Tansu Çiller’in Haziran 1993’de başbakan olmasıyla hem Kürdistan’daki savaş hem de Avrupa, özellikle de Almanya’daki Kürtleri yeni bir dönem bekliyordu. İlk gezisini Rusya’ya yapan Çiller’in sırada Almanya’ya geleceği ve PKK’yi bu ülkede yasaklatmak, “terörist” ilan ettirmek ve Kürt derneklerinin kapısına kilit vurulmasını sağlamak için elindeki bütün kozları devreye sokacağı konuşuluyordu. O günlerde Ertuğrul Özkök, Hürriyet gazetesindeki köşesinde Çiller’e şu akılı veriyordu: “Türkiye bir daha bu fırsatı yakalayamaz. Uluslararası dengeler ancak bu kadar PKK aleyhine olabilir. Bundan sonra dengeler PKK lehine gelişecektir. Dolasıyla elimizi çabuk tutup bu fırsatı kaçırmayalım.”
Ankara’da hazırlıkları yapılan Kürt karşıtı diplomasi baskısına dönemin başkenti Bonn hazırlıksız yakalandı. Çünkü 1993 yılının yazından önceki süreçlerde Almanya’nın başbakanı Helmut Kohl “Almanya federal bir sistemdir. Her eyaletin ayrı yasaları vardır. Dolayısıyla PKK’yi yasaklamak mümkün değildir” derken, Dışişleri Bakanı Klaus Kinkel ise “Ben eski bir adalet bakanı olarak PKK’ye terörist demekte temkinli davranırım” diyordu.
Ancak bu sözler Çiller’in batılı ülkelere yaptığı gezi sonrası unutulacaktı. Almanya ziyaretini 20 Eylül 1993 günü başlatan Çiller'in gafı, geziye damgasını vurdu. Kürtlerin haklarını ve hak ihlallerini soran Alman gazetecilere Çiller’in yanıtı şuydu: “Türkiye’de Kürtlerin sahip oldukları hakların yüzde 10’una Almanya’daki Türkler sahip değildir. Almanya’da Türkler yakılıyor.” Kürdistan’da da köyler, kasabalar ve en son da Lice örneğinde olduğu gibi ilçeler yakılıyordu, hem de Kürtlerin yakılışı Almanya’da Türklerin bir grup Nazi tarafından yakılmasının aksine sistematik bir şekildeydi, bir dönemin devlet politikasıydı, ırkçı ve inkarcı bir temele dayanıyor ve bunun için Ankara rejiminin bütün aygıtları işbaşındaydı.
Çiller, Almanya’nın ardından ise ABD Devlet Başkanı Clinton’un davetlisi olarak 12 Ekim 1993 günü ABD’ye gitti. Çiller’in iktidara gelir gelmez çizdiği Moskova-Bonn-Washington güzergahın şifrelerini anlamak hiç de zor değildi. En önemli gayesi Kürdistan’daki savaşın dozajını yükseltmek için uluslararası desteği artırmaktı. Batıdan istediği desteği almış olacaktı ki Çiller, Washington dönüşünden yaklaşık bir hafta sonra 22 Ekim 1993 günü Amed’in Lice ilçesi Türk ordusunun ateşi altına girdi. Günlerce kimsenin giremediği Lice birkaç gün boyunca yaygın Alman medyasının başlıca konusu oldu. Hatta Lice için “Küçük Beyrut” deyimini kullanan Der Spiegel dergisi kurşunlanan evlerin fotoğraflarını sayfalarına taşıdı.
Lice’deki vahşet Avrupa’daki Kürtleri hareke geçirdi. 4 Kasım 1993’te Almanya’nın 30’dan fazla kentinde Lice protestoları gerçekleşti. Bu arada Türk konsoloslukları, seyahat acenteleri ve Türk bankaları hedef alındı. Wiesbaden’deki bir lokalde çıkan yangında bir kişi hayatını kaybederken, Kürtlere karşı gözaltı furyası başladı. İlk işaret Dışişleri Bakanı Klaus Kinkel’den geldi: “PKK derhal yasaklanmalı.” Kinkel, aynı günlerde Türk mevkidaşı Hikmet Çetin ile PKK’ye karşı ortak mücadele için temas halindeydi.
OYBİN’DE İKİ GÜN SÜREN TARTIŞMALAR…
22 Kasım 1993 günü ise gözler ülkenin doğusunda bulan Oybin kasabasına çevrilmişti. Zira 16 eyaletin içişleri bakanlarının katıldığı yıllık iç işleri konferansının ana gündemi PKK’nin yasaklanıp yasaklanmayacağı konusu vardı. Daha sonraki yıllarda partisi içinde karıştığı bağış skandalıyla anılacak olan Federal İçişleri Bakanı Kanther, bu konferansa PKK’yi yasaklayacak 53 sayfalık bültenin taslağıyla gitmişti. Ancak bazı eyaletlerin bakanları merkezi karara direniyordu, tartışmalar iki gün sürdü ve nihai kararı 25 Kasım günü açıklayan NRW Eyaleti’nin İçişleri Bakanı Schnoor “Kanther istedi biz de yasakladık” dedi. Hamburg’un İçişleri Senatörü Wrocklage ise “Yasağı Kanther’e sorun” şeklinde çıkışıyordu.
Yasağın duyurulduğu 25 Kasım günü televizyon kanalı ARD’nin akşam haberlerine çıkan Federal İçişleri Bakanı Kanther ise şöyle diyordu: “Almanya’nın bir savaş ve isyan ülkesi olmasına izin veremem. Almanya teröristlerin dinlenme yeri değil. Bazı yabancı grupların ülkelerindeki sorunları ülkemize taşımalarına izin vermeyeceğiz. Yasak, bu derneklere zorla üye olanların kendilerini PKK’nin tehditlerinden korumalarını sağlayacak.”
Böylesine garip açıklamalarla dönemin Alman devlet yöneticileri Kürt özgürlük hareketinin bastırılması konseptinin en önemli halkası oluyordu. Kanther, onlarca dernek, yayınevi ve ajans gibi onlarca Kürt kuruluşunun kapasına kilit vurulmasına yol açan kararnameyi olduğu gibi o konferansta kabul ettirirken Kürdistan’daki savaşa, şiddetin nedenlerine, Türk ordusunun köy yakmaları ve katliamlarına ilişkin tek kelime söz edilmemişti. Kanther’in yasak bülteni özetle şöyleydi:
“PKK/ERNK halkların uyumlu şekilde beraber yaşamasını engelliyor. PKK’nin taraftar ve sempatizanlarınca Almanya ve Türkiye’de, Türkiye’nin bir bölümünü kurulacak Kürt devletine dahil etmek için suçlar bunu yeterince kanıtlıyor. Almanya’nın çıkarları tehdit altında. Şiddet eylemleri Türkiye ile olan ilişkilerimizi önemli ölçüde zedelemektedir. PKK faaliyetlerine Almanya’da daha fazla müsaade etmek, Alman dış politikasının güvenirliliğini tartışır hale getirir ve değer biçtiğimiz çok önemli bir ortağın güvenini sarsar.”
BEYAZ SARAY YASAK İÇİN DEVREYDEYDİ
Yasak kararının alındığı 25 Kasım’dan birkaç gün önce Ankara-Bonn-Washington hattında sıkı bir görüşme trafiği yaşanmıştı. Türk başbakanı Çiller, Alman başbakanı Kohl ve dönemin ABD Devlet Başkanı Bill Clinton arasında PKK’ye karşı uluslararası alınacak tedbirler birkaç gün boyunca müzakere edilmişti. 26 Kasım 1993 günü “Gizli kurye harekatı” manşetiyle çıkan Milliyet gazetesi, Çiller-Kohl-Clinton arasındaki görüşme trafiğini yazdı. Her üç liderin dinlenmeyen telefonlar ve gizli kuryelerle aracılığıyla yaptıkları görüşmelerde PKK’ye karşı operasyon kararının alındığı belirtilen bu haber, Beyaz Saray’ın o kritik süreçte belirleyici rol oynadığının en açık göstergesiydi.
25 Kasım’da Bonn’da da Kohl’un önemli bir misafir vardı; İngiltere Başbakanı John Major. İkilinin gündeminde de PKK’ye karşı devreye sokulacak ortak operasyon vardı. Kohl-Major görüşmesine Clinton’un da telefonla katıldığı ve “Türkiye’nin talebini unutmayın” dediği ifade edilirken, aynı günün akşam saatlerinde Oybin kasabasından çıkan yasak kararını da Türk devlet yöneticileri ilk kez Alman Dışişleri Bakanı Kinkel’in Hikmet Çetin’e açtığı telefondan öğrendi.
26 Kasım günü sabahın erken saatlerinde binlerce polisin katılımıyla ülkenin yakın tarihindeki en geniş baskınlardan biri gerçekleşti. Berxwedan Yayınları, Kurd-Ha haber ajansı, Kürdistan komiteleri, Kürdistanlı Yurtsever İşçi ve Kültür Dernekleri Federasyonu (FEYKA-Kürdistan) ve ona bağlı 29 Kürt derneğini basan polis içerde bulduğu her şeye el koydu. PKK’nin kuruluş yıl dönümü olan 27 Kasım’da yapılacak kutlamaların arifesine getirilen yasak çerçevesinde kapısına kilit vurulmak istenen derneklerde Kürtler oturma eylemine geçerken, Alman basını Kohl hükümetine ateş püskürtüyordu. Frankfurter Rundschau gazetesinin 27 Kasım tarihli sayısında çıkan bir yorum şöyleydi: “Federal hükümet Türkiye’nin dümen suyuna girdi ve Kürtlerin ezilmesine destek verdi. Bonn, MGK’nin metotlarını kopya ediyor ve Kürtlere karşı Ankara ile ittifak ediyor.”
AB VE DİĞER ÜLKELERİN PKK’YE YAKLAŞIMI
25 Kasım’daki yasak kararı ve 26 Kasım’daki operasyonlar diğer batılı ülkeler için esin kaynağı olurken, 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından Washington yönetimi "uluslararası terörizmi önleme" gerekçesiyle Avrupa Birliği'ne baskı yaptı. 2001'in Aralık ayında AB, ABD'nin baskısıyla "terörist örgütler" listesini oluşturmak zorunda kaldı. 28 Aralık 2001'de açıklanan ilk listede ETA, Yunanistan’daki 17 Kasım Örgütü, Lübnan’daki Hizbullah, İslami Cihad ve Hamas olmak üzere toplam 12 örgüt yer aldı. Ancak 6 ay boyunca listede PKK yoktu. Türkiye'nin baskıları sonucu AB'nin en üst organı olan Avrupa Komisyonu 2 Mayıs 2002 günü PKK'yi de listeye aldığını açıkladı. AB’nin gerekçelerinden birisi PKK’nin Almanya’da yasaklı olmasıydı.
Avrupa Birliği’nin yanı sıra PKK şu ülkelerin de “terörist örgütler” listesinde de yer alıyor: Kanada, ABD, Avustralya, Türkiye, Yeni Zelanda, İngiltere, Suudi Arabistan, İran, Kazakistan, Kırgızistan ve Japonya. Türk devletinin girişimlerine rağmen hala PKK’ye “terör örgütü” diyemeyen ülkelerin başında ise Çin, Hindistan, Mısır ve Rusya geliyor. 16 Eylül 2017 günü Belçika yargısının “PKK “terör örgütü değil, Türkiye ile savaşın bir tarafı” kararına rağmen başını Almanya’nın çektiği batılı ülkeler 90’ların yasak konseptinde ısrar ediyor…
Yarın:
- Yasak kurbanı Kürtlerin unutulan hikayeleri…