Rojava’ya saldırı ve üç temel strateji
Yapılan saldırı bir seçim yatırımı değildir. Oldukça kapsamlı, geniş, büyük bir işgal ve soykırım saldırısıdır. Sözcüğün gerçek anlamında bir katliam, işgal ve soykırım savaşıdır.
Yapılan saldırı bir seçim yatırımı değildir. Oldukça kapsamlı, geniş, büyük bir işgal ve soykırım saldırısıdır. Sözcüğün gerçek anlamında bir katliam, işgal ve soykırım savaşıdır.
Türk savaş uçakları dün gece Kuzey ve Doğu Suriye’nin birçok bölgesini yoğun bir biçimde bombaladı. Kobanê ve çevresini de sistematik bir biçimde havadan vurdu. Saatlerce süren bombalama saldırısı hala bir biçimde devam ediyor. Türk devleti bugüne kadar Kürtlerin soykırımı ve Rojava’ya saldırmak için adeta ipe un serdi. Bin bir çeşit senaryo yazdı, yüzlerce bahane oluşturma çabasına girdi, yalan üzerine yalan üretti. En son İstanbul İstiklal caddesinde patlatılan bir bombayla şimdiye kadar yazdığı sahte ve suni senaryolarına yeni bir senaryo ekledi. Rojava’ya saldırmanın gerekçesi yapma çabasına giren İçişleri Bakanı Süleyman Soylu patlamadan bir saat sonra bombacının Kobanê’de kaldığını, oradan Efrîn’e, Efrîn’den de İstanbul’a geldiğini söyledi ve “bombacıyı yakalayacağız, fazla zaman yitirmeden onu bulacağız” dedi.
Her şey yazılan senaryoya göre gidiyordu ki, sonra her şey tersine döndü. Pratikte yaşanan ile teoride üretilen senaryo birbirine uymamış, tamamen çelişen bir noktaya gelmişti. Yaşanan kader değildi, senaryonun çok kötü bir biçimde yazılmış olmasıydı. Evet, senaryo kötü yazılmıştı ve senaryoda dile gelen yalanlar kısa sürede açığa çıkmıştı. Dolayısıyla bomba esas olarak İstiklal caddesinde değil devletin, içişleri bakanı ve Erdoğan’ın elinde patlamıştı. “Kocaman devlet”, “kocaman İçişleri bakanı”, “kocaman cumhurbaşkanı” bombayı attığı iddia edilen Ahlam Albashir’in YPG’li olduğuna, Rojava’da özel olarak eğitildiğine, dolayısıyla azmettirenin PKK’li olduğuna dair hiç kimseyi ikna edemedi. İkna edemedi çünkü ikna edilecek gibi değildi.
Senaryo oldukça kaba, dağınık, parçalı, sıradan ve basit hazırlanmıştı. Senaryoya göre bomba sivillerin bulunduğu bir yerde patlatılacak, bombacı Suriyeli olacak, YPG tarafından özel olarak eğitilmiş olacak, buna göre PKK/YPG sivillerin katili, Rojava ise Türkiye için tehlikeli bir bölge diye tüm dünyaya bildirilecekti. Böylece PKK'nin sivilleri katletmeye devam eden bir örgüt, Rojava'nın da Türkiye için tehlikeli bir bölge olduğu tüm dünyaya yeniden sunulmuş olacaktı. Ayrıca kimyasal silahları kullanma konusunda oluşan gündemi de değiştirmiş olacaktı.
Ancak İstiklal Caddesi için hazırlanan senaryo kötü ve inandırıcı olmamasına rağmen Kobanê’ye dönük saldırı senaryosu değişmedi. Çünkü karar böyleydi, konsept bu temelde hazırlanmıştı. Kobanê’ vurulacaktı, Rojava işgal edilecekti, Kürtler için birlik ve ulusal onur konumuna gelmiş olan özerk bölgenin iradesine karşı kuvvet kullanılacaktı. Uzun süreden beri Türk devletinin gündeminde olan Rojava saldırısı en nihayet dün gece yarısından sonra gerçekleştirilmiş oldu.
Hiç kuşkusuz ki Kobanê’ye, dolayısıyla Rojava’ya dönük saldırıyı sadece Türk devletinin saldırısı olarak ele almamak gerek. Saldırıya onay veren devletler var. ABD ve Rusya, Avrupa onay veren ülkelerdendir. Türkiye talepte bulunmuş, kendini dayatmış ilgili ülkeler de onay vermiştir. Saldırıdan bir gün önce ABD’nin Hewlêr Konsolosluğu’nun kendi vatandaşlarına ilişkin yapmış olduğu uyarı, ABD’nin, Türk devletinin saldırısından önce haberi olduğunun en somut göstergesidir. Her devletin bir değil, birkaç hesabı var. Bu hesaplar yapılarak, bloklar kendi müttefiklerinin ağırlığını, onlara yarar ve yararsızlığını, artı ve eksilerini deyim yerindeyse tartarak politika yaparlar. Bu anlamda büyük devletlerin, uluslararası güçlerin ahlakı yoktur, daha doğrusu onların ahlakı onların çıkarıdır. Çıkarları onların devlet ahlakını belirlemektedir…
Yapılan saldırı bir seçim yatırımı değildir. Oldukça kapsamlı, geniş, büyük bir işgal ve soykırım saldırısıdır. Sözcüğün gerçek anlamında bir katliam, işgal ve soykırım savaşıdır. Rojava’nın tamamını işgal etme, orada uyduruk bir yapı oluşturma, özgür Kürdün iradesini kırma ve Kendi Kürdünü yaratma saldırısıdır. Bu kapsamlı saldırı Kürdistan’ın tümünü kendine bağlama, kendi denetimine alma, dört parçayı işgal etme hedefi ile geliştirilen büyük ve kapsamlı bir seferdir.
Dün gece yapılan saldırının anlamı ve karşılığı böyle ele alınmalı. Yoksa seçim yatırımı olarak ele alınırsa oldukça dar, sıradan bir bakış açısı olur. Oysa Türk devletinin temsilcileri farklı konuşuyor, hedeflerini çok daha değişik cümlelerle ifade ediyorlar. “Kürtlere statüyü asla kabul etmeyiz”, “Kürtlere ait bir özerk bölgenin oluşmasını şiddetle reddediyoruz”, “Kürtlerin kurumsal olarak kendilerini ifade edecekleri tek bir kurumu bile kabul etmeyiz”, “Kürtler adına konuşan herhangi bir oluşumu tanımamız, kabul etmemiz, göz yummamız mümkün değildir...” Bu cümleler Türk devletini temsil eden başbakanlarına, cumhurbaşkanları ve askeri komutanlara ait cümlelerdir. Bu cümleler onların zihniyetlerinin, Kürtlere bakış açılarının, pratik yaşamda nasıl yaklaşacaklarının yansımasıdır. Dolayısıyla dün gece Rojava’ya dönük yapılan kapsamlı bombardımanı Türk devletinin stratejik saldırısının da bir göstergesi olarak kabul etmek, buna göre Kürtlerin daha doğru bir konumlandırmada bulunmasını gerektiriyor.
Peki, madem saldırı stratejiktir, madem hedef dört parçayı işgal etmektir, madem saldırı Kürt soykırımını hedefleyen bir seferdir o zaman Kürtler de stratejik düşünmek ve hareket etmek zorundadırlar. “Hesap zamanı” adı altında yapılan bu stratejik soykırım saldırısının boşa çıkartılması ancak böyle mümkün olabilir, yani stratejik düşünme ve buna göre tutum geliştirme ile…
Her şeyden önce Rojava Özerk Bölgesi olağanüstü bir sürece göre kendini örgütlemelidir. “Kobanê Ruhu”ndan daha öte bir örgütleme yaratmalıdır. Her alanda olduğu gibi özellikle askeri alanda da çok daha yetkin bir strateji geliştirmek durumunda. Daha da önemlisi sadece askeri güç değil halkın direniş sürecine dâhil edilmesi kesinlikle birincil stratejik görev olarak ele alınmalıdır. Kürtler buna “devrimci halk savaşı” dediler. “Devrimci halk savaşı” Rojava’yı işgalden kurtaracağı gibi Türk devletinin planladığı soykırım konseptini de boşa çıkartacaktır. Türk devletinin stratejik saldırı ve soykırım hamlesine karşı “devrimci halk savaşı” stratejisi ile karşı konulursa işte o zaman doğru bir savunma stratejisi izlenmiş olunur.
İkincisi, doğru stratejik savunma büyük bir karşı taarruz saldırısı ile gerçekleşirse kesin bir sonuca ulaşılmış olunur.
Üçüncüsü, stratejik savunma düzeyini dört parçada Kürtlerin ayağa kalma düzeyi ile ifadelendirmek daha doğru olacaktır. “Kobanê Ruhu”nun bu maddede çok daha belirgin olma gibi bir zorunluluğu vardır. Dört parçada seferberlik bu stratejinin ruhunu oluşturmaktadır. Bu ruh Kürtleri ayağa kaldırırsa soykırımcı devletin yapacağı bir şeyi olmaz. ABD, Vietnam’da nasıl kaçtıysa, soykırımcı Türk devleti de öyle kaçmak zorunda kalacaktır.
Bu üç stratejik doğrultu dünya halklarını da harekete geçirecektir. “Kobanê Ruhu”nu sadece Kürtler yaratmadı, aynı zamanda Rojava devrimine umut bağlayan ilericilerin, devrimcilerin, kısacası özgürlükten yana olan herkesin eseri olarak ortaya çıktı. Rojava devrimi dünya halklarının sempatisini kazanmış bir devrimdir. Nasıl ki DAİŞ döneminde Kobanê ile dayanışma ruhu yaratıldıysa bu dönemde de çok daha derin bir biçimde yaratacaktır…
Özetle geri çekilme, ürkme, hamle yapmama, pasif savunma, sürekli taviz verme devrimi büyük bir tehlikeye sokacaktır. Çok önemli bir taktik ise uluslararası güçlerle ilişkinin sınırsız bir biçimde sürdürülmesi, onlara dönük eleştirilerin yapılması, görev ve sorumluluklarının gereklerini yerine getirmeleri için sürekli hatırlatmada bulunulması ancak asla bel bağlanmaması esas olmalıdır. Zira onların işi pasifizmi, liberalizmi, savunmasızlığı, sürekli geri çekilmeyi dayatmaktır. Rojava devrimini en az Türkiye kadar istemediklerini öncelikle kabul etmemiz gerekiyor. Bu kabul görülmezse Rojava devrimini korumak mümkün olmaz. Onlar ahlaki politik bir sistemin inşa edilmemesi için ne gerekiyorsa onu yaparlar. Türk devletini taşeron olarak kullandıkları kesindir. KDP’nin ihanet çizgisini dayatma onların temel yaklaşımlarıdır. “Ya beyaz bir Rojava, ya da Türk devletinin işgali” ikilemi ile Rojava’nın kızıl ruhunu boşaltmak istiyorlar.
Son bir hatırlatma, bu temel stratejiler temelinde Rojava devrimi korunacak, özgürlük kazanacak, halklar işgal ve soykırım çemberinden mutlak anlamda kurtulacaktır. Ortadoğu’nun orta yerinde kendini egemen kılan bu soykırımcı sistem mutlak anlamda yıkılacaktır. Kürtlerin bu bilinçte oldukları kesindir. Politik uyanıklık, ideolojik duruş, askeri kuvvetin kendini halksal düzeyde ele alması ve örgütlemesi Türk işgalini bitirecek, ona son verecektir…