Komplo günlerinde ‘unutulan’ Avrupa hukuku

Kürt Halk Önderi’nin sığınma talebini Yunanistan üç kez, Hollanda bir kez işleme koymadı. Rusya da Duma'da neredeyse oy birliğiyle alınan kararı hiçe sayarak ret etti. İtalya ise ancak 1 Ekim 1999’da kabul etti.

15 Şubat 1999’da Kenya’da uluslararası hukuk hiçe sayılarak kaçırılıp İmralı adasına götürülen ve o tarihten bu yana da orada esir tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan karşısında Avrupa’nın sergilediği tutum, bu ülkelerin hukuk tarihine kara bir leke olarak geçti. Avrupa Konseyi üyesi olmasına rağmen Türk devletinin 23 yıldır İmralı’da ağırlaştırılmış tecrit ve işkence sistemine sessiz kalan batılı başkentler, 9 Ekim 1998’de startı verilen uluslararası komplonun tezgahlandığı günlerde de kendi mülteci/iltica yasalarını birçok kez çiğnediler.

9 Ekim 1998’den 15 Şubat 1999’a kadar geçen 129 günde Yunanistan, Rusya, İtalya, Tacikistan ve Kenya’nın topraklarına ayak basan Kürt Halk Önderi; bu süreç içerisinde her türlü hukuk dışı uygulamayla karşı karşıya kalırken, Avrupa ülkelerinde yüzbinlerce Kürt’e tanınan siyasi mülteci statüsünden alıkonuldu.

Abdullah Öcalan, 7 Aralık 1998 günü Özgür Politika gazetesinde kendisiyle yapılan röportajında bu durumu şöyle yorumluyordu:

“Benim ulusal-demokratik insan hakları mücadelem biliniyor. Avrupa'ya gelen Kürtlere siyasi sığınma hakkı veriliyor, söz konusu ben olunca politik kaygılar öne çıkıyor. Bu gelişmelere, yani Kürtlerin politik statü almasına neden olan benim. Burada ilginç bir paradoksa dikkat çekmek için söylüyorum. Diğer bütün Kürt liderlerinin birer pasaportları var ama benim yok. Çünkü yenilmemişim, yenilmemiş olmam suç sayılıyor. Umarım hukuk bunu görür ve yakında kararını bu şartlar içinde verir. Başı gitsin, gövdesini pay edelim gibi bir yaklaşım barbarca bir yaklaşımdır.”

ESARETİNDEN ÖNCEKİ SON EL YAZISI

2 Şubat 1999’da Kenya’nın başkenti Nairobi’ye götürülen ve 13 gün boyunca Yunanistan Büyükelçilik binasında tutulduğu sırada, Kürt Halk Önderi’nin 66 gün boyunca (12 Kasım 1998- 16 Ocak 1999 tarihleri arasında) kaldığı İtalya’da yaptığı sığınma başvurusu henüz karara bağlanmamıştı. Kenya istihbarat ve polisi eliyle küresel güçlerin etrafında çemberi daraltması yüzünden can güvenliği tehlikeye giren Abdullah Öcalan, o günlerde bir kez daha Roma Sivil Mahkemesi’ne başvurdu.

14 Şubat 1999’da Kürt Halk Önderi’nin el yazıyla kaleme aldığı bu başvuru, aynı zamanda onun esaretinden önce kaleme aldığı son yazı olarak kayıtlara geçti.

Abdullah Öcalan, o başvuruda İtalyan savcı ve yargıçlara hitap ederek şunları dile getirdi:

“Roma Sivil Mahkemesi’ne, Değerli Savcı ve Yargıçlarına;

Siyasi ilticamla ilgili mahkemenizde bizzat bulunmak isterdim. Yaşadığım durumları gizli bir celsede anlatmayı çok isterdim. Hatta bu imkanı bana yaratırsanız çok önemli olurdu, bu beklentimin olduğunu belirtirim.

Ağır güvenlik sorunları ve psikolojik baskılar nedeniyle İtalyan güvenlik sisteminden uzaklaşmak zorunda kaldım. Tercihim değildi, bir zorunluluktu. Şu an yaşadım takip inanılmaz boyutlarda ve TC hükümeti beni sağ veya ölü yakalamayı baş görev biliyor. Başbakan Ecevit bu sürecin çok kısaldığını, dün bizzat açıklıyor. Basın bu açıklamalarla doludur. Yine şu anda hiçbir hükümet sorumluluk üstlenmek istemiyor. Tehlike en ileri boyutta. İtalya hükümetinden yine durumumun araştırılmasını, mahkeme sonuçlanıncaya kadar can güvenliğini üstlenmesini, mahkemeniz vasıtasıyla bir kez daha talep ediyorum. Buna hakkım olduğuna inanıyorum.

Mahkemenizin karanının tarihi ve Kürtler açısından çok önemli sonuçları olacağını, bir insanlık görevi olarak belirtmek gereğini duyuyorum. Olumsuzluk halinde Türkiye bunu Kürt sorununun sonu, kendi imha amaçlı takibinin doğruluğuna herkesi inandırmaya çalışacak. Ve bu, halkımız için bir umutsuzluk nedeni olacaktır. Ayrıyeten diğer hukuki ve siyasi sürecin aleyhimizde gelişmesine yol açacaktır. Sorunun bu yönünün göz önünde bulundurulmasını çok önemle belirtme gereği duyuyorum.

Yine Türkiye’nin iade talebine ilişkin mahkemeye katılmaya da hazır olduğumu ve gerçeklerin, özellikle “terörizme” ilişkin açığa çıkması için bir yargılamanın mutlaka yapılması da talebimdir. Çünkü suçlama var, yargılama yok. Bu büyük adaletsizliği doğuruyor. Şahsımda Kürt sorunu ve Kürtler böylelikle kriminalize ediliyor. Bunun bir yargılamayla giderilmesi adaletin bir gereğidir. Hakkımdaki kararın titizlikle verileceğine inancımı belirtiyor, saygılarımı sunuyorum.”

İTALYA’NIN ‘GECİKEN’ KARARI

Roma İkinci İstinaf Mahkemesi, 1 Ekim 1999’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın siyasi sığınma hakkı verilmesini kararlaştırdı. İtalyan Anayasası’nın 10. Maddesine dayandırılan karar, Hakim Paolo de Fiore tarafından açıklandı. Kürt Halk Önderi’nin Türk devleti tarafından esir tutulması yüzünden İtalyan yargısının gecikmiş kararı sadece kağıt üstünde kaldı.

Avrupa’nın en eski hukuk ve demokrasisine sahip Yunanistan ise Abdullah Öcalan karşısında, dünyaya örnek olarak gösterdiği yasalarını ayaklar altına almaktan geri kalmayacaktı. Kürt Halk Önderi ile Şam’da 6 Ekim 1998 günü görüşen Yunanistan eski Ulaştırma Bakanı ve PASOK Milletvekili Kostas Baduvas, 109 milletvekili adına onu ülkesine davet etti. Kürt Halk Önderi bu davet üzerine, birkaç gün sonra 9 Ekim’da Şam’dan Atina’ya uçtu, ancak ne Baduvas ne de diğer Yunan parlamenterler tarafından deyim yerindeyse yüz üstü bırakıldı. Üstüne üstlük havalimanında yaptığı sığınma başvurusu işleme konulmadan Yunanistan’dan çıkarıldı.

Abdullah Öcalan, bunun üzerine yönünü Moskova’ya çevirirken, bir ‘siyasi iltica ayıbı’ da burada yaşanacaktı. Rusya’nın alt meclisi Duma, Abdullah Öcalan’ın siyasi sığınma başvurusunu gündemine aldı ve 4 Kasım 1998’de kararını açıkladı. Duma 1’e karşı 298 gibi, neredeyse oybirliğiyle Abdullah Öcalan’ın iltica talebini kabul ederken, başta ABD olmak üzere küresel güçlerin baskısı sonucu bu karar pratikte uygulanmadı.

HOLLANDA: ABDULLAH ÖCALAN’I İSTEMİYORUZ

Kürt Halk Önderi 1 Şubat 1999’da ikinci kez gitmek zorunda kaldığı Yunanistan’da bir kez daha sığınma başvurusunda bulundu. Bu başvuru da işleme konulmazken, apar topar Yunanistan istihbaratının eşliğinde 2 Şubat 1999’da Kenya’ya götürüldü.

13 Şubat günü ise Yunanistan’dan gelen bir avukatının aracılığıyla bir kez daha Yunan hükümetinden siyasi sığınma hakkı istedi. Uluslararası haber ajansı AFP, o gün Kürt Halk Önderi’nin şu mesajını dünyaya duyurdu: “Yunanistan hükümetinden siyasi sığınma talebimi incelemesini ve açık olmasını istiyorum. Siyasi sığınma prosedürünün sonuna kadar can güvenliğimin sağlanmasını da talep ediyorum.”

Bu başvurudan birkaç gün önce, 9 Şubat’ta da Avrupa Parlamentosu üyesi bir grup Yunan parlamenter, genel kurul “acil konular oturumuna” Abdullah Öcalan’ın durumuna ilişkin bir karar taslağı sundu. Parlamenterler, İtalya’nın Kürt Halk Önderi’ne sığınma hakkı vermesini talep etti. Atina’da ise iktidardaki PASOK’tan üç ve muhalefet partilerinden de üç parlamenter ortak basın açıklaması yaparak Abdullah Öcalan’a siyasi sığınma talebine olumlu yanıt verilmesini istedi. Ayrıca o günlerde Yunanistan’dan 50’ye yakın belediye de Kürt Halk Önderi’ni kabul edeceklerini deklare ettiler. Ancak Yunan kamuoyunun bu baskısına rağmen Atina hükümeti, Uluslararası Komplo’nun en önemli halkası olmakta kararlıydı.

10 Şubat 1999’da da Kürt Halk Önderi’nin Hollandalı avukatı Britta Böhler, sığınma talebi için resmi girişimlerde bulundu. Başvuruda Kürt Halk Önderi’nin kaldığı ülkeyi terk etmek zorunda kaldığı, geçici olarak gittiği ülkenin de onu Türkiye’ye iade etme tehdidinde bulunduğu ve bunun için de Hollanda’nın gelmesine izin vermesi gerektiği ifade edildi. Fakat bu talep, 12 Şubat günü Hollanda hükümeti tarafından reddedildi. Hollanda Adalet Bakanı Benk Kothals, o gün “Abdullah Öcalan, Hollanda’da istenmeyen kişi konumunda ve ülkeye girişi yasak” diyerek ülkesinin yasalarını çiğneyecekti.

‘BENİ AVRUPA DIŞINA ATANLAR SUÇ İŞLEDİ’

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ise İtalya’nın 1 Ekim 1999’da aldığı iltica kararının ardından kaleme aldığı savunmalarında, Avrupa ülkelerinin yasalarını ayaklar altına almasını ve komploya karışan bu devletlerin rolüne ilişkin şu değerlendirmeyi yapacaktı:

“Eğer dünyanın en büyük gücü olan ABD’nin Başkanı Clinton, resmen “Teslim emrini ben verdim” diyorsa dünyanın ikinci büyük gücü olan Rusya’nın Başbakanı Primakov Avrupa’dan çıkarıldığım gün, benim için tüm Bağımsız Devletler Topluluğu’na “Ülkenize gelmesin” diye uyarı yaptığını söylüyorsa, İtalya’da hukuken serbest olma hakkım olduğu halde korkunç bir psikolojik baskıyla kaçırtılıyorsam ve Yunanistan’da dost olabileceğine inandığım bir yönetim, hükümet düzeyinde söz verip ardından ölümcül darbe vuruyorsa, tüm bu tavırların altında haklı olmayan ekonomik ve siyasal çıkarlar yatıyorsa ve en son yine bakan düzeyinde “Sizi Hollanda’ya götürüyoruz” deyip hukukta hiçbir yeri olmayan bir biçimde beni Türk özel güvenlik birimlerine teslim ediyorsa, burada sadece hukukun çiğnenmesinden bahsedilemeyeceği, asrın eşine rastlanması zor bir komplosuyla da karşı karşıya olduğumuz açıktır.

Sorun, benim suçlu olup olmamam değildir. Sorun, hangi niyet ve çıkarlarla Avrupa çapında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’ye bu kadar aykırı tavırlara girildiğine ilişkindir. Şahsımda Avrupa’nın demokratik ve hukuk ölçülerine ağır bir ihanet söz konusudur. AİHS’nin geçerli olduğu sınırlarda bana uygulanacak hukuk maddesi siyasi ilticayla ilgilidir. Nitekim İtalya’da Roma İstinaf Mahkemesi iltica hakkımı kabul etmiştir. Bu durumda benim eşine ender rastlanan yöntemlerle Avrupa’nın dışına atılmamda rolü olan tüm devlet kurumları ve temsilcileri suç işlemişlerdir.”