İstanbul’dan Mardin’e yaptığı otobüs yolculuğunun hiç bitmeyeceğini sandığı anda yanına gelen bir milis, onu özel bir araca bindirdi. Araç Kürdistan dağlarına doğru sürmeye başlandığında, sıra dışı yolculuğunun henüz en başında olduğunu fark etti. Aç karnıyla bozuk yollarda ilerlerken, her sarsıntıda kalbi yerinden çıkacakmış gibi hissediyor, araç dağlara doğru tırmandıkça heyecanı kat be kat artıyordu. Fakat onun düşündüğü tek şey, aylardır hayalini kurduğu vuslata erme anı idi.
Uzun süren bir yolculuktan sonra nihayetinde araç, ağaçlık bir arazide durdu. İçi içine sığmıyordu. Derken Milis, birkaç kez ıslık çaldıktan sonra ağaçların arasından önce yaklaşan bir ayak sesi duyuldu, ardından da bir gerilla göründü.
Koğuştaki birkaç genç arkadaş toplanmış, yaşadığımız en heyecanlı anları paylaşıyorduk. Sıra ona geldiğinde anlattıkları, yaşadıklarımızın ne kadar sıradan hikayeler olduğunu gösterdi. Bu yüzden üniversite maceralarımızı anlatamaz hale geldik. Normal zamanlarda asla kendisinden bahsetmezdi ama o gün özel bir gündü. Biz de bunu fırsat bilip anının devamını getirmesini istedik. Bizi kırmadı.
Biz kampüste bir faşist kovalamayı gururla anlatılacak bir başarı sayarken, o yüzlerce kez işgalcilerin pususundan kurtulmuş, defalarca yanı başındaki yoldaşlarının son nefesini verişine şahit olmuş, doğanın çetin şartlarına karşı yılmadan direnmiş ve düşmanın vahşi planlarına karşı onlarca kez ölümle burun buruna gelmesine rağmen hayatta kalmayı başarmıştı.
Bagok’taki gerillaların arasında kaldığı birkaç günü anlattı. Orada bulunurken, yeni katılım sağlayacak arkadaşları bekledikten sonra Cûdî’ye doğru uzun bir yolculuk yapmışlardı. Bagok’tan Cûdî’ye zor şartlar altında, günlerce yürüdükten sonra ulaşmışlar. Cûdî’ye ulaştıklarında karnı çok acıkmasına rağmen yoldaşları, “Önce yemek mi yoksa kıyafet mi istersin” diye sorduğunda o, “Önce gerilla olmak isterim” demiş. Cûdî dağında ilk gerilla kıyafetlerini giymesi bu şekilde olmuş.
Anlatırken gözleri parlıyor, yüzü tebessümle doluyordu. Onun bu sıcaklığını gören bir gerilla, “Sana komutan yemeği getireceğim” dedi. Fakat o gün gerilla iken ‘komutan menüsü’ diye tarif edilen kavrulmuş salçanın tadını hiçbir yemekte bulamamıştı.
Heybetli Cûdî’deki birkaç haftalık misafirliğinden sonra Başûrê Kurdistan’a geçmişti. Onun deyimiyle yeni savaşçıydı. Eğitimden geçmesi gerekiyordu. Orada kaldığı süre zarfında hem silahlı hem ideolojik bir eğitim almış hatta Bêrîtan filminde oynamıştı. Ona filmde hangi rolde oynadığını sorduğumuzda, utangaç bir gülümsemeyle “kuş olup uçan grubun içindeydim” dedi. Filmin bir sahnesinde, Bêrîtan, bir grup yeni gerillaya eğitim verdikten sonra Fedakar adlı gerillaya takılarak, “Fir bidin, fir bidin, bifirin” diyerek gerillalardan kollarını açıp uçmalarını istemişti. İşte o da yeni grubun içinde özgürlüğe kanat çırpanlardandı.
Bir süre sonra Bakur Kurdistan’ına düzenlemesi yapılınca Komutan Atakan Mahir’in yanına, Dersim Eyaletine gönderilmişti. Yıllarca Dersim Eyaleti başta olmak üzere birçok alanda işgalcilere karşı kahraman yoldaşlarıyla birlikte direniş sergilemişti. 2008 yılında gittiği İstanbul’da birkaç arkadaşı ile eylem hazırlığında iken ihbar edilmesi sonucu yakalandığında gözaltında iken ağır işkence görmesine rağmen, partisinin direniş mirasına sımsıkı sarılarak teslim olmamıştı. Bir süre İstanbul’daki cezaevlerinde tutuklu kaldıktan sonra birkaç arkadaşıyla Diyarbakır D Tipi Cezaevi’ne gönderilmişti.
Koğuşta bulunduğum esnada girişteki gardiyanların “Yeni birini getirdik!” diye seslenmesiyle kapıya yöneldiğimde onu ilk kez gördüm. Henüz içeri adımını atmadan “Burası taraflıların mı, tarafsızların mı koğuşu” diye sordu. Bizim taraflı koğuşu olduğumuza emin olduktan sonra içeri adımını attı. İlerde bu anı hatırlattığımızda, “Dekûdolabên dijmin zehf in. (Düşmanın oyunları çoktur) Önlem almak gerekir” diyordu. Yaklaşık bir yıl aynı odada kaldık. Birlikte eğitimlere katılır, tartışmalar yürütür, futbol ve satranç oynardık. Gerçi o satranç hocamızdı. Aynı yaşta olmamıza ve biz üniversiteden cezaevine girmemize rağmen o parti, Kürdistan ve dünya siyasal tarihine çok hakimdi. Her soruya o cevap verir, çok güzel yazı yazardı. O dönem bir arkadaşın kitabını temize çekmek için de aramızdan o seçilmişti.
O günlerde, gece saatlerinde televizyonda Prison Break adlı dizi vardı. Birlikte izler ve cezaevi kaçış planları hakkında konuşurduk. Tabii biz sohbet olsun diye konuşulduğunu zannederken onun öyle düşünmediğini, 25 Eylül 2013’te TV’lerde geçen son dakika haberiyle öğrendik. Bingöl M Tipi Kapalı Cezaevi’nde 18 PKK’li tutsak tünel kazarak cezaevinden firar etmişti. O dönem yine çözüm süreci tartışmaları vardı. Firardan sonra çoğu kişi durumu esprili bir şekilde “Tutsaklar geri çekilme kararını gerçekleştiriyor” diye yorumlamıştı. Firar eden direnişçilerin isimleri okunduğunda onunkini duyunca gülümsedik. Fakat ne yazık ki çok sürmeden cezaevinden 20 kilometre uzaklıkta yakalanmışlardı. Ancak o birkaç günlük firar sürecinde bile ülke gündemi sarsılmıştı. 16 arkadaşı tekrar yakalandıktan sonra hepsi farklı cezaevlerine gönderildi. Onu yine Diyarbakır D Tipi Cezaevine gönderdiler. Tabii onun aklında hala yarım kalmış firar eylemi vardı ve mutlaka yapacaktı.
Tarihler 5 Mart 2016’yı gösterdiğinde yine bir son dakika haber ülke gündemine düştü. Bu kez Diyarbakır D Tipi Cezaevinde bulunan 6 PKK’li tutsak firar etmişti. Tabii çok geçmeden yine onun başı çektiğini öğrendim. D Tipi Cezaevinin yüksek güvenlikli olduğunu herkes bilir, firar etmek neredeyse imkansızdır. Ancak o ve arkadaşları o duvarları aşmıştı; fırça, paspas sopaları ve çamaşır ipi kullanarak kendilerine bir merdiven yapmışlar. O yüksek, tel örgülü duvarlara ve 7/24 nöbet tutan askerlere rağmen sorunsuz bir şekilde duvarı tırmanarak firar etmeyi başarmışlardı. Yalnızca filmlere ve romanlara konu olabilecek imkansız kaçış planlarını yine o hayata geçirmişti. Bu sefer herkes geçen seferki gibi yakalanmamaları için dua ediyordu. Ama o artık firar konusunda tecrübeliydi. Bu yüzden sağ salim bir şekilde Başûrê Kurdistan’a geçtiler.
Biz öğrenci grubu tahliye olduktan sonra da onunla bir süre mektuplaştık. Mektuplarında hep “beni anmak istediğinizde mektup göndermeyin, mücadeleye katkı sunun” derdi. Aynı yaştaydık. Ve bizi çok etkilemişti. PKK’li kimdir, nasıl PKK’li olunur, PKK kişiliğini kim temsil ediyor diye sorulduğunda aklıma hep o gelirdi. Çünkü samimiyeti, mütevaziliği, cesareti ve bilinci ile romanlarda okuduğumuz veya anlatılan gerillanın canlı bir sembolü idi.
O, tüm zorlu şartlara rağmen üçüncü kez yüzünü özgür dağlara çevirmeyi başardı. Her anını Kürdistan mücadelesini yükseltmekle geçiren Devrim Kavak’ın (Şoreş Amed) sonsuzluğa yürüdüğünü öğrendim. Böylelikle Devrim, şehit amcasından aldığı silahı ve babasının direniş bayrağını en ileriye götürdü.
Anısı ve mücadelesi önünde saygı ile eğiliyorum.