Yoldaşları Xalo’yu anlattı: Köklü bir yurtseverdi
Paris’te katledilen üç Kürt’ten biri olan Abdurrahman Kızıl, köklü yurtseverlik duygularına sahipti. Onu tanıyanlar için “yılmayan bir yurtseverdi”.
Paris’te katledilen üç Kürt’ten biri olan Abdurrahman Kızıl, köklü yurtseverlik duygularına sahipti. Onu tanıyanlar için “yılmayan bir yurtseverdi”.
Abdurrahman Kızıl, Paris'te 23 Aralık günü gerçekleşen katliamda Evîn Goyî ve Mîr Perwer ile birlikte şehit düştü.
Abdurrahman Kızıl, 1963 yılında Qers’in Qaqizman ilçesine bağlı Karaguneseydoye köyünde (Yukarı Karagüney) dünyaya geldi.
Kürt Özgürlük Hareketi'nin Kurdistan’da kök saldığı 80’li yıllarda o da mücadeleye katkı sundu. Özgürlük aşkı o kadar derindir ki bu aşk ömrünün son gününe kadar sürdü. Ancak Türk devletinin baskıları ve göçertme politikaları sonucu Kurdistan’dan çıkmak zorunda kaldı, önce İstanbul’a ardından Avrupa’ya sürgüne gitti. Bu baskılar onu mücadeleden geri tutmadı. Mücadele pratiği bunu kanıtlıyordu.
Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi’nde yani 2. Paris Katliamı’nda şehit düşen Abdurrahman Kızıl'ı yeğenleri Deniz Babir, Feyyaz, Celal'den ve hemen hemen her gününü birlikte geçirdiği yoldaşı Necmettin Demiralp’ten dinledik.
KÜRTLÜK BİLİNCİ
Yeni Özgür Politika muhabiri olan Deniz Babir, dayısını şu sözlerle anlatıyor: "Dayımlar 4 kardeş, ikisi kız ikisi erkek. Burada nenemi anlatmadan geçmemek lazım. Çocuklarının arasında en sevdiği kişi Abdurrahman dayımdı. Nenem geçen yıl 92 yaşında annemin kucağında vefat etti. Yaşamını yitirmeden kısa bir süre önce 'Ben gideceğim ama Abdurrahman’ı benim yanıma getirebilecek misiniz?' diye sormuş. Nenem 1989’dan sonra 1993’e kadar da köyde milislik yapıyordu. Dayımdaki Kürtlük bilinci nenemden geliyordu. Bize her zaman 'Biz Horasan Kürtleriyiz, biz buralara zorla sürüldük' diye hikaye gibi geçmişimizi anlatırdı. Bizden birçok kişi nenemin bu özelliğinden etkilendi. Dayım nenemin bu hikayelerinden etkilenip, iyi özümseyerek kendisini bu davaya adadı."
ERNK ÇALIŞMALARINDA YER ALDI
Kızıl'ın Türk devletinin yoğun işkencesine maruz kaldığını anlatan Babir, sözlerini şöyle sürdürüyor: "Dayım 1980’lerde bir evlilik yapıyor ve bir çocuğu oluyor. Düşüncelerinden dolayı köy ortamı, ev ortamı ile bir türlü barışık olamıyor. Eşi akrabasıdır, ona diyor ki, 'Eğer beni bu şekilde kabul edersen, olabilir ama etmezsen de neden gittin demem.' Eşi ile bu şekilde boşanıyor. O zaman bizim bölgede yurtseverlik duygusu çok hakim değildi. Dayım İstanbul'a 80’li yıllarda gidiyor. Burada ERNK çalışmalarında yer aldı. 1989 sonrası hiç köyüne giremedi. İki sefer gitmek istedi fakat her ikisinde de ihbar sonucu daha Kars otogarına ayak basmadan gözaltına alındı, işkenceye maruz kaldı. Gözaltı sonrası polisler dayıma 'Hemen İstanbul'a geri gideceksin, yoksa ölürsün' diyerek tehdit ediyor. Nenem onu görmek için Kars otogarına geliyor. Oradan da bizim köye (Yemençayır) geliyor. Dizlerine vurarak, 'Apo’nun vücudu kan içindeydi her yeri mosmordu, o şekilde İstanbul’a gitti' diyor."
PKK’Yİ BİZE ANLATIRDI
Baskı ve işkenceye rağmen Kızıl'ın mücadeleden vazgeçmediğini söyleyen Babir, "Avrupa’ya çıkana kadar İstanbul’da yaşadı. DEP, HEP ve HADEP’de yer aldı. 1990’ların başında ismi bir efsane gibi bizim köylülerin dilinden düşmüyordu. İstanbul’a gidip gelen gençler hep dayımı anlatıyordu. 'Apo her yürüyüşe gidiyor, siz niye gitmiyorsunuz' diye soruyorlardı. Herkes dayımdan bahsediyordu ve onun gibi olmak istiyordu. 1992’nin sonunda biz de aile olarak İstanbul’a göç ettik. Esenyalı ilçesinde oturuyorduk dayım bize ilk geldiğinde koltuğunun altında yanılmıyorsam zaman Ülkede Gündem gazetesi vardı. O dönem gazete yasaktı. Sayılı bayide bulunurdu. Gazeteyi alır eve gelirdi ilk onda görmüştüm gazeteyi. Hepsini okurdu, Önderliği, PKK’yi bize anlatırdı. Serhat’ta toplu bir şehadet yaşanmıştı. Haberi bize okudu, bende diğer dayımın oğluna 'Mustafa bak yine şehit olmuşlar' dedim. Kendisine bu söylemim biraz alaycı geldi. Elimi tuttu, ‘Oğlum bak bu kahramanlar bizim için şehit düşüyor' dedi. Bana hep devrimciliği mücadeleyi anlatırdı" diyor..
MED TV ALIRSAN GELİRİM
Babir, sözlerini şöyle sürdürüyor: "Biz 1995’te Sarıgazi’ye taşınmıştık. Dayım eskisinden az gelmeye başladı. Babam ona neden bize gelmiyorsun dedi. Dayım, 'Sizde Med TV yok, ben her akşam MKM'de haberleri izleyip öyle yerime gidiyorum' diyordu. Med TV’de haberleri seyretmek için İstiklale gidiyordu sonra Topkapı-Şifa otobüsüne binip geri geliyordu. Düşünsenize o kadar yolu haberler için geliyordu. Babama dedi 'Sen Med TV alırsan gelirim' ama babam almadı. 2-3 ay aradan sonra babam baktı ki dayım gelmiyor Med TV’yi eve kurup dayımı aradı. Artık dayım eve gelmeye başladı."
SIRTINDA COP İZLERİ
Kızıl'ın Kürt basınını yakından takip ettiğini söyleyen Babir, "Beyoğlu ilçesine giderdi, oradan da her akşam MKM’ye giderdi. Derdi ki 'Başka yerde çay içeceğime, param başka yere gideceğine MKM’ye gitsin.' MKM o yıllarda gözlem altında. Dayım geç saatlerde çıktığında gözaltına alınıyordu. Bir gün geldi vücudu kan içindeydi, ertesi gün hafta sonuydu, yerinden kalkamıyordu. Sırtında cop izleri vardı. Gazete almam için bana para verdi. 'Git gazete getir. Ama gazeteyi getirirken koltuğunun altına koy mutlaka' dedi" diyor.
13 YAŞINDAKİ ÇOCUĞUNA İŞKENCE
Kızıl'ın tek çocuğunun da Türk devletinin işkencelerinden nasibini aldığını anlatan Babir, şöyle devam ediyor: "1996 yıllarında oğlunu köyden yanına getirtti. Oğlu Hakan ayakkabı boyacılığı yapıyordu. Dayım Hakan’a diyor ki oğlum sen MKM’de haberleri izle öyle gel. Hakan haberleri seyrediyor, gelip ona aktarıyordu. Bir akşam çıkınca Şişhane köprüsünde kimlik kontrolü yapılıyor. Hakan o zaman daha 13 yaşında ve bu kontrol noktasında soyadı Kızıl olduğu için gözaltına alınıyor. Beyoğlu polis karakoluna götürülüyor. Burada o yıllarda işkence ile nam salmış hortumcu Süleyman adında bir polis dayımı tanıdığı için Hakan’ı tuvalete koyup çırılçıplak soyuyor ve ıslak hortum ile işkence yapıyor. O gün oğlu eve gelmeyince Abdurrahman oğlunu aramak için Eren Keskin’e ulaşır ve oğlunun nerede olduğunu öyle bulur. Oğlunu bulduğunda vücudu simsiyahtır, hortum izleri adeta mosmor ve uzun şeritler oluşturmuştur. Hakan gözaltında bırakıldığında çok korkmuştu ve babasına 'Senin oğlun olmak çok zor' demişti."
TEK DÜŞÜNDÜĞÜ PARTİ VE DEĞERLERDİ
Dayısının yurtsever kişiliğinin çok baskın olduğunu sözlerine ekleyen Babir, "İnşaatlarda çalışır kazandığını biriktirmez ve o kazandığını partiden onun yanına gelenlere verirdi. Onun yanına giden hiçbir arkadaş hayatta harçlıksız dönmezdi. Onun için para öncelikli değildi. Hiçbir zaman biriktirmedi. Olanağı olmasına rağmen bunu yapmadı. Düşündüğü tek bir şey, parti ve değerlerdi. Ulusal bir davanın bir köşesinde alıyorsun onun için her şeyden değerlisin. Nenem ona, 'Sen partiye değer verdiğin kadar bize değer vermedin' derdi. Dayım Eyüp’te bir iş almıştı. O zaman ben ve çocukluk arkadaşım rahmetli Mustafa dayımın yanında çalışıyorduk. Roma süreci başladı, Önderlikten haber alınamıyordu. 2000’lere doğru geldiğimizde dayımın üzerine çok gittiler. Sürekli gözaltı alınıyordu ve işkence görüyordu. 2001’de Türkiye’yi terk edip iltica etti" diye belirtiyor.
BANA BİR VASİYETİ VARDI
Dayısı ile son buluşmasını anlatan Babir, şöyle devam ediyor: "Dayım etkisiyle amca, dayı çocukları gerillaya katıldı. 2018’de Almanya’ya gelip iltica ettiğimde dayım beni ziyaret etti. Mücadelede devam ettiğim ve bırakmadığım için çok sevinmişti. Bana 'Sakın bu yoldan vazgeçme' demişti. Avrupa Kürt Kültür Festivalleri'nde bir araya gelirdik. Son festivalde televizyon programı yapıyordum o kadar yoğundu ki benimle vakit geçirmek için 1 saat yanımda gezdi. En sonunda kısa bir ara verdim, onunla vakit geçirmek için. Bu sefer bana kızdı, 'Git çalışmanı bırakma, bu bir hizmettir git' dedi. En son 20 gün içinde Paris’te bir eylemi takip etmek için geldim. Dayım son 3 yıldır kanser tedavisi görüyordu, bu yüzden yanında 2 gün kalıp onunla vakit geçirmek istedim. Hastalık onu çok zorlamıştı. İlk tedavide kanseri yenmişti, ama sonra karaciğerine sıçramıştı. Ben Almanya’ya döndüğümde hastanede tedaviye gitti. Bana bir vasiyeti vardı, 'Eğer bana bir şey olursa beni annemin yanına gömün' dedi."
TAKİPÇİSİ OLACAĞIZ
Babir, sözlerini şöyle noktalıyor: "Bu katilin sıktığı tek bir kurşun bile boşa gitmemiş. Bunun için kimse bu saldırıyı küçümsememelidir. Fransa devleti başta bu olayın üzerini örtmek istedi fakat halkın tepkisi karşısında geri adim attı. Kürt halkı bu katliamın peşini bırakmayacak. İnsanların öfkesini görüyorum. Biz aileler olarak bunun hukuki yönünde takipçisi olacağız."
SABAH GELİR, DERNEK KAPANANA KADAR KALIRDI
Abdurrahman Kızıl’ın yeğeni Feyyaz Kızıl ise, "Qaqizman’da eskiden yurtseverlik dediklerinde herkesin aklına Abdurrahman Kızıl gelirdi. Apocu hareketin Qaqizman’da ilk tanıyanlardan ve sahiplenenlerden biriydi. Bundan dolayı Türk devletinin sürekli işkence ve zulmüne maruz kalıyordu. Türk devletinin baskılarından dolayı sürgün dolu bir yaşam sürdü. Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi evi olmuştu. Sabahın erken saatlerinde giderdi ve dernek kapanana denk orada kalırdı. Türk devleti dayımı katletti. Benim dayım asla haksızlığı kabul etmezdi. Halkını, partisini herkesten her şeyden üstün görürdü" diyor.
İNŞAATA GİDİP GENÇLERE MÜCADELEYİ ANLATIYORDU
Abdurrahman Kızıl’ın dayısının oğlu Celal Turan Seydoyi de, 20 yıldır beraber sürgünde olduklarını belirterek, "Küçükken Abdurrahman Kızıl’ı İstanbul’da tanıdım. Çocukluğumdan itibaren politik kişiliği, duruşu ve kararlılığı üzerimizde çok etkisi oldu. 90’lı yıllarda Abdurrahman’ın da içinde olduğu yaklaşık 15-20 kişi gözaltında alındı. İki üç hafta boyunca büyük işkencelere maruz kaldı. Kendisine ve akrabalarına yapılan işkencelerden çok etkilenmiş ve çok kararlı bir insan haline dönüşmüştü. O dönemlerde çoğumuz İstanbul’da inşaatlarda çalışıyorduk. Abdurrahman inşaata gelip biz gençleri bir araya toplayıp süreci ve yurtseverliği görevlerini anlatıyordu. Gittiği her yerde gençleri etrafında toplayarak toplantılar gerçekleştiriyordu. Niçin mücadele etmemiz gerektiği ve yurtseverliğin görevleri üzerine konuşuyordu" diye belirtiyor.
DÜŞÜNCESİ, AKLI, RUHU HEP MÜCADELEYDİ
Sürgüne yine yollarının kesiştiğini söyleyen Seydoyi, şöyle devam ediyor: "Abdurrahman'ın çizgisi çok kararlı net ve keskindi. Bu konuda babası dahi olsa kimseye taviz vermezdi. Doğruya, doğru yanlışa yanlış diyordu. Asla menfaat hesapları yapmazdı. O, inancını, duruşunu ve gücünü halktan alıyordu. Dünya menfaati hiçbir zaman onun için ön planda olmadı. Düşüncesi, aklı ruhu hep mücadeleydi. Ve çevresindekileri de ona göre seçerdi. Xoca diye bir arkadaşımız vardı. Onu çok seviyordu. Derneğe gittiğinde ilk gözü Xoca’yı arardı. Ya da biz onu telefonla aradığımızda ilk sorduğumuz Xoca’nın yanında mısın olurdu. 'o da bize nereden bildiniz' diye sorardı. Xoca ile çok sıcak ve güzel bir dostlukları vardı. Bir kere ilkel milliyetçilik yapıyorsun deyince, Abdurrahman ‘Ben nasıl milliyetçilik yapıyorum burada iki tane akrabam var sisteme boyun eğdikleri için kendilerine selam dahi vermiyorum. Seydoyi köyünde 400 oy kullanıldı 400 oyun tamam mı HDP’ye çıktı bundan dolayı ben Seydoyi’yim' demişti."
DİRENİŞTE ŞEHİT DÜŞTÜ
“Abdurrahman'ı gerçekten birkaç sözle dile getirmek zor” diyen Seydoyi, "23 Aralık Cuma günü derneğin önüne geldiğimde Abdurrahman'ı göremedim. Orada bulunan bir kadın arkadaşa şehit düşenler kimdir diye sordum. Benim içime bir şüphe düşmüştü. Akşam defalarca aramamıza rağmen telefonu çalıyordu ama açmıyordu. Akşam saatlerinde bizi arayıp Abdurrahman'ın şehit düştüğünü söylediklerinde ne söyleyeceğimi bilemedim. Hep diyordu, Allah bana yatakta ölmeyi nasip etmesin diye. Bu duası da kabul oldu. Yatakta değil, direnişte şehit oldu" diyor.
İKİ YOLDAŞ: XALO VE XOCA
Derneğe geldiğimizden ilk günden beri derneğin müdavimi 3 kişiden bahsediliyordu. Birisi şehit düşen Abdurrahman Kızıl ki herkes ona Xalo diyor. Biri de Xoca (Necmettin Demiralp). Öğreniyorum ki Xoca, Xalo’nun en yakın yoldaşı. Xoca, Bingöllü 67 yaşında, devletin gözaltı ve baskısından dolayı yurt dışına çıkmak zorunda kalmış. 15 yıldır hemen hemen her gün Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezinde bir araya gelip sohbet ediyorlarmış.
EYLEM HABERİ VERİLMEDİĞİNDE KIZARDI
Xoca, yoldaşını şu sözlerle anlatıyor: "Ortak duygularımız yurtseverlikti. Çalışmalarda tanıştık. Abdurrahman'ın çok güçlü yurtseverlik damarı vardı. Çok ilkesel yaklaşan bir arkadaştı. En son söylemesi gerekeni en başta söylerdi. Bundan dolayı bazen insanlar kırdığı da oluyordu. Aramız çok iyi olduğu için onu bazen eleştiriyordum. Biraz politik davran diyordum. Benim 'çizgim nettir diyordu.' Yurtseverlik çizgisinden asla taviz vermezdi. Dernek ya da dernek çevresinde mutlaka her gün görüşür sohbet ederdik. Bazen işim olduğumu söylesem bana kızardı, mutlaka bir araya gelirdik. Çok sıcak bir arkadaşlığımız vardı. Zaman zaman Avrupa merkezli eylemlerde kendisine söylemeyi unutuyordum. Eğer o eylemi duyup gelmemişse, daha sonra gelip bana kızardı ‘nasıl haber vermezsin’ diye. Bu dönemde eylem haber verilmediği için kızan ve sahip çıkan çok insan yok artık. Xalo köklü yurtseverlik duygularına sahipti."
ÖLME KAYGIMIZ YOK, ÖZGÜRLÜĞÜN BEDELİ AĞIR
Xalo'nun sağlık sorunlarına dikkat çeken Xoca, "Derneğe her gün uğrar, çayını kahvesini içerdi. Son yıllarda kanser hastasıydı ve tedavi görüyordu. En ufak bir korkusu yoktu. 'Kanser ne ki ben yenerim, siz korkmayın’ diyordu. Tedavi gördüğü hastane bu çevredeydi. Randevularından önce ya da sonra derneğe uğramadan gitmezdi. Katliamın olduğu gün bende 15 dakika gecikmeyle derneğe gittim. Abdurrahman’la beraber bende şehit olabilirdim. Bizim ölme kaygımız yok. Özgürlük istemenin bedeli ağırdır" diyor.
KÜRTLER DEMOKRASİYİ SAHİPLENMİŞ BİR HALKTIR
Xoca, sözlerini şöyle noktalıyor: "Bu cinayetlerin üstünün örtülmemesi için çalışacağız. Kürtler demokrasiyi sevmiş ve sahiplenmiş bir halktır. Gerçeklik budur. Yaratılışları gereği mi, yoksa tarihten aldığı geleneğinden midir bilmiyorum ama Kürt halkı herkes için demokrasiye sahip çıktı. Yine dünyayı DAİŞ'ten kurtaran Kürt halkıdır. Bizim müttefikimiz halklar olmalıdır. Bu şekilde devletlere geri adım attırabiliriz."
Kaynak: Yeni Özgür Politika