Erdoğan ve Bahçeli’nin son taktiği

Kuzey-Doğu Suriye halkı, yöneticileri ve Kürt halkı ile dostları eğer güçlü bir şekilde devrimlerini sahiplenir ve korurlarsa, bu planı yerle bir etmekle kalmayacak, Önder Apo’ya dayatılan tasfiye planını da boşa çıkaracaklardır.

ROJAVA'YA SALDIRILAR

Kasım ayının son günlerinden itibaren Ortadoğu’da yine çok önemli olaylar gelişiyor. Suriye’de, Türk devletine bağlı çetelerin İdlib başta olmak üzere Halep ve Hema’yı işgal etmesi ve artık Şam’ı hedef göstermeleri, ayrıca Şehba’ya saldırmaları ve Kuzey-Doğu Suriye’deki Özerk Yönetim’in denetimindeki bölgelere yönelik saldırılar, Ukranya-Rusya savaşı ile Gazze ve Lübnan’a yönelik saldırıların bile önüne geçerek  gündemin başına oturdu.

Bu sürecin nereye evrileceği net olmamakla birlikte, Suriye’deki son saldırıların temel taşlarının bir yıl öncesinden atıldığı artık herkesçe biliniyor. Erdoğan, yıl içerisinde defalarca Beşar Esad’a seslenip neredeyse rica edercesine görüşme talebinde bulunurken, çeteler de aynı zamanda Türkiye’de bu plan için harıl harıl hazırlanıyordu. Peki, Erdoğan’ın Beşar Esad’la görüşme talebi neyin nesiydi?

Aslında Erdoğan’ın bu politikası, açıkça “ölümü gösterip sıtmaya razı etme” dışında bir şey değildi. Yani, Beşar Esad’ın görüşmeyi kabul etmeyeceğini veya edemeyeceğini bile bile çağrılarda bulunuyordu. Beşar Esad bu görüşmeyi kabul etseydi, Türkiye’nin çetelere verdiği desteği ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü parçalama çabalarını resmen meşru kabul edecekti. Türk devleti, Beşar Esad’ın bu talebe hayır diyeceğine emindi. Peki, buna rağmen Erdoğan neden sık sık görüşme talebinde bulundu?

27 Kasım’da başlayan olaylardan sonra Erdoğan, Hakan Fidan ve bazı Türk yetkililerinin açıklamaları her şeyi açıklıyor: “Beşar Esad görüşme talebini kabul etseydi böyle olmazdı.” Peki, görüşmeyi dayatmalarına rağmen neden Suriyeyi işgal hazırlıklıkları yapıldı? Türkiye, Beşar’a yaptığı çağrıyla kendini çözüm yanlısı gibi göstererek kamoyunu böyle yanıltıyor. İşgali ise talebin reddedilmesiyle izah etmeye çalışıyorlar. Bu konunun anlaşılması gerekiyor çünkü çeteler hazırlıklı, donanımlı ve planlıydılar; bu saldırılar er ya da geç yapılacaktı. Fakat mevcut haliyle işgal için bir gerekçe gerekiyordu; onu da talebin reddine bağlayarak kendilerine uluslararası arenada meşruiyet yarattılar. Tabiiki bu işgalin, ABD ve Batı güçlerinin onayı ve bilgisi dahilinde gelişmediğini, hatta İsrail’in de işin koordinesinde olmadığını kimse iddia edemez. Fransa, kendini Suriye’nin doğal sahibi olarak görmektedir; fakat Macron bu dönemde sessizliğe bürünmüş durumda. Amerika da izlemekle yetiniyor. İsrail ise son hız Lübnan’a ve Suriyenin bazı askeri noktalarına saldırılar yapıyor.

Burada en önemli konulardan biri de Erdoğan ve Bahçeli’nin aynı taktiği Kürt Hareketi’ne karşı da uygulamış olması ve sonbahardan beri aynı taktiği devrede tutması. Bahçeli, açıklamalarında açıkça Önder Apo’ya çağrılar yaptı: “Eğer PKK’yi lağvederse umut hakkından yararlanabilir” dedi. Bu çağrı çokça konuşuldu ve aslında çözümden ziyade tasfiye dayatması olduğu dile getirildi.

Zaten Şehba, Til Rifat ve Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ne karşı başlatılan toplumkırım saldırıları ile Medya Savunma Alanları’na karşı artan yoğun bombardıman, bu çağrının neye hizmet ettiğini açıklıyor. Önder Apo’ya “özgürlük mücadelesinden vazgeçersen bireysel haklarından yararlanabilirsin, aksi takdirde Suriye rejiminin başına gelenler Kürtlerin de başına gelecek” deniliyor. Bu kirli komploya karşı, Kuzey-Doğu Suriye halkı, yöneticileri ve Kürt halkı ile dostları eğer güçlü bir şekilde devrimlerini sahiplenir ve korurlarsa, bu planı yerle bir etmekle kalmayacak, Önder Apo’ya dayatılan tasfiye planını da boşa çıkaracaklardır. Ve o zaman, bölgede çok daha farkı bir sürecin başlayacağı da bilinmelidir.