Son ayların ve yılların en önemli çağrılarından biri ‘Kürt ulusal birliği’ üzerine oluyor. KDP ve yandaşları dışındaki tüm Kürt parti, kurum ve şahsiyetleri sık sık böyle çağrılar yapıyor. Özellikle ekonomik ve politik sorunlar gündeme geldikçe, en kolay çözüm yolu olarak ‘ulusal birlik’ görülüyor. Tabii ulusal birliğin sağlanacağı kurum olarak da ‘Ulusal Kongre’ dillendiriliyor. Öyle ki, sık sık ‘Kurdistan Ulusal Kongresi toplanmalı’ diye çağrılar yapılıyor. İşin garip tarafı, bu tür çağrıları, adı ‘Kurdistan Ulusal Kongresi’ olan kurum da yapıyor. Halbuki bu tür çağrılar yapacağına, adının yüklediği misyona yeterince sahip çıksa ve görevlerini yerine getirmeye çalışsa söz konusu sorunların önemli bir kısmı çözüme kavuşur.
Kuşkusuz ‘birlik’ kavramı her zaman kulağa hoş gelen bir kavram olmaktadır. Hele başına bir de ‘ulus’ kavramı eklenip de ‘ulusal birlik’ olunca çok daha hoş gelmektedir. Öyle ki, neredeyse ‘ulusal birlik’ denince her türlü sorunun çözüldüğü sanılmaktadır. ‘Ulusal birlik’ çağrısı yapınca tüm yurtseverlik görevlerinin yerine getirildiğine inanılmaktadır. ‘Kürt ulusal birliği’ deyince tüm faşist, sömürgeci ve soykırımcı güçlerin yenileceği, Kürt özgürlüğünün ve demokrasisinin gerçekleşeceği gibi bir anlayış ortaya çıkmaktadır.
Elbette ‘birlik’ kavramı önemlidir. Hele ‘ulusal birlik’ kavramı çok daha önemlidir. Bir yandan anlayış ve irade güçlenmesini çağrıştırdığı gibi, bir yandan da insanın kimlik aidiyetini güçlendirmektedir. Ancak istenen birlik, sadece söylemekle gerçekleşmez. Hele hele ‘ulusal birlik’, durmadan açıklama ve çağrı yapmakla oluşmaz. Bunun için mücadele gerekir, doğru bir bilinç ve strateji gerekir. Daha da önemlisi koşulların ve siyasi atmosferin uygun olması gerekir.
Bunlar olmadan yapılacak ulusal birlik çağrıları zarar verici sonuçlara yol açabilir. Nitekim mevcut koşullarda yapılan ‘Kürt ulusal birliği’ çağrıları aslında Kurdistan özgürlük mücadelesine zarar vermektedir. Neden? Çünkü, böyle bir çağrı yapınca yurtseverlik görevleri yerine getirilmiş sanılmaktadır. Kürt varlığını ve özgürlüğünü kazanmanın çok yönlü mücadele ile gerçekleşeceği değil de, içeriği belirsiz bir ‘birlik’ çağrısı ile gerçekleşebileceği gibi bir yanılgı ve nihayetinde mücadelesizlik ortaya çıkmaktadır.
Daha da önemlisi, günümüz koşullarında böyle bir çağrı hep KDP ve yandaşlarını muhatap almakta ve onlara yapılmaktadır. Bu da KDP ile Barzani ailesini önemli kılıp güçlendirmektedir. Onlara hiç hak etmedikleri güç ve itibarı vermektedir. Kuşkusuz bu durum da KDP’nin temsil ettiği zihniyet ve siyasete, yani işbirlikçi milliyetçiliğe hizmet etmekte, bugün KDP’nin gırtlağına kadar içine gömülmüş olduğu ihanet ve ajanlık gerçeğinin üstünü örtmektedir. O halde kavramları yerinde ve zamanında doğru kullanmak, çağrıları yerinde yapmak gerekir. Yoksa kendi başına çok hoş olan kavramlar bile tehlikeli ve zararlı sonuç verebilir.
Bir düşünelim; TC Devletinin Önder Apo’yu ve PKK’yi, onların şahsında özgür Kürtlüğü yok etmek istediği ve bunun için en vahşi soykırımcı saldırıyı yürüttüğü; KDP’nin ise tüm bunları yapan TC Devleti ve AKP-MHP faşist diktatörlüğü ile her türlü ilişki ve ittifak içine girmiş olduğu mevcut koşullarda, çok istenen ‘Kürt ulusal birliği’ nasıl sağlanacak? Örneğin, bu birliğin çizgisi, yani temel ilkeleri neler olacak? KDP’nin yaptığı gibi işbirlikçiliği, ihaneti ve ajanlığı mı esas alacak; yoksa PKK’nin yürüttüğü varlık, özgürlük ve demokratik ulus çizgisini mi esas alacak? ‘Hiçbirini esas almadan, ilkesiz ve çizgisiz bir birlik’ olur denemez. Söz konusu bu anlayış ve tutumlar hiçbir biçimde bir araya gelemeyeceğine göre, o halde bunları gözetmeden yapılan ‘ulusal birlik’ çağrıları anlamsızdır. Gerçekleşmeyeceği biline biline adeta kendini kandırmak gibi bir şey olmaktadır.
Aslında birçok Kürt gücü mevcut durumu gördüğü ve Kürt yurtseverliğinin mevcut durumda şiddetle KDP’ye karşı çıkması ve onun anlayış ve politikalarına karşı çok yönlü mücadele etmesi gerektiğini bildiği halde, böyle bir mücadeleye yönelmek yerine KDP karşısında adeta ezik bir tutumu sergilemektedir. Bunda kof Kürt milliyetçiliği diyebileceğimiz anlayış ve tutumun payı vardır. KDP’den ve özellikle Barzani hanedanından korkmanın payı vardır. Barzanilere hiç de hak etmedikleri “Başkan” sıfatıyla yaklaşmalarının payı vardır.
Kuşkusuz burada Barzanilerin ihanet sicilini ortaya dökecek değiliz. Mahabad Direnişini bırakıp kaçmaktan tutalım da KDP’yi bir darbe ile ele geçirmeye, baştan beri Türk MİT’i ile en tehlikeli ilişkiler kurmaya, Dr. Şivan’ın katledilmesi olayına, Rojhilat Kurdistan’ın yurtsever hareketinin tasfiye edilmesine, Saddam ile anlaşıp YNK’ye saldırmasına ve en son 1985 yazından bu yana PKK gerillasına saldırıp yüzlercesini ve hatta binlercesini katletmeye kadar Barzani KDP’sinin yaptıklarını herkes bilmektedir. İşin ironik yanı, tüm bunları yaparken, aynı zamanda kendini “Kürt hareketi ve Kürt önderi” olarak gösterebilmesi ve bunu bazı çevrelere benimsetmiş bulunmasıdır.
Şu gerçeği net olarak ifade edebiliriz: KDP’nin yaptığı işbirlikçiliğin ve ihanetin yüzde birini başka bir Kürt partisi yapmış olsa, şimdi KDP ile birlik arayanlar kıyamet koparırlar ve söz konusu örgütlere karşı her türlü yargısız infazı geliştirirler. Ama KDP’nin yaptığı ihaneti ve ajanlığı adeta görmezden gelip meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar. Bu gerçeği artık herkesin görmesi ve söz konusu işbirlikçi-hain çizgiye ve tutuma karşı tavır alması gerekir. Doğru ve tutarlı Kürt yurtseverliğinin tek ölçütü budur. Bu ölçü tüm parti ve kurumlar, şahsiyetler karşısında eşit olarak uygulanmalıdır.
Dahası bir de KDP’ye yönelik utangaçça yapılan sözde eleştiriler vardır. Bu da daha çok KDP ile PKK’yi aynı kefeye koyarak ortak çağrılar yapma biçiminde gündeme gelmektedir. Hep “iki taraftan” söz edilmekte, sözde çağrıların “iki tarafa olduğu” belirtilmektedir. Açık ki bu durum, KDP’yi açıktan desteklemekten daha kötüdür. Çünkü yurtseverlik çizgisini ve tutumunu muğlaklaştırmaktadır. KDP ihaneti ile PKK yurtseverliğini adeta aynı kefeye koymaktadır. Kürt varlığı ve özgürlüğü için Zap’ta her türlü kimyasal ve taktik nükleer bombaya karşı fedaice savaşan PKK gerillası ile, gece-gündüz halkı soyup sömürmekle uğraşan KDP’liliği aynılaştırmaktadır. Açık ki bu tür yaklaşım ve tutum sahibi olanlar da bunu terk edip yüzlerini açıkça ortaya koymalıdır.
Açık ki ‘birlik’ kavramı fazlasıyla görecelidir. ‘Birlik’ adına en güçlü özgürlük ve demokrasi hareketleri ve eylemleri ortaya çıkartıldığı gibi, yine ‘birlik’ kavramı altında her türlü hile, sömürü, soygun ve talan da yapılmaktadır. Benzer biçimde ‘ulus’ kavramı üzerinde de doğru durmak ve bu kavramı doğru anlamak gerekir. Stalin’in tanımladığı ulusun nasıl bir devlet olduğu ve küresel kapitalist modernite sistemiyle bütünleştiği Sovyetler Birliği’nin yıkılması sonucunda iyi anlaşılmıştır. Yine Vietnam ve benzeri örnekler temelinde de çok iyi görülmüştür. Yani bir ‘devlet ulusu’ ve bir de ‘demokratik ulus’ vardır. Önder Apo bu gerçekliği çok yönlü tanımlamalarla güçlü bir biçimde izah etmiştir. Demokratik ulus, esas olarak bir zihniyet ve kültür birliği ulusudur. O halde demokratik ulus birliği ancak zihniyet ve kültür birliği ile oluşur ki, Barzani işbirlikçiliği ile Apocu yurtseverliğin bir araya gelmesi çok zordur.
Demek ki ‘ulusal birlik’ çağrısı yapanlar, öncelikle nasıl bir ulusal birlik öngördüklerini de açıklamalıdırlar. Yine ulusal birliğin Kürt yurtseverliği zihniyeti ve kültürü ile oluşacağını bilerek, KDP işbirlikçiliğine ve ihanetine karşı mücadele etmeyi öngörmelidirler. Sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı mücadeleyi KDP işbirlikçiliğine ve ihanetine karşı mücadeleden ayırmamalıdırlar. Birlik çağrılarını ‘demokratik ulus birliği’ temelinde yapmalı, bunu her türlü işbirlikçiliğe ve ihanete karşı mücadeleyle birleştirmelidirler.
Kaynak: Yeni Özgür Politika