönelimleri sürdürerek, koca bir halkın “iradem” dediği bir önderi bütün haklardan mahrum ederek zamana yayılı şekilde idam benzeri infaz uygulamasını hayata geçirdi. Üstelik Türk meclisinde yapılan tartışmalarda alenen “bunları Abdullah Öcalan için çıkartıyoruz” demekten geri kalmayan Türk devlet yetkilileri, adına “yasa” dedikleri, fakat gerçekte ise hiçbir yasaya ve ahlaki değere sığmayan düzenlemelere imza attılar.

Türk devleti, 1 Haziran 2005 tarihinde 5237 Sayılı Yeni Türk Ceza Kanunu’nun “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası” başlıklı 47. Maddesi’nde bazı değişiklikler yaptı. Her ne kadar adı konulmamış olsa da değişiklikler Kürt Halk Önderi’ne yönelikti ve bundan dolayı da hukukçular, bu değişikliğe “Öcalan yasaları” adını verdiler.

Yeni madde şöyleydi: “Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, hükümlünün hayatı boyunca devam eder, kanun ve tüzükte belirtilen sıkı güvenlik rejimine göre çektirilir.” Yine aynı tarihte yürürlüğe giren 5275 Sayılı Ceza İnfaz Yasası Geçici Madde’nin İkinci Bendi’ne göre şartlı tahliye hakkının olmadığı belirtilerek, “ölünceye kadar günün yaklaşık 22-23 saatini geçireceği tek kişilik odada tutulacak” ifadesi yer alıyordu.

Türk devleti bu düzenlemelerle İmralı adasındaki tecrit ve işkence sistemini ‘Ağırlaştırılmış Yüksek Güvenlikli İnfaz Rejimi”ne dönüştürerek, Kürt Halk Önderi’ne özgü işkence ve tecrit yöntemlerini devreye soktu. Koşullu salıverilme imkanını tamamen ortadan kaldıran ve ölünceye kadar hapsi öngören bu rejim ile birlikte birçok detay yeniden gözden geçirildi.

Bu düzenlemelerle Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla yapacağı görüşmeleri, mahkemece görevlendirilen bir memurun dinlemesi ve konuşulanları kayda alması uygulamasına geçildi. Bununla birlikte görüşme yapan avukatlar hakkında da soruşturmalar açılarak, bir tutuklunun en doğal hakkı olan avukatıyla özgürce görüşme hakkına darbe vuruldu. Ayrıca önceki infaz statüsünde koğuş sistemi olan başka bir cezaevine gönderilmesi önünde yasal bir engel bulunmazken, sonraki düzenlemeyle gününün 23 saatini geçireceği tek kişilik odada tutulması uygulamasına geçildi.

Önceki “infaz statüsünde” günde iki saat havalandırmaya çıkabilme imkanı olduğu halde, bu hak bir saate indirilerek daha da ağırlaştırıldı. Yine televizyon, telefon hakkı önünde yasal bir engel bulunmazken, sonraki düzenleme ile Kürt Halk Önderi’ne televizyon ve telefon hakkı, yasanın verdiği yetkiye dayanılarak idari kararlarla yasaklandı.

18 AYDIR HABER ALINAMIYOR

2013 yılında bu yasak kaldırılıp sınırlı bazı kanalların bulunduğu televizyon verilse de telefon yasağı hala devam etmektedir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ilk kez ailesiyle telefon görüşmesini 21 yıl sonra; 7 Nisan 2020 günü yapabildi. Abdullah Öcalan ile ikinci ve son telefon görüşmesi ise 25 Mart 2021’de gerçekleşti. Sanal medya ağlarında Kürt Halk Önderi’nin yaşamına ilişkin yayılan iddiaların ardından kardeşi Mehmet Öcalan ile yapılan bu görüşme birkaç dakikayla sınırlı tutularak yarıda kesildi.

Zaten son telefon görüşmesinin yapıldığı 25 Mart 2021 tarihinden itibaren Kürt Halk Önderi’nden haber alınamazken, avukatlar da son olarak 7 Ağustos 2019’de İmralı’ya gidebildi. Kürdistan, Türkiye ve Avrupa’da aylarca süren açlık grevi direnişi karşısında Türk devleti 8 yıl aradan sonra ilk kez 2 Mayıs 2019’da avukatların müvekkilleri Abdullah Öcalan ile görüşmesine izin vermiş ve ardından o yıl toplam 4 görüşme gerçekleşmişti.

BEYAZ İŞKENCE: HÜCRE CEZALARI

Bu arada 1 Haziran 2005 yasaları ardından, zaten 1999 yılından beri tek kişilik ada hapishanesinin tek kişilik hücresinde tutulan Kürt Halk Önderi’ne dönük şu ana kadar keyfi biçimde birçok kez “hücre cezası” verildi. Hücre cezalarının gerekçeleri de onun kültürel soykırım, anadilde eğitim hakkı, meşru savunma, ateşkes, barış ve demokratik çözüm, güncel siyasi durum ve olası gelişmelere ilişkin düşünce ve tespitlerine dayandırıldı.    

Bu cezalarda Kürt Halk Önderi’nin aile görüşmesi yasaklandı, elindeki radyo, kitap, gazete ve dergileri alındı; kısacası “beyaz işkence” de denilen çıplak duvarlarla baş başa bırakılma uygulamasına maruz bırakıldı. Bu cezaların soruşturma sürecine avukatları dâhil edilmeyerek, avukatlara herhangi bir bildirim yapılmayarak sürecin dışında tutuldu.

Kürt Halk Önderi hücre cezalarının uygulandığı süreçte kötü muamelelere de maruz kaldı. Ona gönderilen normal mektuplar verilmezken veya sansürlenerek bir iki kelime kalacak şekilde verilirken, diğer yandan idarenin yasal yetkisi olmadığı halde kendisine içeriği ağır hakaret ve tehdit dolu mektuplar verildi. Mazgalın gece gündüz sürekli gürültüyle açıp kapatılması, saçlarının zorla kazıtılması, havalandırmaya çıkarılırken, aile ve avukatlarıyla görüşmeye götürüp-getirilirken kendisine yüksek sesle ve sert şekilde hitap edilmesi sistematik tarzda yıllarca sürdü.

TECRİDİN ULAŞTIĞI YENİ BOYUT: AİLE GÖRÜŞ YASAĞI

Son yıllarda sudan bahanelerle “aile görüş yasağı” adı altında da İmralı’daki tecrit giderek ağırlaştırıldı. 2021’deki aile görüş yasağı 18 Kasım 2021’de son bulmasına rağmen ailelerin Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’na yaptığı görüş başvurularına herhangi bir yanıtın verilmemesi nedeniyle avukatlar, 28 Mart 2022’de bir kez daha Bursa İnfaz Hakimliği’ne başvuruda bulunarak, aile ziyaretleri önündeki hukuka aykırı tüm engellerin kaldırılmasını ve aile görüşünün yapılmasını talep etti. 29 Mart 2022’de yanıt veren hakimlik, başvuruyu reddetti. Hakimlik, ret gerekçesinde ise Abdullah Öcalan hakkında yeniden verilmiş bir disiplin cezasının olduğunu, bu nedenle görüşmenin olamayacağını ileri sürdü.

Abdullah Öcalan ve diğer tutsaklar hakkında verilen 3 aylık aile görüş yasağının 7 Haziran tarihinde son bulmasının ardından tekrar görüşme başvurusunda bulunuldu ve aile görüşleri için konulan tüm engellerin kaldırılması ve varsa yeni disiplin cezalarının taraflarına iletilmesi talep edildi. Hakimlik, avukatların yaptığı başvuruyu reddetti. Hakimlik, ret kararına “disiplin cezalarının halen sürdüğü”nü gerekçe gösterdi. Avukatlar, bunun üzerine 15 Haziran’da Bursa 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’ne itirazda bulundu.

İtiraza 23 Haziran 2022’de cevap veren Türk devlet mahkemesi, Abdullah Öcalan ve diğer tutsaklarla ilgili İmralı Disiplin Kurulu Başkanlığı tarafından 31 Mayıs’ta 3 aylık yeni bir disiplin cezası verildiğini gerekçe göstererek, itirazı reddetti. Kürt Halk Önderi’nin aile ve vasisi, görüşme talebiyle 2 Eylül 2022’de Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı ile İmralı Cezaevi Müdürlüğü’ne yeniden başvurdu, fakat buna da henüz bir yanıt verilmiş değil.

CİDDİ SAĞLIK SORUNLARI BAŞ GÖSTERDİ

Önceki infaz statüsünde aile üyeleriyle her hafta 1 gün ve 1 saat görüşme hakkına sahipken, sonraki infaz statüsünde aile görüşme hakkı 15 günde bir gün ve 1 saate indirildiyse de, o da cezaevi idaresi kararıyla yarım saat olarak uygulandı. Kürt Halk Önderi’ne karşı İmralı’daki tecrit ve işkence rejimi, tüm bu kısıtlamaları keyfi ve sınırsız biçimde hayata geçirdi. Amaç ise ağır tecridi kesintisiz ve yoğun hale getirmekti.

Bu yöntemlerle Türk devleti, bir halkın önderinin iradesini kırmayı hedef alırken, Abdullah Öcalan’ın sağlığında da ciddi sorunlar baş gösterdi. 15 Şubat 1999 tarihine kadar onun sadece sinüzit problemi vardı. Ancak geçen yıllar içinde İmralı’nın tecrit, izolasyon ve işkence koşullarından dolayı Abdullah Öcalan’ın bu rahatsızlığına kısa sürede anjin, faranjit, alerjik rinit ve astım gibi yeni ve çok çeşitli sağlık sorunları eklendi.

İMRALI’YA ÖZGÜ TASARLANAN ‘ÖLÜM KORİDORU’

İmralı’da böylesine ağır koşullar Kürt Halk Önderi için “zamana yayılmış ölüm” olarak tasarlanırken, Türk devleti bu konsepti yürütmede, üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin sessizliğinden büyük cesaret aldı. Üstüne üstlük 1999’da verilen idam cezası, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları hiçe sayılarak “ölüm koridoru” anlamında bir cezaya dönüştürüldü.

AİHM, daha önce aldığı birçok kararla başta Abdullah Öcalan olmak üzere tutukluların “umut hakkının” elinden alınmayacağına hükümet etti. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi ise 30 Kasım-2 Aralık tarihlerinde yaptığı toplantıda, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yanı sıra ağırlaştırılmış müebbet verilen Hayati Kaytan, Emin Gurban ve Civan Boltan hakkında verilen AİHM kararlarını görüştü ve Türkiye’den 2022 yılının Eylül ayının sonuna kadar bir cevap istedi.

Son olarak Asrın Hukuk Bürosu ise 9 Ağustos 2022 günü “umut hakkı” kararının yerine getirilmesi talebiyle Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne yeni bir başvuruda bulundu. Kürt Halk Önderi’nin "umut hakkından" yoksun bir şekilde cezaevinde tutulduğuna dikkat çekilen başvuruda, İmralı’daki tutukluluk süresinin dikkate alınarak Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması yönünde yapılan tüm hukuki girişimlerin reddedildiği hatırlatıldı.

Türkiye’nin Bakanlar Komitesi’nin 3 Aralık 2021 tarihli tavsiye kararlarına ve karara uyma çağrılarına uygun hareket etmediğine dikkat çeken avukatların başvurusuna, AKP-MHP iktidarı geçtiğimiz günlerde yanıt verdi. Ankara rejimi, Abdullah Öcalan’ın "umut hakkından"  muaf tutulduğuna şu gerekçeyle kılıf bulmaya çalıştı: "Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan hükümlülerin şartlı salıverilmesinin mümkün olduğunu ancak istisnai olarak bazı suçlar bu olasılıktan muaf tutulmuştur.”

BAYIK: AMAÇLARI RÊBER APO’YU UNUTTURMAK

Türk devletinin bu açıklaması karşısında Avrupa Konseyi cephesinden henüz bir tepki gelmezken, 23 Mayıs 2022’de Stêrk TV’ye konuşan KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, İmralı’da devre konulan yeni konsept ve “umut hakkı”na ilişkin şu çarpıcı değerlendirmede bulundu:

“Şu an Rêber Apo üzerinde yürütülen siyaset, intikam alma temelindedir. Çünkü Rêber Apo Kürt halkı, halklar ve insanlık için büyük bir hizmet etti ve hala da yapıyor. Bu nedenle intikam alıyorlar. Rêber Apo üzerinde, Kürt halkı üzerinde yürütülen politika daha önce de Ermeni, Asuri, Süryani, Alevi, Êzidî halklar üzerinde yürütüldü. Yani soykırım politikasıdır, ortadan kaldırma politikasıdır. Bu siyaset yürütülmektedir.

Daha önce “koster bozuk” deniliyordu. Hava durumu müsait değil, bu nedenle görüşmeler olmuyor, diyorlardı. Bugün artık onu söylemiyorlar. Ne diyorlar? Biz disiplin cezası vermişiz, o nedenle görüşme olmuyor, diyorlar. Kendilerince hukuku uyguladıklarını göstermeye çalışıyorlar. Bu şekilde Rêber Apo üzerinde yürüttükleri tecridin daimi olmasını, Rêber Apo’nun insanlarla, halklarla, hareketle insanlıkla ilişkisini kesmeyi amaçlıyorlar.

Tamamıyla sessizleştirmek istiyorlar ki Rêber Apo’yu unutturabilsinler. Yani kimse Rêber Apo’yu hatırlamasın, bağlı kalmasın, unutsunlar. Bu mümkün değildir. Ne hareketimiz, ne Kürt halkı, ne insanlık değerlerine bağlı biri bunu kabul eder. Avrupa hukukuna göre, eğer biri 24 yılını zindanda tek başına geçirirse “umut hakkı” denilen kanuna göre yaklaşarak şartlarını iyileştiriyorlar hatta tahliye ediyorlar. Rêber Apo 24 yıldır zindandadır. İşte Türkiye de Avrupa Konseyi üyesi olduğu için bu durumun gündeme geleceğini biliyor. Gündeme gelmemesi için önünü kesmek istiyor. Yani diyor ki; evet, zindandadır ama amaçlarından vazgeçmiyor. Bu nedenle de disiplin suçu işliyor. Disiplin suçu işliyorsa biri, onun durumu yeniden ele alınamaz, şartları iyileştirilemez hatta tahliye edilemez. Türk devleti bunu Avrupa’ya kabul ettirmek istiyor.”