İnsanlık tarihinde bir kara leke olan komplo

Atina, Moskova, Roma ve tekrar Atina üzeri Kenya-Nairobi'de sonuçlanan dehşetengiz maceranın beni yeniden bir doğuş yapmakla karşı karşıya bıraktığı açıktı. Ortaya çıkan sonuç sadece bir infaz da değil, bir çarmıha gerilmedir.

Atina, Moskova, Roma ve tekrar Atina üzeri Kenya-Nairobi'de sonuçlanan dehşetengiz maceranın beni yeniden bir doğuş yapmakla karşı karşıya bıraktığı açıktı. Burada özümün, iyi niyetimin, büyük çabalarımın savunmasını yapmam kişisel olarak fazla anlam ifade etmez. Ortaya çıkan sonuç sadece bir infaz da değil, bir çarmıha gerilmedir. Başta da belirttiğim gibi suçu hemen Türkiye yönetimine yüklemek ve dünya sisteminin Türkiye'ye verdiği rolü derinliğine ve tüm tarihî kapsamı içinde değerlendirememek, direkt ve dolaylı komplocu güçlerin düşündükleri gibi kendilerini gizleme anlamını da taşıyacaktır. 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yönelik savunmamda da, bu nedenle günümüzün nasıl bir dünya sistemi olduğunu açıklamaya çalıştım. Bu savunmam, hiyerarşik toplum uygarlığı içinde neredeyse erimiş durumda bulunan Kürt varlığını, olgusunu tarih içinde tüm yönleriyle ortaya koymayı amaçlıyordu. Bir sorunu doğru ortaya koymanın çözümün yarısı olduğunun bilinciyle bu çabayı harcadım. Bu çaba son Irak işgalinde de görüldüğü gibi sadece öngörülerimi şahane bir biçimde doğrulamakla kalmadı; olası çözüm olanaklarını da hem arttırdı hem de açık hale getirdi. 

Sistemin çarmıha germe, Prometheusvari bir kayalığa çivileme yöntemi, klasik veya mitolojik çağlardaki sonuca pek benzemiyordu. 

Kapitalist dünya sisteminin ‘küresel taarruzuna’ karşı halkların ‘küresel demokrasi’ arayışını güçlendirmek ve Kürt sorununun çözüm yollarını da yakalamak imkân dahiline giriyordu. Özellikle ‘İmralı Tek Kişilik Tutukevi’ sürecim, tarih boyunca alışılagelen çürütmeye karşılık, hem felsefi hem de pratik bilimsel bir çözümün sadece şahsım ve Kürt halkı için değil, tüm insanlık için çıkış bulabileceğini kanıtlıyordu. Demek ki tüm geçmişimi suçlamamın doğru olmadığı, diri ve haklı bir özün de mevcudiyetini koruduğu gerçeğin diğer bir yanıydı. O halde daha önceki savunma ve açıklamalarımı tamamlar nitelikte önemli bazı hususları açmam büyük öneme sahiptir. Teorik tespitlerimin Helen, Türk ve Kürt olgularında sınanması daha da aydınlatıcı olacaktır.

Atina Karma Yeminli Mahkemesinin lehimde vereceği karar, AİHM’de İmralı kararına ilişkin verilen hükümler açısından önem taşımaktadır. AİHM tüm itiraz maddelerimizi kabul etmesine rağmen kaçırılmayı göz önüne getirmemiş, nasıl tehlikeli bir komplo içinde kaçırıldığıma değinme gereği duymamıştır. Teslim edilmem öncesi olup bitenler sanki hukuku ilgilendirmiyormuş gibi dar hukuki kıstaslar içinde kalmıştır. Hâlbuki bana ilişkin AİHS'nin en temel maddesi, ‘can güvenliği ve hukuki bir yönteme dayanmadan, kişinin keyfi olarak gözaltına alınamayacağı’ biçimindedir. Bana uygulanan sadece keyfi gözaltı değil, ucu her türlü imhaya açık bir kaçırılmadır. Bu çok sayıda devlet gücünün rol oynadığı planlı, gizli, tamamen uluslararası hukuku çiğneyen bir kaçırılmadır. AİHS’nin 5/2 maddesi çiğnenmiştir.

Ulusal hukukun da devre dışı bırakıldığı açıktır. Hep vurguladığım gibi, Helen Cumhuriyeti sınırları içinde verilecek karar en çok tutuklanmadır. Bunun dışında tüm muameleler hukuk dışıdır. Mahkemenin bu hukuk dışılığı bir yolla telafi etmesi gerekir. İmralı yargılamasını ve AİHM’nin yaklaşımını geçersiz sayabilir. Çünkü ilk yargılanacağım ve dolayısıyla güvencesi altında olmam gereken mahkeme, Atina Karma Yeminli Mahkemesidir. Bu mahkemenin kararı öncelik taşır. Diğer mahkemelerin kararlarının hüküm ifade edebilmesi için Atina yargılanmasının sonucu gerekmektedir. Hukuksuzluk üzerine hukuk inşa edilemez. 

Bu açıdan hem bir ilk örneği oluşturması hem de diğer yargılamalara zemin teşkil etmesi açısından Atina Karma Yeminli Mahkemesinin kararı önem arz etmektedir. Pratik sonucu pek önemli olmasa da, AİHS’nin 5/2 maddesinin işletilmesi açısından da sonuç doğurabilir. Roma İstinaf Mahkemesinin ilticamın kabulüne ilişkin verdiği karar da göz önüne getirilmelidir. Mahkeme esas olarak halen Helen Cumhuriyeti sınırları içinde olduğumu göz önünde bulundurarak, İmralı'daki tutuklu olmamı da gayri kanuni olarak değerlendirmek durumundadır. Teorik olarak Helen Cumhuriyeti sınırları içinde olduğum kabul edilerek yargı yürütülmelidir. Bunun gereklerini ortadan kaldıranların suç teşkil ettikleri açıktır. Böylelikle örneğine az rastlanır bir hukuki kalpazanlığın önüne geçilmiş olur; hukuk devletinin gerekleri yerine getirilmiş olur.

Sonuç olarak, insanlık ve halklarımızın dostluk tarihinde bir kara leke olan bu komplo olayında mahkemenin kararı, adil bir hakem olarak dindirici bir etki yaratabilir. Kendim bunu bir intikam sorunu olarak değerlendirmeyi karakterime uygun bulmamaktayım. Siyasi ve ahlaki savunmamda yaptığım gibi, yine de dostluk ve barış için bir köprü rolünü sürdürmekte kararlıyım. Türk-Helen ilişkilerinin, benim üzerimde oynanan bu oyunla, özellikle ABD'nin isteğiyle düzeltilmesine fazla güvenilemez. Kalıcı dostluklar ancak halkların demokratik dayanışmalarıyla kurulabilir. 

Benim de yapabileceğim, kanlı uygarlık güçlerinin tarih boyunca kullandığı politik yöntemlerden artık köklü bir biçimde kopmak, siyasi mücadelenin temeline halklarımızın demokratikleşme mücadelelerini oturtmak ve başarı kazandırmak olacaktır. Derinden inanıyorum ki, Kürt-Türk ilişkilerinde sağlayacağımız köklü bir demokratik uzlaşı ve barış ortamı, Helen halkının da yüzyıllardan beri derin umudu olan barış ve dostluğun en güçlü güvencesi ve gerçekleştirici gücü olacaktır.

Şahsen İmralı sürecinde bu yaklaşımları netleştirip mümkün olduğunca uygulamaya geçirirken, üzerime düşen özgür yurttaşlık görevini yerine getirdiğim kanısındayım. Destek veren çabaların bu yönlü yaklaşım ve çabalarımın daha da başarılı olmasına katkıda bulunacağı açıktır. Birlikte olması, bu çabalarımın daha da sonuç alıcı olmasını sağlayacaktır. Bu tavrımın bir gereği olarak, tüm Türkiye penceresinden sunduğum yaklaşım ve önerilerimi daha özgül ve ayrıntılı olarak Kürt olgusu ve sorumlu güçleri açısından da sonuç maddesi biçiminde ortaya koyarak, İmralı sürecinde Atina komplosuna yanıtımı tamamlamış olacağım.

HERKES GEREKLİ SONUÇLARI ÇIKARMALI 

İmralı sürecinin bireysel olarak dönüşümümdeki etkilerinin bu savunmada çarpıcı olarak işlendiği kanısındayım. Başta Kürt halkı ve yoldaşlar ile dostlar için muazzam derslerle yüklü olması kadar, karşıtlarım için de derslerle doludur. İhtiyacı olan herkese gereken sonuçları mutlaka çıkarmalı ve bu değerlendirmeleri önemli yardım olarak anlamalıdır. İnsanlık için ilk acı duyan Eyüp'le bu yüce duyguyu insan idraki haline getiren İbrahim'in iyi bir hemşehrisi olduğumu kanıtladığıma inanıyorum. Bugünkü insanlığı yaratan kültürün öyküsü bu nebi hikâyelerinde gizlidir. Onları çağın diline çevirerek okunmasına çalıştım. Başarı için tarih gerekli sözleri söylemeye devam edecektir. 

Asıl gelişim kaynağını bu kültürde bulan Helen kültürü, İskender'le bu topraklarda insanları karınca gibi ezerek bir sentez oluşturdu. Bu kültürden benim payıma da düşen bu Atina komplosu oldu. Buna verdiğim yanıt, coğrafi olmasa da, idrak ve vicdan düzeyinde tüm Helen ve Batı kültürüne karşı bir anti-İskenderizm'dir. Diğer adımın da anti-İskender olacağına dair umutluyum.

Atina Karma Yeminli Mahkemesi ve Jüri Üyelerine, demokrasi ve insan hakları maskesi altında Atina beşlisi oligarşi tarafından Zeus tarzı İmralı kayalıklarına çakılmış halde, Prometheusvari ve ikinci bir Sokrates gibi savunma yaptığım için, yine çoktan verilmiş bir hüküm hakkında bir şey yapamayacaklarından üzüntülerimi belirtir, saygılarımı sunarım.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın kitaplarından derlenmiştir.

Bitti.