Siyaset işlemezse savaş olur

Tayyip Erdoğan’ın kaybedeceği bir seçime girmesi beklenmemelidir. Bu nedenle de olacağı söylenen Türkiye seçiminin geleceği meçhuldür. Öncelikle bu geleceği güvence altına almak gerekir.

Formül gayet basit ve açık; Siyaset işlemezse savaş olur. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan siyaset yapamazsa, siyaset yapmasının önü alınırsa, o zaman PKK ve Kürt halkı da savaş yapar. Kürt siyasetini ve Kürt sorununun siyasi çözümünü geliştirme gücü Önder Abdullah Öcalan’dır. Hiç kimse söz konusu işlevi ve gücü başkasından beklememeli ve bu konuda yanlış hesap yapmamalıdır. Yine hiç kimse, işbirlikçilikte ipliği pazara çıkmış olan Barzaniler’e dayanarak Kürt siyasetine hükmedeceğini sanmamalıdır. Bunun da vakti çoktan geçmiştir. Şimdi zaman Özgür Kürtlük’ten yana, özgür Kürt iradesi olan Önder Abdullah Öcalan’dan yana işliyor.

Nitekim 2009 sonunda Önder Abdullah Öcalan’ın siyaset yapmasına imkân verilmedi. İmralı’da 17 Kasım darbesi yapıldı, demokratik siyasete yönelik soykırım saldırıları geliştirildi, seçilmiş Kürt belediye başkanları tutuklandı ve Demokratik Toplum Partisi kapatıldı; işte o zaman 2010 yılı Haziran’ından itibaren savaş gelişti. Savaşla da PKK ve Kürt halkı yok edilemediğine göre, olan Türkiye’ye ve Türkiye halklarına oldu. Tabii bu süreçte savaş baronları kâr üzerine kâr kattılar.

Yine 5 Nisan 2015 tarihinden itibaren Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın kıt olanaklarla da olsa siyaset yapmasına imkân vermediler. HDP’nin siyaset yapmasının önünü tıkadılar. Sonuçta yeniden savaş gündeme geldi. Yeniden seçim yaparak kaybetmiş olduğu tek başına iktidar gücünü savaş zoruyla ele geçirebilmek için Tayyip Erdoğan ve AKP yönetimi, 24 Temmuz 2015 topyekûn saldırısını gündeme getirdi. Günümüze kadar da TC tarihinin en ağır ve uzun süreli savaşı olarak devam ediyor.

Şimdi, önümüzdeki Haziran ayında Türkiye yönetiminin yenilenmesi gerekiyor. Şimdiye kadar, yapılan askeri darbeler dışında, söz konusu yönetim değişiklikleri seçimle yapıldı. Şimdi de henüz resmileştirilmese de ‘seçim olacağı’ söyleniyor. Hatta seçim tarihi olarak 14 Mayıs tarihi dillendiriliyor. Mevcut partiler ve İttifaklar çalışmalarını buna göre gittikçe hızlandırıyor. Türkiye siyaseti giderek ısınmaya başlamış gibi görünüyor.

Kuşkusuz başta belirttiğimiz formül, bugünkü durum için de geçerliliğini koruyor. Gerçekten seçim denecek bir seçim yapılır ve bu temelde siyaset işlevsel hale gelirse ne güzel! O zaman savaşa gerek kalmaz ve sorunlar siyasetin gücüyle ve yöntemleriyle çözülür. Fakat siyaset bu biçimde işlemezse, her şeye oyun ve hile karıştırılır ve siyaset göstermelik hale getirilirse, işte o zaman savaş daha yaygın ve şiddetli hale gelir. Şimdiye kadar Kurdistan’da olan savaş, bu sefer tüm Türkiye’ye yayılır ve Türkiye yakın zamanda görmediği bir iç savaşa sahne olur. Bu durumu isteyerek belirtmiyoruz, tersine, siyasi ve askeri durumun zorunlu gidişatı nedeniyle ve daha büyük tehlikelere dikkat çekmek için ifade ediyoruz.

O halde, öncelikle seçime işlerlik kazandırmak, yani seçimin yapılabilme koşullarını oluşturup garantiye almak gerekiyor. Fakat öncelikli gerçek bu olmasına rağmen, Türkiye’de herkes önceliği seçimi kazanmaya vermiş gibi görünüyor. Böylesi iyidir ve bu durum herkesin hakkıdır denebilir. Ancak öncelikle seçimin yapılıp yapılamayacağının, gerçekten seçim denecek bir seçimin olup olamayacağının netleştirilmesi gerekmez mi?

Elbette öncelikle bu durumun netleştirilmesi ve kesinleştirilmesi gerekir. Çünkü bu konuda bir netlik yoktur. Her ne kadar AKP-MHP faşist yönetimi ‘seçim olacak’ dese de hem bu söylem henüz dil ucuyladır ve hem de yaşanan birçok olay tersi yöndedir. Evet, seçime dönük AKP ve MHP’nin bazı çabaları gözlemlenmektedir. Daha şimdiden bol bol toplantılar ve açılışlar yapmaktadırlar. Dört bir yandan para dilenerek Türkiye’deki ekonomik yaşamı hızlandırmaya çalışmaktadırlar. Kuşkusuz meşruiyet açısından seçimle gelmeyi kendileri açısından önemli görmektedirler.

Bütün bunlara rağmen, AKP-MHP faşist ittifakının yeni bir seçim kazanması zordur, hatta demokratik ve adil bir seçimi kazanmaları imkânsızdır. Bu düzeyde teşhir olmuşlar ve güç kaybetmişlerdir. Dahası bunu kendileri de çok iyi bilmektedir. O bakımdan da henüz seçime tam karar vermiş gözükmemektedirler. Yaptıkları birçok şey, ihtiyaç duyduklarında seçimi yaptırmamaya dönüktür. Örneğin, savaşın ve savaş sanayisinin propagandasını yapıyorlar; bu, seçim propagandası olduğu gibi, seçimi iptal ettirme propagandası olma özelliği de taşıyor. Seçim öncesi Türkiye siyasetinin kilit partisi olan HDP’yi kapatmaya hazırlanıyorlar; bu da bir seçim hazırlığı olduğu gibi, seçimleri iptal ettirme ortamı yaratma hazırlığı da olabilir.

Yine bir yandan Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük saldırıları yürütüyorlar ve bir kara saldırısı ihtimalini sürekli canlı tutuyorlar. Kısacası, ihtiyaç duyduklarında daha şiddetli bir savaş yaratarak seçimi iptal etme kozunu ve hazırlığını hep elde tutuyorlar. Bunu küçük ve basit bir durum olarak görmemek lazım. Diğer yandansa, eğer bu olmasa bile kendi iç çatışmalarını geliştirme potansiyel ve hazırlıkları hiç de zayıf değil. Örneğin, çokça tartışılan bir eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş suikastı olayı var. İhtiyaç duyduklarında bu tür olayları hızla geliştirme ve bu temelde Türkiye’yi bir iç çatışmaya sokma konumunda oldukları, bu olay temelinde açıkça görülüyor. Demek ki, bazen siyaset işlemezse savaş oluyor, bazen de siyaseti işletmemek için savaşa başvuruluyor. AKP-MHP çizgisinin böyle bir çizgi olduğu yakın geçmişe bakıldığında açıkça görülüyor.

Şu hususların tekrarında yarar vardır: Tayyip Erdoğan ve AKP-MHP ittifakı iktidarı öyle kolayca ve ‘seçimi kaybettik’ diyerek teslim edecek gibi görünmemektedir. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ın kaybedeceği bir seçime girmesi beklenmemelidir. Bu nedenle de olacağı söylenen Türkiye seçiminin geleceği meçhuldür. Öncelikle bu geleceği güvence altına almak gerekir. Yani söz konusu seçim gerçeğinin doğru anlaşılmasına ve bu sürecin doğru yönetilmesine fazlasıyla ihtiyaç vardır. Bu da herkesten çok AKP-MHP ittifakı dışındaki güçlerin, yani Altılı Masa İttifakı ile Emek ve Özgürlük İttifakı’nın görevi durumundadır.

Oysa mevcut ittifaklar bu durumu değerlendirmek ve gereğine göre hareket etmek yerine, fazlasıyla seçimi kazanma üzerinde yoğunlaşmaktadırlar. Kuşkusuz bu durum onların hakkıdır, normal koşullarda buna bir şey denmez. Fakat şimdi koşullar normal değildir, faşizm koşullarıdır ve de normalin ötesindedir. Seçimi kazanmaktan önce, AKP-MHP faşist yönetimini kaybedeceği bir seçime sokabilmek ve böyle bir seçimi yaptırabilmek önemlidir. Bunun için, örneğin, AKP-MHP ittifakı dışındaki tüm güçlerin, öncelikle kendi aralarında seçimi güvenceye alacak bir ittifak ya da anlaşma yapmaları gerekmez mi? Örneğin 6’lı Masa İttifakı ile Emek ve Özgürlük İttifakı, kendi aralarında seçimi kazanmaktan önce seçim koşullarını güvenceye alacak bir anlaşma yapmaları daha iyi ve doğru olmaz mı? Hatta bu konuda dış güçlerin desteğini de almaya çalışmaları gerekmez mi?

Açık ki, koşullar normalin ötesindedir ve bunun gereklerine göre hareket etmeyi bilmek gerekir. Hem seçimleri güvenceye almak ve hem de kazanmak elbette esas alınacak en doğru tutumdur. Bu noktada esas olan da AKP-MHP faşizmine kaybettirmek ve en azından Türkiye’de demokratik değişimin önünü açmaktır. Dolayısıyla kendini anti-faşist gören tüm güçler bunun gereğine göre hareket etmek ve bu noktada üzerine düşen görevlerin gereğini yerine getirmek durumundadır. Yoksa hata yapanı tarih affetmez. 

Kaynak: Yeni Özgür Politika