Zap’a girmek mi zor, Zap'tan çıkmak mı zor?-I

Bugün olduğu gibi 14 Mayıs 1997’de de işgalci Türk ordusu KDP’nin desteği ile Zap'a işgal ve ihanet saldırısı başlattı. On binlerce asker, tank, top ve savaş uçakları desteği ile Zap’a girmek istedi ama gerilla direnişi karşısından hezimete uğradı.

1984 yılında tarihi 15 Ağustos Atılımı’yla Kürdistan İşçi Partisi (PKK) öncülüğünde başlatılan silahlı direniş 1990’lı yıllara geldiğinde, “düşük yoğunluklu savaş” dönemi kapanmış, yerini Türk ordu güçleri ve Kürdistan Özgürlük Gerillası arasında yaşanan yoğun bir savaşa bırakmıştı.

Kuzey Atlantik Paktı (NATO) üyeliğinin bütün nimetlerinden yararlanan Türk devletinin, batılı ülkelerin askeri imkanlarıyla gerilla güçlerine yönelik düzenlediği “askeri operasyonlar” artık on binlerce asker, yüzlerce tank ve onlarca savaş uçağıyla ifade ediliyordu. Gerillanın konumlandığı Güney Kürdistan topraklarına dönük Türk ordusunun ilk büyük kapsamlı işgal harekatı, 1995’in baharında “Çelik Harekatı” adıyla gerçekleşti.

Ancak 50 bine yakın askerin dört koldan Güney Kürdistan topraklarına girerek başlattığı “Çelik” Kürdistan Halk Kurtuluşu Ordusu (ARGK) gerillalarının çelikten iradesiyle karşılaştı ve hezimetle sonuçlandı. Türk ordusu tam bir yıl sonra; 1996’ın yine Mart ayında bu kez Zap ve Heftanîn hattını hedef alan “Atmaca Operasyonu” adı verilen yeni bir işgal seferine kalkıştı. Günlerce havadan bombardıman ve karadan saldırıya rağmen Türk ordusu Zap’ın en stratejik noktası Şikefta Brindara’yı düşüremeyip, gerillanın araziye dayalı savaş taktiği karşısında ağır kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldı.

TÜRK ORDUSU GÜNLERCE SINIRA TAKILDI

1997 yılına gelindiğinde Türk devleti bu kez tarihinde benzeri görülmeyen yeni bir askeri seferin hazırlığına girişti. Yoğun savaş propagandasıyla Türkiye kamuoyunun hazır edilmesi, ABD’nin onay vermesi ve KDP’nin de aktif şekilde bu işgal harekatına destek vermesiyle (dönemin başbakanı Erbakan daha sonra “KDP’nin davetiyle girdik” diyecekti) Malatya 2.Ordu Komutanlığı’na bağlı on binlerce askerin yanı sıra Bolu Tugayı’na bağlı özel birlikler, hatta deniz SAT komandoları, baharın ilk aylarından itibaren Güney Kürdistan sırına gönderildi. 

Mayıs’ın ilk günlerinde artık sınır hattındaki askeri yığınak 100 bin ile ifade ediliyordu. Bu sayı, 1974’de Kıbrıs’a dönük işgal harekatına katılan askeri gücün iki katının fazlasıydı. ARKG Ana Komutanlığı ise o günlerde yayınladığı bir bildiriyle Türk devleti ve işbirlikçilerini uyarıyor ve “İşgalden vazgeçin” çağrısında bulunuyordu. Her an başlayabilecek işgal planının arkasında ABD, İngiltere ve İsrail’in bulunduğuna dikkat çeken ARGK “Her türlü işgal girişimi hüsrana uğrayacak” diyordu.

HAVADAN VE KARADAN VURULDULAR

Sınırda biriken Türk askerleri ise Güney Kürdistan topraklarından karşılık bulmayı beklerken, Mayıs’ın ilk haftasında arkalarından, Kuzey Kürdistan’da konumlanan gerilla güçlerinden darbe üstüne darbe yedi. Türk ordusu gerillanın duvarına çarpıp, sınıra takılıp kaldı. Çukurca ilçesine bağlı Serê Girê, Ertuş (Uzundere) ve Çayırlı bölgelerinden sınır geçmek isteyen Türk askerleri ile gerilla güçleri arasında yaşanan yoğun çatışmalar ise günlerce sürdü.

Aynı şekilde sınırın hattının diğer ucu Silopi’de de askeri seyyar birlikler, gerillanın hedefindeydi. Buraya 40 bin asker yığan Türk ordusu, gerillanın direnişi karşısında hava gücünü harekete geçirdi. Ancak karadan vurulan işgal gücü havada da aynı akıbete uğradı. 8 Mayıs’ta Silopi’nin Görümlü (Bêspin) Beldesi yakınlarında gerillalar Skorsky helikopteri düşürdü ve bu bölgede konumlanan askerleri hedef alan çatışmalar Mayıs’ın ikinci haftasına kadar devam etti.

14 MAYIS SABAHI 250 TANK VE 50 BİN ASKER’LE BAŞLADI

14 Mayıs 1997 günü sabahı ilk saatlerinde 250 tank ile onlarca savaş uçağın desteğiyle sayısı 50 bini bulan Türk askeri “Çekiç Operasyonu” adıyla Habur, Çukurca, Hêzil Çayı, Çalışkan, Ballıkaya, Işıkveren ve Üzümlü sınır hattından geçerek Güney Kürdistan topraklarına girdi. Geriye kalan 50 bin “operasyon gücünü” sınırda bekleten Türk ordusunun hedefi sınırı 40 kilometreye kadar girip Zap’ın ortasında olduğu gerillanın üslenme bölgelerini haritadan silmekti. Türk basını daha ilk gün “Büyük temizlik”, “PKK kampları yerle bir”, “PKK’ya büyük darbe” ve “PKK çemberde” manşetleriyle ordusunun zaferinden emindi.

Bu arada sınırın karşı tarafından bulunan KDP güçleri de gerillayı çembere almak için harekete geçti. Türk askerinin sınırı geçtiği ilk saatlerde KDP’liler de ile ilk çatışmalar başladı. Biradost bölgesinde bulunan Berbizana alanı, Lelikan, Bercime ve Xaxurkê’de Türk ordusunun “operasyon kolu” konumunda olan KDP güçlerine gerilla birlikleri darbeler indirince, KDP deyim yerindeyse neye uğradığına şaşırdı. Benzer bir akıbeti Zap vadisinde gerillayı 5 koldan kuşatmak isteyen KDP güçleri de yaşadı.

KDP NEDEN ‘OPERASYON GÜCÜ’ OLDU?

Bundan dolayı 14 Mayıs 1997’deki “Çekiç Operasyonu” KDP’nin Türk devletine verdiği aktif desteğin en açık göstergesi olarak yakın Kürdistan tarihine geçti. 1990’lı yılların başından itibaren Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yoğun girişimleri sonucunda PKK’nin ulusal birliğe öncülük eden bir harekete dönüşmesi, gerillanın Kürdistan’ın dört parçasını kapsayan ulusal bir ordu gücü konumunda görülmesi, özellikle de Kürt Özgürlük Hareketi’nin Güney Kürdistan’da sosyal, kültürel ve politik alanlarda kurumlaşması en çok KDP’yi rahatsız ediyordu.

Diğer taraftan Türk devleti de gerilla güçlerine karşı Kuzey Kürdistan’da kurduğu koruculuk sisteminin bir benzerini Güney Kürdistan’da KDP’nin eliyle inşa etmek istiyordu. Tüm bu faktörler 14 Mayıs 1997’de başlatılan işgal seferinin ayaklarını oluştururken, Kürdistan’da ihanet ve direniş çizgisi de önemli bir eşikten geçiyordu. 

Zaten Türk Başbakanı Necmettin Erbakan, birkaç gün sonra; 19 Mayıs 1997 günü gazetecilerin “sınır ötesi operasyona” ilişkin sorularına KDP Lideri Mesut Barzani’yi kastederek şu sözleri sarf etmesi önemli bir itiraf olarak kayıtlara geçti: “Barzani bu bölgenin önemli sorumlularından biri ve buraları kayıp etmek istemiyor. Barzani, PKK’nin faaliyetlerini önlemek için Türkiye’den yardım istedi ve bizler de uluslararası anlaşmalar çerçevesinde bu talebe karşılık verdik.”

16 MAYIS’TA HEWLÊR’DE ALÇAKÇA SALDIRI…

1997 Mayıs’ın ikinci ortasındaki savaş cephesinde yaşananlara dönersek; KDP başta KuroJahro Tepesi olmak üzere Zap’ın birçok noktasında ve Behdinan bölgesinin genelinde, aralarında üst düzey isimlerin de bulunduğu onlarca kayıp vermesi ve gerilla direnişini kıramamanın intikamını, tarihte benzeri az görülen bir alçaklıkla almaya kalkıştı. KDP ve MİT’e bağlı kontra güçleri; 16 Mayıs 1997’de Hewlêr’de Heyva Sor a Kurdistan’a ait hastaneyi basıp 9 yaralı gerillayı kurşuna dizdi. Bununla da yetinmeyen Türk devleti ve KDP’nin katil birlikleri YNDK ve MKM’nin Hewlêr’de bulunan şubelerini, Welat ile Welatê Roj gazetelerinin merkez binalarını basarak rastgele ağır silahlarla karşılarına çıkan herkesi taradı.

60’ya Kürt yurtseveri ve devrimcisinin şehit düşmesine neden olan Hewlêr katliamının üzerinden 25 yıl geçmesine rağmen henüz tam olarak aydınlatılmadığı gibi, şehit düşen birçok kişinin cenazesine de ulaşılmış değil. Katliamdan birkaç gün sonra KDP’nin Sesi Radyosu olayı “Hewlêr’de 300 PKK’li öldürüldü” şeklinde duyururken, tedavi gören yaralı gerillaların yanı sıra aralarında gazeteci, sanatçı ve doktorların bulunduğu onlarca kişinin, KDP tarafından bu şekilde hunharca katledilmesi, Kürt halkının tarihinde kapanmayan bir yara açtı. Şehit Hozan Serhat’ın “Hewlêr” parçasıyla Kürt halkının hafızasına kazılan bu katliamın ayrıntılarını Halk Savunma Merkezi Karargah Komutanı Murat Karayılan “Bir Savaşın Anatomisi- Kürdistan’da Askeri Çizgi” isimli kitabında şöyle anlattı:

“1995 çatışmasından sonra KDP ile ilişkiler oldukça normaldi, ilerleme kaydedilmişti. PKK, KDP ile YNK arasında yaşanan çatışmalarda tarafsız kalmıştı. KDP, Saddam’ın desteği ile YNK’ye karşı bir hamle yapmış, YNK’yi Kürdistan’dan çıkarmıştı. Böylece Hêwler ve Süleymaniye başta olmak üzere, YNK’nin denetimindeki bölgenin önemli bir kısmını kontrolüne almıştı. YNK de İran’ın desteğiyle karşı bir hamle yapmış, Hêwler dışında kalan bölgeleri geri almıştı. Fakat Hêwler KDP kontrolünde kalmıştı. Hêwler el değiştirmeden önce hareketimiz bir dizi kurumsal faaliyet sürdürmekteydi. El değiştirmeye başladıktan sonra da bu faaliyetler devam etmişti. Welat Gazetesi, MKM, hastane ve farklı birkaç kurum orada bulunuyordu. KDP, hareketimizin Güney’deki varlığından rahatsız olsa da, açıktan engelleme çabasına girişmemişti. Bu döneme kadar Güneyli güçlerle ilişkiler iyiydi; görüşmeler yapılıyor, karşılıklı eleştiri ve görüşler sunulabiliyordu. 

Ancak Mayıs 1997’de Türk devletinin Güney’e yönelik gerçekleştirdiği operasyona KDP’nin de dahil olması, Güneyli güçlerle yeni ve farklı bir sürecin gelişmesine yol açtı. İlk bir-iki gün KDP’nin Türk devleti saflarında operasyona katıldığı fark edilmemişti. Bunun için Hêwler’de bulunan ve kurumsal sivil faaliyetler sürdüren arkadaşlar geri çekilmedi. Kaldı ki, çoğunluğu hasta ve tedavi amaçlı orada bulunmaktaydılar. KDP’ye bağlı peşmerge güçleri Hêwler’de kurumlar ve hastanede bulunan arkadaşlara yönelik saldırı başlattı, herkese istisnasız teslim olmayı dayattı. Buna karşı direnenleri ise ezmeyi esas aldı.

Başta alan sorumluları Salih (Hasan Ağaç) ve Helin arkadaşlar olmak üzere, çoğunluğu hasta ve yaralı olan 60’a yakın arkadaş kahramanca direnerek, şehadete ulaştı. Yine Şehit Ozan arkadaş (Ömer Özsökmenler) KDP’nin eline esir düşmemek için üzerindeki bombaları peşmergelerin içinde patlatıp, onurluca şehit düşmüştü. Bu olayın bir mazisi de vardır. Ozan arkadaş, DDKO grubundan Dr. Şivanların döneminde Güney Kürdistan’da bulunurken, Dr. Şivanla beraber KDP tarafından zindana atılıyor. Grubun diğer bazı üyeleri tasfiye ediliyor, ancak kendisi küçük yaşta olduğu için Lübnan’a götürülüp, serbest bırakılıyor. O tarihten sonra Türk solunda uzun bir süre devrimcilik yapan, on yıl Türkiye cezaevlerinde yatan ve 1991’in sonlarında hareketimize katılan Ozan arkadaş yirmi beş yıl sonra aynı esaret koşullarını yaşamamak için onurlu bir davranış sergileyerek, kendini imha etmede karar kılıyor.”

Yarın: …Ve Zap’ta çeliğe su verdiler