Ukrayna savaşı ve Latin Amerika kıtası
2021’in sonu ve 2022 başlarında “Latin Amerika kıtası sola kayıyor” tespitleri yapıldı ama görünen o ki, bu tespit Ukrayna savaşıyla değişmeye başlayacak.
2021’in sonu ve 2022 başlarında “Latin Amerika kıtası sola kayıyor” tespitleri yapıldı ama görünen o ki, bu tespit Ukrayna savaşıyla değişmeye başlayacak.
Ukrayna savaşından dolayı Batı ülkelerinde ortaya çıkan gıda ve enerji sorunu, bu ülkelerin yüzünü bir kez daha bu kıtaya çevirmelerine yol açtı. Çünkü kıtada şu anda olup bitenler, Ukrayna’da olup bitenlerin yansıması gibi.
Ukrayna’daki sorun global bir sorundur ve bu kıtayı da oldukça etkiliyor, etkilemeye de devam edecektir.
Her iki dünya savaşına bakıldığında en avantajlı kıta burası ve Ortadoğu çıkmıştır. Avrupalıların çoğu ya buralara kaçmış ya da Avrupa’da yaşanan gıda krizini buradan gidermeye çalışmışlardır. Aynı şekilde enerji sorunu da Ortadoğu üzerinden çözmeye çalışılmıştır.
O açıdan Batı ülkelerinin son dönemlerde Rusya ve Ukrayna ile olan ekonomik ilişkilerinin bozulması, gözlerin tekrar bu kıtaya çevrilmesine yol açmış gibi görünüyor. Daha önce ulaşımdan dolayı Latin kıtasında gıda ve enerji ihracatı kısmen durdurulmuş, bu yüzden Latin ülkeleri ekonomik krizle boğuşur duruma gelmişti.
Görünen o ki Batılı ülkeler tek bir yere bağımlı kalmamak, dünya çapında gıda ve enerji tedariki için ilişkiler geliştirmeye çalışıyor. Latin Amerika kıtası da buna en uygun alan konumunda. Halihazırda bu kıtanın batı ülkelerine Rusya’nın yaptığı gibi ne baskı ve şantaj yapacak durumu var ne de bu düzeyde bir ülke ve lider var. O açıdan Batı ülkeleri istediklerini alabilme potansiyeline sahip.
Bütün bunlara rağmen işler çok zor olacağa da benziyor; zira Sovyetler yıkıldıktan sonra Avrupa’nın Balkan ve Asya ülkeleriyle kurduğu ekonomik ilişki, Latin kıtasının kısmen serbest bırakılmasına yol açmış. Bu durumu en iyi Çin değerlendirmiş ve hemen hemen bütün ülkelerde ya yatırımlar ya da anlaşmalar yapmıştır. Kısacası kıta, ekonomik olarak Çin'in denetiminde. Politik ve askeri olarak birçok ülkede ABD’nin etkisi olabilir ama genelde Çin etkili. Bu konuda Çin o kadar ileri gitti ki, ABD denetimindeki Panama Kanalı’na alternatif olarak Nikaragua’da bir kanal dahi açmaya çalışıyor.
Kısacası kıtada her türlü gıdanın karşılanabileceği, yine enerji dalında da yeterince kaynakları olan bir bölgeden bahsediyoruz. Batı için tek soru,n ulaşım sorunuydu. Mevcut durumda başka alternatifler yok. Bu açıdan da batının Çin ile mücadelesi bu kıta üzerinden devam edeceğe benziyor.
Bu çerçevede kısaca kıtanın durumunu değerlendirirsek;
Takip edebildiğim kadarıyla imalatlar çoğalsın diye Uruguay, Arjantin ve Kolombiya’da dolar oldukça aşağı çekildi. Bu ülkeler, -Brezilya’yı da eklersek- en çok et, süt, yağ ve baklagil mamüllerinin en çok üretildiği ülkeler. Görünen o ki, dışarıdan alım gücünü düşürüp içeriden daha fazla üretim sağlamayı hedefliyorlar.
ABD, ambargo uyguladığı Venezuela ile görüşmeler yaptı ve AB ülkelerinin gıda ve enerji ihtiyaçlarını karşılamasını istedi. Bilindiği gibi Venezuela dünyada en çok gazı, petrolü ve altını olan sayılı ülkelerden biri. Yine süt ve her türlü tarım ürünlerinin üretilebildiği bir ülke.
Büyük ihtimalle bu kadar sıkışmış bir Venezuela, ayağına gelen bu fırsatı değerlendirerek Rusya ve Çin ile olan ilişkilerinden dolayı, belki ABD üzeri değil de, Avrupa ile direkt ilişkiye geçerek anlaşmalar yapacaktır.
Yine kıtanın bazı ülkelerinde yukarıda dile getirdiğimiz nedenlerden dolayı kaos yaratacak olaylar yaşanıyor.
Birçok ülkede seçimler var ve ABD’nin seçimlere müdahale ettiğine dair iddialar var. Bunu, ülkeleri değerlendirdiğimizde dile getirmeye çalışacağız.
Bu çerçevede ülkeler bazında yaşanan olaylara bakacak olursak;
Meksika’nın Michoacan eyaletinde geçen gün bir eğlence alanına saldırı oldu; 19 kişi yaşamını yitirdi, onlarca da yaralı var. Zaten yıllık cinayet konusunda Meksika dünyanın önde gelen ülkelerinden biri. Yine 11 Mart'ta Michoacan eyaletinde bir futbol sahasında incelemelerde bulunan Aguililla kentinin belediye başkanı Cesar Arturo Valencia Caballero, silahlı saldırıda hayatını kaybetmişti.
Sosyal demokrat hükümet iktidara ilk geldiğinde cinayetlerde kısmen bir düşüş yaşansa da, son dönemlerde çoğalarak devam ediyor ve bu durum hükümeti çok zorlayacağa benziyor. Yetkililer, artan suç oranının modern tarihin en yüksek noktasına tırmandığını söylüyor.
Kısacası hükümet, planladığı ekonomik sorunlar ile ilgileneceğine mafya kartelleri, mülteci ve insan tüccarları ile mücadele etmek zorunda kalmıştır.
5 Haziran’da kısmi ara seçimler olacak ve kaosla sol ilerici olarak bilinen Lopez Obrador hükümetini zorlamayı amaçladığı görülüyor.
Meksika Cumhurbaşkanı Lopez Obrador, bir açıklamasında, ABD’yi kendisine muhalif bir grubu ”yolsuzlukla mücadele' adı altında maddi yardım vererek darbe organize etmekle suçlamıştı. Bu da Obrador hükümetinin ABD ile ilişkilerinin bu aralar fazla iyi olmadığını gösteriyor.
Şunu da unutmamak lazım; Meksika eskiden beri kıtada ABD’nin en etkili olduğu devletlerden bir tanesidir.
Bugünlerde Meksika’dan yansıyan görüntü, deyim yerindeyse tam bir Texas olma durumudur.
Bir diğer değerlendirilmesi gereken devlet de Şili’dir.
Solcu Gabriel Boriç, 11 Mart’ta hükümeti devralmıştı. Boriç, bakanlar kurulunu oluştururken maliyeye eski merkez bankasının başkanını atamıştı. Bu da elbette seçmenleri tarafından eleştiriyle karşılanmıştı.
Yine hükümetin ilk günlerinde İçişleri Bakanlığı’nın bir açıklaması, hükümetin sağa doğru kaymaya başladığı yorumlarına yol açmıştı.
Şili’nin yerli halklarından olan Mapucheler için mücadele eden bir kesim var ve bu kesimlerin bir bölümü de politik tutsak olarak hala cezaevlerinde bulunuyor. İçişleri Bakanlığı’na sorulan “Mapucheli tutsakların durumu ne olacak” sorusuna, “Bunlar devletimizin yasaları gereği suçlu bulunmuşlardır ve cezalarını çekecekler” diye cevap vermesi, aynı şekilde Boriç’in seçmenleri tarafından oldukça negatif karşılanmasına yol açmıştı. Zira şu anda yürürlükte olan yasalar, diktatör Pinochet döneminde kalan yasalardır ve yeni bir anayasa hazırlanması için seçimle bir anayasa komisyonu kurulmuştu. Bu tutsaklar da bu yasalara karşı geldikleri için ve yine bu yasalar çerçevesinde yargılanıyorlar.
Yerli halkların durumu konusunda devlet bakanlarından Camila Vallejo da, “Yerli halklarla bir sorun var ve çok derindir, çözmeye çalışıyoruz” deyip durumu şimdilik geçiştirdi. Sonuç itibarıyla bu durum Boriç’in önüne sürekli çıkacak bir sorun olarak kalacaktır.
Anlaşılması açısından; bu yerli halkın sorunu ile Türkiye’deki biz Kürtlerin sorunu çok büyük paralellikler taşıyor.
Mapuche bölgesinin hala askeri alan statüsünde olduğu ve şiddet eylemlerinin devam ettiği biliniyor.
Hükümetin bu kıskaç içerisinde uluslararası politikaları nasıl belirleyeceği ya da ülkenin var olan diğer sorunlarına nasıl el atacağı şu anda bir muamma.
Diğer bir konu da; polisin, Boriç’in de daha önce içinde yer aldığı gençlik federasyonu eylemine aşırı şiddet uyguladığı bilgileri var. O açıdan şu anda Şili’de en hassas olan ve Boriç’i destekleyen kesimler Boriç hükümetiyle karşı karşıya getirilmeye çalışılıyor.
Peru’da ise İletişim Bakanlığında ortaya çıkan bir usulsüzlükten dolayı Petro Castillo’nun kızının vaftiz babası ve eski bakanlık çalışanı olan Bruno Pacheco’nun da buna bulaştığı söylemleri üzerine savcılık, bu durumun bir aile içerisinde olduğuna karar veriyor ve Petro Castillo’yu görevden almaya çalışıyor. Daha önce de bu konu hakında Petro Castillo’ya parlamentoda görevden alınması için oylama yapılmıştı ama bu oylamada yeteri sayıya ulaşılamadığı için dava düşmüştü.
Şu anda parlamentoda ikinci defadır aynı sorundan dolayı başkanı azletme tartışmaları yapıldı ve 55 oya karşı 54 oyla reddedildi. Peru yasalarına göre bir başkanı azletmek için 130 kişilik parlamentoda en az 87 oy lazım. Muhalefet bu sayıya şimdiye kadar ulaşamadı.
Petro Casstillo seçilmeden önce de sağ muhafazakar kesimler tarafından kazanması halinde darbe yapmakla tehdit edilmişti.
Yine Alberto Fujimuri’nun cezasının düşürülmesi gündeme getirildi; üç yargıç azledilmesine yönelik açıklama yapmıştı; bu da Fujimuri’nin serbest kalacağı anlamına geliyor. Petro Castillo hükümetteyken Fujimuri’nin serbest kalması kendi seçmeni karşısında çok zor duruma düşmesine yol açacaktır.
Kolombiya’da, geçen hafta yapılan kongre seçimlerinde sol muhalefet oylarını oldukça arttırdı ve başkanlık seçimleri için de büyük bir avantaj elde etti.
Cumartesi günü Bogota’da iki bomba patladı ve şimdiye kadar iki çocuğun öldüğü ve çok sayıda sivilin yaralı olduğu açıklandı. Şu andaki sağcı Ivan Duque hükümeti, suçu FARC (Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri) ve ELN’ye (Ulusal Kurtuluş Ordusu Kolombiya) attılar. Buradaki amaç, sol muhalefet adayı olan Gustava Petro’yu karalamak olarak yorumlandı. Başkanlık seçimlerine az bir süre kala kaos yaratılmak isteniyor, yorumlarına yol açtı.
Ülkedeki durum 1 Haziran 2015 seçimlerini kaybeden Erdoğan’ın Ankara Gar Katliamı tarzı eylemlerle korku ve panik yaratarak Kasım seçimlerini tekrar kazanmasına benziyor.
Kolombiya tarihinde ilk defa Afrika kökenli bir siyahi başbakanlığa aday oluyor. Gustavo Petro’nun başbakan adayı olan Francia Marquez, ölüm tehditleri aldığını söyledi. Kolombiya tarihi ise başkan ve başbakan adaylarını öldürme örnekleriyle doludur.
Yapılan kongre seçimleri vesilesiyle Gustavo Petro’nun, eski Kolombiya başkanı olan Álvaro Uribe’nin kendisine karşı bir darbe hazırlığında olduğunu beyan eden bir açıklaması olmuştu. Bunun ne kadar doğru olduğunu seçimlerin yaklaştığı ileriki günlerde daha iyi göreceğiz.
Tam olarak onaylanmasa da ABD’nin Gustavo Petro’ya karşı sağ muhalefeti desteklemek için para yardımı yaptığı tartışılıyor.
Bir diğer ülke ise El Salvador.
Pazar günü 62 kişinin ölümüyle sonuçlanan olaylarda aslen Filistinli olan devlet başkanı Nayib Bukela, 30 günlük olağanüstü hal ilan etti. Bukela’nın yaptığı açıklamaya göre, iki gün içerisinde 600’e yakın çete elemanı yakalandı.
El Salvador’da başkanlar bir sefere mahsus 5 yıllığına seçiliyor. Şimdiki başkan da Erdoğan’ın sözde 15 Temmuz darbesinde yaptığı gibi ve Putin’in yaptığı gibi bu yasaları değiştirmek istiyor. Başkan Bukela, bu eylem vesilesiyle “bakın, ben çetelerle mücadele ediyorum ama bir seferlik seçimle ben bunları halledemem’ diyerek daha fazla zaman isteyecektir yasaları değiştirmeye çalışacaktır.
Uruguay’da da muhafazakar hükümet, 500’e yakın yasayı aynı anda parlamentoda çıkarmaya çalışmış ama bu yasaların bir kısmına karşı çıkan muhalefet, sivil toplum örgütleri ve sendikalar, buna karşı 800 bin imza toplayarak referanduma götürdü. Referandum geçen pazar yapıldı ancak muhalefet bu referandumu 23 bin oy ile kaybetti.
Aslında muhalefetin karşı olduğu sadece 135 yasa vardı. Bu yasaların çoğu polise tanınan aşırı yetki tanınmasını öneriyordu. Örneğin eskiden polis izinsiz hiçbir eve giremiyordu, bu yasalarla polise izinsiz evlere girme hakkı tanındı. Bu hakkı kullanan polis, geçenlerde sol olarak bilinen bir spor tesisine uyuşturucu bahanesiyle girip arama yapmıştı. Bu durum muhafazakar olan hükümetin, sol ve ilericiler üzerinde baskı oluşturmak olarak algılandı. Aynı şekilde bu yasalarda işçilerin iş hakkı ve protesto haklarını negatif olarak kapsıyordu.
Muhalefetin sorunu, salt bu yasaları protesto etmek ve hükümete geri çektirmek değildi. Aynı şekilde referandumu kazanmaları halinde gelecek seçime kadar hükümeti sürekli baskı altında tutma politikası vardı. Kaybetmelerine rağmen muhalefetin dünkü açıklamaları hükümete, “Bak, yüzde 50 ile yakandayız’ mesajları verdi.
Hükümet sağ muhafazakar bir hükümet ve çıkardıkları yasalar, geçen dönemde Arjantin’i yöneten sağ muhafazakar Mauricio Macri hükümetinin çıkardıkları ve çıkarmak istedikleri yasalar ile hemen hemen aynı.
Bütün bunlar şu demek oluyor: Batı buralarda sorunsuz çalışabilmek için sağ muhafazakar kesimlerin iktidarını istiyor. Ya da sol ilerici kesimlerin kendilerine bağımlı hale gelmelerini istiyor.
2021’in sonu ve 2022 başlarında “Latin Amerika kıtası sola kayıyor” tespitleri yapıldı ama görünen o ki, bu tespit Ukrayna savaşıyla değişmeye başlayacak.