Irak'ta çözümün yolu: Direniş ahlakını güncellemek
Yaşanmış tarihsel acılardan ders çıkartmak hiçbir mevki ve makam uğruna halkın birliğini ve gelecek umutlarını pazarlık konusu yapmamaktır. İşte gerçek Hüseyni ahlak budur…
Yaşanmış tarihsel acılardan ders çıkartmak hiçbir mevki ve makam uğruna halkın birliğini ve gelecek umutlarını pazarlık konusu yapmamaktır. İşte gerçek Hüseyni ahlak budur…
Sadr hareketi, ABD’nin 2003’teki Irak işgaline karşı, Mehdi Ordusu aracılığıyla uzun yıllar savaşarak, Irak halkının büyük teveccühünü kazanmış bir harekettir. Mukteda es Sadr, Şii mezhepçi bir anlayışla başladığı mücadele hayatına, Şii-Arap sentezi merkezi bir devlet kurma düşüncesi ile devam etmiştir. Siyasette el yükselterek, amaçlarını bir parti programına kavuşturan Sadr, ulusal çoğunluk hükümeti ile (önerisi) kafasındaki merkezi devlet fikrini ortaya koymuştur. Siyasi ve dini bakımdan merkezi yönetim önerisi, Irak’ın etnik ve inanç temelli toplumsal ve siyasal yapısıyla uyuşmayan, güç ve iradenin tek merkezde toplandığı teokratik bir devlet yönetimi demektir. Irak halkı için bu öneri, tüyler ürperten bir öneridir. Çünkü Irak halkı yakın geçmişte merkeziyetçiliğin en acı deneyimini, diktatör Saddam rejimi döneminde yaşamış bir halktır. Bu acı deneyimi başka ad ve kılıflar altında yeniden gündeme getirmek, etnik ve inanç bakımından zengin bir toplumsal yapıya sahip olan, Irak halkları açısından büyük bir talihsizliktir.
EN GERÇEKÇİ ÇÖZÜM DEMOKRATİK ULUS BİLİNCİ
Kısacası; dini ve siyasi otoritenin merkezileştirilmesi, toplumsal hak ve özgürlüklerin rafa kaldırılması, parti ve kişi iktidarının daha fazla güç kazanması demektir. Diğer bir ifade ile diktatör Saddam rejiminin geri gelmesi, Irak’ın federatif ve çoğulcu anayasasının tasfiye edilmesidir. Oysa Irak toplumu için, yaşanan kaos ve şiddet sarmalından çıkışın en gerçekçi ve doğru yolu; 21. yüzyıl evrensel değerleri temelinde, demokratik ulus bilincini geliştirecek, daha özgürlükçü ve kapsayıcı bir anayasal düzenin sağlanmasıdır...
Bu anlamda, Irak devlet krizine dönüşen hükümet kurma süreci; çerçeve koordinasyonu içerisinde yer alan grupların temsil ettiği İran yanlısı siyaseti daha görünür kılarken, Sadr hareketinin de dini, siyasal ve ulusal önceliklerini daha anlaşılır kılarak açığa çıkartmıştır. Şii lider Mukteda es Sadr’ın bölgesel ve küresel güçlerin çıkarları temelinde yürüttüğü siyasetin, Şii cephede yarattığı bölünme ve iç savaş durumu, İran devlet çıkarlarını fazlasıyla tehlikeye düşürmüş, İran’ın Sadr öncülüğünde ilerleyen hükümet kurma sürecine müdahale etmesine yol açmıştır.
SADR'IN BATI LİGİNDE YER ALMA ÇABASI
Bilindiği gibi, Mukteda es Sadr için, görüş, öneri, örgütlenme ve eylem tarzıyla belli bir süredir kamuoyunda Arap ulus milliyetçisi olduğu algısı oluşturulmaya çalışmaktadır. Ancak, felsefi arka planı zayıf olan, söylem ve politikalarının günübirlik ve çelişkilerle dolu olması, izlediği siyasetin kalıcı ve ideolojik bir mücadele hattına dönüşmesi ihtimalini zayıflatmaktadır. Bu noktada, İran’a yakınlığıyla bilinen diğer Şii parti ve grupları, kurmayı amaçladığı sistemin dışında bırakma çabası, bu parti ve gruplara çürümüş ve yozlaşmış sistemin bütün suç ve günahlarını yükleyerek bunu yapması, ilgili kamuoyuna İran taraftarı gruplara Sadr üzerinden "operasyon çekiliyor" izlenimi vermektedir. Dolayısıyla, Irak iç siyasetinin yeniden dizayn edildiği bu süreçte, Irak hükümetinin en güçlü bileşeni olan Şii cephenin iç çatışmalarla zayıflatılmaya çalışıldığına tanık oluyoruz.
Bu anlamda Şii-Şii savaşını en özet haliyle, Iraklı Şiilerin Şii Fars ekseninden, Şii Arap eksenine çekilme çabası olarak değerlendirebiliriz. Bu dizayn sürecinin doğu blokunda İran, batı blokunda ise BOP’un ‘’eş başkanları’’olarak Türkiye ve Suudi Arabistan yer almaktadır. Bu bağlamda, "ne doğulu ne de batılıyız’’ diyen Sadr’ın çok açık olarak sürecin başından beri batı liginde yer alma çabasını belirtmek gerekir.
Bu durumun daha iyi anlaşılması için; hamuru Erdoğan sarayının suyuyla yoğrulan, ‘Vatanı Kurtarma İttifakının’ ortaklarına bakmak yeterlidir. Dolayısıyla bu parti ve örgütler, 2003’ten sonra Türk devletinin patikalarında yürümüş, politikalarına yüzde doksan angaje olmuş partilerdir.
Bu nedenle yurtsever Kürt halkı, KDP’nin Sadr ittifakından geri çekilmesini, Federal Kürdistan bölgesinin tasfiyesini öngören ve Irak anayasasına aykırı olan merkezi devlet modelini reddetmesini beklemektedir. Çünkü Sadr öncülüğünde oluşturulan Vatanı Kurtarma İttifakı amaçları bakımından bir şer ittifakı olarak örgütlendirilmiştir.
Gerçek bu olmasına rağmen, ilişkiler hâlâ dostluk ve müttefiklik düzeyinde yürütülüyorsa, burada sorgulanmaya açık ve Kürt halkının yararına olmayan şeyler var demektir. Sünniler açısından da hakeza durum farklı değildir. Sadr hareketinin ve Sünni Arapların, Irak Türkmenleriyle kurdukları yakın ilişkiler, bizlere oyunun perde arkasına dair önemli ipuçları sunmaktadır.
TUZAĞA DÜŞÜLDÜ, MÜZAKERE KAPASİTESİ ZEDELENDİ
Bilindiği gibi, Mukteda es Sadr’ın Irak ulusal çoğunluk hükümeti için ittifak kurduğu güçler, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın tedrisatından geçmiş, bölgenin toplumsal barışını tehdit eden, anti demokratik zihniyet ve eylemleriyle, halkların geleceğinde yıkıcı rol oynamış güçlerdir. Dolayısıyla, Sadr’ın İran ve ABD’nin Irak’taki nüfuzlarına eşit düzeyde karşı olduğunu söyleyenlerin, Sadr’ın hükümet ortaklarını destekleyen Türkiye- Suudi Arabistan ve ABD’ye yüzlerini çevirmeleri yeterli olacaktır.
Bu anlamda, Şii halkının günümüzde yaşadığı en büyük trajedi; hegemonik güçlerin siyasi oyun ve tuzaklarına düşerek kendi iç sorunlarını diyalog ve müzakere yoluyla çözme kapasitelerini yitirmeleridir. Yaşanan bu durum, yüz yıllardır devletçi sistemin ötekileri arasında yer alan Şii toplumunda büyük bir kırılma, korku ve güvensizlik yaratmıştır. Özellikle Şii lider Sadr’ın, dış güçlerin yönlendirmesiyle, çürümüş ve kokuşmuş düzenin bütün pisliklerini kendi kavminin sırtına yükleme çabası, onları sistemdeki her türlü yolsuzluğun tek sorumlusu olarak gösterme çabası, Şii halkı açısından trajikomik bir durumdur.
Dolayısıyla Sadr öncülüğünde, bazı Kürt ve Sünni partilerin, 1001 odalı saraylarda gayriahlaki bir şekilde, Irak halkının kaderini belirleme çabaları, İran duvarına çarparak boşa çıkmıştır. Bu açıdan denilebilir ki, İran İslam devleti, Irak'ta sahnelenen oyunun, kendisi açısından seyirlik bir oyun olmadığını, büyük tehlikeler içerdiğini görmüş ve oyuna müdahale etmiştir.
DİKTATÖRLÜK SÜRECİ HIZLANDIRILMAK İSTENİYOR
Bu nedenle Mukteda es Sadr, politik bir tercih olarak, devletçi sistemin ürettiği bütün kriz ve suçları Şii çerçeve koordinasyonuyla izah etmiştir! Dahası boğazına kadar suç ve ranta bulaşmış müttefiklerine, tek bir eleştiri bile yapmayarak, onları aklama yoluna gitmiştir. Bu durum Sadr’ın rol ve niyeti konusunda ilgili kamuoyunda ciddi şüphelere yol açarken, Sadr ve politikalarını daha fazla deşifre etmiştir.
Çünkü zaten devletin kendisi, rantın belli bir kesimin çıkarları temelinde yönetildiği, anti demokratik bir sistemdir. Bu nedenle, devlet suç üretme kapasitesi yüksek olan bir organizasyondur. Türkiye Cumhuriyeti örneğinde görüldüğü gibi, devlet otoriterleştikçe, devletin çeteleşmesi, suç ve suçlu üretme kapasitesi de aynı oranda artmaktadır. Hal böyle iken, toplumsal adaleti, eşitlik ve barışı, daha merkezi bir devlet modelinde aramak abesle iştigaldir. Bu anlamda daha fazla merkezileşme talebi, özü itibarı ile anti demokratik olan devletçi sistemin, diktatörlüğe evrilme sürecini hızlandırmak demektir.
Özcesi, Sadr’ın merkezi devlet projesi; Sünni Arap Saddam rejimi yerine, Şii Arap Sadr modelinin ikame edilmesidir. Diğer bir ifade ile özerk Kürdistan statüsünün ortadan kaldırılması, dini açıdan ise Necef’in genel olarak Şii halkının inanç merkezi haline getirilmesi, Kum merkezli Şialığın zayıflatılması demektir.
Bu noktada, ne Sadr, ifade ettiği gibi; mazlum Irak halkının çıkarlarını savunan Arap milliyetçisi dini bir lider, ne de İran’a yakınlığıyla bilinen Şii Çerçeve Koordinasyonu içerisinde yer alan parti ve örgütler, özgür ve bağımsız bir Irak için mücadele eden yurtsever fedai güçlerdir. Bu güçler, gerçek anlamda aysbergin iki yüzünü temsil etmektedirler.
Ez cümle; Şii-Şii kavgasının derinleşmesinden kazanacak olan kapitalist dünyanın hegemon güçleri ve yerel işbirlikçileri olurken, kaybedenleri ise başta Şii halkı olmak üzere, özgürlük ve demokrasiden yana olan bütün Irak halkı olacaktır...
DİRENİŞ AHLAKI HAYATİ ÖNEMDE
Ezilen Şii halkı; Şii mücadele tarihi ve değerleri açısından her zamankinden daha çok Hz. Hüseyin şahsında, Kerbela’da yaşanan direniş ahlakını güncellemeye ihtiyaç duymaktadır. Bu noktada öncü rolü olan herkesin, kendi halkının özgürlük davası uğruna mücadele yürütürken, asla güce boyun eğmemesi, güç karşısında diz çökmemesi bu topraklarda bir kez daha benzer acıların yaşanmaması için hayati önemdedir. Yaşanmış tarihsel acılardan ders çıkartmak hiçbir mevki ve makam uğruna halkın birliğini ve gelecek umutlarını pazarlık konusu yapmamaktır. İşte gerçek Hüseyni ahlak budur…
Farklılıkların çatışma değil zenginlik sebebi sayıldığı özgür bir dünya umuduyla…