Liberalizm, çağımız virüslerinin kaynağıdır
Liberalizm virüsü de koronavirüsün gelişimine benziyor. Kapitalizm de liberalizm virüsü ile önce toplumsal yaşama usulca sokulur, yarıklarına yerleşir, karşı savunma olmasın diye kendini hemen göstermez.
Liberalizm virüsü de koronavirüsün gelişimine benziyor. Kapitalizm de liberalizm virüsü ile önce toplumsal yaşama usulca sokulur, yarıklarına yerleşir, karşı savunma olmasın diye kendini hemen göstermez.
Tüm dünya insanlık tarihinin en büyük toplumsal krizlerinden birini yaşıyor. Herkesin gözünü Ortadoğu’da gittikçe derinleşen savaşa diktiği, İdlib’de neler oluyor, savaş nereye gidiyor diye tartıştığı günlerde yepyeni bir kriz her şeyi silip süpürürcesine tüm dünyanın gündemine oturdu.
Bilimsel adı Covid 19 olan, yaygın olarak Corona virüsü olarak bilinen yeni bir tür virüs, çok kısa bir süre içerisinde insan ve toplum sağlığını tehdit eden küresel bir krize dönmüş durumda. Birkaç hafta içerisinde virüse bulaşanların sayısı yüzbinleri bulurken, yaşamını yitirenlerin sayısı da katlanarak binleri aşmış durumda. Kuşkusuz bu insanlık için ciddi bir sağlık sorunu ve herkes bu virüsten korunmanın yol ve tedbirlerini geliştirmeye çalışıyor. Birçok ülkede ya ülkenin tümünde ya da önemli kentlerinde sokağa çıkma yasakları ilan edilirken, milyarlarca insan adeta bir korku filmi izlercesine evlerine kapanarak korunmaya çalışıyor.
Bu virüse karşı kuşkusuz biyolojik tedbirlerin alınması ve insanlığın kendisini koruması gerekiyor. Bu konunun bir yanı. Diğer taraftan ise bu sorunun yalnızca biyolojik kökenli doğal bir hastalık olmadığını düşünerek, kapitalist modernite sisteminin yarattığı yeni bir kriz alanı olarak değerlendirmek gerekiyor. Yani biyolojiye odaklanırken, insanlık açısından bu düzeyde bir varlık krizi yaratan bu durumun ideolojik kaynaklarına da bakmak gerekiyor. Yakın hafızamızı tazelersek yalnızca son birkaç on yıl içerisinde Aids, deli dana, kuş gribi, domuz gribi gibi insanlığı tehdit eden ve ciddi kayıplara yol açan hastalık ve virüsleri rahatlıkla hatırlayacağız.
Özellikle finans kapital çağıyla birlikte gittikçe artan ve katlanan bir tarzda açığa çıkan bu virüslerin, kapitalizmin doğa-toplum-yaşam alanına saldırılarıyla bağını rahatlıkla görebileceğiz. Demek ki kapitalizmin toplumsal doğada yarattığı krizden kopuk bir durum ile karşı karşıya değiliz.
Diğer yandan tüm insanlık dört gözle ve can havliyle bu virüsü karşı geliştirilecek aşıyı beklerken, Kapitalizmin ve emperyalizmin iki temel gücü olan A.B.D ile Almanya arasında yürüyen patent kavgası, tabloyu daha iyi görmemizi sağlayan bir diğer olay. Her iki ülke, virüse karşı gerekli aşıyı kendilerinin ürettiğini, dolayısıyla patent hakkının kendi şirketlerinde olması gerektiğini iddia ediyorlar.
Patent kavgası, bu büyük insanlık krizinden kimin kazançlı çıkacağının kavgası oluyor. Milyarlarca insan derin bir varlık krizi içerisine sürüklenirken, kapitalizm her zaman yaptığı gibi hak ve kazanç tartışması yapmakta. Aynen savaş alanlarında olduğu gibi. Savaş ne kadar uzar, ölüm ne kadar ucuzlarsa kapitalizm o kadar fazla kazanır.
Söylemek istediğimiz şey yalnızca kapitalizmin her şeyi hiçe sayan kar hırsı da değil. Bu küresel kriz aynı zamanda biyo-iktidarın derinleştirildiği bir sürece de dönüştürülmüş durumda. Toplumun güvenlik, barınma ve gıda gibi varlık koşullarını elinde tutan iktidar tekelleri, bu varlık krizini derinleştirerek toplumsal psikolojiyi daha da zayıflatan, toplumsal parçalanma sürecini daha da derinleştiren, herkesi eve kapatan, çözüm umudunu da elinde tutan bir biyo-iktidar politikasını da çok derinlikle geliştirmekte. Herkes, bu büyük yıkımın müessibi olan tekelci şirketlerden kendi varlıklarını garantiye alacak ‘aşıyı’ beklemekte. Devlete ve şirkete koşulsuz bağlanmak için muazzam bir zemin! Kapitalizm, toplumu böylece atomize ederek, insanın kişisel varlığı için kendini her şeyden koparması gerektiği inancını derinlere yerleştirmektedir. Kuşkusuz burada kastımız toplumsal sağlık politikalarının gerekli olmadığı, tedbir alınmaması gerektiği değildir.
Liberalizm virüsü de koronavirüsün gelişimine benziyor. Kapitalizm de liberalizm virüsü ile önce toplumsal yaşama usulca sokulur, yarıklarına yerleşir, karşı savunma olmasın diye kendini hemen göstermez. Eğer toplumsal kültür yani toplumun bağışıklık sistemi, bu virüsü fark eder ve gelenek direnirse liberalizm en azından yeni bir açıktan saldırı için geri çekilir. Eğer toplumsal ağlar zayıfsa, boşluklar varsa liberalizm yerleşir, örgütlenir ve zamanı geldiğinde esas hamlesini yaparak toplumun beynine, yani zihniyet dünyasına saldırır. Zihniyet dünyasını koruyan tüm ahlaki, kültürel, estetik değerlere saldırarak toplumsal beyni ya felç eder ya da tümden öldürür. Corona virüsü tekil ve fiziki ölüme yol açarken, liberalizm virüsü ise toplumsal ve metafizik ölüme yol açar.
Tüm insanlık, şimdiden yüzbinlerce insana bulaşan, binlercesinin canını alan bu virüse karşı korunmanın ve ondan kurtulmanın yolunu arıyor ve bu çok acil bir durum. Temennimiz en kısa zamanda insanlığın bu beladan kurtulmasıdır. Bununla birlikte kapitalizmden kurtulmanın yollarını da her zamandan daha fazla aramanın vakti gelmiştir. Kapitalizmin insanlığın başına getirdiği felaketlerin sınırının olamayacağı bu son krizle bir kez daha açığa çıkmıştır. Yapmamız gereken kapitalizmle yaşamanın yeni korunma yollarını bulmak değil ki bu yollar toplumu daha da parçalamakta, varlık krizini derinleştirmek, yaşamı biyolojik sınırlara kadar indirgemektir, yapmamız gereken yaşamın bu anlam yitimine karşı ideolojik, felsefik, estetik mücadeleyi büyütmektir.
Kapitalist tekellerin, endüstriyel tarımın verim artışı adına geliştirdiği Genetiği Değiştirilmiş Organizmaların (GDO) ekolojik yaşamda yarattığı yıkımların sonuçlarıyla halen tam olarak karşılaşmış değiliz. Çünkü doğal genin ‘susturulması’ belirsizliğin ana kaynağıdır. GDO’ların doğal ürünlere eş olmadığı, doğal karşılıkları gibi davranmadıkları çoktan kanıtlanmış durumda. Toplumun maddi üretim alanına böyle müdahale eden kapitalizm, kültür endüstrisi yoluyla da toplumsal yaşam alanına simülark yaşamı ikame etmeye çalışmaktadır. Burada da genin susturulmasına benzer şekilde özgür irade susturulmaktadır. Yaşamı bu kadar krize koyan, insan varlığının anlamını biyolojik yaşam sınırlarına çekerek yaşam belirsizliği yaratan da özgür iradenin yokluğudur.
O zaman tüm bu krizlerden çıkışın gerçek ‘aşısı’ özgür iradeye dayanarak kapitalizme karşı mücadeleyi büyütmektir. Kapitalizmin mutlak hak, mutlak sorumsuzluk ve mutlak iktidarına dayalı rejim inşasına karşı mutlak özgürlük için özgürlük aşısını yaymanın zamanıdır. Bu aşıyı beklemek de gerekmiyor, demokratik toplum paradigması kapitalizme karşı başarılı olmanın tüm yol ve yöntemlerini çoktandır ortaya koymuş durumdadır.