30. yılına giren PKK yasağıyla ne hedeflendi?
26 Kasım 1993’te dönemin İçişleri Bakanı Kanter’in hazırladığı ve Kürdistan’daki savaşa, Türk ordusunun katliamlarına ilişkin tek kelimenin bile geçmediği 53 sayfalık bir bültenle PKK yasaklandı.
26 Kasım 1993’te dönemin İçişleri Bakanı Kanter’in hazırladığı ve Kürdistan’daki savaşa, Türk ordusunun katliamlarına ilişkin tek kelimenin bile geçmediği 53 sayfalık bir bültenle PKK yasaklandı.
Almanya’da 26 Kasım 1993’ten itibaren yürürlükte olan Kürdistan İşçi Partisi'ne (PKK) dönük yasak 30. yılına giriyor. Almanya'da yaşayan Kürtlerin kriminalize edilmesi, siyasi ve toplumsal birçok haktan mahrum edilmesine neden olan yasağın yıldönümü nedeniyle “PKK yasağını kaldırılsın, barışın yolu açılsın” sloganıyla 26 Kasım Cumartesi günü başkent Berlin'de kitlesel bir gösteri düzenlenecek.
Almanya Kürdistanlı Toplumlar Konfederasyonu (KON-MED), YXK, YJK’nin yanı sıra Antifa, Interventionistische Linke (Müdahaleci Sol), Linksjugend (Sol Gençlik) ve Sol Parti gibi 50’den fazla sivil toplum kuruluşu, organizasyon ve siyasi partinin destek verdiği gösteride PKK yasağının kaldırılarak Kürtlere yönelik kriminalizasyon siyasetine son verilmesi talep edilecek.
Peki PKK’nin faaliyetlerini yasaklamayla başlayan, fakat son yıllarda kapsamı genişletilen 26 Kasım 1993 kararı nasıl alındı? O süreçte neler yaşandı ve bu yasak diğer batılı ülkelere nasıl esin kaynağı oldu?
15 Ağustos 1984’te PKK öncülüğünde Kürt Özgürlük Hareketi’nin başlattığı silahlı mücadeleyi bastırmak için Türk devleti, üyesi olduğu NATO ve yakın işbirliği içinde olan batılı ülkelerin desteğini almak için harekete geçti. 1984’ün sonu ve 1985’in başlarında NATO’nun ‘özgürlük mücadelelerini bastırma konsepti’ şablon alınıp PKK’ye karşı hayata geçirildi.
Daha önce başını ABD’nin çektiği NATO’nun başka coğrafyalarda başvurduğu ‘özel harp’, ‘kontrgerilla’ ve ‘psikolojik savaş’ yöntemleri bu kez Kürdistan’da hayata geçirildi. Küresel güçlerin Kürt Özgürlük Hareketi’ni bastırmak için devreye koyduğu bu konseptte en önemli rollerden birisi Alman devletine verildi. Zira Almanya, birçok açıdan kritik bir yerdeydi. Hem yüzbinlerce Kürdistanlı, Türkiyeli ‘misafir işçiyi’ ağırlıyordu, hem de 12 Eylül mağdurlarının sığındığı ülkelerin başında geliyordu.
‘DÜSSELDORF MAHKEMELERİ’ İLE BAŞLAYAN SÜREÇ
Diğer yandan Almanya’da Kürtler arasında artan siyasi, kültürel ve toplumsal örgütlülük dönemin Bonn yönetimini endişelendirirken, İsveç Başbakanı Olaf Palme cinayetinin PKK’ye mal edilmesi Alman devleti için de fevkalade bir ortam yarattı. Almanya'da Kürt siyasetçilere yönelik 1987’de başlayan gözaltı, tutuklama, ev ve dernek baskınları furyası 1988’de artarak sürdü. 5 Şubat 1988 tarihinde Almanya’nın birçok kentinde Kürt siyasetçilere yönelik toplu gözaltı ve tutuklamalar gerçekleşti.
Aralarında Duran Kalkan, Ali Haydar Kaytan ve Hüseyin Çelebi’nin de bulunduğu 20’den fazla siyasetçi ve aktivist 24 Ekim 1989 günü Düsseldorf Eyalet Mahkemesi’nde özel güvenlik bölmelerinde tutularak hakim karşısına çıkarıldı. Alman Kızıl Ordusu'ndan (RAF) sonra siyasi bir örgüte karşı yürütülen ikinci en büyük soruşturma oldu. Almanya’nın yabancı bir örgüte karşı yürüttüğü soruşturmalar listesinin en başında olan Düsseldorf davası Mart 1994’e kadar sürdü.
KÜRTLERİN GÜÇLÜ ÖRGÜTLÜLÜĞÜ DEVLETİ KORKUTTU
Alman devleti Düsseldorf yargılanmaları ile istediği sonucu alamazken, 1990’lı yılların başında Almanya’nın Kürtler için bir göç ülkesi haline dönüşmesiyle ülkedeki Kürt nüfus bir anda 1 milyona dayandı. Buna karşı Kürt örgütlenmesi de giderek arttı ve neredeyse artık Almanya’nın her kentinde bir Kürt derneği kuruldu veya bir örgütlenme ağı oluştu. Bu durum Helmut Kohl hükümetini yeni yönetme arayışına sevk etti. Kürt özgürlük mücadelesini uluslararası arenada boğmak, Almanya'da yaşayan Kürtlerin geldikleri ülkedeki direnişten koparmak için çare Kürt özgürlük mücadelesinin kriminalize etmekte arandı.
Bu arada 22 Ekim 1993 günü Amed'in Lice ilçesi Türk ordusunun ateşi altına girdi. Günlerce kimsenin giremediği Lice'de yaşanan vahşet Avrupa’daki Kürtleri hareke geçirdi. 4 Kasım 1993’te Almanya’nın 30’dan fazla kentinde Lice protestoları gerçekleşti. Türk konsoloslukları, seyahat acenteleri ve Türk bankalarına da saldırılar yapılırken, Wiesbaden’deki bir lokalde çıkan yangında bir kişi hayatını kaybetti. Bunun üzerine Kürtlere karşı gözaltı furyası başladı. İlk işaret dışişleri bakanı Klaus Kinkel’den geldi: “PKK derhal yasaklanmalı.”
Aslında Lice protestolarından önce yasak için uluslararası arenada sıkı bir görüşme trafiği yaşanmıştı. Haziran 1993’de Türkiye'de başbakanlık koltuğuna oturan Tansu Çiller, önce Rusya’ya ardında da 20 Eylül 1993 günü Almanya’ya geldi. Daha sonra ABD’ye de giden Çiller'in bu diplomasi trafiğinin nedeni PKK’yi yasaklatıp “terörist” ilan ettirmek ve Kürt derneklerinin kapısına kilit vurulmasını sağlamaktı.
KARAR, İKİ GÜN SÜREN TARTIŞMALARDAN SONRA ÇIKTI
22 Kasım 1993 günü gözler ülkenin doğusunda bulan Oybin kasabasına çevrildi. Zira 16 eyaletin içişleri bakanlarının katıldığı yıllık içişleri konferansının ana gündeminde PKK’nin yasaklanıp yasaklanmayacağı konusu vardı. Daha sonraki yıllarda partisi içinde karıştığı bağış skandalıyla anılacak olan Hristiyan Demokratlar Birliği (CDU) üyesi İçişleri Bakanı Manfred Kanther, konferansa PKK’yi yasaklayacak 53 sayfalık bültenin taslağıyla gitti.
Bazı eyaletlerin hazırlanan yasağa direnmesi üzerine tartışmalar iki gün sürdü ve nihai kararı 25 Kasım 1996’da günü devlet televizyon kanalı ARD’nin akşam bülteninde açıklandı. Yasağın Kanther şöyle diyordu: “Almanya’nın bir savaş ve isyan ülkesi olmasına izin veremem. Almanya teröristlerin dinlenme yeri değil. Bazı yabancı grupların ülkelerindeki sorunları ülkemize taşımalarına izin vermeyeceğiz.”
Konferansta olduğu gibi eyaletlere kabul ettiren kararnamede Kürdistan’daki savaşa, şiddetin nedenlerine, Türk ordusunun köy yakmaları ve katliamlarına ilişkin tek kelime bile söz edilmedi. Kanther’in yasak bülteni özetle şöyleydi: “PKK/ERNK halkların uyumlu şekilde beraber yaşamasını engelliyor. PKK’nin taraftar ve sempatizanlarınca Almanya ve Türkiye’de, Türkiye’nin bir bölümünü kurulacak Kürt devletine dahil etmek için suçlar bunu yeterince kanıtlıyor. Almanya'nın çıkarları tehdit altında. Şiddet eylemleri Türkiye ile olan ilişkilerimizi önemli ölçüde zedelemektedir.”
Bu bültenin ardından Kanter’in talimatıyla 26 Kasım 1996 günü sabahın erken saatlerinde binlerce polisin katılımıyla ülkenin yakın tarihindeki en geniş baskınlardan biri gerçekleşti. Berxwedan Yayınları, Kurd-Ha haber ajansı, Kürdistan komiteleri, Kürdistanlı Yurtsever İşçi ve Kültür Dernekleri Federasyonu (FEYKA-Kürdistan) ve ona bağlı 29 Kürt derneğini basan polis içerde bulduğu her şeye el koydu.
PKK’nin kuruluş yıl dönümü olan 27 Kasım’da yapılacak kutlamaların arifesine getirilen yasak çerçevesinde kapısına kilit vurulmak istenen derneklerde Kürtler oturma ve açlık grevi eylemlerine geçerken, Alman basını Kohl hükümetine ateş püskürttü. Frankfurter Rundschau gazetesinin 27 Kasım tarihli sayısında çıkan bir yorum şöyleydi: “Federal hükümet Türkiye’nin dümen suyuna girdi ve Kürtlerin ezilmesine destek verdi. Bonn, MGK’nin metotlarını kopya ediyor ve Kürtlere karşı Ankara ile ittifak ediyor.”
NEWROZ KUTLAMASINI BİLE YASAKLADILAR
93 yasağının ardından Almanya’nın hemen hemen her şehrinde yapılması planlanan ilk Newroz kutlamaları, 20 Mart 1994’te çıkartılan genelgelerle yasaklandı. Yasağa öfkelenen Kürtlerin tepkisi sert oldu. Şehirlerarası bütün yollar Kürtlere karşı tutulurken, Kürt eylemciler otoyollarını işgal etmeye başladılar.
Bu arada yasağı en sıkı uygulayan ise Bayern Eyaleti’nin Türk dostu İçişleri Bakanı Günther Beckstein oldu. Bayern’de o gün eylemlere katılan 500 civarında Kürt gözaltına alındı, yıllarca sürecek soruşturmalara tabii tutuldu. Mannheim’da ise Kürt kadın aktivistler Nilgün Yıldırım (Berîvan) ve Bedriye Taş (Ronahî) Almanya’nın Newroz yasağına karşı bedenlerini ateşe verdi.
Yasağı gerekçe yapan Alman polisi Kürt gösterilerinde atlı, köpekli, panzerli, gaz bombalarıyla müdahale ederek, şiddet uygulamayı meşru bir hak saydı. Polis en sert yüzünü ise kadınlara gösterdi. Kürt kadınlarının Eylül 1994’te Mannheim’den Strasburg’a yapmak istedikleri yürüyüşe polis birçok kez saldırdı, kadınları yerlerde sürükleyerek ve atlarla ezerek gözaltına aldı.
KÜRTLERE KARŞI BAŞLATILAN ‘CADI AVI’
29 Haziran 1994 günü ise Kürdistan'daki savaştan kaçıp Almanya'ya sığınan 16 yaşındaki Kürt genci Halim Dener, Hannover kent merkezinde afiş asarken polis tarafından katledildi. Mahkemede "Stresliydim ve PKK yasağından suç işlendiğini biliyordum" diyerek savunmasını yapan polis serbest bırakıldı. 1995 yazında ise Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki cezaevlerinde PKK’li tutsakların başlattığı açlık grevine destek vermek için dünyanın birçok merkezinde açlık grevi eylemleri başlatıldı.
Berlin kent merkezindeki Kudamm meydanında yapılan açlık grevi 8. günde polisin hedefi oldu. Darp edilen eylemciler polisin tutumunu protesto etmek için Temmuz sıcağı altında 8 km boyunca Kürt derneğine yürüdü. Eylemciler arasında bulunan ve polisin şiddetine maruz kalan 5 çocuk annesi Gülnaz Bagistani 27 Temmuz 1995 günü hayatını kaybetti.
90’lı yılların ortasında Kürtlere yönelik yürütülen kriminalize siyasetinin tanıklardan birisi olan Alman gazeteci Hans-Otto Weibus o günlerde yaşananları daha sonra şöyle tarihe not düştü: “Berlin’de 20 bin kişi Gülnaz Bagistani ile vedalaşmak için toplanmadan önce PKK’nin polise karşı keskin nişancılar kullanacağı iddiası ortaya atıldı. Bu mesajı kamuoyuna yayma misyonunu ise Polis Sendikası Başkanı Herman Lutz üstlendi. Kısa bir süre önce Frankfurt’ta bir yürüyüşün şiddet kullanılarak dağıtılması, resmi dairelere böyle bir histeriyi yaratmaya cazip kılmıştı. Bu cadı avı kampanyasından şu sonuçlar çıkarılmak isteniyordu; Birincisi Kürtleri suçlu hale düşürüp Alman halkından tecrit etmek. İkincisi Berlin’de yürüyüşe katılacak Kürtlerin sayısını, tehlikeli olabileceği gerekçesiyle mümkün olduğu kadar az tutmaya çalışmak. Üçüncüsü ise polis memurlarını Kürtlere karşı kışkırtmak. Bu yüzden de görevlendirilen tüm polis memurlarına çelik yelekler dağıtıldı. Çünkü kendi canlarının tehlikeye gireceği söyleyen polisler cop ve başka silahları kullanmakta daha acımasız davranırlar.”
Kürtlere karşı yaratılmaya çalışılan korku psikolojisi bilinçli şekilde polise aşılanırken, başta İçişleri Bakanlığı’nda olmak üzere iç istihbarat kurumu Anayasa Koruma Örgütü ve polis birimlerinde “PKK masaları” kuruldu. Fakat Alman devletinin bütün organlarını kullanarak hayata geçirdiği yasak Kürtleri, Kürt özgürlük hareketinden koparamadı.
Zaten yasaktan bir yıl sonra Kürtlerin yoğun yaşadığı Kuzey Ren-Vestfalya Eyaleti’nin Anayasa Koruma Örgütü yasağın “işe yaramadığını” ve Kürtleri çok öfkelendirdiğine dikkat çekti. Aşağı Saksonya Eyaleti Anayasa Koruma Örgütü de yasağın Kürtler arasında “yanlış anlaşıldığını” ve PKK sempatizanlarının ikiye katladığını itiraf etti. Yasaktan iki yıl sonra 1995 yılında Polis Sendikası ise “Yasakla birlikte PKK’liler yeraltına çekildi ve işler daha da zorlaştı” dedi.
YASAĞA KARŞI 29 YILDIR VERİLEN MÜCADELE
Alman devletinin Kürtlere yönelik şiddet siyaseti 1990’lı yılların sonu ve 2000’li yılların başında tırmanarak devam etti. Buna karşı her türlü gözaltı, tutuklama, hapis ve para cezalarına rağmen Kürtler siyasi iradelerine sahip çıkmaya devam ederken yasağa karşı da mücadele etmekten geri kalmadı.
2001 yılında Kürdistan ve Avrupa’da düzenlenen "Ben de PKK’liyim” imza kampanyası Almanya’da da yoğun ilgi gördü. Almanya’da toplanan imzalar federal ve eyalet meclislerine verildi. Almanya hem Kürtlerin taleplerini ret etti, hem de imza atanlardan yüzlerce kişi sorgulandı, tutuklandı, ceza aldı, hatta Kürtlerin vatandaşlık ve daha önce verilen oturum hakkının uzatılmasında engeller çıkartıldı.
15 Ekim 2012’de ise Alman Federal Meclisi Dilekçe Komisyonu "Kürt kimliği tanınsın" kampanyasındaki taleplerini dinledi. Kampanyayı organize eden YEK-KOM, 2011 yılında 60 bine yakın imza ile meclise başvurarak Kürtlerin 12 maddelik taleplerini meclisin gündemine taşımayı başarmıştı. Taleplerden biri de PKK yasağının kalkmasıydı. 2013’te yasağın 20. yılı nedeniyle Berlin’de dev bir gösteri düzenlendi. Yürüyüş ve mitinge katılan binlerce kişi yasağın kalkmasını istedi. Gösteriyle Berlin polisinin yıllardır yasakladığı ve taşınmasına izin vermediği yüzlerce sembol taşındı.
Bu arada Alman devleti, “dernekler yasası” çerçevesinde alınan PKK yasağıyla yetinmedi. Adalet Bakanlığı’nın talimatıyla 28 Ekim 2010'da ise 129b maddesinin PKK davaları için de geçerli olmasına karar verildi. Bu tarihten itibaren çok sayıda Kürt siyasetçi ve aktivist, hiçbir suça bulaşmamalarına rağmen 129b yasası gerekçesiyle peşi sıra Alman yargı organları tarafından ya takibe alındı ya da tutuklandı. Şu anda ise bu yasa gerekçe edilerek tutuklanan 8 Kürt siyasetçi cezaevinde.
ALMANYA BATILI ÜLKELERE ESİN KAYNAĞI OLDU
25 Kasım’daki yasak kararı ve ardından Kürtlere yönelik başlayan polis baskınları diğer batılı ülkeler için de esin kaynağı oldu. PKK'yi resmi olarak yasak listesine alan ülke Almanya olsa da pratikte, Fransa Kürtlerin siyasi faaliyetlerini yasaklayan ilk ülke oldu. 21 Kasım 1993'te Fransa’da Kürtlere yönelik dönemin en büyük polisi operasyonu gerçekleştirildi. 17 dernek ve çok sayıda eve baskın düzenleyen Fransız polisi, 110 kişiyi gözaltına aldı.
Dönemin İçişleri Bakanı Charles Pasqua, yabancı düşmanı politikaları ile biliniyordu. Bu operasyonlara ilişkin dava 2001'de tüm sanıkların aklanması ile sonuçlandı. 2000'li yıllardan itibaren Fransa'daki baskılar yeni bir boyut alarak, düşünce özgürlüğünü de vurmaya başladı. Kürtlerin Med TV'den sonra 1999'da kurulan ikinci televizyonu olan Medya TV, 2004'te Fransa topraklarında yayın yasağına maruz kaldı.
Cumhurbaşkanlığı görevine sağcı Nicolas Sarkozy'nin geldiği 2007'den itibaren gözaltı ve baskınlar yeniden hız kazandı. Sadece Ocak 2007 ile Şubat 2013 arasında 250'ye yakın Kürt siyasi gerekçelerle gözaltına alındı. Ekim 2011'de Paris ile Ankara arasında Kürt siyasal faaliyetlerine yönelik geniş bir güvenlik anlaşması imzalandı. Bu anlaşma, alanda ortak operasyon yürütmeyi öngörüyordu. 9 Ocak 2013'te Paris'te Kürt kadın devrimciler Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in katledilmesi ardından, kamuoyunun baskısı nedeniyle anti-Kürt yasa tasarısı 26 Şubat'ta askıya alındı.
İngiltere ise Şubat 2001'de PKK'yi resmi olarak yasakladı. Özellikle Ankara bu karardan dolayı duyduğu memnuniyeti sıkça dile getirdi. Bir yıl sonra Ocak 2002'de bu kez Avustralya PKK'yi yasaklayarak, İngiltere, ABD, Almanya'dan sonra PKK'yi yasak kategorisine koyan dördüncü ülke oldu. 16 Eylül 2017 günü ise Belçika yargısı tarihi bir karar alarak “PKK “terör örgütü değil, Türkiye ile savaşın bir tarafı” dedi.
Ancak Belçika yargısının kararına rağmen Almanya'nın başını çektiği batılı ülkeler, yasak ve Kürtleri kriminalize etme konseptinde ısrar ediyor. Son olarak Almanya’da yürürlükte olan PKK yasağının kaldırılması için geçtiğimiz Mayıs ayında İçişleri Bakanlığı’na resmi bir başvuru gerçekleşti. PKK adına avukatlar Dr. Lukas Theune ve Dr. Peer Stolle yasağın iptal edilmesini talep etti. Avukatların İçişleri Bakanlığı’na yaptığı başvuruya henüz resmi bir yanıt verilmiş değil.