ANF’ye özel bir röportaj veren Cemil Bayık, Türkiye’deki muhalefet ve Kürt sorununa yaklaşım konusunda değerlendirmelerde bulundu. AKP-MHP iktidarının Rojava’da izlediği politikaların hükümetin halen soykırım siyasetini derinleştirip sonuca ulaşmayı hedeflediğini gösterdiğini belirten Bayık, “Şu an özel savaşın ağırlıkta olduğu bir süreç söz konusudur. Devlet ve iktidarın Önder Apo'ya ve Kürt sorununa yaklaşımı özel savaş konsepti dışına çıkmış değildir “dedi. Buna karşın muhalefet açısından Kürt sorununa doğru yaklaşımın önemli olduğunu ifade eden Bayık, “Türkiye'de eğer siyaset yapılacaksa, iktidara alternatif olunacaksa bu ancak Kürt sorununa doğru yaklaşmakla, Kürt sorununun demokratik çözümünü savunmakla mümkündür. Eğer Türkiye'de muhalefet iktidarın siyasetine alternatif siyaset geliştiremiyorsa, bu, Kürt sorununa doğru yaklaşmamasından kaynaklanıyor. Alternatif siyaset asgari demokratik ilkeleri savunmak ve bunun mücadelesini vermekse, Türkiye'de bunun yolu Kürt sorununa doğru yaklaşmaktan, Kürt sorununun çözümünü savunmaktan geçer” dedi.
Cemil Bayık’ın özel röportajının üçüncü bölümü şu şekilde:
Kürtlere yönelik soykırım siyaseti tüm hızıyla devam ettirilirken, Bahçeli’nin Kürt meselesi bağlamında açıklamaları ile birlikte ele alındığında Türk siyasetinin Kürt sorununda geldiği nokta nedir? Hem iktidar hem de muhalefet partileri ve özellikle CHP açısından soruna bakışta bir farklılık olduğunu düşünüyor musunuz?
Kürt sorunu Türkiye'nin en büyük sorunudur. Çözüme kavuşturulması durumunda Türkiye'ye büyük bir ivme kazandıracağı gibi, çözülmemesi durumunda ise Türkiye için büyük bir prangaya dönüşür. Mevcut durumda büyük bir prangadır Kürt sorunu. Çünkü şimdiye kadar devletin sorunu çözüme yaklaşımı gelişmemiştir. İnkar ve imha tek yöntem olarak uygulanmıştır. Bunun sorunu daha da derinleştirdiği ve Türkiye'nin ayağındaki prangayı ağırlaştırmaktan başka sonuç vermediği ortadadır. Ancak bu bilinerek Kürt soykırımında ısrar ediliyor. Bunun zihniyetle de derin bir ilişkisi vardır. Öte yandan Kürt sorununun çözümsüzlüğü üzerinden kendini var eden, siyaset yapan, mal mülk yaratan bir kesim de vardır. Bunlar devlete yerleşmiş kesimlerdir.
Kürt meselesinin bu kadar derinleşmesinde ve çözümsüz kalmasında temel sorumluluk hiç kuşkusuz siyasetindir. Türkiye'de siyaset sorunları çözen, yöntem geliştiren ve gelişme yaratan bir niteliğe kavuşmamıştır. Toplum merkezli değil, devlet merkezli bir siyaset anlayışı süregelmiştir. Milliyetçi, tekçi ulus-devlet ideolojisi Türk siyasetini gerici ve verimsiz kılmıştır. Kürt sorunu gibi büyük bir sorunu bile bütün boyutlarıyla kabullenmeye yanaşmayan bir siyaset gerçeği var Türkiye'de. Geçmişten günümüze değin baktığımızda Türk siyasetinde pek bir değişim olmadığını görüyoruz. Fakat Türkiye toplumunda belli bir değişimin olduğunu söylenebilir. Tüm faşizan özel savaş operasyonlarına rağmen Türkiye toplumunda bir değişim yaşanıyor. Özellikle mücadelemizin ve paradigmamızın Türkiye toplumu üzerinde önemli bir etkisi oluyor. Yine bunca dezenformasyon ve algı operasyonlarına rağmen Rojava'daki gelişmeler de Türkiye toplumunu etkiliyor. Demokratik siyasetin katkısından da bahsetmek gerekiyor. Bu yönüyle Türkiye'de toplum siyasetin önündedir. Bu da ciddi bir paradokstur. Siyaset gerçeğiyle çelişen, tersleşen bir durum söz konusudur. Halbuki siyasetin önde olması gerekiyor.
MUHALEFET KÜRT SORUNUNA DOĞRU YAKLAŞMALI
İktidarın yaklaşımında herhangi bir değişiklik yoktur. Tam tersine AKP-MHP iktidarı soykırım siyasetini derinleştirme ve sonuca ulaştırma çabası içerisindedir. Bunun en somut göstergesi iktidarın Rojava'ya yaklaşımıdır. Bunlar olurken Devlet Bahçeli'nin söylemlerini siyasi yaklaşım değişikliği biçiminde algılamak son derece yanlıştır. Şu an özel savaşın ağırlıkta olduğu bir süreç söz konusudur. Devlet ve iktidarın Önder Apo'ya ve Kürt sorununa yaklaşımı özel savaş konsepti dışına çıkmış değildir. Dolayısıyla devlet ve iktidar tarafından Kürt sorununa yönelik yeni bir yaklaşım geliştirilmiş değildir.
Muhalif siyaset açısından Kürt sorununa doğru yaklaşmak önemlidir. Türkiye'de eğer siyaset yapılacaksa, iktidara alternatif olunacaksa bu ancak Kürt sorununa doğru yaklaşmakla, Kürt sorununun demokratik çözümünü savunmakla mümkündür. Eğer Türkiye'de muhalefet iktidarın siyasetine alternatif siyaset geliştiremiyorsa, bu, Kürt sorununa doğru yaklaşmamasından kaynaklanıyor. Alternatif siyaset asgari demokratik ilkeleri savunmak ve bunun mücadelesini vermekse, Türkiye'de bunun yolu Kürt sorununa doğru yaklaşmaktan, Kürt sorununun çözümünü savunmaktan geçer. Son dönemlerde kimi muhalefet partilerinin eskiye nazaran daha olumlu yaklaşımlar geliştirdikleri görülüyor. Bu olumlu olmakla birlikte hala bütünlüklü, kararlı ve çözüm odaklı bir yaklaşım gelişmiş değildir. Genel olarak siyasi partilerde Kürtlere ve Kürt sorununa pragmatik yaklaşımlar aşılmış değildir. Milliyetçi, tekçi zihniyet siyaset üzerinde etkilidir. Bu da Kürt sorununa doğru yaklaşmayı, Kürt sorununun çözümü temelinde tutum geliştirmeyi engelliyor.
Türk siyasetinin milliyetçi, tekçi, devletçi zihniyettin etkisinden çıkması, toplumsal gerçeği dikkate alan bir yaklaşımı esas alması konusunda demokratik siyasetin verdiği bir mücadele var. Özellikle muhalefet partileri üzerinde bunun bazı sonuçlarının olduğu belirtilebilir. Geçmişte HDP olarak, şimdi DEM Parti olarak hem yürütülen siyasi mücadele hem de izlenen siyasi strateji Türkiye'deki muhalefet partileri üzerinde etkili oluyor. Son olarak yerel seçimlerde kent uzlaşısı adıyla uygulanan yöntem olumlu sonuçlar almıştır. Demokratik siyasetin geliştirdiği bu yaklaşımlar muhalefet partilerinin üslup ve siyasetini etkiliyor.
CHP, gerçekleşen en son seçimde birinci parti çıkmıştır. Seçimde birinci parti çıkması sebebiyle sorunların çözümü konusunda en çok sorumluluk alması gereken partidir. Türkiye toplumu beklentisini CHP'den yana ortaya koymuştur. CHP'yi birinci parti yaparak kendisinden sorunlarının çözmesini istemiştir. Eğer CHP bu sorumluluk temelinde hareket ederse toplumdan daha fazla destek görür. Kürt sorununun Türkiye'deki bütün sorunlara temel teşkil ettiği gerçeği dikkate alındığında CHP'nin geleceği, alternatif yönetim olup olmayacağı, Kürt sorununa yaklaşımıyla belirlenecektir. Eğer eskisi gibi Kürt sorunu görülmeden ve Kürt sorununun demokratik çözümü esas alınmadan Türkiye'de herhangi bir sorunun çözülebileceği sanılırsa ve bu yanılgıya düşülürse, CHP'nin veya başka bir muhalefet partisinin herhangi bir gelişme yaratması mümkün olamayacaktır. Bu açıdan CHP'nin geleceğini, CHP'nin Kürt sorununa yaklaşımı belirleyecektir. CHP'nin yeni yönetiminin Kürt sorununun çözümüne ilişkin olumlu yaklaşımları vardır. Eskiye göre bir yaklaşım farlılığından bahsedilebilir. Önemli olan bunun demokratik bir programa kavuşturulmasıdır.
BURJUVA DEMOKRASİSİNDEN BİLE ESER KALMADI
Yerel seçimlerin sonuçlanması ile birlikte kayyum politikası devreye konuldu. Belediye eşbaşkanlarının tutuklanması ve kayyum politikası bu sefer CHP’li belediyelere de sıçradı. Kayyum zihniyeti sadece belediyeleri gasp etmekten mi ibaret, kayyum nasıl anlaşılmalı ve bu zihniyete karşı nasıl mücadele edilmeli?
Kayyum atamanın ne anlama geldiği çok tartışılan bir konudur. Önemli olan buna karşı tutum sahibi olmak ve mücadele etmektir. Elbette kayyum sadece belediyeleri gasp etmek değildir. Kayyumla gasp edilen halkın iradesidir. Şu an Türkiye'de halk iradesinin olmadığı bir sistem ve yönetim vardır. Dolayısıyla meşru ve demokratik değildir. Devlet tarafından belediyelere kayyum atanmakla, seçilmişlerin görevden alınmalarıyla, tutuklanıp zindana atılmalarıyla demokrasi tümüyle rafa kaldırılmıştır. Bu uygulama AKP-MHP iktidarının eseridir. AKP-MHP iktidarıyla birlikte adına burjuva demokrasisi denilen temsili demokrasiden bile eser kalmamıştır.
Kayyum uygulamasının CHP'li belediyelere karşı da geliştirilmeye başlanması bir taraftan iktidarın anlayışını ortaya koyuyor, öbür taraftan da CHP'ye ayar verilmek istendiğini gösteriyor. Bununla CHP korkutularak ve tehdit edilerek DEM Parti'yle kurduğu ilişkinden dönmesi dayatılıyor. Çünkü AKP-MHP iktidarı Kürtlerle ve Türkiye demokrasi güçleriyle ilişkilenen bir muhalefetin kendisine alternatif olacağını görüyor ve bundan ürküyor. Kayyum uygulamasıyla bu tehlikenin önünü almaya çalışıyor.
Tabi kayyum uygulaması sonuçsuz bir uygulamadır. İflas etmiş bir siyasettir. 31 Mart yerel seçimlerinde halk kayyumlara ve bu zihniyetin sahiplerine gereken cevabı vermiştir. Halkın deyimiyle kayyumlar gönderilmiştir. Ancak devlet ve iktidar Kürt soykırımında ısrar ettiği için bundan vazgeçmiş değildir. Halkın gönderdiği kayyumları yeniden atamaya başlamasının esas nedeni budur. Dolayısıyla kayyum uygulamasına karşı çıkan herkesin öncelikle Kürt sorununa bütünlüklü, kararlı, cesur yaklaşması gerekir. Türkiye'de tekçi, otoriter, gerici zihniyetin aşılması ve demokratikleşmenin gelişmesi ancak Kürt sorununun demokratik çözümüne sahip çıkmakla mümkündür. Bundan kaçındığı sürece tekçi, otoriter, gerici zihniyet gittikçe bütün Türkiye toplumunu ve siyasetini sarıp boğacaktır. CHP'li belediyelere kayyum atanması bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır.
Diğer taraftan kayyum uygulamasıyla AKP-MHP iktidarı yerel seçimlerin rövanşını almaya çalışıyor. Bununla açıkça halkı cezalandırıyor. Böyle aleni bir suça da girmiş bulunuyor. Başta Kürt halkı olmak üzere, Türkiye toplumu bu gerçeği görüyor ve buna karşı oldukça tepki duyuyor. Toplum kayyum uygulamasından, AKP-MHP iktidarının bu yaklaşımından çok rahatsızdır. Bu rahatsızlığını yansıtmaya da çalışıyor. Ancak toplumdaki bu rahatsızlığın örgütlendirilmesi ve eyleme geçirilmesi gerekir. Buna sahip çıkıldığında, öncülük edildiğinde güçlü bir tepkinin ortaya çıktığı ve iktidara geri adım attırıldığı Van örneğinde görülmüştür. Bu bakımdan daha güçlü bir sahiplenme ve tutum olmalıdır.
KÜRT HALKI YURTSEVERLİKTEN VE ÖZGÜRLÜKTEN VAZGEÇMEDİ
Siyasi soykırım saldırılarının yanı sıra Kürt toplumuna, gençlere ve kadınlara yönelik özel savaş saldırıları da devam ediyor. Ancak buna rağmen Kürt toplumu, kadınlar ve gençler sokaklara çıkıyor, tepkilerini gösteriyor. 2024 yılında AKP-MHP faşist iktidarı Kürdistan halklarına yönelik nasıl bir konsept uyguladı? Buna karşı Kürt halkı nasıl bir yaklaşım ve direniş içerisinde olmalı?
Çöktürme Eylem Planı'yla Kürt halkının kırımı öngörülüyordu. Toplumun bütün direniş odaklarının yok edilerek soykırımın gerçekleşmesi hedefleniyordu. Bu planın başarıya ulaşması için bir taraftan harekete, gerillaya karşı imha saldırıları gerçekleştirilirken öbür taraftan yasa, hukuk, kanun tümüyle kenara itilerek geçmişi aşan bir şiddetle Kürt halkının üzerine gidildi. Bir taraftan yoğun fiziki şiddet geliştirildi. Kayyum atamaları, gözaltı, tutuklama, baskı, işkence, infaz ve her türlü tehditle toplum sindirilmek istendi. Kürdistan doğasına yönelik saldırıları fiziki şiddet kapsamında ele almak gerekir. Kürdistan doğasına çok pervasız bir saldırı vardır ve bu saldırı Kürt soykırımı kapsamında olmaktadır. Bununla Kürdistan coğrafyası hem yağmalanıyor hem de yaşanmaz hale girilip insansızlaştırılmak isteniyor. Diğer taraftan psikolojik özel savaşla toplum içten çürütülmek istendi. Uyuşturucu, fuhuş, ajanlık, her türden düşürme yöntemleri bu çerçevede geliştirildi. Kürt kadını ve gençleri bu türden özel kirli yöntemlerle düşürülmek istendi. Kadın ve gençlik düşürülüp etkisiz hale getirilerek toplumun çürümesi hedeflendi. Yine bu kapsamda halka üzerinde dezenformasyon, algı oluşturma faaliyetleri yoğunlaştırıldı. Bu özel psikolojik savaşı uygulamaya geçirecek paramiliter yapılar, işbirlikçi ajan tarikatlar, mafya, JİTEM türevi kontra örgütler, itirafçılar, özel asker ve polis örgütleri, MİT vb. yapılar Kürdistan'a taşındı. Hem de 90'lı yılları aşan bir yoğunlukla. Tüm bu fiziki ve psikolojik saldırılarla Kürt halkı teslim alınmak istendi. Tabi ki bu politika başarılı olamamış, devlet beklediği sonucu alamamıştır. Kürt halkı mücadele duruşundan, yurtseverlikten, özgürlükten vazgeçmemiştir. Bırakalım bunlardan geri düşmeyi mücadeleyi daha da yükseltmiştir. Küresel Özgürlük Hamlesiyle mücadelesini bütün dünyaya daha fazla duyurmuş, dünya halklarından, kadınlardan daha fazla destek görmüştür. Fakat karşımızdaki düşmanın da bizi yok etmekten vazgeçmediğini, bizi etmek amacıyla fiziki ve psikolojik özel savaş saldırılarını artırarak sürdürdüğünü bilmemiz gerekir. Yine bilmemiz gerekir ki psikolojik özel savaş saldırıları fiziki saldırılardan daha tahripkardır. Zaten bundan dolayı düşman özel savaşa ağırlık vermektedir. Bunu bilerek düşmanın özel savaş politikalarına karşı bilinçlenme ve örgütlenme çalışmalarını daha fazla geliştirmek gerekir.
ÖZGÜRLÜK SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ KADIN ÖZGÜRLÜĞÜNDE
Sistem krizinin yol açtığı sonuçlardan birisi de dünya genelinde otoriter ve şiddet, savaş yanlısı eğilimlerin yükselişe geçmesi. Kapitalist modernitenin krizi, şekillendirdiği toplumları da etkiliyor. Kadınlar bu krizden nasıl etkileniyor? Kadına yönelik şiddetteki artışın sistem kriz ile bağı nedir? Kadınların kapitalist moderniteye karşı direnişinde “Jin, Jiyan, Azadî” sloganının evrensel bir boyut kazanması ne anlama geliyor?
Krizin artmasıyla genelde şiddetin, özelde de kadına yönelik şiddetin artması arasında bir ilişki olabilir. Fakat kapitalist modernite sistemi zaten sorun üreten, baskı, sömürü ve şiddet üreten bir sistemdir. Yine sistemin genel yapısında kriz vardır. Bu açıdan sadece krizli haliyle ele alıp değerlendirmemek gerekir. Öte yandan kapitalist modernite sistemi erkek egemen zihniyetin en fazla derinleştiği sistem olmaktadır. Dolayısıyla kadına karşıtlığı en fazla olan sistemdir. Böyle bir sisteme karşı en fazla mücadele eden kesimin kadın olması son derece anlaşılır ve anlamlıdır.
Kadına yönelik şiddet konusunda tabi ki sistemi eleştirmeli, mahkum etmeliyiz. Ancak bu şiddetin erkek üzerinden var olduğunu ve buradan kadına yöneldiğini bilmeliyiz. Kadına yönelik gelişen her şiddet erkek üzerinden oluyor. Bu açıdan erkeğin öncelikle kendisini sorgulaması ve düzeltmesi gerekir. Kadın özgürlüğü sorunu sadece kadının sorunu değildir. Aynı zamanda erkeğin dönüşümü sorunudur. Zaten bu sorunu yaratan son tahlilde erkektir. Yani erkek egemen zihniyet ve kültürdür. Bu açıdan erkeğin özgürlük sorununa eğilmesi ve doğru yaklaşım göstermesi önemlidir. Eğer özgürlükçü olacaksak, insan olacaksak, iyi olacaksak kendimizi kadın özgürlük çizgisi temelinde sorgulamamız ve düzeltmemiz gerekir. Bunu yapmadıkça sadece sistemi sorgulamamız, eleştirmemiz, sorunun kaynağı olarak göstermemiz bir anlam ifade etmez. Sistem bizim üzerimizden kendini nasıl var ediyor, esas olarak bunu sorgulamalıyız. Bunu yaptığımız ve aştığımız oranda özgürleşir ve kadınla doğru buluşmayı başarırız.
Kadının artan mücadelesi önemlidir. Özgürlük sorununun çözümü kadının özgürleşmesiyle oluyor. Kadının özgürleşme mücadelesiyle sadece kadın özgürleşmiyor, bir bütün toplum özgürleşiyor. Bu açıdan hepimizin kadın özgürlük mücadelesiyle dayanışma içerisinde olmamız, bu mücadeleye katılmamız, destek olmamız gerekir.
Jin Jiyan Azadî sloganının kapitalist moderniteye karşı mücadelenin sloganı haline gelmesi çok anlamlı, çok önemlidir. Önder Apo, kadına ve kadın özgürlüğüne çok büyük değer verdi. Kadının özgürleşmesi için büyük bir çaba verdi. Kadın ile yaşam arasındaki derin bağı görerek yaşamın buna göre oluşturulması gerektiğini belirtti. Özgürlüğü de bu yaşama katılma, bu yaşamı geliştirme olarak yeniden tanımladı. Bu temelde kadın özgürlüğünü her şeyin başı ve şartı olarak ele aldı. Erkek egemen zihniyetten kaynaklı her türlü kalıbı yıktı. Egemen dogmatik kalıplar ve yaşam tarzları yerine özgürlük ilkelerini ve kadınla özgür yaşam anlayışını geliştirdi. Kadına olan sevgisi, kadına ve yaşama olan bağlığın gereği olarak kadın özgürlük çizgisi temelinde özgür yaşam üzerine yoğunlaştı. Bu yoğunlaşmalarını teorik bir çerçeveye kavuşturdu. Önder Apo'nun geliştirdiği teorik çerçeve kadın özgürlük mücadelesine güç vermiştir. Buna mukabil kadının da Önder Apo'yu sahiplenerek bunu taktirle karşıladığını görüyoruz.
Kürdistan özgünlüğünde ise Kürdistanlı kadınlar, Türk devletinin ve işbirlikçi-gerici kesimlerin uyguladığı özel savaş politikaları ile karşı karşıya. Kürdistanlı kadınların hem Kürt, hem de kadın olmaktan kaynaklı maruz kaldığı sistemik saldırılar söz konusu. Buna karşın kadınların geliştirdiği öz savunma ve direniş de var. 2024 yılı Kürdistanlı kadınlar açısından nasıl geçti? Kadınlar devrimde stratejik öncülük rolünü oynarken gelişen bu tür saldırılara karşı nasıl mücadele etmeli?
Tabi bu soruları kadın arkadaşların cevaplaması gerekir. Şunu belirtebilirim, kadının gücü çok fazladır. Gerek kapitalist modernite sisteminin gerekse de soykırımcı sömürgeciliğin kadını bu kadar hedeflemesi, kadının oluşturucu, harekete geçirici ve özgürleştirici özelliğinden kaynaklanıyor. Bundan duyulan korku kadına yönelik öfkeyi ve saldırıyı artırıyor.
GENÇLİK YÖNÜNÜ ÜLKEYE VE MÜCADELEYE VERMELİ
Devletler özellikle de Türk devleti, belki de her zamankinden daha fazla Kürdistan gençliğini özel savaş yöntemleriyle fiziki, ruhsal, duygusal, düşünsel, psikolojik vb. her anlamda hedef alıyor. Dört parça Kürdistan ve yurtdışında Kürdistan gençliğinin içerisinde bulunduğu durum nedir? Özellikle 2024 yılında ne tür saldırılar ve tehditlere maruz kaldı?
Kadına yönelik saldırıların benzeri gençliğe de oluyor. Bu da kadın gibi gençliğin de toplumun temel dinamiği olmasından kaynaklanıyor. Tarihi boyunca egemen güçler gençliği zapturapt altına almak, denetime almak için çok yoğun bir faaliyet içerisinde olmuşlardır. Sadece baskı ve şiddetle gençliği kontrol edemeyeceklerini bildiklerinden türlü yol ve yöntemlere başvurmuşlardır. Egemenlerin başvurduğu temel yöntem gençlerin zihniyetiyle oynayarak kendilerine bağlamak olmuştur. Böylece hem tehlike olmaktan çıkarılmak hem de onların gücünden, enerjisinden yararlanmak amaçlanmıştır. Gençlerin enerjisinden, gücünden yararlanmak egemen sistemlerin en çok önemsediği konulardan biri olmuştur. Gençliğin enerjisi ve gücü sömürülmeden egemen sistemlerin ayakta kalması, sömürü çarklarının dönmesi mümkün değildir.
Kapitalist modernite sisteminde ise ağırlıklı olarak güdüler üzerinden gençliğin düşürülmesi ve denetime alınması gerçekleşiyor. Özellikle tüketim toplumu aşamasında bireyciliğin aşırı gelişmesi, bireycilik karşısında maneviyatın ve ahlaki örgünün çözülmesi, anlam arayışının tümden dışlanarak maddiyatın tek değer olarak gösterilmesi gençlik üzerinde çok tahripkar sonuçlar doğuruyor. Sadece gençlik üzerinde yarattığı tahribatta bakarak kapitalist modernite sisteminin ve yaşamının ne kadar yanlış, düşürücü ve yozlaştırıcı olduğu anlaşılır.
Soykırımcı sömürgeci Türk devleti, kapitalist modernist yaşamın toplum ve gençler üzerinde yarattığı olumsuz etkilerden de faydalanarak bunu özel savaş yöntemleriyle daha da derinleştirerek Kürt gençlerini mücadeleden, yurtseverlikten, toplumdan ve yaşamdan koparmaya çalışıyor. Böylece her türlü soykırım saldırılarına toplum açık hale getiriliyor. Öte yandan bununla toplumun geleceğiyle oynanıyor. Çünkü bir toplumun geleceği o toplumun gençliğidir. Gençleri kendisine ait olmaktan çıkmış bir toplumun geleceği elbette olamaz. İşte Türk devleti, Kürt toplumunda bu sonuçları yaratmayı hedefliyor.
Düşman bir taraftan özel savaş yöntemleriyle Kürt gençlerini düşürmeye, mücadeleden ve halktan koparmaya çalışırken, öbür taraftan da gençlerin Kürdistan'dan çıkmasını istiyor ve dayatıyor. Bunun olması için bir taraftan baskıyı artırıyor, öbür taraftan ekonomik olarak çaresiz bırakarak böylece Kürdistan'ı terk etmesi, yurtdışına gitmesi sağlanıyor. Bu bir özel savaş yöntemidir ve Kürt soykırımı kapsamında olmaktadır. Diğer parçalarda da bunun olması için Türk devletinin faaliyetleri vardır. Zaten yurtdışına çıkan gençler bu sefer kapitalist modernist yaşamın yozlaştırıcı, düşürücü, bitirici saldırılarıyla karşı karşıya kalıyorlar. Kapitalist modernitenin ve soykırımcı sömürgeci düşmanın bu politikasına karşı Kürdistan gençliğinin bilinçlenmesi, örgütlenmesi, yönünü ülkeye ve mücadeleye vermesi çok önemlidir. Bunu yaparak düşmanın planlarını boşa çıkarmalıdır.
GENÇLİK ÖZEL SAVAŞA KARŞI KENDİNİ EĞİTMELİ
PKK, bir gençlik hareketi olarak doğdu. Önder Apo, “genç başladık, genç başaracağız’ diyor. Bu misyondan hareketle, Kürdistan gençliği Kürdistan Özgürlük Mücadelesi açısından stratejik öncülük rolünün neresinde? Toplumsal alanda örgütlülük düzeyi nedir? Gelişen saldırılar karşısında öz savunma bağlamında ne tür sorumlulukları var? Yeni yıl mücadele perspektifi ne olmalı?
Hareketimiz bir gençlik hareketi olarak doğdu ve bu ruhu koruyarak, bu ruhla mücadeleyi geliştirerek bunca gelişmeyi yarattı ve bugüne kadar geldi. Şimdi de bu çizgide mücadele ediyor, gelişme yaratıyoruz. Önder Apo'nun "genç başladık, genç başaracağız" şiarı hareketimiz açısından ideolojik çizgiyi ifade ediyor. Politik veya dar örgütsel bir söylem değil, ideolojik bir yaklaşımdır. Gençlik bir ruhtur derken sadece gençliğin dinamizmine vurgu yapılmıyor. Bunun yanında gençliğin sistemin kirine, pasına, mülkiyet ilişkilerine bulaşmamış özünü, özgürlük duruşunu belirtmiş oluyoruz. Eğer hareketimiz devrimci özünü sürekli geliştirip korumuşsa, özgürlükte sürekli derinleşmişse, sahip olduğu gençlik ruhunun sonucudur.
Kürdistan Özgürlük Mücadelesinin her safhasında ve yaratılan bütün gelişmelerinde Kürdistan gençliğinin öncülük düzeyinde rolü olmuştur. Zaten gerilla bir gençlik hareketi olarak var olmuş ve bu böyle devam ediyor. Öte yandan Önder Apo, paradigmanın öncüsü olarak gençlik ve kadını belirledi. Bu açıdan 3. Partileşme döneminde Kürdistan gençliğinin sorumluluğu daha da artmıştır. 3. Partileşme dönemi inşa dönemidir. Demokratik konfederalizm örgütlülüğü içerisinde demokratik komünal yaşamı inşa etmektir. Toplumun bu temelde eğitilip örgütlendirilmesidir. Yine toplumun öz savunmasının geliştirilmesidir. Öz savunma olmadan inşa gerçekleşemeyeceğine göre hem düşmanın saldırını boşa çıkarmada hem de örgütlü toplumun savunulmasında gençliğe büyük bir rol düşüyor. Kürdistan üzerindeki düşman saldırıları da dikkate alındığında Kürt halkı açısından öz savunma hayati önem kazanmıştır. Bu açıdan en acil görev olmaktadır. Yine soykırımcı sömürgeci Türk devletinin Rojava'ya yönelik saldırıları ve planları ortadadır. Buna karşı gençliğin seferberlik çağrısı oldu. Bu tabi yerinde bir tutumdu. Kürdistan gençliğinin Devrimci Halk Savaşı temelinde Rojava Devrimini savunmak için seferber olmalı. En örgütlü güç olarak devrimi savunma savaşına katılmalı. Halkın öz savunma savaşına katılımı için çalışma yapmalı, halkı bu konuda eğitip örgütlemeli. Halkı eğitme, örgütleme ve öz savunmayı geliştirme içerisinde bulunduğumuz 3. Partileşme dönemimizin üç temel görevidir. İşte Kürdistan gençliği bu üç temel görevin yerine getirilmesinde öncülük rolü oynamalıdır. Bu tarihsel sorumluluğunu yerine getirerek tarihsel başarıya imza atmalıdır.
Düşmanın özel savaşına karşı da gençlik örgütleri kendisi eğitip örgütlemeli, özel savaşı bilince çıkarmalı. Zengin yol ve yöntemlerle geniş gençlik kitlelerine ulaşabilmeli ve gençlik kitlelerini özel savaşa karşı eğitip bilinçlendirmeli. Yine özel savaş saldırılarına karşı toplumu da eğitip bilinçlendirmelidir. Öbür taraftan düşmanın özel psikolojik saldırılarına karşı toplumdaki tepkiyi geliştirmeli, toplumu harekete geçirmeli. Düşman hiçbir yasa, hukuk tanımadan kirli savaş yöntemleriyle 24 saat topluma saldırıyor, toplumun değerlerini aşağılıyor, toplumu bilinçsiz, iradesiz kılmaya çalışıyor. Buna karşı gençliğin toplumu harekete geçirmesi, özel savaş saldırılarına karşı tepki verir duruma getirmesi gerekir. Örneğin kayyuma karşı gençlik daha güçlü ve net tutum geliştirmelidir. Devlete geri adım attırana kadar hiç durmamalı, eylem halinde olmalıdır. Eylemiyle toplumu da harekete geçirebilmelidir. Düşman hiçbir hukuk, yasa tanımadan halkın iradesinin gasp ediyorsa buna karşı geliştirilecek her türlü tepki ve eylem meşrudur ve gereklidir. Yine düşmanın uyuşturucu, fuhuş, ajan şebekelerine karşı gençliğin tutumu, yönelimi olmalıdır. Düşmanın bu kirli şebekeleri Kürdistan'a girememelidir.