1. Dünya Savaşı’nın, sosyalist devrimlere yol açtığını; 2. Dünya Savaşı’nın, sosyalist mücadelenin yaygınlaşmasının, ulusal kurtuluş mücadelelerinin kazanmasının, ekolojist, anarşist ve feminist mücadelelerin gelişmesinin önünü açtığını hatırlatan KJK Yürütme Konseyi Üyesi Çiğdem Doğu, 3. Dünya Savaşı’nın ise kadın devriminin ve kadın öncülüğünde gelişen devrimlerin önünü açtığını söyledi. Bu devrim sürecinin, demokratik, sosyalist, ekolojist, anarşist, feminist, demokratik kültürel ve inançsal grupların, kesimlerin birleşik mücadelesini ifade ederken, bunun öncülüğünü de kadınların yaptığını kaydeden Çiğdem Doğu, “Savaşa karşı direniş ve barış dinamiğini esas olarak bu kesimler oluşturur iken, buradaki en öncelikli ihtiyaç, bu parçalı duran dinamik güçlerin ortaklığını sağlama ihtiyacıdır. Biz kadınların bir de böyle tarihi bir sorumluluğu bulunmaktadır. İşte Dünya Demokratik Kadın Konfederalizmi stratejisi, aynı zamanda böyle tarihi bir rolü oynamakta da yapıcı ve işlevsel bir güce sahiptir” diye konuştu.
KJK Yürütme Konseyi Üyesi Çiğdem Doğu, ANF’nin sorularını yanıtladı.
Dünya kapitalist sistemlerinin ve ulus devlet rejimlerinin halkların, kadının ve doğanın soykırımı pahasına Ortadoğu ve dışına yaydıkları 3. Dünya Savaşı karakterine dair neler belirtmek mümkün; hangi yöntem, taktik ve stratejiler üzerinden ilerliyor?
Dünya savaşları, insanlığın zihnine dört yıllık bir zaman aralığına sıkıştırılmış, devletlerin karşılıklı ittifaklar halinde birbirine karşı resmi savaş ilan ettiği ve savaştığı, geniş bir coğrafyada milyonlarca insanın öldüğü, büyük zararların yaşandığı süreçler olarak yerleşmiştir. İki dünya savaşının yaşanma biçimi böyle olduğu için 3. Dünya Savaşı’na da benzer biçimde yaklaşılmakta; bu da benzer bir şablonla ele almaya yol açmaktadır. Bilindiği gibi her iki dünya savaşı, ezilenlerin sosyalist, demokratik ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin başarıya ulaşmasına, kalıcı kazanımlar elde etmelerine yol açmıştır.
Kapitalist modernite güçleri açısından çıkarılması gereken en önemli sonuç, 3. Dünya Savaşı’nın ezilenlerin, toplumların olası kazanımlarının önüne geçme temelinde gerçekleşmesidir. Hem kendi sermaye çıkarlarına göre dünyaya yeni bir dizayn verme hem de bu dizayn stratejisini uygularken halkların, ezilenlerin var olan mücadele gücünü tasfiye etme, olası potansiyel mücadele dinamiklerini erkenden etkisizleştirme gibi bütünlüklü bir yaklaşım vardır. Bu nedenle savaş, bir üç-dört yıl aralığına sıkıştırılamayacak kadar uzun süreli, bazı ülkelerle sınırlandırılamayacak ve tek bir yöntemle ele alınamayacak kadar zengin yöntemlerle ele alınmaktadır. Savaşın cereyan ettiği coğrafya ise yer yer daha görünür ve şiddetini gösterecek biçimde bazı alanlarda daha yoğunlaşırken, esasta farklı biçimlerde de olsa her yerdir.
SAVAŞI DERİNLEŞTİREREK YAYGINLAŞTIRIR
Soğuk savaş yöntemlerinden sıcak savaş yöntemlerine kadar, sert gücün kullanımından yumuşak güce kadar, ulus devletlerden devlet dışı yapılanmalara kadar, fiziki ve özel savaşın her türlü yöntem ve aracı 3. Dünya Savaş sürecinin esaslarını oluşturur. Bu savaş, kapitalist modernitenin bir bütün toplumlara, doğaya ve kadınlara açmış olduğu savaş olarak karakter kazanır ve böyle yürütülür. Yine sürece yayılarak uzun süreli olması da diğer önemli bir karakteridir. Bu nedenle de kapitalist modernite iktidar güçleri, merkezi uygarlığın tüm iktidar birikim ve tecrübesini de kendine katarak savaşı derinleştirerek yaygınlaştırır. Küresel sermaye, ulusal sınırları aşan yeni sistemini dizayn ederken ustalıklı bir biçimde her türden milliyetçiliği, dinciliği, cinsiyetçiliği ve bilimciliği kullanır. Aslında bu dörtlüye, yerele dayanmayan içi boş evrenselcilik yöntemi de eklenebilir.
SAVAŞI GÖRÜNMEZ KILMANIN ÖNEMİ
Kapitalist modernite güçlerinin, sermayenin küresel dolaşımına engel teşkil eden ulus devlet yapılanmasını, kendisine zarar vermeden, herhangi bir biçimde ezilenler açısından devrimsel gelişmeye yol açmadan stratejisini yürütebilmesi için savaşı görünmez kılması çok önemlidir. Bu nedenle milliyetçilik, dincilik, cinsiyetçilik ve bilimcilik, ulus devletler bünyesinde ne kadar ustalıklı bir biçimde kullanılırsa şiddetin dünya savaşı karakteri de o kadar görünmez hale gelir. Bir coğrafyada yoğunluklu şiddet kullanımı, savaşı daha görünür hale getirir, ancak şiddetin her ulus devlet bünyesinde parçalı bir biçimde uygulanması bunun önüne geçer. Açık bir savaş hali, toplumları, ezilenleri domine eder, daha bütünlüklü ve güçlü bir mücadele stratejisi geliştirmesinde rol oynar. Toplumlar açıktan gördükleri bir savaş karşısında daha hızlı ve güçlü reaksiyon gösterirler.
ACIMASIZ BİR BİÇİMDE İŞLETİLİYOR
İşte bahsettiğimiz toplumlara, kadınlara ve doğaya karşı açılmış bir savaş olan 3. Dünya Savaşı, yaklaşık 30 yıldır bu biçimde yürütülmektedir. Adını koymadan, görünür kılmadan, ulus devletlerin iç bünyesiyle ve kimi hasımlarıyla sınırlı bir durummuş gibi bir algı yaratılarak bu savaş yürütülmektedir. Çok akıllıca ve çok acımasız bir biçimde bu süreç işletilmektedir. Bu anlamda şimdilerde herkesin “3.Dünya Savaşı başladı, başlıyor” biçiminde tartıştığı 3. Dünya Savaşı’nın, aslında ABD’nin Irak’ı hedeflediği 1990’lı yıllarda başladığını belirtmek önemlidir. Önder Apo bu tespiti çok uzun yıllar önce yapmıştı, bu tespitin stratejik değeri şimdilerde çok daha iyi anlaşılmaktadır. 7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e dönük geliştirdiği saldırının ardından İsrail’in süreklileştirdiği savaş, 3. Dünya Savaşı’nın yeni bir dönemi olarak yaşanmaya devam etmektedir. Nitekim Netanyahu’nun 7 Ekim’in ardından ilk yaptığı açıklamalarda haritaların değişeceğini ifade etmesi ve yaşanan durumlar, bunun net göstergesi olmaktadır.
Haritaların değişimi söylemini salt politik bir anlamla sınırlı ele almak pozitivist bir yaklaşım olur. Hegemon sistemin haritaları, yeni enerji yollarının hesabı, jeostratejik ve jeopolitik hesaplar, esasında toplumların, kadınların, çocukların katliam haritasıdır. Bunu hiçbir zaman akıldan çıkarmamak gerekir.
Bu savaş, cinsiyetçiliği hangi ölçüde körüklüyor, hangi şekillerde besliyor; milliyetçilik, dincilik, cinsiyetçilik, bilimcilik gibi faşizmi besleyen politikalar günümüzde kadının varlığını ve kimliğini ne şekillerde etkiliyor?
Küresel sermayenin esas hedefi, toplum iradesini çökertmektir, toplum ise her şeyden önce kadın demektir, kadın da yaşam demektir. Burada sermaye, erkek egemen eksenliyken, toplum da kadın eksenlidir. Toplumsal yaşam, ahlaki politik yaşamdır ve ahlaki politik yaşamı ayakta tutan, yürüten ve ayaklandıran da kadının kendisidir. Maddi ve manevi anlamda toplumsal yaşamın anası kadındır. Şüphesiz ki egemenliğin ilk uygulandığı saatlerden günümüze kadar toplum iradesini köreltmenin esas stratejisi, kadın iradesini köreltmeye dayanmıştır. Bu açıdan bir tarih ve bu tarihin yaratmış olduğu bir erkek egemenlikli iktidar tecrübesi, külliyatı vardır. Bu birikim ve tecrübenin kendisi sabit olmakla birlikte erkek egemenlikçi sermayenin gelmiş olduğu düzey ve tüm sınırları aşma ihtiyacı, her zamankini aşan yöntem ve politikaları gerektirmektedir.
ÖRGÜTLÜ DİRENME GÜCÜNÜ YOK ETME
Sorduğunuz soru tam da bu noktada cevabını bulmaktadır. 3. Dünya Savaşı, uzun süreli olarak toplum iradesini, dolayısıyla kadın iradesini her anlamda bitirmeye ve bunun üzerinden hegemonyasını inşa etmeye dayandığına göre; o zaman milliyetçilik, dincilik, bilimcilik ve cinsiyetçilik esas silahlar haline gelmektedir. Bu dört unsur, hibrit savaşları da denilen savaşlar, hem fiziki ve hem de özel savaş unsuru olarak muazzam bir rol oynarlar. Bunlar toplumu atomlarına kadar ayrıştırıp parçalayarak özellikle de kadın üzerinden ahlaki-politik gücü zayıflatır, egemen erkek karakterli sermaye iktidarına örgütlü olarak direnemeyecek hale getirir. Tüm bu kutuplaştırıcı, parçalayıcı ideolojik yöntemleri uygulayarak toplumları, kadın ve erkekleri, dinleri, ulusları, bireyleri karşı karşıya getirir, birbirleriyle savaştırır, bu savaşın atmosferinde de manevi ruhsal olarak ahlaki politik gücünü alabildiğine geriye düşürür. Ahlaki politik yaşam ilkesi, toplum olma bilinci zayıfladığında zaten direnme gücü de kalmaz.
TOPLUMA VE DOĞAYA AÇILMIŞ SAVAŞ
Bu nedenle 3. Dünya Savaşı’nın, esas olarak kadınlardan başlayarak topluma ve doğaya açılmış bir savaş olarak değerlendiriyoruz. Bu savaşın adı çok bilinçli bir biçimde konulmamakta, adeta görünmez kılınmaktadır. Şimdi dünya genelinde, Ortadoğu ve Kürdistan genelinde yaşanan bin bir yüzlü kadın katliamlarını savaş tanımı dışında neyle tanımlayabiliriz ki? Hangi dönemde bu kadar yoğun kadın katliamları, doğa katliamı, toplumsal bozulma, yaşamın yozlaşması yaşanmıştır? En genel ve kaba bir bakışla bile dünyanın hemen her coğrafyasında, her metrekaresinde muazzam bir kadın kırımıyla karşı karşıya olduğumuzu çok net görüyoruz. Kadına uygulanan bu savaş şiddetinin sadece bazı ‘geri kalmış’ ülkelerde yaşandığının, bireylerden kaynaklı yaşandığının iddia edilmesi koca bir yalandan ibarettir. Kadına karşı yürütülen savaşın görünmemesi için böyle bir özel savaş da yürütülmektedir. Biz çok iyi biliyoruz ki; egemen güçler toplumlardaki ulusal, dinsel, mezhepsel, kültürel farklılıkları milliyetçilikle, dincilikle kışkırtarak aslında erkek egemen şiddeti kışkırtmakta, çatışma ortamlarını yaratarak kadın kırımını olağan bir hale getirmektedirler.
Bugün Türkiye’de, Yemen’de, Sudan’da, Etiyopya’da, Libya’da, Afganistan’da vb. ülkelerde yaşanan kadın katliamları ve sömürüsünü ele aldığımızda, bu yöntemlerin nasıl uygulandığını ve sonuç aldığını çok net görebiliyoruz. Öte yandan kapitalist modernitenin gelişmiş ülkeler diye nitelendirdiği, sıcak çatışmanın yaşanmadığı yerlere baktığımızda da artık bu yöntemlerin daha görünür biçimde uygulandığını ve kadınlara saldırıldığını görüyoruz.
KADINLARA SAVAŞIN TAKTİK İZDÜŞÜMLERİ
Tabii burada çok önemli bir husus, kadına karşı yürütülen savaşı sadece milliyetçiliğin, dinciliğin kışkırtılması sonucu ortaya çıkan çatışmaların sonucuyla sınırlı ele almama konusudur. Burası gerçekten de çok önemlidir. Çünkü savaşın özel yönünü, yani kadını fiziki olarak öldürmeyip de kadın bedeninin ve ruhunun tamamen bir pazar metası haline getirilmesi yönünü göremezsek, 3. Dünya Savaşı stratejisini eksik ve dolayısıyla yanlış ele almış oluruz. Kadın emeğinin değersizleştirilmesinden tutalım da kadın fiziğine ait her organın bir cinsel meta haline getirilmesi, kadınlığın alabildiğine küçültücü, aşağılayıcı bir düzeye getirilmesi, estetik operasyonlarla kadın bedeninin bir operasyon sahası haline getirilmesi, kaç çocuk doğuracağından nasıl giyineceğine, yaşayacağına kadar her şeyinin hegemon erkeklik tarafından belirlenmesi, geleneksel kadınlık ile erkekleştirilen kadınlık arasında ve daha da ayrıntılandırılabilecek ikilemler arasında sıkıştırılması, kadınların her an karşı karşıya kaldıkları savaşın taktik izdüşümleridir. Elbette ki parça parça olduğu için toplam şiddeti tam görülmemektedir, ancak bu parçalı uygulanan fiziki ve manevi operasyonları toplasak atom bombası niteliğinde bir şiddet düzeyi ortaya çıkar. Bu savaş kadında, kadının fiziğinde, psikolojisinde, maneviyatında, ilişki dünyasında korkunç parçalanmalar yaratmaktadır. Fiziği ve dünyası parçalanan kadın ise parçalanan toplum, parçalanan doğa anlamına gelmektedir. Zaten bu nedenle dünyamız aşksız, ışıksız, anlamsız bir dünya haline gelmiştir.
3. Dünya Savaşı olarak adlandırılan süreç, Filistin, Lübnan, Kürdistan, Ukrayna somutunda olduğu gibi soykırım, demografi değişimi yaratacak denli toplu göç, katliam ve yıkıma yol açıyor. Bu süreç karşısında dünya kadınları nasıl bir mücadele ve politik hat izlemeli; savaşa karşı direniş cephesinin dinamikleri kimler?
Her şeyden önce çok ciddi, sistemsel ve süreklileşen bir savaşın var olduğunu anlamak, bu anlamda kimin ve neyin kadına düşmanlık yaptığını iyi çözümlemek çok önemlidir. Filin bir ayağını görüp tanıdığımızda nasıl ki o ayak fili ifade etmiyorsa, erkek egemenliği de farklı ve parçalı versiyonlarıyla ifade edilemez. Buradaki bütünlüğü ve sürekliliği görmek esastır. Zaten sistem olmanın en belirleyici yanı da bu olmaktadır.
ÇÖZÜM ÜRETİLMESİ GEREKEN ALANLAR
Dolayısıyla bu noktada kadın hareketleri olarak dünya ölçeğinde erkek egemenliğinin geliştirdiği savaşı bin bir yüzüyle görmek ve tanımlamak, bu doğrultuda mücadele strateji ve taktiklerini belirlemek acil bir görev olmaktadır. Filistin, Kürdistan, Lübnan, Afganistan, Sudan, Etiyopya, Yemen, Ukrayna vb. gibi çatışmalı bölgelerden tutalım bu tarzda çatışmaların olmadığı diğer ülkelerdeki kadına dönük çeşitli biçimlerdeki kırım operasyonlarını, aynı madalyonun iki yüzü olarak görüp bütünlüğü içindeki farklılıkları tespit ederek yol haritası belirlemek, bu konuda ortaklaşarak ve iş bölümlerine giderek mücadele etmek gerekmektedir. Çatışmaların yarattığı yoksulluk, hastalık, göç, ekolojik krizin yarattığı hayati sorunlar, geleneksel cinsiyetçi saldırılar, kapitalist modernitenin bilimciliği de kullanarak geliştirdiği sömürü ve kırım saldırıları, kadın kimliğinin sadece kadın cinselliğinden ibaret hale getirilerek cinsiyetçiliğin korkunç biçimlerde kışkırtılması, kadın-erkek ilişkilerinin gelmiş olduğu felaket düzey, aşkın bataklıklarda sürünüyor olması, aileden başlayarak toplumsal ilişkilerin ahlaki-politik özünü yitirip yozlaşması, maddileşmesi vb. sorunlar, çok ciddi ele almamız, çözümler ve politikalar üretmemiz gereken alanlar olmaktadır.
KADINI MÜLK EDİNMENİN DIŞINDA YOL TANIMIYORLAR
Kadınlar emeğiyle, fiziğiyle, canıyla, kimliğiyle her şeyiyle erkeğe mahkum hale getirilmiştir. Bazen görünen, çoğu kez de görünmeyen kafeslere hapsedilmiştir. Kapitalist sistemin dünyaya hegemon olma emeli ve ameli, bu sisteme dahil olan erkek bireyleri de hegemonikleştirmekte, bu nedenle kadına her açıdan sahiplenme, mülkü yapma emel ve amelini kamçılamaktadır. Katledilen, ezilen, sömürülen kadınların çok büyük bir oranında fail erkekler ya eşleridir, ya sevgilileridir ya da aileden baba, abi gibi yakın akrabalarıdır. Hakim olma dürtüsü cinsiyetçilikle o denli kışkırtılmıştır ki erkekler kadına yüzde yüz sahip olmanın, mülk edinmenin dışında başka bir yol tanımamaktadır. “Ya benimsin ya toprağın” kuralı erkek devletlerden, kurumsal yapılarına, erkek bireylere kadar bütünlüklü bir biçimde yürürlüktedir.
DAYATILAN KADERİ DEĞİŞTİRMENİN TEK YOLU
Dolayısıyla mevcut bu durum kadın hareketleri olarak bizlere hem kadınların öz savunmasını sağlayacak ve hem de özgür-eşit bir yaşamı inşa edecek bir strateji geliştirmesini dayatmaktadır. Bu stratejinin de yerelden evrensele doğru bütünlüklü birleşik bir karakterde olması can alıcı bir önemdedir. Farklılıkları atomize edip homojenleştiren ve bu anlamda iradesizleştiren erkek egemenlikli kapitalist sisteme, onun çeşitli versiyonlarına karşı sonuç alıcı mücadele, ancak farklılıklarını zenginlik olarak gören, kendini ötekiyle buluşarak-örgütleyerek büyüten kadın örgütlenmesiyle gerçekleşebilir. Şüphesiz ki tüm bunlar da önce kendi varlığını devam ettirerek, yani yok edici bu sisteme karşı kendini örgütlü biçimde savunarak mümkün olabilir. Bedenlerimiz tecavüz edilmeye, katledilerek toprak altlarında, barajlarda, göl kenarlarında, parça parça edilmiş olarak çöp torbalarında bulunmaya mahkum değildir. Emeğimizin, bedenimizin, ruhumuzun her bir parçasının sömürülmesi, aşağılanması, küfür nesnesi haline getirilmesi bir kader değildir, ancak bir kader gibi dayatılmaktadır. Dayatılan bu kaderi değiştirmenin tek yolu, kadın öz savunmasını bilinçli, örgütlü, sistemli ve sürekli bir mücadeleyle geliştirebilmektir. Ki bu hedefin, Dünya Demokratik Kadın Konfederalizmi ile gerçekleşebileceğine inanıyor, savunuyoruz.
BİRLEŞİK MÜCADELENİN ÖNCÜ KADINLARDIR
1. Dünya Savaşı, sosyalist devrimlere yol açtı. 2. Dünya Savaşı, sosyalist mücadelenin yaygınlaşmasının, ulusal kurtuluş mücadelelerinin kazanmasının, ekolojist, anarşist ve feminist mücadelelerin gelişmesinin önünü açtı. 3. Dünya Savaşı ise kadın devriminin ve kadın öncülüğünde gelişen devrimlerin önünü açmaktadır. Bu devrim süreci, demokratik, sosyalist, ekolojist, anarşist, feminist, demokratik kültürel ve inançsal grupların, kesimlerin birleşik mücadelesini ifade ederken, bunun öncülüğünü de kadınlar yapmaktadır. Savaşa karşı direniş ve barış dinamiğini esas olarak bu kesimler oluşturur iken, buradaki en öncelikli ihtiyaç, bu parçalı duran dinamik güçlerin ortaklığını sağlama ihtiyacıdır. Biz kadınların bir de böyle tarihi bir sorumluluğu bulunmaktadır. İşte Dünya Demokratik Kadın Konfederalizmi stratejisi, aynı zamanda böyle tarihi bir rolü oynamakta da yapıcı ve işlevsel bir güce sahiptir.
Kapitalist modernitenin yaşadığı kriz ve kaos ortamı fırsatlar da yaratıyor. Kadınlar bu ortamdan nasıl yararlanabilir; savaşlara karşı nasıl, hangi şekillerde pozisyon almalı?
Biz kadınlar sömürü karakterli her türlü savaşa karşıyız, bahsini ettiğimiz 3. Dünya Savaşı’na da karşıyız, ancak evrenin ve hayatın temel bir diyalektiği de öz savunmayı geliştirmektir. Bu çok basit ve sade doğruyu en ilkel canlılar bile şaşmaz bir biçimde yerine getirmektedirler. Kadına, kadın üzerinden topluma, doğaya, yaşama karşı geliştirilen bu savaşa karşı öz savunmamızı geliştirmekten daha doğal bir şey olamaz. Erkek egemenliğinin bu şiddet canavarına karşı sadece söylemle, sadece bir-iki günlük protestolarla baş edemeyeceğimiz açıktır. Elbette ki bu eylem biçimlerini basitleştirmiyoruz, ancak tek başına yeterli olamayacağını vurgulamak istiyoruz. Bu savaşın, kadın kırımının önünü alan, caydıran ve nihai olarak aşan bir öz savunma stratejisini ve sistemini oluşturmak esas bir noktadır.
KADINLAR SAVAŞA KARŞI TUTUM ALMALI
Bunun için geliştirilen milliyetçi, dinci, cinsiyetçi ve bilimci saldırılara karşı birleşik bir mücadele stratejisini geliştirmek gerekir. Şu anda fiili olarak çatışma bölgelerinden örnek verecek olursak; Ukrayna-Rusya savaşında Ukraynalı ve Rusyalı kadınlar, bu devletlerin milliyetçi çatışmasını kabul etmek, bu milliyetçi politikalara dahil olmak zorunda değildir. Nihayetinde erkek egemenliğinin bir iç hesaplaşmasıdır ve bu iç hesaplaşmadan onlar kazançlı çıkmaya çalışmaktadır, hangisi kazansa da kaybeden kadınlar, analar, çocuklar ve toplum oluyor, doğa oluyor. O zaman neden Ukraynalı ve Rusyalı kadınlar bu gereksiz savaşa karşı tutum almasınlar, neden ortak bir ses olup engel olmasınlar ki? Türkiyeli kadınlarla Kürt kadınlarının Demokratik Cumhuriyet temelinde birleşip yürüyen bu sömürgeci savaşa ortak tavır koyması, demokratik, özgürlükçü ve eşit bir cumhuriyeti inşaya yönelmesi, tarihin gidişatını kökünden etkileyecek bir etkiye sahip olmaz mı?
Savaşan devlet iktidarları, o ülkenin tüm manevi ve maddi kaynaklarını, değerlerini, gençleri, kadınları, çocukları, ekonomiyi, her şeyi kullanırlar. Kadınlar, devletin ulusal duyguları da kullanarak tükettiği bu maddi ve manevi kaynakları kesmeye, kadınlar başta olmak üzere toplumu bir bütün harekete geçirmeye çalışsalar, kader değiştirici olurlar. Bu anlamda milliyetçiliğe karşı kadınların barış politikası, demokratik ulus perspektifiyle kadınların birleşik politik ve öz savunma gücünü örgütleme temelinde gelişmelidir. Türk ve Kürt kadınları ile diğer halklardan kadınlar, Demokratik Ulus ve Demokratik Konfederalizm temelinde bir bütünleşmeyi yakaladıklarında 3. Dünya Savaşı’nın asıl alternatif barışçıl gücü açığa çıkacaktır.
KADINLAR KENDİ ALTERNATİFİNİ OLUŞTURABİLİR
Yine dinciliğin parçalayan ve düşmanlaştıran, çatıştıran politikalarına karşı da farklı halklardan, farklı inançlardan kadınlar Demokratik İnanç çatısı altında bu bitip tükenmek bilmeyen din savaşlarına karşı durabilir, bunun önünde bir bariyer olup Demokratik İnanç alternatifini bir güç haline getirebilir.
Cinsiyetçiliğin beslendiği tüm kaynakları, ideolojik, politik, ekonomik, askeri, sosyal, kültürel ve sanatsal, hukuksal, medya vb. unsurları hem ideolojik ve hem de politik olarak güçlü tespit edip bunlara karşı negatif ve pozitif görevleri yerine getirmek, kadın mücadelesinin çok önemli bir yönünü teşkil eder. Kadın bakış açısıyla kadınlarla birlikte örgütlenerek, kendine dair kararlar alarak ve uygulayarak, cinsiyetçiliğe, erkek faşizmine meydan okunur.
Örneğin devletler tecavüzcü katil erkekleri yargılamıyor ve ödüllendiriyorsa; o zaman kadınlar kendi aralarında adalet kurumunu kurmalı, orada durumu ele alıp yargılamalı, adaleti kendisi sağlamalıdır. Ekonomik olarak yoksul kadınlar bir komün, komite etrafında bir araya gelerek kendi kendine yeter hale gelecek komünal çalışmalar yapabilir, erkeğe, patronlara muhtaç olma durumundan çıkabilir. Sağlık sorunları çok ciddidir, kadın ve çocuk sağlığı için sağlık komünleşmesi, meclisleşmesi temelinde çok güçlü çalışmalar yapılabilir, bu konuda da egemenlerin pençesinden kadınlar kurtarılabilir. Geleneksel medya, dijital medya, burada kadınların düşürüldüğü tuzaklara ilişkin bilinçlenme, teşhir, protesto etme, tavır koyma gelişebilir, kadın bakış açısıyla medya ağları oluşturulabilir. Kendi alternatifini oluşturarak bir ölçü geliştirilebilir. Benzer biçimde kültür-sanat alanında yeniden yeniden inşa edilen cinsiyetçi faşizme karşı net tavır konulup alternatifler güçlendirilebilir. Kadın bedenine faşizanca uygulanan estetik operasyonlarına dur denilip etikle buluşan estetik anlayışı inşa edilebilir. Kadınlar nasıl güzel olduklarına ve olacaklarına kendileri karar vermeli, erkekler değil. Öz savunmasını yapacak fiziki donanıma kavuşulabilir, yine bunu örgütlü bir biçimde yapmak üzere ağlar geliştirilebilir.
İHTİYAÇ DUYULAN HER NOKTADA ÖRGÜTLENME
Yaşamdan daha birçok örnek verilebilir, ancak esas anlatmak istediğimiz konu, etrafı korkunç duvarlarla kuşatılmış olan kadınlar bu kuşatmaya karşı ihtiyaç duyulan her noktada birbirlerini görmeli, hissetmeli ve birbirini bilinçlenmeyle, örgütlülükle, politikayla, öz savunmayla güçlendirecek, dayanışacak ağlar, komiteler, komünler, meclisler kurmalıdır. Bazı kadın eylemlerinde “Yalnız yürümeyeceksin” biçiminde sloganlar atılmaktadır. Biz buna şöyle bir katkı yapabiliriz: “Komiteyle yürüyeceksin”, “Komünle yürüyeceksin”, “Meclisle yürüyeceksin”! Yani öyle olmalı ki bir kadın yürüdüğünde, aslında onunla birlikte kadın örgütlülüğü de, kadın özgürlük ağları da yürüyor anlamına gelmeli. Böylesi bir iddiayla örgütlenmek ve yürümek, cinsiyetçiliğe karşı kendi kendini yöneterek mücadele etmek, kadın aydınlanmasının ışıklarını her yere saçacaktır.
Yine erkek egemen aklın zirvesi olan bilimciliğe karşı da jineolojî etrafında ortaya çıkan bilinç değerlerini, kadın eksenli teorik birikimi büyütmek çok önemlidir. Her şeyin başı bilinçlenmedir, kadın bilinç değerleriyle aydınlanmadır. Kadın bakış açısıyla ve bilimiyle hem güncelde ve hem de tarihte ortaya çıkan çarpıtmalara, bu kapsamdaki özel savaş algılarına karşı ortak bir kadın akıl gücüne ulaşılabilir. Esasta kadın hareketlerini birleşik bütünleşik bir güç haline getirecek olan da jineolojî yöntemi ve teorisiyle gelişen bilinçlenmedir, tabii ki buna feminist düşünce ve aklı da katarak belirtiyoruz. Bu bakış açısıyla gerek tarihi çarpıtmalar düzeltilebilir, gerekse de güncel dayatılan tüm kırım politikaları, özel savaş boşa çıkartılabilir ve daha da ötesi kendi alternatif değerleri geliştirilip inşa edilebilir.
ÖRGÜTLÜ İSYAN VE İNŞA MÜCADELESİ
İşte kadınların öz savunması, bu anlamda -erkek egemenlikçi sistemin tüm unsurlarına karşı- negatif mücadele görevlerini ve aynı zamanda -demokratik kadın eksenli sistemi inşa anlamında- pozitif mücadele görevlerini önümüze koymaktadır. Dikkat edilirse burada sadece bir kadının ya da bir kadın grubunun, kesiminin savunmasından bahsetmiyoruz. Bu tarz savunmayı da büyütecek ve garanti altına alacak bir öz savunma sisteminden bahsediyoruz. Kendini, kadın arkadaşlarını, çocukları, doğayı, toplumu ve bir bütün yaşamı savunan bir kadın öz savunmasıdır söz konusu olan. Bunun için de küçük büyük, basit karmaşık, yerel evrensel demeden her yerde ve her anda hepsinin iç içe geçtiği örgütlü isyan ve inşa mücadelesinin sürekli bir biçimde yürütülmesi önemlidir. “Bana ne” demeden, sıranın kendisine gelmesini beklemeden böyle kapsamı geniş bir öz savunma stratejisi, 3. Dünya Savaşı’na karşı alternatif bir barış gücünü de açığa çıkaracaktır.
KJK ve PAJK, geçtiğimiz bahar aylarında tüm kadınları, 3. Dünya Savaşı’na karşı kadını, toplumu, yaşamı, doğayı savunabilmek amacıyla öz savunma mücadelesini geliştirmeye ve ortaklaştırmaya çağıran çok önemli bir deklarasyon yayınladı. Bu deklarasyon nasıl bir karşılık buldu; böyle bir ortaklaşmanın zemin ve koşulları nasıl, hangi yöntemlerle yaratılabilir?
Nisan’da yayınlamış olduğumuz öz savunma deklarasyonu, Kürdistan’da ve Kürdistan dışında belli bir gündem oluşturdu. Kadın hareketi olarak 32 yıllık bir öz savunma tarihimiz var. Bizler yaşadığımız bu önemli ve tarihi tecrübeyi diğer kadınlarla, kadın hareketleriyle paylaşmayı çok önemli görüyoruz. Kadın açısından bu kadar ağır sorunların yaşandığı bir süreçte, üzerimize düşen roller çok fazla. Kadın hareketleri olarak bizlerin bu konuyu daha fazla gündeme alıp üzerinden tartışmamız, ortak kararlaşmalara giderek somut adımlar atmamız şarttır. Tabii bu konuyu kısa süreli veya dönemsel bir konu olarak ele almadık. Deklarasyonu yayınlarken yıl boyunca da, sonrasında da gündemleşmesi, sürekliliği sağlanması gereken bir konu olarak ele aldık. Bu açıdan çok istediğimiz düzeyde olmasa da belli yönleriyle bir gündem ve tartışma ortamı oluştu. Konu üzerinden bazı eğitim çalışmaları, tartışma ortamları gelişti. Bunlar şüphesiz önemliydi, çünkü her işin başı bilinçlenmedir. Ne kadar öz savunma bilinci gelişirse o kadar buna göre örgütlenme ve mücadele gücü de gelişir. Tabii ki sadece tartışma ve eğitimle sınırlı kalmamalıdır. Bu gündem, esas olarak koşullara göre öz savunma örgütlülüklerinin geliştirilmesi hedef ve amacını taşımaktadır.
Geçen bu süreçte Hindistan’da kadınların “Jin Jiyan Azadi” sloganıyla kadın katliamlarına karşı yükselttiği ses, geliştirdiği protestolar çok anlamlıydı. Yine Afgan kadınlarının, Latin Amerikalı kadınların, Güney Afrikalı kadınların, Beluci kadınların, Batı ülkelerinde yaşayan kadınların kadın katliamlarına karşı seslerini daha yükseltmeleri, haklarına sahip çıktıklarını haykırmaları çok önemli ve anlamlı olmakla birlikte tüm bunları öz savunma örgütlenmesiyle taçlandırmak da mutlaka gerekmektedir.
Bölgemizde ve dünya genelinde de belirttiğimiz gibi her açıdan kadına dönük saldırılar yoğundur ve ortaktır. Sorunun bütünlüklü sistemsel yapısı, çözümün de bütünlüklü sistemsel bir karakterde olmasını gerektirir. Bu nedenle bir an önce öz savunma örgütlülüklerini geliştirmemiz hayati bir öneme sahiptir. Kadın hareketleri dünyanın her yerinde yaygın olarak ve ciddi bir biçimde bu konuyu gündemine alırsa zaten herkes kendi yerelinde kendi özgünlükleri temelinde öz savunma araç ve yöntemlerini ustalıklı bir biçimde geliştirecektir.
“Kadın sesi, sözü, siyaseti, örgütlülüğü, sanatı, adaleti, eğitimi, ekonomisiyle kendini savunmalı” diyorsunuz. Kürdistan’da öz savunma anlamında yetersiz bırakılan alanlar var mıdır; bu boşluklar, yetersizlikler nasıl giderilebilir?
Kürdistan’da soykırımcılık temelinde gelişen kadın kırım politikaları çok boyutlu olarak sürmektedir. Bakur, Başûr ve Rojhilatê Kurdistan’da bunlar aleni bir biçimde ortadadır. İran rejiminin kadınlara dönük idam saldırısı hızından bir şey kaybetmeden devam ediyor. Özellikle ‘Jin Jiyan Azadî’ serhildanlarına katılan protestocuların idam edilmesi, yine rejime karşı demokratik mücadele yürüten kadınlara her gün idam cezasının verilmesi, Pexşan arkadaştan sonra Werîşe Muradî arkadaşa da idam cezası verilmesi, kadın kırım politikalarının zirvesidir. Kürdistan’ın her üç parçasında günlük olarak kadın cinayetleri, tecavüz olayları, emek sömürüsü, göç ettirme, kaybetme, fuhuşa, uyuşturucuya alıştırma, teşvik etme, ajanlaştırma, TC öncülüğünde sömürgeci devletlerin soy ve kadın kırımcı saldırıları biçiminde gelişirken, toplumda yaşanan geri cinsiyetçilik kışkırtılarak özgürleşmeye başlayan kadın iradesi bastırılmaya çalışılıyor. Kadınlar tam bir kuşatmaya alınmak istenmektedir. Rojava, Şengal ve Maxmûr gibi kadın devriminin demokratik özerk sistemle geliştirildiği alanlarda da kadın kazanımlarına, örgütlü sistemsel yapısına dönük ciddi saldırılar geliştirilmektedir.
CAYDIRICI, ENGELLEYİCİ BİR ÖRGÜTLENME VE BİLİNÇ
Şimdi tüm bunların sistematik bir biçimde yaşanıyor olması, öz savunmanın yetersiz olduğunu gözler önüne sermektedir. Evet Kürdistan’ın dört parçasında da, yurt dışındaki Kürt kadınları açısından da örgütlü Kürt kadın mücadelesi vardır ve değerlidir. Ancak ısrarla vurguladığımız gibi soykırımı esas alan bir kadın kırım saldırısı söz konusudur. Bu, sıradan ele alınamaz. Buradaki sorun, özel savaş karakterli sömürgeci erkek sistemine karşı önleyici, caydırıcı ve sonuç alıcı mücadeleyi sürekli kılabilmek, kendi alternatif gündemlerini damgasını vuracak biçimde geliştirebilmektir. Bu noktada bazen yaratıcı gündem ve yöntemleri geliştirmede, bazen de sürekliliği sağlamada yetersizlikler açığa çıkmaktadır. Kadın eksenli bilinçlenme ve örgütlenmeye ağırlık vermede sıkıntılar olabilmektedir. Yani sadece örgütlü olmak yetmiyor, kadın özgürlük çizgisinde örgütlü olabilmek esastır. Bu konularda yaşanan yetersizlikler, kadın öz savunmasını geliştirmeye de direkt yansımaktadır. Çokça gündem olan Narin cinayeti buna örnektir. Hemen ardından Rojin cinayeti yine böyle. Caydırıcı, engelleyici bir örgütlenme ve bilinç yoksa kim bu faşist erkek sistemini engelleyebilir ki?
YJA STAR’DAN GÜÇ VE İLHAM ALMAK
Tabii bu konuyla ilgili olarak şunu da belirtmek isteriz: YJA Star bir öz savunma gücüdür. Bu güç, 21. yüzyıl dünyasında NATO gibi bir gücü arkasına almış TC faşist ordusunun saldırılarına karşı direnmekte, mücadele vermektedir. Öyle normal saldırılar değildir, günlük olarak tonlarca bombanın yağdırıldığı, kimyasal, nükleer taktik bombaların kullanıldığı, DAİŞ çetesinden tutun da özel komandolara, koruculara, KDP güçlerine kadar her türden unsurun kullanıldığı bir savaş olarak yaşanıyor. YJA Star gerillaları, tüm bu güçlere karşı büyük bir cesaret, ustalık ve profesyonellikle savaşıyor. Bu, hem Kürt kadınları ve hem de dünya kadınları açısından muazzam bir örnek teşkil etmektedir. Kadınlar eğer bilinçlenir, kendine inanır ve özgün örgütlenerek mücadele ederse karşısında duramayacağı bir şey olamaz, işte YJA Star gerillaları ölüme de meydan okuyarak çağımızın öz savunma değerlerini tek tek ortaya koymaktadır. Buradan güç ve ilham almak, bu gücü toplumsal yaşamın içindeki erkek egemen devlete, erkek egemen birey ve kurumlarına karşı örgütlü kılarak harekete geçirmek bu açıdan çok önemlidir.
Diğer önemli bir konu Kürdistan’da yaşanan savaşın Türkiye halklarına ve özellikle de kadınlarına yansıması boyutudur. TC’nin soykırımcı savaşı, kışkırttığı milliyetçilik, korkunç bir faşist erkek kişiliğine yol açmıştır. Son yıllarda gerek kadınlar gerekse de çocuklar üzerinde inanılmaz sayıda ve biçimlerde gelişen saldırılar, kesinlikle AKP-MHP hükümetinin eseridir. Erdoğan’ın tek adam rejimi ve kendi şahsında geliştirdiği ‘adam’ karakteri, egemen erkekliğe rol model olmakta, faşizm bu nedenle toplumda daha da yaygınlaşıp büyük tahribatlar yaratmaktadır. Kürt halkına karşı yürüttükleri bu savaşın maliyetinden kaynaklı olarak ekonomik sorunların daha da artması, konuyu daha da karmaşık ve zorlayıcı bir hale getirmektedir. Biz buna kaos, diyoruz.
REJİME KARŞI ÇOKLU VE BİRLEŞİK KADIN MÜCADELESİ
Kürdistanlı ve Türkiyeli kadınların AKP-MHP savaş hükümetinin bu savaş politikalarına, saldırılarına karşı çıkması, her açıdan önemli olduğu kadar kadın öz savunması açısından da çok önemli bir yere sahiptir. Bu savaşın ve tek adam modelinin Ortadoğu’ya da taşırıldığını hesap ettiğimizde, konunun önemi daha da artmaktadır. Çeteler, mafyalar, Hizbulkontralar, internet katilleri, cinnet geçirenler, katliamlarıyla övünenler, şiddeti özendirenler, bunların hepsi hem Türkiye’de ve hem de TC’nin işgal ettiği alanlarda giderek normalleşiyor, hayatın bir rutini haline getiriliyor. “Susma, sustukça sıra sana gelecek” sloganı, bugün Kürdistan’dan Türkiye’ye doğru sıranın gelmesiyle doğruluğunu bir kez daha ortaya koymaktadır. Tam da böylesi bir süreçte Türkiyeli kadın hareketleriyle Kürt kadın hareketinin ortak ve birbirini güçlendiren, dayanışan ve birlikte mücadele eden çizgisini geliştirmek, harekete geçirmek çok büyük bir öneme sahiptir. Bu tek adam rejimine karşı çoklu ve birleşik kadın mücadelesiyle başarılı olabiliriz.
Çokça tartışılan 21. yüzyılın Türkiye’si ya da 101. yaşına giren Türkiye Cumhuriyeti konusunda kadınlar olarak biz de söz ve eylem kurmalıyız. Kadınların birleşik ve özgürlükçü mücadelesini geliştirerek yeni bir renk ve boyut katmalı, kadın devrimiyle örülen yeni ve demokratik bir cumhuriyeti kendi ellerimizle geliştirmeliyiz. Kadın devrimi ve öz savunması ile şekillenen bu demokratik cumhuriyet, Ortadoğu açısından da doğru bir örnek teşkil edecek, halkların, kadınların, tüm ezilen kesimlerin hak ettiği anlamlı bir model ortaya çıkacaktır. Bizlerin böyle ufku geniş bakması da çok tarihi olmaktadır.
25 Kasım vesilesiyle nasıl bir mesaj vermek istersiniz?
KJK Koordinasyonu 25 Kasım vesilesiyle ayın başlarında bir mesaj yayınlamıştı, deklarasyon niteliğindeydi ve önemliydi. 10 Kasım ile 25 Kasım arasında “JIN JIYAN AZADÎ İLE KENDİMİZİ SAVUNUYORUZ” sloganı esas alınarak bir kampanya süreci başlatıldı. Bu 15 günde kadın katliamlarının, kadına dönük her türlü şiddetin teşhir edilmesi, bu konuda bilinçlenme yaratılması kadar bu şiddete nasıl dur diyeceğiz, nasıl aşacağız konularının gündeme gelmesi, tartışılması ve somut adımlar atmaya dönüştürülmesi çok önemlidir. Yukarıda uzunca bahsettiğimiz tüm konuların kapsamlı ve çok farklı eylem ve etkinliklerle gündeme getirilmesi, her tartışma ve eğitimin bir örgütlenmeye, öz savunma ağlarını geliştirmeye vesile olması, her şeyden değerli ve anlamlıdır.
Mirabel Kardeşlerin katliamından tutalım da Saralara, Nagehanlara, Gulistanlara kadar katledilen devrimci kadınlara, toplum içinde neredeyse her saniye başı katledilen, tecavüze uğrayan, çeşitli şiddet biçimlerine maruz kalan binlerce, milyonlarca isimsiz kadınlara, çocuklara özgür ve eşit yaşam borcumuz var. Bu katliamların, şiddetin sonuçlarının bize anlattıkları, yüklediği görevler var. Bu anlamda KJK mesajında geçen önemli tespitleri bir kez daha vurgulamak isterim:
Biz Kadınız Varız! Biz Doğayız, Toplumuz, Yaşamız! Yaşamı Öldüremezsiniz!
Kadın Kırımına Karşı Hep Birlikte “Jin Jiyan Azadî” Diyoruz!
Katledilen her kadın, Kadın Devrimine bir çağrıdır!
İşgale, İhanete Ve Erkek Şiddetine Karşı Jin Jiyan Azadî!
Direne direne kazanalım ve susmayıp, sıranın bize gelmesini beklemeyelim. Bunun için de KJK’nin kampanya sürecine, tüm kadın arkadaşları, anaları, genç kadınları, kız çocuklarını, yine özgürlük arayan ve bunun için mücadele eden erkekleri güçlü bir biçimde katılmaya çağırıyorum.”