Yazar Abdülkadir Konuk yaşamını yitirdi

Gazeteci-Yazar Abdülkadir Konuk, 76 yaşında Almanya'da hayatını kaybetti

Gazeteci-Yazar Abdülkadir Konuk, 76 yaşında Almanya'nın Köln kentinde yaşamını yitirdi.

Buca, Konya, Çanakkale, Sağmalcılar ve daha birçok cezaevinde kalan, silahlı bir eylemle cezaevinden kaçırılan Konuk, yurt dışındayken de kitapları ve yazıları nedeniyle yargılandı.

“Dağdan Kopan Özgürlük”, “Bizim Ferhat-Bir Cinayetin Anotomisi”, “Çözülme”, “Erdal Eren” ve “Dağın Öteki Yüzü” gibi kitapların yazarı Konuk, öğretmenlikten boyacılığa kadar her türlü işte çalıştı. Darbe döneminde Tariş direnişinin örgütleyicisi olması nedeniyle idama mahkûm edildi. 1989'da cezaevinde tutulduğu sırada kalp rahatsızlığı nedeniyle götürüldüğü hastaneden silahlı bir eylemle kaçırıldı. Ardından da kaçak yollarla yurt dışına çıktı, devlet, hakkında ‘vur emri’ çıkarttı.

ABDULLAH ÖCALAN İLE RÖPORTAJLAR

Yeni Ülke, Özgür Gündem, Özgür Politika’da hem çalıştı hem de yazarlık yaptı. Bekaa Vadisi’nde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve gerillalar ile röportajlar yaptı.

“Dağdan Kopan Özgürlük” isimli, gerillaların ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yaşamını anlatan romanı da Belge Yayınevi tarafından yayımlandı. Konuk'un kitabı çıkar çıkmaz yasaklandı.

Yurt dışına çıktıktan sonrada da yazıları nedeniyle çeşitli hapis cezalarına çaptırıldı. Türk devleti, yıllarca Almanya’dan Konuk’un iade edilmesini talep etti.

KAÇIRILIŞ HİKÂYESİ

Abdulkadir Konuk, cezaevinden kaçırılışını şöyle anlatmıştı:

“Girdim muayene odasına, hiçbir hareketlilik yok. Kelepçe çözüldü. Yanımızda bir başçavuş var. Doktor beni yatağa yatırdı. Türk Tabipler Birliği’nin kararıyla muayene odasına silahla hiç kimse giremezdi. Başçavuş silahsızdı. Tam o sırada kapı güm diye açıldı. İki askeri omuzlarından yakalamış biri içeriye girdi. İkinci bir kişi de silahını doğrultup, ‘Herkes masanın altına yatsın’ dedi. Doktor ve hastane personeli denileni yaptı.

Yataktan fırlayıp, başçavuşun kafasını koltuğumun arasına aldım. Kürt bir asker yatmadı, silahı tutan kişinin koluna yapıştı bırakmıyor. Başçavuşun boyu kısaydı, silah da bana doğrultulmuş şekilde duruyordu. Askere tekme atıyorum, yatmıyor. Başçavuşa dedim ki: ‘Söyle yatsın!’ Söylemiyor. O zaman silahlı kişiye ‘Vur şunu’ deyince, başçavuş ‘Yat’ dedi, asker bu sefer yattı. Başçavuşu bıraktım. Bana bir silah verdiler. Ve önce pencereye doğru gittim. Arkadaş dedi ki, ‘Kapıya’, koştum kapıya...

Arkadaşlar beni büyük bir televizyon kutusunun içine yerleştirdiler. Belimde iki silahla, anamın karnındaki gibi beş saat yolculuk ettim, bir kamyonun üstünde. Sonunda çık dediler. Bir deniz kenarındayız. Oradan bir deniz motoruna binerek bir adaya gittik. Adadan bana küçük bir bot verdiler. Türkiye ile ulaşacağım Yunan adası arasında tam beş buçuk saat kürek çektim. Şanslıydım, gökyüzünde kocaman bir ay vardı ve deniz dümdüzdü. Sabahleyin dokuzda Midilli’ye çıktım. Oradan Atina yakınlarındaki Lavrion Kampı’na getirdiler. Yarım saat sonra oradan da kaçıp bir köye gittim. Sonra da örgüt karar verdi: Almanya’ya gelecek…”