Depremin üzerinden haftalar geçti. Ancak bütün toplum ve basın depremi konuşuyor. Çünkü geniş bir alan depremden etkilendi ve halkın günlük yaşamını sürdürme sorunu var. Türkiye’de devlet Erdoğan ve Bahçeli yönetiminde derin bir çürümeyi yaşadığı için yüz binin üzerinde insan yaşamını yitirdi. Bu kadar insan enkaz altında kaldı. Gerekli önlemler alınsaydı bu kapsamda bir yıkım olmazdı. Ayrıca kurtarma çalışmaları hızlı ve örgütlü yapılsaydı birçok insan sağ kurtulacaktı. Ölümlerin artması ve yıkımın büyük olması tümüyle yönetimin vurdumduymazlığı ve yolsuzluklara gömülmüş olmasıyla alakalı. Halk büyük bir travma ve zorluk içindeyken doğal olarak insan başka şey yazıp tartışamıyor. Ancak Erdoğan ve Bahçeli iktidarı bunlar olmamış gibi iktidarlarını koruma derdine düşmüşler. Suriye’de durum farklı değil.
Beşar Esat ülkesi iç savaşla tarumar olmuşken ve milyonlarca insan yurtdışına göçmüşken iktidarını korumayı her şeyin önünde tutuyor. Suriye’nin önemli bir kısmı Türkiye tarafından işgal edilmiş. Türk devleti istediği gibi işgal bölgelerini yönetiyor. Nüfusuyla oynuyor, etnik temizlik yapıyor. Depremin vurduğu bölgelerin önemli bir kısmı işgal altındaki bölgelerdi. İdlip El Nusra ve diğer silahlı grupların denetiminde. Yurtdışından gelen yardımlar Türk yönetiminin izni olmadan deprem bölgelerine ulaşamıyor. Ayrıca silahlı çeteler gelen yardımları halkın ihtiyacına göre değil kendi ihtiyaçlarına göre paylaşıyorlar. Halkı bir yandan deprem vurmuş bir yandan da bu çeteler ve işgalciler. Esat yönetimi her şeyi kendisine bağlamaya, aşırı merkezi bir yönetim oturtmaya çalışıyor. Suriye’de her şey normalmiş gibi davranıyor. Olan bitenler hakkında kendisini hiç sorumlu görmüyor. İstifa etmeyi veya yönetimi değiştirmeyi asla düşünmüyorlar.
Bu dünya böyle yaratılmış ve böyle gidecek gibi davranıyorlar. Bu ilahi bir yasaymış, doğa kanunuymuş gibi devam ediyorlar. Halkın geleceğe dair bir umut beslemesine veya farklı düşünmesine izin vermiyorlar. Farklı düşünenler, özgürlük ve demokrasi isteyenler ya yurtdışına kaçıyorlar ya da hapislerde çürüyorlar. Sivil toplum örgütlerine, insan hakları mücadelesine ortam ve olanak tanımıyorlar. Kendi emrinde olmayan her şeyi tehlike sayıyorlar. Ülkenin aydınları, düşünen insanları tehlike olarak görüldükleri için devletin tehdidi altında kalıyorlar. Fırsatı bulan dışarı kaçıyor. Böylece ülkeden büyük bir beyin göçü oluyor. Birikimi, yeteneği ve becerisi olan birçok insan yitirilmiş oluyor. Okullar yönetime sadık memurlar yetiştirme makinesi olarak kullanılıyor. Yetenek ve liyakat, yaratıcılık dumura uğruyor. Toplum dahil her şey devletleştiriliyor. Partiler özgürce örgütlenip çalışamıyor ve yarışamıyor.
Dernekler, odalar ve vakıflar yönetim dışında var olamıyor. Herkes ve her şey zapturapt altında. Görüldü ki, devlet yaşatmıyor, öldürüyor. Devleti bu kadar şişirmeye gerek yok. Toplum etkili ve örgütlü olmalıdır. Çünkü toplum kendi işlerinin çoğunu kendisi yapar. Her konuda devlete muhtaç olmaz. Az devlet çok demokrasi ilkesi işlerse yöneticiler kendilerini her şeyin yerine koyamazlar. Halk yöneticilerini seçer ve denetlerse bu kadar merkezileşme ve despotik bir yapılanma ortaya çıkmaz. Bu durumda halk örgütsüz ve çaresiz. Bu bilinçli yaratılmış bir çaresizliktir.
Esat yönetimi uzun yıllardır Suriye’yi yönetiyor. Erdoğan da yirmi yıldır iktidarda. Ülkelerini ne hale getirdikleri ortada. Ancak kendilerini alternatifsiz gibi sunuyorlar. Tamam sorunlar var ama bunları ancak biz çözeriz diye topluma dayatıyorlar. Halbuki Suriye’de, Türkiye’de milyonlarca insan yaşıyor. Neden başkaları yönetemesin veya daha iyisini yapmasın? Mevcut yönetimler bu halkların ve bu toprakların kaderi değildir. Sorun halkın bilinçlenme ve örgütlenme sorunudur. Eğer halk bilinçlenir ve örgütlenirse kaderini eline alır. Kurduğu örgütlerle sorunlarının çoğunu kendisi çözer. Devletin yapacaklarını da seçtikleriyle yapar. Beğenmediği yönetime boyun eğmeye veya ondan korkmasına gerek kalmaz. Sorunların ağırlaşmaması ve faşist yönetimlerin oluşmaması için en etkili yol demokratik bir sistemin kurulmasıdır. Demokratik bir sistem oluştuğunda farklı alternatifler ve çözümler ortaya çıkar. Yoksa şimdi olduğu gibi toplum mevcut yönetimlere mahkum hale gelir. Depremde ölmek kader olmadığı gibi kötü yönetilmek de kader değildir. Yokluk, yoksulluk ve yolsuzluklardan kurtulmanın yolu demokrasiden, örgütlenmekten ve mücadeleden geçer.
Kaynak: Ronahî Gazetesi