Enerji savaşları

Dünya, uzun bir dönem daha enerji kaynaklarına hâkim olma ve gerilimlere sahne olacak gibi gözüküyor. Dolayısıyla hem savunma hem de tüketim anlayışımızı hep birlikte yeniden tanımlamamız gereken bir döneme girdiğimizi söyleyebiliriz.

Batı Avrupa’nın refah ülkeleri, uzun bir süredir alışkın olmadıkları küresel salgın, savaş ve bunların tetiklediği bir ekonomik ve sosyal krizle karşı karşıya. Avrupa’da uzun süredir yaşanan düşük enflasyon ve istikrarlı ekonomik görünüm sürecinden, yeniden fiyatların artış sürecine girdiği ve bunun bir türlü durdurulamadığı istikrarsız bir döneme girilmiş gibi gözüküyor.

Bu hem Avrupa’da yaşayan halklarda hem de hükümetlerde paniğe yol açmış gibi gözüküyor. Gerçi Avrupa, geçmiş tarihte bundan çok daha kötülerini gördü, fakat asıl sorun şu ki; bu ülkelerde insanlar bir daha asla geriye dönemeyecekleri bir noktaya geldiklerini düşünüyorlardı.

Her iki dünya savaşının da başladığı ve yoğun olarak yaşandığı coğrafya, Avrupa olmuştur. İnsanlar iki savaş sonrasında da yoğun bir ekonomik çöküş ve yoksullaşma sürecine girmişti. Aradan neredeyse 80 yıl geçmiş olmasına rağmen söz konusu kötü hatıralar hala insanların hafızalarında dip diri duruyor.

Bundan dolayıdır ki; tıpkı bireyler gibi toplumlar da bu gibi durumlarda sadece akli değil duygusal tepkiler veriyor. Önce Covid-19 ve hemen sonra Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması ile başlayan süreç, Avrupa toplumlarının bilinç altına attığı kötü anıların yeniden depreşmesine neden oldu.

Avrupa’da iş insanları ve hane halkları yakın geleceği öngöremediği için Avrupa toplumlarında yatırım ve tüketim arzusu önemli ölçüde azalma eğilimine girmiş gibi gözüküyor. Yıllar sonra insanlar yeniden resesyon ve fiyat artışlarının aynı anda olduğu bir süreçten bahseder oldu.

Gerçi başta doğalgaz olmak üzere, petrol ve kömür fiyatlarındaki artıştan dolayı enerji fiyatları, bütün dünyada hiç olmadık kadar artmış durumda. Fakat özellikle gaz fiyatları Avrupa’da neredeyse yüzde 600’e varan bir yükseliş yaşadı. Doğalgazın Avrupa’da elektrik üretiminin en önemli girdisi olması nedeniyle bu artış elektrik fiyatlarına yansıdı.

İnsanlar bir anda hiç alışık olmadıkları enerji fiyatlarıyla karşılaştı. Savaşlar ve onların sebep olduğu ekonomik kriz, böylece Avrupa’da yaşayan ortalama insanın da kapısını çalmış oluyordu. Birçok insan ilk önce eline aldığı faturada yazan rakamlara inanamadı; fakat gerçek durum buydu ve uzun bir süre daha böyle olmaya devam edecek gibi gözüküyor.

 

Covid-19 ile başlayan durgunluk dönemi sonrasında başlayan ekonomik büyüme, hem sanayi üretimini hem de talebi artırdı. Covid-19 döneminde insanların evden çalışması ve geçen yılın soğuk geçmesinin de doğalgaz talebinin yükselmesine neden olduğunu belirtmekte fayda var.

Bütün bu gelişmeler Avrupa’da gaz depolarındaki doluluk oranlarının yüzde 30 gibi endişe verici seviyelere inmesine neden oldu. Ayrıca enerji üretiminde kullanılan kömürün çevreye verdiği zarar nedeniyle daha yeşil olduğu düşünülen doğalgaza yönelimin artması ile birlikte doğalgaza talepte bir patlama yaşandı.

Ayrıca Avrupa genelinde teşvik edilen rüzgâr ve güneş gibi çevre dostu enerji kaynaklarının önceliklendirilmesi, nükleer santrallerin kapatılması ve kömür kullanımının sınırlandırılması ile birlikte doğalgaz neredeyse alternatifsiz hale gelmişti.

Fakat enerji üreticileri bir türlü istenilen düzeyde enerji üretemedi; gaz santralleri Covid-19 döneminden çok önceden yapılması gereken bakımları geciktirdi; Norveç Covid-19 döneminde beklenenden daha az gaz üretti; bunlara bir de Hollanda’nın Groningen’de ortaya çıkan deprem riski nedeniyle kısıntıya gitmesi Avrupa’da gaz üretiminin beklentilerin çok altında kalmasına neden oldu.

Buna bir de Rusya faktörünü de eklerseniz enerji ve enerjiye bağımlı üretim ve tüketim süreçlerinde yaşanan fiyat artışlarını anlamak daha fazla mümkün olur.

ABD, ALMANYA VE RUSYA ARASINDA ENERJİ SAVAŞLARI

Aslında ABD, Almanya ve Rusya arasında enerji savaşları çoktan başlamıştı. Alman hükümetinin daha 2018 yılında Covid-19 başlamadan önce Kuzey Akım 2 Projesi için gerekli izinleri vermesi ile birlikte ABD, Almanya ve Rusya arasında yaşanan enerji piyasalarında etkili olma mücadelesi yeni bir aşamaya geçmiş oluyordu.

Almanya’nın Kuzey Akım 2 Projesini onaylamasının hemen ardından ABD senatosu Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası’yla Kuzey Akım 2 ve Türk Akım projelerine katılan şirketler için ekonomik ve finansal uygulama kararı aldı. Buna gerekçe olarak da AB ülkelerinin Rus doğalgazına bağımlı olmasının bu ülkeler üzerindeki politik baskıyı artıracağını ileri sürdü. Başta Almanya olmak üzere kimi AB ülkeleri ABD’nin bu yaklaşımını kuşku ile karşıladı. Onlara göre ABD’nin bu kararının gerçek nedeni, ABD ve Almanya arasında Doğu Avrupa’nın kontrollü mücadelesiydi.

Avrupa Birliği İstatistik Kurumu AB ülkelerinin yıllık doğalgaz ihtiyacının 500 milyar metreküp civarında olduğunu söylüyor. Rusya bunun yaklaşık yüzde 40’ını; yani 200 milyar metre küpünü karşılıyor. Söz konusu 200 milyar metreküpün yaklaşık 85 milyar metreküpünü ise Ukrayna üzerinden Avrupa pazarlarına sevk ediyor.

Rus gazının geri kalanının 55 milyar metreküpü Kuzey Akım 1 üzerinden Almanya tarafından, 44 milyar metreküplük kısmı Beyaz Rusya ve 5 milyarlık metreküplük kısmı ise Finlandiya üzerinden Avrupa pazarlarına ulaştırılıyor.

Halbuki Kuzey Akım 2 faal hale gelirse Türk Akım ile birlikte Rusya, Ukrayna’ya ihtiyaç duymadan 85 milyar metreküp gazı AB ülkelerine taşıyabilecek hale geliyor. Bu ise Ukrayna’nın enerjinin Avrupa pazarlarına taşınmasında neredeyse tamamen devre dışı kalmasına neden olacak bir gelişme olur. Halbuki Ukrayna bu ticaretten yılda yaklaşık olarak 3 milyar Dolar gelir elde etmektedir. Ayrıca boru hattının bir kısmı Polonya üzerinden AB pazarlarına ulaştığı için Polonya da Kuzey Akım 2 Projesine karşı çıkmaktadır.

Konuya sadece kimin gazının AB pazarlarında satıldığı üzerinden bakarsak gerçeğin tamamını göremeyiz. Her şeyden önce Kuzey Akım Projesi hayata geçirilebilseydi Almanya neredeyse Avrupa’nın enerji merkezi haline gelmiş olacaktı.

Kuzey Akım 2 Projesi transit giderlerini ortadan kaldırdığı için Batı Avrupa, gazı daha ucuza alacak ve ayrıca Baltık, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine gaz önemli ölçüde Almanya üzerinden gideceği için Almanya, Doğu Avrupa’nın kontrolünde önemli bir avantaj sağlamış olacaktı. 

Almanya’nın enerji piyasalarında sürdürdüğü agresif politika, başta Polonya olmak üzere kimi Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde kuşku ile karşılandı. Polonya Dışişleri Bakanı Zbigniew Rau, Almanya ve Rusya arasında başlatılan doğalgaz işbirliğini “Polonya’nın İkinci Dünya Savaşı öncesinde paylaşımını öngören “Molotov-Ribbentrop Paktı’na benzeterek buna tepki gösterilmesi gerektiğini söyledi.

Almanya 1970’li yıllarda da Avrupa’da ABD egemenliğini kırmak için Doğu Avrupa ülkeleri ve SSCB ülkeleri ile ilişkilerin normalleşmesini öngören Ostpolitik yaklaşımını hayata geçirmişti. Yakın zamana kadar benzer bir yaklaşımı Merkel hükümeti, Rusya ve Türkiye’de Erdoğan rejimi ile yeniden hayata geçirmek istedi.

Son yıllarda ABD’nin geliştirdiği kaya gazı teknolojisi gaz piyasalarında dengeleri önemli ölçüde değiştirecek gibi gözüküyor. ABD bir süredir doğalgaz ihraç edebilecek bir konuma geldi. AB ülkeleri ABD’nin sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) için büyük bir pazar; ancak LNG fiyatları, boru hatları ile Avrupa'ya sevk edilen Rus gazına göre oldukça pahalı. Buna rağmen ABD ve Polonya arasında doğalgaz tedarik anlaşması imzalandı. Bu anlaşma ABD kaya gazının (LNG) aynı zamanda Ukrayna’ya transferini de öngörüyor.

 

2015 yılında Polonya ve Hırvatistan’ın öncülüğünde Üç Deniz Girişimi Projesi ilan edilmişti. Buna göre; Polonya, Hırvatistan, Avusturya, Estonya, Letonya, Çekya, Slovenya, Slovakya, Macaristan, Romanya ve Bulgaristan’ın dahil olduğu bu girişim, merkez ve Doğu Avrupa’da enerji altyapısının geliştirilmesi ve enerji arzının güvenceye alınması konusunda bir anlaşmaya varmıştı.

Proje başta ABD, AB ve Çin’in ilgisini çekmiş; fakat projenin ilanının hemen ardından ABD bölgede inisiyatif alarak sürecin öncülüğüne soyunmuştur. Baltık Denizi, Karadeniz ve Adriyatik Denizi arasındaki bu bölgede ülkeler otoyollarla birbirlerine bağlanacak, dijital altyapı geliştirilecek ve doğalgaz tedarikinde bu ülkelerin Rusya’ya olan bağımlılığını azaltmak için Polonya’nın Swinoujscie LNG terminali ile Hırvatistan'ın Krk Adasında inşa edilecek LNG terminali arasında tesis edilecek boru hattı ile Kuzey-Güney Gaz koridoru oluşturulacak. Bu yolla ABD bölgede kendi liderliğinde bölgede kurulacak enerji ve ekonomik iş birliğinin Almanya’nın bölgede etkinliğini azaltacağını düşünmektedir.  

Ayrıca Yunanistan’ın Dedeağaç Limanı’nın 17,6 kilometre güneybatısında demirleyecek LNG depolama ve gazlaştırma yüzer terminalinin 153 bin 500 metreküplük kapasiteye sahip olması beklenmektedir. Bu yolla Yunanistan, Bulgaristan ve Makedonya’nın doğalgazda Rusya’ya olan bağımlılığı azaltılmış olacaktır.

Aslına bakarsanız ABD ve Rusya arasındaki mücadele arka planda Almanya ve ABD arasında bir mücadeledir aynı zamanda; fakat Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı işgal girişimi bütün paradigmayı değiştirmiş gibi gözüküyor.

Başlangıçta Kuzey Akım 2 Projesini bütün tepkilere rağmen hayata geçirmekte çok kararlı gözüken Almanya, Ukrayna’nın işgal girişiminden sonra Kuzey Akım 2 Projesinin onay sürecini durdurma kararı aldı.

ABD’nin yaptırım tehditlerine rağmen dört yıl boyunca kararlı bir biçimde süreci devam ettiren Almanya, Rusya’nın Ukrayna’nın Donetsk ve Luhansk bölgelerinin bağımsızlığını tanıması sonrasında Kuzey Akım 2 projesinin onay sürecini durdurmak zorunda kalmıştır.

Almanya’nın bu kararı ABD tarafından memnuniyetle karşılanırken Rusya’nın bu karara tepkisi ise gecikmedi. Rusya Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanvekili Dimitri Medvedev, “Avrupalıların doğalgazın bin metreküpüne çok yakında 2000 Euro ödeyeceği yeni bir dünyaya hoşgeldiniz” diyerek, epeydir başlamış olan enerji savaşını bütün dünyaya ilan etmiş oldu.

 

Kimi uzmanlar Avrupa’da yaşanan enerji krizinden son yıllarda yoğun olarak uygulanan yeşil enerji politikalarını sorumlu tutuyor. Bunlara göre karbon nötr bir dünyayı herkes istiyor; fakat bu sadece rüzgarla ve güneşle sağlanamaz. Bu insanlar bunun yanında bir yedeğinizin olması gerektiğini düşünüyorlar. Bu durumda güneş ve rüzgâr enerjisinin yanında ya nükleer santralleriniz olacak ya da gaz veya kömür kullanmaya devam edeceksiniz.

Bu anlayışla; Fransa, Macaristan, Finlandiya, Bulgaristan, Hırvatistan, Çekya, Romanya, Slovakya ve Slovenya olmak üzere 10 ülke, AB Komisyonu’na nükleer enerjinin yeşil yatırım olarak sınıflandırılması için mektup yazdı. Bu ülkeler nükleer enerjinin hem iklim krizine karşı olduğu hem de enerjide dışa bağımlılığı azaltacağını savundu.

Bunda Ukrayna işgali sonrası Rusya’nın Avrupa’ya gaz sevkiyatını dramatik bir biçimde azaltmasının da payı olduğunu kabul etmek zorundayız. Ukrayna işgali sonrası batı dünyasından gelen tepkiler üzerine Rusya’nın Kuzey Akım 1 boru hattı üzerinden Avrupa’ya gaz sevkiyatını onarım bahanesi ile durdurması Avrupa ülkelerinde derin bir tedirginliğe neden olmuş gözüküyor.

Ukrayna’da başlayan hegemonya savaşı sonrasında Bulgaristan, Danimarka, Finlandiya, Hollanda ve Polonya'ya gaz sevkiyatını tamamen durdurması Avrupa’da enerji kaynaklarının güvenilirliği konusunda endişeleri çok artırmış gibi gözüküyor.

Bütün bu gelişmeler bir yandan tüketicilerin enerji faturalarını etkilerken, diğer taraftan da enerji maliyetinin yüksekliği bakımından üreticileri de olumsuz etkileyecektir. Bütün bunların hem talebin daralmasına hem de üretimin aksamasına neden olacağını öngörebiliriz.

Bütün bu gelişmeler Avrupa’da enflasyonun da artmasına neden oluyor. Avrupa İstatistik Ofisi’ne göre Euro Bölgesi’nde geçen Temmuz ayında yıllık enflasyon enerji fiyatlarının yükselmesinin etkisiyle yüzde 8,9’a çıkarak rekor seviyeyi gördü.

Enflasyonun sürekli yükselen bir seyir izlemesi Avrupa Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadele edebilmek için faiz artışına gitmesine neden oluyor; bu da zaten durgunluk endişesi yaşayan Avrupa ekonomilerinin resesyona girmesi anlamına gelecektir.

Alman hükümet yetkilileri hem işletmelerden hem de hane halklarından mümkün olduğu kadar daha az enerji kullanımını talep etmektedir. Fakat buna rağmen ülke genelinde tüketilen enerji miktarı bu çağrıların istenilen sonucu vermediğini ortaya koymaktadır.

 

Almanya’da enerji dağılımından sorumlu kuruluş olan Federal Ağ Ajansı Başkanı Klaus Müller, işletmeler ve normal insanlar tüketimlerini yaklaşık olarak yüzde 20 oranında düşüremezlerse önümüzdeki kışın çok zor geçeceğini öngörmektedir.

Almanya’da evde enerji tüketenler ve küçük işletmelerin ülke genelinde gaz tüketimindeki payı yaklaşık olarak yüzde 40 civarındadır. Geri kalanı ise büyük endüstriyel tüketicilere ait; dolayısıyla aslında büyük endüstriyel tüketicilerin tasarruf etmesi daha fazla sonuç alıcı olacaktır. Ukrayna’daki savaş nedeniyle Rusya’ya uygulanan yaptırımlara misilleme olarak Rusya’nın da Avrupa’ya doğalgaz tedarikini tamamen kesebileceği ihtimali Alman hükümetini endişelendirmektedir. Bu noktada tasarruf talebi çok sahici bir kaygıya dayanmaktadır.

Avrupa’da yaşanacak olası bir pazar daralması Türkiye ekonomisini de doğrudan etkileyecektir. 2021 yılında Türkiye AB bölgesine 93 milyar dolarlık ihracat yapmıştır. Bu ise Türkiye’nin toplam ihracatının yüzde 41,3’üne denk düşmektedir.

Bütün bu gelişmeler zaten oldukça zor bir dönemden geçen Türkiye ekonomisini çok kötü etkileyecek gibi gözüküyor. Başta tekstil ve otomotiv sanayi olmak üzere Türkiye’nin Avrupa’ya ihracat yaptığı bütün sektörler bu gelişmeden etkileneceklerdir.

Bütün bunlar ülkeye döviz girişini azaltacak; zaten döviz bulmakta zorlanan Türkiye ekonomisi, birikmiş dış borçlarını çevirmekte büsbütün zorlanacaktır. İktidarın bütün gizleme çabalarına rağmen Bloomberg Türkiye’nin, Rusya’nın enerji şirketi Gazprom ile birikmiş borçların 2024 yılına kadar ertelenmesi için müzakere ettiğini ortaya çıkardı.

Dolayısıyla enerji piyasalarında ortaya çıkan dalgalanma hem ülkelerin ekonomilerini hem de ulusal güvenlik siyasetini köklü bir biçimde değiştirecek gibi gözüküyor. Yaşadığımız sorunları bu noktada sadece Ukrayna üzerinde süren hegemonya savaşına indirgeyemeyiz. Muhatabı olduğumuz ekonomik kriz ve sorunların savaşla çözüm yoluna girilmesi geçici bir süreç gibi gözükmüyor.

Dünya, uzun bir dönem daha enerji kaynaklarına hâkim olma ve bunları elde tutma noktasında gerilimlere sahne olacak gibi gözüküyor. Dolayısıyla hem savunma hem de tüketim anlayışımızı hep birlikte yeniden tanımlamamız gereken bir döneme girdiğimizi söyleyebiliriz. Bu noktada çok geçmeden yeni dünyanın gereklerine göre savunma ve tüketim alışkanlıklarımızı yeniden düzenlemek faydalı olacaktır.