GÖRÜNTÜLÜ

Ne kadar mücadele edersek o kadar sonuç alırız

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok, DEM Parti heyetinin Önder Apo ile görüşmesinin önemli ve anlamlı olduğunu ancak kimsenin rehavete kapılmaması gerektiğini vurguladı ve "Ne kadar mücadele edersek, ne kadar örgütlü olursak o kadar sonuç alırız" dedi.

SABRİ OK

Stêrk TV’de yayınlanan Özel Program'da konuşan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok, gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için verilen mücadelenin çok önemli olduğunu belirten Ok, “Önümüzdeki dönem her fırsat çok iyi değerlendirilmeli ve Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğü 2025 yılında mutlaka sağlanmalıdır. 2025 yılındaki birinci hedef ve umudumuz budur. İkincisi dile getirdiğim gibi Kürt halkının birlik olması. Herkesin bu konuda kendisini sorumlu görmesi gerekir. Bizler de kendimizi sorumlu görüyor. 100 yıl sonra Kürt halkı için olumlu gelişmeler yaşanıyor ve bu durumu ciddi bir şekilde ele alıp adım atmalıyız. Üçüncüsü ise hiç kimse hiçbir zaman rehavete kapılmamalıdır. Ne kadar mücadele edersek, ne kadar direnirsek, ne kadar örgütlü olursak o kadar sonuç alırız” diye konuştu.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok’un Stêrk TV’de yayınlanan röportajı şöyle:

2024 yılının son günlerinde DEM Parti heyeti Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile bir görüşme gerçekleştirdi. Bu görüşme nasıl ele alınmalı ve nasıl okunmalı?

Öncelikle Rêber Apo’nun yeni yılını kutluyorum, selam ve saygılarımı iletiyorum. 2024 yılında İmralı’da Rêber Apo’ya yönelik çok büyük baskıların yapıldığını çok iyi biliyoruz. Ağır bir tecrit vardı. Yine Rêber Apo’nun çok büyük bir direniş sergilediğini de biliyoruz. İmralı’da Rêber Apo’ya baskı ve işkence yapılırken, aynı zamanda Türk devleti hareketimize yönelik tasfiye ve imha saldırılarında bulunuyor. Hem Kürt halkına, hem de hareketimize karşı ellerinde ne kadar imkan varsa hepsini seferber ederek saldırdılar. Erdoğan, hareketimizi tasfiye edip, Önderliği etkisiz hale getirerek katliamlarla tarihteki yerini almak istiyor. Bu yüzden her şeyi yaptı. 2024 yılına baktığımızda tüm güçlerini harekete geçirerek, ‘bu yıl içinde amacımıza ulaşacağız, strateji ve konseptimiz başarıya ulaşacaktır’ diyorlardı. Fakat düşman halkımıza ve özellikle de Kurdistan özgürlük gerillasına karşı kimyasal silah kullanımı dahi tüm vahşi saldırılarda bulunmasına rağmen sonuç alamadılar.

Gerilla Asya ve Rojgerlerin ruhuyla tüm alanlarda direndi, tek bir adım bile geri atmadı. Bu Kürt halkında hem bir ruh, hem de bir inanç yarattı. Türk devleti NATO üyesi bir devlettir, bunu küçük görmemek lazım. Karşılarında PKK ve Kurdistan özgürlük gerillası olmasaydı herhangi bir gücün Türk devletine karşı yıllarca direnmesi mümkün değildi. Aynı zaman da bunu da biliyoruz, eğer Türk devleti olmasaydı biz de şimdiye kadar onlarca kez sonuç almış olacaktık. PKK’nin duruşu, mücadelesi, paradigması olmasaydı Türk devleti de şimdiye kadar onlarca kez sonuç almış olurdu. Bundan dolayı yıllardır çok ağır bir savaş yürütülüyor. 2024 yılında da düşman sonuç alamadı. İmralı’da Rêber Apo’ya yönelik baskı ve işkencelerden de bir sonuç alamadılar. Tam tersi halkımız zaten sürekli ayakta.

Özellikle de ‘Rêber Apo’ya Özgürlük, Kürt sorununa Demokratik Çözüm’ hamlesi kapsamında, kadınlar, gençler, Kürt halkının dostları öncülüğünde, birçok ülkeden akademisyenler, aydınlar, siyasetçiler, sosyalistler ciddi bir duruş sergiledi ve mücadele etti. Bir gündem oluşturdular. Rêber Apo’nun paradigması dünyanın 4 bir yanında anlaşılmaya başlanınca etkisi daha fazla oldu, katılım daha fazla oldu. 2024 yılında bu mücadele çok önemliydi hatta yıla damgasını da vurdu diyebiliriz. Bu mücadele hala da devam ediyor. 2024 yılında verilen mücadele düşmanda tereddüt yarattı, başaracaklarına dair inançları kırıldı. Onlar da artık sonuç alamadıklarını gördüler. PKK bunu gösterdi, halkımız da bunu gördü. Halkımız her zaman ayaktaydı, Rojava’da, Bakûr’da, Avrupa’da, Başûr’da, yani bulundukları her yerde saldırılara karşı ayaklandılar. Yani operasyonlara, soykırım saldırılarına, baskılara rağmen halkımız geri adım atmadı, mücadelesini devam ettirdi. Bu da bir işaretti.

DEM HEYETİNİN ÖNDERLİĞİ ZİYARET ETMESİ ÇOK ÖNEMLİ VE ANLAMLIDIR

Şu an Türkiye ve Kurdistan cezaevlerinde binlerce Kürt siyasetçi, yurtsever, PKK kadrosu var. Ne kadar tutuklasalar da, zindanlara atsalar da yenileri geliyor, her zaman yeni bir sinerji ve inançla mücadele devam ediyor. Bu noktada da Kürt halkının on yıllara dayana bir tecrübesi var. Ağır bedeller verdi ama hala inançlı bir şekilde mücadelesine devam ediyor. Bütün bunlar Türk devletinin amacına ulaşmasını engelledi, soykırım konsepti önünde bir bariyer oluşturdu. Bundan kaynaklı Türk devleti şapkasını önüne alıp birçok şeyi gözden geçirmek zorunda kaldı. Ortadoğu’da da çok önemli gelişmeler yaşandı. Türk devleti de Ortadoğu’da bir değişimin yaşandığını, artık hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağını da gördü.

Özellikle Filistin-İsrail savaşı, Hamas, Hizbullah son olarak da Suriye’de rejimin yenilgiye uğramasını gören Türk devleti bu durumun onları nasıl etkileyeceğini düşünmeye başladılar. Mesela Kürt meselesi dinamik bir meseledir, güçlü bir paradigması var, her zaman etkili ve anlamlıdır. Bu durum da Türk devleti üzerinde her zamankinden daha fazla bir ağırlık yaratacaktı. Bu gelişmeler üzerine birçok görüşmeler yaptılar. Bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda yaşanan gelişmelerden sonra DEM Parti heyeti İmralı’ya gitti, zaten Sırrı Süreyya Önder, TBMM’nin başkanvekilidir, böyle bir sıfatı da var, heyette yer alan bir diğer kişi ise Pervin Buldan’dır. Elbette heyetin Önderliği ziyaret etmesi çok önemli ve anlamlıdır.

Sadece Türkiye, Kürt halkı ve hareketimiz değil bugün herkes bu ziyareti tartışıyor. Herkes kendisine göre anlamak istiyor, durum nedir, mesele nereye gidecek diye merak ediyor. Demek ki bu kadar önemli. Türkiye’nin tüm gündemi DEM Parti heyetinin Rêber Apo’yu ziyaret etmesi oldu. Uluslararası alanda da siyasetçiler de bu konuya ilişkin tartışmalar yürütüyor. Bunu nasıl adlandırmak lazım, durum nedir, nereye gidiyor, bunları iyi değerlendirip daha sonra üzerinde durabiliriz. Ama şunu da belirtmek istiyorum; Rêber Apo 1993 yılından bu yana Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürt sorununun siyasi, demokratik ve diyalog yoluyla çözülmesini hedefledi. Bunun için de çok fedakarlık yaptı, çok araştırdı, birçok proje geliştirdi. Bilindiği gibi 6, 7 kez ateşkes ilan etti. Turgut Özal döneminde de, sonrasında da çözüm sürecinin gelişmesini istedi.

ÖNDERLİK YILLARDIR SORUNUN DEMOKRATİK YOLLA ÇÖZÜLMESİNDE ISRAR EDİYOR

Maalesef Rêber Apo’nun tüm bu çabaları, arayışları, Kürt halkının varlığını, reddeden, inkar eden işgalci zihniyet tarafından görmezden gelindi. Tam tersi savaş daha da büyüdü bunun sebebi de Türk devletidir. Türk devletinde savaş yanlısı, şovenist, faşist güçler var, devlet de zaten bu temelde kuruldu, Kürt halkının inkar ve imhası üzerinde kuruldu. Rêber Apo’nun çabalarının amacına ulaşmasına engel oldular. Bugün ise yine bazı tartışmalar yürütülüyor. Ama kimse henüz bu durumu adlandıramaz, yeni bir süreç midir, ya da Rêber Apo ile hangi formatta görüşmeler yapılıyor henüz net bir durum yok. Burada önemli olan Rêber Apo’nun yıllardır Kürt halkının ve Türkiye toplumunun geleceğine ilişkin kendisini sorumlu görmesidir. Sorunun demokratik bir yolla çözülmesinde ısrar etti, hatta bir muhatap arıyorum dedi.

Bugün tekrar Rêber Apo ile görüşmeler yapılıyor, bu görüşmelerde Rêber Apo’nun verdiği mesajlar çok önemli ve tarihidir. Türkiye’nin ve Kürt halkının geleceği için anlamlıdır. Herkese bir mesaj var, herkes kendi açısından rolünü oynayabilir. Rêber Apo zaten yıllardır Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorunun çözülmesi için üzerime düşen sorumluluğu almaya hazırım diyor. Rêber Apo mesajlarında ne yapılması gerektiğini belirtiyor zaten. Önemli olan herkesin bu mesajları kendi tarafından doğru bir şekilde ele alması ve sorumluluğunu yerine getirmesidir. Bu noktada hareketimizin yönetimi, KCK Eşbaşkanlığı bir açıklama yaptı. Hareketimizin ve halkımızın tutumu nettir, şüphesiz muhatap her zaman Rêber Apo’dur. KCK Eşbaşkanlığı da bunu belirtti. Elbette Rêber Apo tarihi rolünü daha rahat ve daha iyi bir şekilde yerine getirmesi için mücadele her zaman daha da yükseltilecektir. Bu önemlidir.

Bir diğer mesele de rehavete kapılmamak lazım. Gerçek olmayan, abartılı umutlar da doğru değildir. Gücümüze de inanmalıyız. Zaten böyle olmasaydı Türk devleti İmralı’ya heyet göndermezdi. Eğer bugün heyet gittiyse demek ki Türk devletinin sorunları var, amaçlarına ulaşamadılar. Bizim ise mücadelemiz daha da büyüdü ve Türk devleti çaresiz kaldı. Yani bundan çıkaracağımız sonuç nedir? Mücadele ne kadar büyük olursa, rehavete kapılmazsak, var olan fırsatları daha iyi kullanırsak, aralıksız bir şekilde her yerde ve her zaman mücadele içinde olursak sonuçları da daha önemli olacaktır, Rêber Apo da daha iyi bir şekilde rolünü oynayacaktır.

Rêber Apo ile görüşme yapıldıktan sonra hem muhalefet, hem de iktidar tarafında birçok tartışmalar yürütülüyor. Kürt sorununun çözümü için bu tartışmaları ve açıklamaları nasıl okuyorsunuz? Aynı zamanda bu konuda Türk aydınlarına ve sanatçılarına nasıl bir görev düşüyor?

Öncelikle Kürt halkının inkarı ve imhasını esas alan Türk devletinin son 50 yıllık savaştan bir sonuç çıkarması lazım. Aynı zihniyette ısrar etmek aynı sürecin devamıdır. Buradan bir çözüm çıkmaz. Eğer olumlu ve doğru bir süreç başlatılacaksa, ya da gerekli adımlar atılacaksa öncelikle Kürt halkının inkar eden zihniyetin değişmesi lazım. Hem Kürtlerin varlığını, haklarını reddedeceksin, kabul etmeyeceksin, hem de bazı şeylerden bahsedeceksin bu doğru değildir, böyle bir şey de olmaz. Bu sadece geçici bir şeydir. O zihniyetin faturası da özellikle Türkiye toplumuna ve halkımıza çok ağır oldu. Bu 50 yıllık savaşta on binlerce insan yaşamını yitirdi, bu insanlar sadece gerilla ve Kürt halkı değildi. On binlerce Türk askeri de öldü ama dediğim gibi sonuç ortada.  Yine bu süreçte Kürt halkı çok büyük acılar çekti. Binlerce köy yakıldı, boşaltıldı. Milyonlarca insan zorla topraklarından göç ettirildi, halkın geri adım atması için her şeyi yaptılar.

Bugün Türkiye ekonomisi ve siyaseti tartışılıyor, işsizlikten, açlıktan, yoksulluktan bahsediyorlar, bütün bunların sebebi tabi ki savaştır. Birkaç gün önce devlet yetkililerden biri de bu savaşta 3 Trilyon Dolar harcandığını açıkladı. 3 Trilyon Dolar, Türkiye toplumunun ekonomik, eğitim ya da sağlık standartının yükseltilmesi için harcansaydı, Türkiye’nin durumu bugün çok daha farklı olacaktı. Maalesef Türkiye halkı da neden bu halde olduğunu bilmiyor. Halbuki o faşist zihniyet buna sebep oldu. Aynı şeyde ısrar ederlerse aynı sonuç ortaya çıkacaktır. Bu yüzden Türk devleti inkar ve imha zihniyetini değiştirmelidir. Sadece Türkiye toplumunun hassasiyeti yok, tamam Türkiye toplumunun hassasiyeti olabilir ama Kürt halkının da hassasiyetleri var. Öyle üstten bakmayla, reddetme ile, tek taraflı, kendilerine göre bir şeyler yapmak olmaz. Onların da Kürt halkına özellikle de Rêber Apo’nun emeklerine ve çabalarına saygı duymalılar. Eğer tarihi bir mesele çözülecekse bunlara da dikkat edilmesi gerekir.

Kürt ve Türkiyeli aydınların, akademisyenlerin, kurumların rol alması lazım. Bu süreçte söyleyecekleri bir söz olmalı, bir duruş sergilemeliler. Gerçekleri, hakikatleri görmezden gelmemeliler. Gerekli şeyleri söylemeli, gerekli adımları atmalılar. Gündemi etkilemeli, toplumu uyarmalı ve devlete baskı kurmalılar. Demokratik, adaletli bir yaşamın inşa edilmesi için onların da rol oynaması lazım. Dışarından gazel okumak da olmaz. Savaş gerçekliğini, yaşanan sorunun derinliğini ve ağırlığını en çok da akademisyenlerin, aydınların bilmesi gerekir. Buna bağlı olarak da Türkiye nasıl demokratikleşir, Kürt sorunu nasıl çözülür bunun diyalektiğini de en iyi onların Türkiye halklarına ve Kürt halkına aktarması gerekir. Yine Türk devletine gerekli şeyleri söylemeli ve etkili olmalılar. Bu dönem aydınların, akademisyenlerin ve kurumların görev almasını farz bir hale getiriyor.

Dediğim gibi şuan kimse bu durumu adlandıramaz, süreç nereye gider bilemeyiz ama bildiğimiz tek bir şey var o da eğer Rêber Apo bir şey söylüyorsa, bir tutum sergiliyorsa, muhakkak her açıdan derinlemesine tartışmasını yürütmüş ve bir amaca ulaşmıştır. Buna göre de bir şeyler geliştirmeye çalışıyordur. Rêber Apo’nun açısından durum böyledir fakat Türk devleti nasıl yaklaşacak, ne kadar sorumlu bir şekilde hareket edecek onu bilmiyoruz. Hala da hareketi nasıl tasfiye ederiz, nasıl darbe vururuz, nasıl sonuç alırız planları yapıyor. Eğer böyle bir akılla devam ederlerse bir kez daha söylüyorum; hiçbir zaman PKK’nin ve Kürt halkının iradesini kıramayacaklardır, sonuç alamayacaklardır. Ama 2024 yılında yaşananları iyi değerlendirirlerse, Ortadoğu’da yaşanan gelişmeleri ve Türkiye üzerindeki etkilerini görürlerse sonuç alabilirler. Bunu yapmadıkları taktirde Kürt halkı zaten direnen bir halktır, yine direneceğiz. KCK Eşbaşkanlığı’nın yaptığı açıklamada da belirttiği gibi Rêber Apo irademizdir, söylediği her şey bizim için geçerlidir, fakat dediğim gibi hiçbir zaman rehavete kapılmamalıyız, ilk hedefimiz Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğüdür. İnanıyorum ki; bu mücadelemizi bu temelde büyüteceğiz ve sonuç alacağız.

2024 yılında Ortadoğu’da döneme damgasını vuracak birçok gelişme yaşandı. En son da Suriye’de Baas rejimi yıkıldı. Bu gelişmeler 2025 yılını nasıl etkileyecektir?

2023 yılının sonunda Filistin-İsrail savaşının başlamasıyla bir işaret verildi. Ortadoğu’da taşların yerinden oynaması burada başladı. Hamas bu savaşta ağır darbeler yedi, bu göz önündedir zaten. Daha sonra Lübnan-Hizbullah meselesinde de aynı durum yaşandı. En son ise Suriye’de rejim tamamen değişti. Bu strateji ve hedef devam edecek gibi görünüyor. Amaç nedir? 100 yıl önce Ortadoğu’da belirlenen statüler artık yürümüyor. Var olan ulus devletler ve hegemonik güçlerin siyaseti her zaman aynı olmayabiliyor. Özellikle Amerika, İngiltere, İsrail kapitalist modernite sistemini Ortadoğu’da kendi çıkarlarına göre yeniden nasıl inşa edebilecekleri üzerine planlar yapıyorlar. Önlerinde bazı engeller vardı dediğim gibi Filistin-İsrail savaşıyla o engelleri yok ettiler, son olarak da Suriye alt-üst oldu. Meselenin devam edeceği belli. Türk devletinin korkusu da budur. Kendisinde ısrar eden, değişime kapalı olan, her zaman kendim gibi olacağım hem de yeni Osmanlı olarak rol oynayacağım diyen Türk devletinin bu duruşuyla Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler birbirini tutmuyor.

Türk devleti bu noktada bir korku yaşıyor. Tabi gelecekte Irak’ı da kendilerine göre dizayn edebilirler, bu mümkündür. Ama Irak’ın da bazı gerçekleri görmesi ve aklını başına alması lazım. Türk devleti onları nasıl kandırdı, nasıl eksenine çekti ve bugün nasıl böyle kötü bir duruma düştüler bilmiyoruz. Basında çıktı, yine bazı Kürt kurumlarına, kadın kurumlarına baskın yapmışlar, kapatmak istiyorlar, baskı yapıyorlar, Irak devleti böyle kararlar alıyor. KDP ile birlikte hareket ediyorlar. Ama bunlar Türk devletinin talepleridir. Türk devleti Irka üzerine oynuyor. Nasıl Suriye’de SMO çeteleriyle Sünniler, üzerine oynuyorsa, Irak’ta da Sünniler, Türkmenler üzerine oynamak istiyor. Çıkarları temelinde Irak’ta örgütlenmeyi hedefliyor. Türk devletinin bu politikası, Amerika, İngiltere ve İsrail’in Irak’a yönelik politikalarına benziyor. Irak devleti hala bunu görmüyor. Bildiğiniz gibi bir süre önce Türk devleti ile bazı anlaşmalar yaptı. Türk devleti toprağınızı işgal etmiş. İsrail İran’a saldırdığında Irak hemen İsrail’i BM’ye şikayet etti. Şikayet etme hakları var ama diğer yandan Türk devleti sadece topraklarınızı ihlal etmemiş aynı zamanda ilhak etmiş, binlerce gücünü topraklarınıza yerleştirmiş ve savaş burada yürütülüyor ona rağmen Türk devletine karşı ses çıkarmıyorlar. Yaptıkları anlaşmalar da hala devam ediyor. Irak’ın bunları görmesi ve biran önce bu anlaşmalardan vazgeçmesi lazım.

Irak devleti bilmelidir ki; Suriye’den sonra bir şekilde gündeme gelecekler. Suriye’deki yöntemle mi olur, yoksa ağır bir ambargoyla mı olur, ya da Amerika, İngiltere, İsrail kendilerine bağlı bazı liberal kişileri ortaya çıkararak var olan iktidarı etkisi hale mi getirir bilmiyorum ama Irak’a yönelik böyle bir olabilir. İran’a yönelik de olabilir. Orta Asya ve Ortadoğu bu güçler için bir sorundur. Çünkü hem enerji hattı güvenliğini almak istiyorlar Hindistan’dan İsrail, Kıbrıs’a kadar, hem de Çin ve Rusya’dan İran’ı kopartmak istiyorlar. İran’ın duruşu onlar için sorundur. Nasıl yapacaklar bilmiyoruz ama şunu biliyoruz; tek çözüm demokratikleşmedir. Irak da, İran da demokratik anlamda radikal bir değişim geliştirirlerse, aynı zaman Kürt sorununu, toplumsal sorunları, kültürel sorunları, demokratik ulus perspektifiyle çözerlerse, kendilerine yönelik bu baskıları bertaraf edebilirler. Başka şekilde mümkün değil. Bu Suriye gerçekliğinde de ortaya çıktı.

100 YIL SONRA ORTADOĞU YENİDEN İNŞA EDİLİYOR

Mesela Beşar Esad, Baas rejimi 13 yıldır eğer durumu doğru bir şekilde okusaydı, anlasaydı, iktidar zihniyetinden biraz uzaklaşsaydı, daha stratejik düşünseydi, hem Kürt sorununun çözümünün önemini görecekti, hem de değişim ihtiyacını görecekti. Bu temelde değişime gidecekti ama görmedi, kendisinde ısrar etti, yaşananlar şuan göz önündedir. Bu yüzden 100 yıl önce İngiltere, Fransa öncülüğünde Ortadoğu dizayn edildi, 100 yıl sonra bugün Amerika, İsrail ve İngiltere Ortadoğu’yu dizayn etmek istiyor. Eğer demokratik bir paradigmayla, kadınların, gençlerin, tüm kimliklerin, inançların, kültürlerin birlikte özgür bir şekilde yaşayacağı bir çizgi esas alınmazsa Ortadoğu bir kez daha uluslararası güçler tarafından dizayn edilmiş olacak. Zaten şuan bir savaş yaşanıyor, 3. Dünya savaşı yaşanıyor.

Rêber Apo bundan yıllarca önce Ortadoğu’da yaşanacak bir 3. Dünya savaşının 2030 yılına kadar da devam edebileceğini söylemişti. Ama asıl önemli olan toplumun demokratik iradesi mi öne çıkacak ya da başka bir şekilde mi olacak? Ortadoğu ve Avrupa’nın dokusu birbirini tutmuyor. Çünkü Ortadoğu her şeyden önce toplumsallık var, daha gelenekçi, daha köklü bir kültürü var. Belki demokratik bir paradigma ile değil ama bir şekilde direnecektir, zaten cihatçı güçlerin, çetelerin kaynağı da budur. Halbuki Ortadoğu toplumu demokratik paradigma ile örgütlenmeye açıktır. Bu anlamda Ortadoğu’da savaş ve mücadele devam ediyor. 2025 yılında da daha bu gelişmeler devam edecektir. Tehlikeler var ama halklar için, demokratik güçler için fırsatlar da yaratılıyor. Şüphesiz bu fırsatları iyi değerlendirmek lazım.

Esad rejiminin yıkılmasının ardından Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye’de durum ne olacak? Yine Esad’tan sonra SMO çeteleri de boşluğa düşmediler mi?

Şüphesiz Ortadoğu’nun tamamında Arap devletlerine baktığımızda Suriye bir ilktir, geçmişten beri farklıdır. Daha demokratik demeyelim ama daha seküler, daha laik, ya da birçok inancın, kültürün bir şekilde bir arada yaşabildiği bir ülkeydi. Devletin, iktidarın baskılarına, zulmüne rağmen Suriye diğer Arap ülkelerinden farklıdır. Bu bir zenginliktir. Mesela Kürt, Arap, Hıristiyan, Ermeni, Müslüman demokratik bir şekilde birlikte yaşayabilirler. Ama eğer demokratik olmazsa bu yaşananlar bir fırsat değildir tam tersi dezavantaj olur. Herkesin birbirini boğazladığı bir savaş olur. Baas rejiminde halklar özgür değildi, hepsi baskı görüyordu. Ama şuan çaresi yok, ya birbirlerine girecekler, toplum daha fazla birbirine düşecek ya da demokratik bir Suriye inşa edilir. Çare de budur. Geçtiğimiz günlerde televizyonda bir Türk akademisyen de söylüyordu; 1860 yılında Suriye’de, Şam’da bugünkü gibi farklı ulustan ve inançtan insanlar birbirine girmiş. O dönem Osmanlı Suriye’de hakim. Osmanlı bile çözememiş çaresiz kalıp Fransa, Almanya ve Britanya’yı çağırarak, gelin bu sorunun çözümünde bize yardımcı olun demiş.

Tamam, Baas rejimi gitti iyi de oldu ama yerine gelen HTŞ ve diğerlerinin zihniyetinin kadın özgürlüğünü kabul etmeye, farklı inançları, dinleri, kültürleri ve kimlikleri kabul etmeye kapalıdır. Onlara karşıdır. Bu sorunların daha da ağırlaşmasına sebep olacaktır. Büyük ihtimalle sorunları daha da arttırır. Eğer HTŞ bugün Şam’a kadar gelip iktidar olduysa bir yerlerden referans almıştır, o yerlerde biliniyor zaten. Amerika, İngiltere, İsrail vb… Şuan bir sınav veriyorlar. Eğer bir değişim gerçekleştirirlerse, uluslararası güçlere tarafından makul bir noktada görülürlerse kabul edilebilirler. O makul nokta nedir bilmiyoruz ama mesela Rojava sorunu, kadın sorunu, inanç sorunları var, Alevilere, Durzilere yönelik baskılar var. Bu bir sorundur. Bundan dolayı kısa süre içerisinde Suriye’de olumlu şeylerin olacağını belirtmek erkendir. Basında çıktı; HTŞ liderinin görevlendirdiği isimlerin tamamı DAİŞ, El-Kaide kökenlidir. Kadınlara karşı, topluma karşı, farklı inançlara, dinlere karşı zihniyetlerinin değişmesi öyle kolay değil. Bu yüzden Suriye’de bir istikrarın oluşması, demokratikleşmesi ya da bu sorunların çözülmesi öyle kolay değil.

Aslında bu durum hegemonik güçlerin de işine geliyor, emek vermiyorlar, kan dökmüyorlar. Birbirleriyle savaşanlar, birbirlerini yoranlar, bu bölgenin halklarıdır. Zayıfladıkça, güçsüz kaldıkça daha fazla yönlerini Amerika’ya, Avrupa’ya veriyorlar. Hegemonik güçler de bunu biliyorlar ve bunu kullanıyorlar. Suriye’de ağır sorunların devam edeceğini tahmin ediyorum. Türk devleti de şuan en başarılı devlet olarak kendisini gösteriyor. Belki bazı çeteleri kendilerine bağladılar, Rojava’ya, Kürt halkına yönelik bir savaş yürütebilirler ama Suriye’nin geleceğinde Türk devletinin aslında bir rolü yok. Çünkü Türk devletine bağlı çeteler ne homojenler, ne ideolojikler, maaş için, para için bir araya gelmişler. Bugün baktığımızda her biri Suriye’nin bir bölgesinden gelmiş. Hama, Humus, Halep, Şam vb. yerlerden gelmişler. Şimdi onlara göre bu şehirler özgürleşti o zaman Minbiç’te, Eyn İsa’da, Girê Spî’de, Serêkaniyê’de ne işleri var diye düşünüyorlar. Bu yüzden gitmek istiyorlar. Kaçmak istiyorlar.

Basında da çıktı; QSD, Özerk Yönetim gitmeleri konusunda teşvik de ediyor, çağrılarda da bulunuyor. İyi de yapıyorlar. Ama Türk devleti çetelerin gitmelerine engel oluyor. Aslında bu çeteler Türk devletinin başına da bela olmuşlar, savaşmak istemiyorlar, zaten sonuç da alamıyorlar, bundan dolayı Türk devleti bir boşluğa düştü. SMO üzerinden hesap yapmışlardı. Bildiğimiz kadarıyla Şam’da HTŞ bunlara hiçbir rol vermedi. Bu yüzden Türk devleti Suriye’de çok büyük bir rol sahibi olamayacaktır. Belki ekonomik açıdan, ticari açıdan rolleri olabilir ama Suriye’nin geleceğinde, siyasetinde bana göre Türk devleti bir boşlukta. Beşar Esad’ın gitmesine, rejimin değişmesine yol açanlar Türk devletinin HTŞ üzerinde etkili olmasına müsaade etmeyeceklerdir. Eğer Suriye’deki durumu anlamak, sürecin nereye gideceğini görmek istiyorlarsa, sorunun nasıl çözüleceğini öğrenmek istiyorlarsa Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye’deki resmi iyi görmeliler. Az değil, 13 yıldan fazla bir süredir orada bir şey yaşandı, Kürt, Arap, Hıristiyan, Ermeni, Arap, Süryani hatta Türkmenler de birlikte özgür ve demokratik bir şekilde yaşadılar. Bir sistem inşa ettiler, herkes kendi kimliğiyle, onurlu bir şekilde yaşıyor. Rojava’daki bu demokratik sistemin Suriye’nin tamamında inşa edilmesi için Suriye’nin yönünün Rojava’ya vermesi gerekiyor.

Birinci Dünya Savaşında Ortadoğu dizayn edildiğinde Kürt halkının iradesi yok sayıldı. 100 yıl sonra Ortadoğu yeniden dizayn ediliyor ve Kürt halkı bu sefer belirleyici bir güce sahip. Kürt halkının bu süreçte statü sahibi olabilmesi için Kürt partilerine, kurumlarına, örgütlerine nasıl bir rol ve misyon düşüyor? Aynı zaman Kürt sanatçıları, aydınları, yurtseverleri nasıl bir tutum sergilemelidir?

Kürt halkı yaşananları görüyor, Kürt halkının örgütlerinin de görmesi gerekiyor. Tarihi bir süreç yaşanıyor. Ortadoğu’daki değişimlerden bahsettik. Halbuki en dinamik, gelişmelere en açık, en demokratik, en iradeli güç Kürt halkıdır. Kürt sorunu çözülmediği taktirde Ortadoğu’nun demokratikleşmesi mümkün değildir. Bu görülüyor da. 100 yıl önce işgalci güçler Kürt halkını oyuna getirdi, Kürt halkının statüsü sahibi olması çıkarlarına tersti, Kürt halkının o dönem birlik olmaya, ortak bir irade göstermeye güçleri de yetmedi. Bunun acısını 100 yıl çektik. Ama bugün durum farklı. Rêber Apo’nun 50 yıllık bir paradigması var, 4 parça Kurdistan’da emek veren, mücadele eden birçok örgüt var, bir tarih var, bir pratik var. Biran önce ulusal bir ruh ve irade ortaya çıkmalıdır. Kürt halkının hayali de, umudu da budur. Kurdistan’ın hangi partisine, kime sorarsanız herkes neden Kürtler birlik olmuyor der. Hatta örgütleri bundan sorumlu görüp eleştiriyorlar, haklılar da. Eğer Kürtler birlik olmazsa hiçbir parçanın, hiçbir örgütün güvencesi yok. Hepsi birlikte bir iradedir.

Mesela; Ortadoğu’da önemli gelişmeler yaşanıyor Kürt halkı adına bir şeylerin söylenmesi, birilerinin bu iradeyi ortaya koyması lazım. Ama parçalılar. Parçalı oldukları zaman işgalci güçler de bundan istifade etmek istiyorlar. Buna engel olunmalıdır. Rêber Apo bu konuda her zaman bir perspektif sundu, çok mütevazi bir şekilde yaklaştı. Sadece Kürtler birlik olsun biz PKK için bir şey istemiyoruz. Şimdiye kadarki pratikler önemliydi, emek de verildi ama maalesef olmadı. Fakat bugün olmak zorunda, Kürtler biran önce birlik olmalı. PKK her zaman buna hazırdır. Her örgütün, her Kürdün buna hazır olması lazım. Bunun için bir ya da iki nokta yeterlidir; birincisi yurtseverlik, ikincisi hiçbir hareket, hiçbir şahsiyet Kürt halkının haklarını hiçe sayarak Kürt düşmanlarıyla, işgalcilerle birlik olmamalı. Ekonomik ya da farklı ilişkileri olabilir ama Kürt halkının geleceğine, kaderine, kazanımlarına, özgürlüğüne karşı çıkmamalıdır. Bu mümkündür ve üzerilerindeki bu korkuyu da atmaları lazım.

Bazıları eğer bu konuda bir şey söylersek Türk devleti ne der, filan devlet ne der diye düşünürlerse ki ne zamana kadar böyle hareket edecekler. Halbuki güçlerimizi birleştirirsek Türk devleti çaresiz kalır, Kürt halkının iradesine saygı duyar ya da ciddi bir şekilde meseleye yaklaşır. Bu önemlidir. Belki konferans, kongre zaman alır, ya da bugünden yapılacak bir şey değildir ama Kürt güçleri aralarında bir mekanizma kurabilirler. Örneğin; Ortadoğu’da yaşananlara ilişkin bir şey söylenmesi gerektiğinde bu mekanizmanın açıklama yapması, bir duruş sergilemesi gerekir. Bu Kürt demokratik bir şekilde çözülmesine ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesine hizmet eder. Kürt sorunu bu kadar temel bir sorundur. Bu yüzden biran önce birlik olunmalı. PKK her zaman buna hazırdır. Arkadaşlar birçok kez dile de getirdi. Böyle bir çalışma çok önemli ve tarihidir.

Son olarak 2025 yılına ilişkin mesajınız nedir?

Öncelikle Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlanması, bunun için verilen mücadele çok önemliydi. Hamlenin başlamasından bu yana kadınlar, gençler, Kürt halkının dostları öncülüğünde büyük bir emek verildi. Hamlenin daha örgütlü, daha güçlü, daha büyük bir inançla geliştirilmesi, kimsenin rehavete kapılmaması lazım. Her fırsat çok iyi değerlendirilmeli ve Rêber Apo’nun fiziki özgürlüğü 2025 yılında mutlaka sağlanmalıdır. 2025 yılındaki birinci hedef ve umudumuz budur. İkincisi ise dile getirdiğim gibi Kürt halkının birlik olması. Herkesin bu konuda kendisini sorumlu görmesi gerekir. Bizler de kendimizi sorumlu görüyor. 100 yıl sonra Kürt halkı için olumlu gelişmeler yaşanıyor ve bu durumu ciddi bir şekilde ele alıp adım atmalıyız. Üçüncüsü ise hiç kimse hiçbir zaman rehavete kapılmamalıdır. Ne kadar mücadele edersek, ne kadar direnirsek, ne kadar örgütlü olursak o kadar sonuç alırız. İnanıyorum ki 2025 yılında bu şekilde mücadele edip sonuç alacağız.