Karasu: Bahçeli’nin el sıkması özel savaş siyaseti gereğidir

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu: Devlet Bahçeli’nin el sıkması özel savaş siyaseti gereğidir. Devlet Bahçeli’nin el sıkmasından ve söylemlerinden bir şey çıkarmaya çalışmak, Türk devlet gerçeğini ve Kürt soykırım politikasını anlamamaktır.

MUSTAFA KARASU

ANF'ye konuşan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, AKP-MHP iktidarının bir özel savaş hükümeti olduğunun unutulmaması gerektiğine işaret ederek AKP-MHP hükümetinden Kürtler adına olumlu bir şey beklenemeyeceğini ifade etti. Bu açıdan Devlet Bahçeli’nin el sıkmasının da özel savaş siyaseti gereği olduğuna vurgu yapan Karasu, "Devlet Bahçeli’nin el sıkmasından ve söylemlerinden bir şey çıkarmaya çalışmak, Türk devlet gerçeğini, özellikle de Türk devletinin temel politikası olan ve hala sürdürülen Kürt soykırım politikasını anlamamaktır” dedi. Kürt demokrasi güçlerinin, “biz çözüme hazırız, ancak başta İmralı’daki tecridin kaldırılması olmak üzere şu şu yol temizliklerini yapın, biz zaten Türkiye partisiyiz, Kürt sorununu çözerek Türkiye’nin demokratikleşmesini istiyoruz” demesi gerektiğini kaydeden Karasu, “Kuşkusuz, belirttikleri adımlar atılmadığı müddetçe de AKP-MHP iktidarına karşı tutumlarını ve mücadelelerini sürdürmelidirler. Böylece AKP-MHP’nin kurduğu bu oyunu açığa çıkarmalıdırlar” diye konuştu. 

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu ile söyleşimizin 2. bölümü şöyle:

Hareket olarak hep "Faşist Türk devleti, savaş alanlarında sonuç alamadıkça Kürt halkına baskı ve zulmü artırıyor; bunun sonucunda da Türkiye toplumunda çürüme derinleşiyor" değerlendirmesi yaptınız. Kadınlara ve çocuklara yönelik katliam ve tecavüzler her geçen gün daha da artarken, hırsızlık, yolsuzluk ve yoksulluk tavan yapmış durumda. İnsanların birbirlerine tahammül sınırları tükenmiş durumda. Türkiye muhalefeti bu durumu ekonomiye bağlıyor. Bu yaklaşım ne kadar gerçekçi ve dolayısıyla bir çözüm olabilir mi?

Türk devleti, Kürt halkının özgürlük mücadelesini bastırmak için savaş yürütüyor. Bu savaşı da en kirli biçimde, özel savaş olarak sürdürüyor. 1990’lı yılların başında Kürdistan Özgürlük  Mücadelesini bastırmak için her türlü kirli yöntemin kullanılacağı bir özel savaş kararı alındı. Binlerce köy yakıldı, 17 bin ‘faili meçhul’ olarak ifade edilen siyasi cinayetler işlendi. On binlerce insan işkenceden geçirildi, binlercesi zindanlara dolduruldu. Bu kirli savaş döneminin sembolü Tansu Çiller, Doğan Güreş ve Mehmet Ağar’dı. O zamanlar Kürt, PKK ve Apo düşmanlığı ayyuka çıkarıldı. O yıllarda “Apo ve PKK rantı” diye bir kavram ortaya çıktı. Kim Apo, PKK ve Kürt düşmanlığı yapıyorsa ekonomik çıkar elde ediyor, siyasal ve toplumsal itibar sahibi oluyordu. Kürt düşmanlığı, şovenizm ve milliyetçilik öyle kışkırtılmıştı ki, toplum normal düşünemez hale gelmişti. Bu kadar şovenizm ve Kürt düşmanlığı Türkiye toplumunda hiçbir ahlaki ve vicdani değer bırakmamıştı. İyilik, güzellik, ahlak, vicdan ve adalet gibi duyguların yaratıcısı kültür-sanat insanları da büyük oranda kirlenmişti. Türkiye toplumu içinde çok tanınan Ahmet Kaya’nın, yapacağı kasette Kürtçe şarkılara da yer vereceğini söylediğinde nasıl bir saldırıya uğradığı hala hafızalardadır. Kültür-sanat insanlarının bu durumu, 1990’lı yıllardaki çürüme ve yozlaşmanın ne düzeye geldiğinin açık kanıtıydı. Nitekim Rêber Apo, 1990’lı yıllarda Türkiye’de devletin de toplumun da çürüdüğünü vurgulamıştır.

TÜRKİYE TARİHİNİN EN YOĞUN ÖZEL SAVAŞI

Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı savaşın her zaman büyük bölümü özel savaş olmuştur. Askeri savaş, esas olarak bu özel savaşın sonuca ulaştırılmasını sağlayan araç olarak ele alınmıştır. Kuşkusuz, özellikle 2015’ten bu yana askeri savaşla özel savaş, at başı gitmiştir. 2015 Mart’ında Dolmabahçe Mutabakatı’nın Erdoğan tarafından yok sayılması ve 5 Nisan 2015’te uygulanan ağır tecritten bu yana Türkiye tarihindeki en yoğun özel savaş devreye konulmuştur. AKP’nin 7 Haziran 2015 seçimi sonrası MHP ile ittifak kurmasıyla birlikte, bu özel savaş dizginsiz biçimde yürütülmüştür. 1990’lı yıllarda Hizbulkontra kullanılırken, 2014’ten itibaren DAİŞ kullanılmıştır. Kürt düşmanlığı, 1990’lı yıllardaki uygulamaların çok daha ileri bir düzeyine vardırılmıştır.

BÖYLE BİR TOPLUMDA AHLAK VE VİCDAN KALIR MI?

1990’lı yıllarda daha kaba ve birkaç yöntemle yürütülen savaş, 2015’ten sonra kirli yöntemlerin birkaç kat daha artırılmasıyla devam etmiştir. Kürtler neredeyse her yerde nefessiz bırakılmıştır. Savaş tırmandırıldığı gibi, her gün onlarca siyasetçi tutuklanmıştır. Dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek düzeyde milletvekili, belediye eşbaşkanları, siyasi parti il ve ilçe yöneticileri tutuklanmıştır. Süleyman Soylu, ‘PKK bir kadın partisidir’ diyerek kadın siyasetçileri, kadın örgütlerinin üyeleri üzerinden terör estirilmiş, binlercesi gözaltına alınmış, dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan oranda kadınlar zindanlara doldurulmuştur. Gençler üzerinde de tam bir kirli savaş politikası yürütülmüştür. Kürt gençleri ve kadınları politikleşmesin diye uyuşturucu ve fuhuş, bir özel savaş saldırısı olarak yaygınlaştırılmıştır. Yine, başta futbol olmak üzere spor da bu amaçla kullanılmıştır. Kürt gençlerinin tuttuğu takımın Süper Lig’de sürekli şampiyon yapılması bile bu yönlü bir özel savaş yöntemi olarak kullanılmıştır. Türkiye’de sanat ve kültür de militarist, şovenist, milliyetçi duyguları kışkırtan biçimde yönlendirilmiştir. Farklı kimlikleri ve inançları yok sayan bir tarih bilinci yaratılmaya çalışılmıştır. Kürtler, Türkiye’nin tüm diğer halklarıyla bin yıldır birlikte yaşamakta. Ancak bin yıl yaşadıkları Kürtler, kimliklerine, dillerine ve kültürlerine sahip çıktıkları için düşman görülmüştür. Türkiye metropollerinde iç içe yaşadıkları Kürtler, düşman görülmüştür. Kürtler, Kürtçe konuştukları ve Kürtçe şarkı söyledikleri için saldırıya uğramıştır. Kürtlere karşı işlenen suçlar normal görülerek cezalandırılmamıştır. Kürtlere yönelik bir şovenizm ve milliyetçilik saldırısı tırmandırılmıştır. Bin yıl yaşadığına ve komşusuna böyle bakan bir toplumda ahlak ve vicdan kalır mı?

TOPLUMUN TÜMÜ KİRLİ SAVAŞIN PARÇASI HALİNE GETİRİLDİ

Kürt düşmanlığı ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne yönelik her türlü kirli yöntemin kullanılması, toplumun tümünü kirli savaşın parçası haline getirmiş. Sivil insanlar içinde bile birçok kişi, kendilerini bu savaşın militanları olarak görmüştür. AKP-MHP iktidarı, toplumda böyle bir görev anlayışı da yaratmıştır. Kürt halkına ve özgürlük mücadelesine düşmanlık öyle bir düzeye getirilmiştir ki, Kürtlere, AKP-MHP gibi yaklaşmayanlar bile ötekileştirilmiştir. Hain ve PKK yandaşı olarak damgalanmıştır. En başta da Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli, her konuşmasında kendinden olmayanlara yönelik saldırı ve hakaret içinde olmuş, böylelikle toplum içinde dünyada görülmemiş bir kutuplaşma yaratılmıştır. AKP’nin tabanı bile bu kutuplaşmadan rahatsız olmuştur. AKP’nin oylarının giderek düşmesi ve son yerel seçimde kaybetmelerinin önemli nedenlerinden biri de budur.

ÇÜRÜMENİN NEDENİ SADECE EKONOMİ DEĞİL

Toplumu milliyetçilik ve şovenizm çürütmüştür. Milliyetçilik ve şovenizmin dili, üslubu ve yöntemi şiddettir. Zihniyeti erildir, erkeksidir. Bu kadar kutuplaşma yaratılan bir ülkede herkes, karşısındakine kuşkuyla bakar ve şiddet uygular. Eğer toplumda bu kadar şiddet varsa, kadınlara tecavüz, çocuklara yönelik tecavüz ve şiddet varsa, bunu yaratan AKP-MHP iktidarının özellikle son 10 yılda yürüttüğü politikalardır. MHP’nin zaten genlerinde bu var; AKP de tamamen MHP’lileşti. Dili, üslubu ve politikaları karşısındakini düşman gören, şiddete eğilimli bir toplum yaratmıştır. AKP ve MHP’nin kendileri dışındaki siyasi güçlere ve siyasetçilere tahammülü olmadığı için toplum da böyle şekillenmiştir. Türkiye toplumunda şiddet, çeteleşme, kadınlara şiddet ve tecavüz artmışsa bunu yaratan ekonomik sorunlar değildir. Bu tür saldırıların en fazla yüzde 10’u belki ekonomik sorunlardan kaynaklanıyordur. Bu sorunları esas olarak yaratan iktidar politikaları, devlet yönetimi ve hâkim olan siyasi zihniyettir. Şovenizm ve milliyetçilik nerede bu düzeyde kışkırtılsa, orada şiddete eğilim artar. Son yıllardaki birçok film ve dizi de toplumu militaristleştirmede etkili olmuştur.

KÜRT SORUNU ÇÖZÜLMEDEN DÜZELMEZ

Türkiye’de tüm sorunların çözümü için Kürt sorununun demokratik siyasi çözümü gereklidir. Türkiye’deki bu toplumsal ruh halini düzeltmek; çürümeyi, yozlaşmayı ve şiddeti önlemek için de Kürt sorununu çözmek gerekir. Kürtlere karşı yürütülen kirli özel savaş, toplumu çürütüyor. Kürtlere karşı yürütülen savaş o kadar haksız ve insanlık değerleriyle çelişmektedir ki, bu savaşı normal hukuk ve yasalarla yürütmek mümkün değildir. Bu nedenle Kürtlere yönelik kirli savaşta ne anayasalarına ne yasalarına uyuyorlar. Faşist ruhlu anayasa ve yasaları bile bu kirli savaşı yürütmeye tam cevaz vermiyor. Bu nedenle her türlü insanlık dışı uygulamayı yapıyorlar. Bu da toplumu çürütmede önemli etken oluyor. Türkiye’deki sorunların kaynağını Kürtler üzerinde yürütülen kirli özel savaş olarak görmeyenler ya bu savaşa gözlerini kapatıyorlar ya da dolaylı ortağı oluyorlar. Türkiye’nin gerçek demokratları ve siyasetçileri bu gerçeği görmeli ve bu doğrultuda bir mücadele yürütmelidirler.

CHP, yerel seçimlerde birinci parti olarak çıktı ve toplumda bir beklenti yarattı. Sonrasında izlediği politikalar, sizce Türkiye siyasetine nasıl bir etki yaptı?

CHP’nin yerel seçimde birinci parti çıkmasının nedeni, AKP-MHP iktidarının 10 yıldır izlediği politikalara karşı halkın tepkisidir. CHP’nin izlediği politikalardan çok, AKP-MHP ittifakının toplumda yarattığı hoşnutsuzluk bu sonucu ortaya çıkarmıştır. AKP-MHP iktidarının 2015’ten sonra yürüttüğü Kürt düşmanı politikalar da bu sonuçta etkili olmuştur. 

Kürtler, Kürdistan’dan sonra nüfus olarak Marmara, Çukurova, Ege ve Akdeniz’de yoğunlaşmıştır. Buralar aynı zamanda Türkiye’nin ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasi yönünü belirleyen alanlardır. Kürtler artık buralarda siyasi gelişmeleri etkileyen bir toplumsal güç haline gelmiştir. Kürtlerin bu alanlardaki konumu, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü açısından önemli rol oynayacak düzeydedir. CHP’yi esas olarak birinci parti yapan, bu alanlarda aldığı yüksek oylardır. Bu açıdan Kürtlerin de içinde olduğu demokratik güçler, CHP’nin bu gerçeği görerek demokratikleşme doğrultusunda tutum göstermesini beklemiştir. Zaten Kürt sorununun çözümü doğrultusunda politika üretmeyen hiçbir siyasi güç, demokratik olamaz. Demokratik olduğu iddiasında bulunamaz.

CHP EKONOMİK SORUNLARIN ASIL NEDENİNİ GÖRMÜYOR

CHP, Türkiye’nin temel toplumsal ve siyasi sorunlarını teğet geçmek için ekonomik sorunlara ağırlık verdi. Kuşkusuz, Türkiye’de ciddi bir ekonomik sorun var. Belli bir zengin ve orta sınıf dışında, Türkiye’de ciddi bir yoksulluk var. CHP’nin bu sorunla ilgilenmesi anlaşılır bir durumdur, ancak bu ekonomik sorunu esas yaratan savaş politikalarıdır. Kürt düşmanlığı, iktidarları savaş hükümeti haline getiriyor. Nitekim Tayyip Erdoğan, ‘siz bir merminin fiyatını biliyor musunuz’ dedi. Dağlara yağdırılan bombaların büyük bölümü dışarıdan alınıyor ve bunun dışında da büyük savaş harcamaları var. On binlerce çeteyi besliyorlar; özel savaşa büyük kaynaklar aktarılıyor. Birçok kesime, kişiye ve dış devlete rüşvet veriliyor. Özcesi, ekonomik sorunları, Kürt’e karşı yürütülen savaş yaratıyor. CHP, ekonomik sorunların esas nedenini görmüyor. 

CHP DEMOKRATİKLEŞME KONUSUNDA ADIM ATMADI

Toplumun AKP-MHP’ye tepkisinin önemli bölümü adaletsizliğin, kutuplaştırmanın ve partizanlığın yarattığı toplumsal sorunlardan kaynaklanıyor. Toplum CHP’den demokratikleşme doğrultusunda adım bekliyor. CHP ise bu konuda bazı söylemler dışında bir adım atmadı. Kürt sorunu konusunda bir politika geliştirmedi. Örneğin, Kürt sorununun çözümü için Meclis’te komisyon kurulmasını, bu sorunu Meclis’in ele almasını isteyebilirdi. Böyle bir önemli sorunda rol almayacak bir Meclis, Türkiye’nin sorunlarını çözme iddiasında olabilir mi?

CHP 9 YILIN HESABINI SORMADI

Öte yandan, toplumun rahatsız olduğu AKP-MHP politikalarına karşı mücadele edeceğine, onların 20 yıllık politikalarını normalleştiren bir politika yürütmektedir. CHP, normalleşme denilen politika ile AKP-MHP iktidarına nefes aldırmış, 9 yıldır Türkiye halklarına kan kusturan, toplumu kutuplaştıran, adaletsizliği normalleştiren, yargıyı tamamen izlediği politikaların militan organı haline getiren ve tam bir despot sistem kuran Erdoğan’ı normalleştirmiştir. Türkiye siyasetinin siyasi üslubu ne normalleşmiş ne de demokratikleşmiştir; Erdoğan ve AKP-MHP iktidarının 9 yıllık politikaları normalleştirilmiştir. 9 yıllık uygulamalardan hesap sorulacağına, bu uygulamalar da yumuşatılıp kabul edilebilir hale getirilmiştir. CHP’nin yeni yönetimi, tam da Erdoğan’ın istediğini yapmıştır. Nitekim Erdoğan, seçim yenilgisinin sarsıntısını atlatmış, yeniden inisiyatifi ele almaya başlamıştır.

CHP NORMALLEŞME İLE ERDOĞAN’A YARDIMCI OLDU

Kuşkusuz, CHP’nin AKP’nin tabanına seslenmesi ve kazanmak istemesi anlaşılır bir durumdur. Türkiye’nin birinci partisi kalmaya devam edecekse böyle bir politika benimsemesi kendisi açısından beklenen bir yaklaşımdır. CHP, eski kalıpları içinde kalmayacaksa AKP’nin tabanına seslenmesi anlaşılırdır. Bu, Erdoğan’ın politika ve uygulamalarını normalleştiren tutumlarla olmaz. Doğru politika ve söylemlerle bu amacına ulaşabilir. CHP, normalleşme ile AKP tabanını kazanmamıştır; aksine Erdoğan’ın bu tabanı tutmasına yardımcı olmuştur.

Özcesi, CHP toplumun beklentilerine cevap olamadı. Demokratikleşme, ancak demokratik olmayan politika ve uygulamalara karşı mücadeleYle gelir. Yoksa, “Erdoğan’dan şunu istedim, şunu yaptı” diyerek demokratikleşme gelmez. CHP, ideolojik ve politik yaklaşımlarıyla Türkiye’yi demokratikleştirmede rol oynayacak bir duruş ve çaba içinde olmamıştır.

Gerçek muhalefet olarak tanımladığımız Türkiye ve Kürdistan’daki demokratik ve sol çevrelerin durumu oldukça önemli. AKP-MHP faşizmi baskıyı ve zulmü artırırken, buna karşı demokratlar, sol-sosyalistler ve bir bütün olarak ezilenler mücadeleyi aynı oranda yükseltebiliyor mu?

Şu açıktır ki; Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından hem Kürt demokratik güçlerinin hem de Türkiyeli demokratik siyasi güçlerin ve solun örgütlülüğü ile mücadelesi belirleyici olacaktır. Kürt sorununun çözümü temelinde Türkiye’nin demokratikleşme düzeyini, başta sol demokratik güçler olmak üzere, radikal demokratik güçler belirleyecektir. Sistem içi siyasi güçlerin demokratikleşme doğrultusundaki söylem ve adımlarının niteliği ve düzeyi de radikal demokrasi güçlerinin örgütlü gücü ve mücadelesine bağlı gelişecektir. CHP’den ya da başka bir sistem içi siyasi güçten Kürt sorununun çözümünü sağlayacak önemli demokratikleşme adımları beklemek yanlıştır. Türkiye’de 100 yıldır belirlenmiş sınırlar, çizilmiş bir ideolojik ve siyasi anlayış vardır. Türkiye’de yaşanan ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasi gelişmelere göre bazı konularda bu sınırların dışına çıkma eğilimi ve çabası olsa da hala bu ideolojik ve siyasi bariyerleri aşıp, Türkiye’yi gerçek anlamda demokratikleştirecek bir siyasi parti ve güç yoktur. Tabii ki sosyalistler başta olmak üzere, bazı sol güçler söz konusu ideolojik ve siyasi sınırları aşmada önemli adımlar atmıştır. 12 Eylül’le birlikte, güçleri tırpanlanan sol güçler hala bir toparlanma ve güçlenme mücadelesi vermektedir.

RADİKAL DEMOKRASİ GÜÇLERİ YETERSİZ

Kuşkusuz, Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürt demokratik siyasi güçler, sol ve demokrasi güçlerinin ayakta kalması ve toparlanmasında önemli rol oynamıştır. Ancak Türkiye’nin radikal demokrasi güçleri, hala demokratikleşme konusunda bir ortak program ve bu temelde ortak mücadeleyi tam sağlayamadıkları için istenen etkiyi gösteremiyor. Halbuki Türkiye’de sol demokratların mücadele geleneği ve birikimi güçlüdür. Eğer ortak mücadele platformunu oluşturabilseler, Türkiye’deki siyasi gelişmeleri belirlerler. Kürt halkının demokratik siyasi gücü, böyle bir mücadele gücünün ortaya çıkmasını sağlamada önemli rol oynayacak düzeydedir. Kürt Özgürlük Hareketi, tarih sahnesine çıkışından bu yana Türkiye’nin gerçek demokrasi güçleriyle ortak mücadele vermek için çalışmaktadır. Hareketimiz, Türkiye’nin böyle demokratikleşeceğine inanmaktadır.

BİR MÜCADELE ORTAKLIĞI OLMALIDIR

Bir daha vurgulayalım ki; Türkiye demokrasi güçleri, Kürt halkının demokratik güçleriyle ortak mücadele vermeden rollerini oynayamaz. Aynı biçimde, Kürt demokratik güçleri de mevcut konjonktürde Türkiye’nin demokratik güçleriyle ittifak ve ortak mücadele içinde olmadan, Kürt sorununun çözümü temelinde demokratikleşmeyi sağlayamaz. Türkiye’nin diğer siyasi güçlerini de demokratikleşme doğrultusunda harekete geçirecek olan bu ortak mücadeledir. 

Bu ittifak ve ortaklaşma esas olarak bir mücadele ortaklığı olmalıdır. Kuşkusuz, seçimler de demokratikleşme mücadelesinin bir parçası olduğundan, seçimlere de ortak girmek önemlidir. Türkiye cephesinde ve Kürt cephesinde ittifakları olumsuzlayan çabalar vardır. Bunlar, yanlış ve sığ görüşlerdir; yüzeysel yaklaşımlardır. Bazı duygusal ve tepkisel tutumlardır. Kürt demokrasi güçleri ve Türkiye’nin demokrasi güçlerinin ortaklaşmasını istemeyenler, demokrasi karşıtı güçlerdir. Kürt sorununun çözümünü istemeyen kesimler, Türk devleti, iktidar güçleri ve istihbarat organları bu tür algılar yaratmaya çalışıyorlar. Ortak mücadelenin Kürtlerin mücadelesini güçlendireceğini ve soykırım politikalarını boşa çıkaracağını biliyorlar. Bu nedenle Kürtleri yalnızlaştırmak istiyorlar. Olmuş bazı yanlışlar ve eksiklikler nedeniyle ittifak politikalarına karşı çıkmak, Kürtlerin politik gücünü zayıflatır; Kürt halkının mücadelesine zarar verir.

Türkiye Meclisi’nin açılışında, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM Parti’li vekillerle el sıkışması, ‘yeni çözüm süreci olabilir mi’ tartışmasını gündeme getirdi. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kürt düşmanı ve aslında Kürt soykırımı ile Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmek dışında bir politikası ve amacı olmayan MHP lideri neden DEM Parti’lilerin elini sıktı? Devlet Bahçeli’nin, DEM Parti dahil Kürt demokratik siyaseti için neler söylediği biliniyor. MHP’nin politik çizgisi, şimdiye kadar söyledikleridir. O zaman neden el sıktı? Devlet Bahçeli, el sıkmanın kendine göre gerekçelerini açıkladı. Bu gerekçesinin doğru olmadığı açıktır. Meclis açılışından önce Tayyip Erdoğan, Bahçeli’yi evinde ziyaret etti. El sıkma ve DEM Parti’ye yönelik yeni politika, daha doğrusu yeni oyun, bu görüşmede kararlaştırıldı. Büyük ihtimalle bu oyunu Erdoğan planladı ve Devlet Bahçeli’ye kabul ettirdi. Erdoğan, Bahçeli ve MHP’yi iyi tanıdığından, Bahçeli’nin kabul edeceği bir öneri götürdü. Bunun, MHP çizgisinin memnuniyetle kabul edeceği bir plan olduğunu söyleyebiliriz. KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanımız Besê Hozat, AKP-MHP iktidarının karakteri, politikası, uygulamaları ve hala ısrar ettikleri soykırım politikaları nedeniyle bunu yeni bir oyun kurma olarak değerlendirdi.

GERÇEK ANLAMDA BİR ÇÖZÜM SÜRECİ YOKTU

Bu el sıkma sonrasında, hemen bazı çevrelerde “Cumhur İttifakı, DEM Parti ile yeni bir çözüm sürecini başlatıyor” yönünde yorumlar yapılmaya başlandı. Hemen şunu belirtmeliyiz ki, 2007-2015 yılları arasında gerçek anlamda bir çözüm süreci yoktu, olmadı. Rêber Apo’nun, AKP iktidarını bir çözüm sürecine sokma politikası ve çabaları vardı. Bu açıdan biz bu dönemi esas olarak, AKP iktidarını ve devleti çözüm sürecine sokma süreci olarak değerlendirdik. Rêber Apo’nun tüm konuşmaları, mesajları, sunduğu çözüm belgeleri ve en son 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe’de hükümet üyeleriyle birlikte tüm televizyonların canlı yayınında sunulan Dolmabahçe Mutabakatı da bu amaçlıydı. Dolmabahçe Mutabakatı, iyi incelendiğinde bu gerçeklik görülür. Bu mutabakat yayınlanmadan önce bize sunuldu. Yönetim olarak daha somut iki madde eklenmesini önerdik. Bu öneriler götürüldüğünde, Rêber Apo, ‘mutabakata konulanlar yeterlidir’ demiştir. Bazılarının bilmediği halde, Rêber Apo’nun bu mutabakatı eleştirdiği ve yetersiz bulduğu yönündeki söylemleri gerçek dışıdır. Rêber Apo, AKP iktidarını ve devleti bu mutabakatla çözüm sürecine sokmak istemiştir. Ancak Erdoğan’ın ve ilişkide olduğu devlet yetkililerinin bir çözüm anlayışı olmadığı için bu mutabakatı reddetmiştir. Zaten, Ekim 2014’teki Türk Milli Güvenlik Kurulu’nda “Çöktürme Planı” kararlaştırılmıştır. Bazılarının “sürecin sonlanmasını PKK yaptı” demesi külliyen yalandır ve maddi gerçeklikle ters bir söylemdir.

DEMOKRATİK ZİHNİYETTE OLANLAR ADIM ATAR

Rêber Apo da Hareketimiz de makul bir çözümden yanaydı. Bu nedenle Rêber Apo ve Hareketimiz çok dikkatli bir dil ve üslup kullandı. Hem hükümeti ve devleti hem de kamuoyunu bir çözüm sürecine teşvik etme yaklaşımıyla hareket etti. Kuşkusuz, Hareketimiz de Kürt demokratik siyaseti de Türkiye’nin gerçek demokrasi güçleri de her zaman Kürt sorununun makul demokratik siyasi çözümünden yanadır. Böyle bir çözüm isteyen her siyasi güçle ilişki içinde olur. Bu, her şeyden önce Türkiye’nin demokratikleşmesi için önemli ve olmazsa olmaz bir adımdır. Türkiye gerçekliği ve yüzyıllık politikaları dikkate alındığında, ancak demokratik zihniyette olanlar bu adımı atarlar. Türkiye’de hem Kürt sorununun çözümünde adım atılacak hem de demokratik zihniyette olunmayacak. Türkiye gerçeğinde böyle bir durum söz konusu olmaz.

AKP, 2002’de bazı demokratik söylemlerle iktidara geldi. İslami çevreler geçmişte bazı baskılar gördüğünden, içlerinde demokratik eğilimde olanlar da vardı. AKP’yi iktidara getiren sürecin ise 12 Eylül askeri darbesiyle başladığını bilmek gerekir. Kürt halkının özgürlük istemlerini tamamen tasfiye etmek ve bunun için Kürtleri yalnız bırakıp kuşatmak için siyasal İslam’ın devlet içine alınması kararlaştırıldı. Yani Kürt soykırımını tamamlamada devlet politikasının yanında olmaları için sistem içine alındılar. AKP’yi ve siyasal İslam’ı değerlendirirken bu politikayı unutmamak gerekir.

AKP O DÖNEMİN GEREĞİ YUMUŞAK MESAJLAR VERDİ

AKP’nin ve siyasal İslam’ın devletin içine alınması sürecinde, bazı çevrelerin itirazları ve dirençleri vardı. Bu nedenle AKP iktidarı, bu tür engelleri aşmak için halkın demokrasi özlemlerine seslenmeyi gerekli gördü. Kürtlere de yumuşak mesajlar verdi. Ayrıca devletin içine tam yerleşme sorunu yaşadığından, Kürt Özgürlük Hareketi ile şiddetli çatışma, onu iktidar olarak zayıf düşüreceğinden, Hareketimizden çeşitli aracılar yoluyla çatışmasızlık istedi. Rêber Apo, zamanlama açısından doğru bulmasa da bu durumu, iktidarı ve devleti bir çözüm sürecine sokma amacıyla kabul etti. Bu konuda büyük bir yoğunlaşma ve çaba içinde oldu. Ancak Erdoğan ve AKP iktidarı güven vermediğinden, bu süreçte esas olarak Kürt demokratik güçleri dahil, Türkiye’nin tüm demokrasi güçlerini güçlendirmeyi esas aldı. Kürt demokratik güçleri ile Türkiye’nin demokrasi güçlerini ittifak ve ortak mücadele içine sokma yönünde projeler sundu. Bu konuda önemli gelişmeler de sağlattı. Rêber Apo’nun kuşkuları doğrulandı. Erdoğan, çözüm süreci için önemli adım olacak Dolmabahçe Mutabakatı’nı reddetti. Bu mutabakatı reddetmek, Kürt Özgürlük Hareketi ve tüm demokrasi güçlerine savaş açmak anlamına geliyordu. Zaten 2014 yazında “Çöktürme Planı” hazırlanmıştı. Dolmabahçe Mutabakatı da bu çerçevede reddedilmiştir. O günden bugüne Kürdistan’da yürütülen kirli savaş ve demokrasi güçlerine yönelik saldırılar bilinmektedir.

ELBETTE DEMOKRATİK ÇÖZÜMDEN YANAYIZ

Şimdi, 9 yıllık kirli soykırım savaşı yürüten AKP-MHP iktidarının bir çözüm süreci geliştireceğine kim inanır! MHP tümüyle parti politikası ve amaçlarından vazgeçmiş midir? Kim MHP’nin Kürt soykırım amacından vazgeçtiğini söyleyebilir? Bunun için herhangi bir belirti ve veri var mıdır?

Kürt sorununun çözümü kadar Türkiye için güzel ve iyi bir şey olabilir mi? Tabii ki bizler de, Kürt demokratik hareketi de her zaman bir demokratik çözümden yanayız, diyoruz. Bunu söylemezse kendileriyle çelişmiş olurlar. Bu açıdan, bazı muhalif kanallarda sanki çözüm süreci kötü bir şeymiş gibi tartışmalar yürütülmesi hiçbir mantıkla izah edilemez. Böyle önünü arkasını tartışmadan çözüm sürecini olumsuz bir şey gibi tartışmak, Kürt halkı ve demokrasi güçleri tarafından Kürt karşıtlığı olarak anlaşılır. Kendine muhalif diyen kanalların tartışması şu yönlü olabilir. Kürt sorunu çözülmeli, Türkiye’nin demokratikleşmesi için bu gerekir, ancak MHP ve AKP zihniyeti bu sorunu çözmez, eğer Kürt sorununun çözümünü ve Kürtlerle barışmayı istiyorlarsa, o zaman Kürt sorununun çözümü konusunda atacakları adımları ortaya koysunlar, demelidirler. Eğer MHP ve AKP’nin kurduğu oyunun maskesini düşürmek istiyorlarsa bunu söylemelidirler. Kürtler, bu bir oyundur, mevcut politikalar ortada, bu politikalar değişmeden biz bu oyunun parçası olmayız, diyebilir. AKP-MHP iktidarının gerçekten de Kürtleri mücadeleden alıkoymak, Kürt soykırımı politikasını daha rahat yürütmek için bazı Kürtlerin kafasını karıştırmak ve PKK’ye karşı çıkın, diyerek Kürt halkının özgürlük mücadelesini zayıflatmak amacıyla böyle bir oyun kurduklarını söyleyebilirler. Açık adımlar ve politika değişiklikleri görmedikçe, bunu söylemelidirler. İmralı’da hukuk çiğneniyor, ağır tecrit uygulanıyor, zindanlar ölüm evleri haline gelmiş, binlerce siyasetçi içeride ve her gün tutuklamalar ve Kürt kültürü üzerinde baskılar var. Bu durumlar değişmeden Kürt sorununun çözümü için samimi niyet ortaya konulmuş olamaz.

Kürtler, böyle tavır koyabilir. Ancak muhalifler, çözüm sürecinin olumsuzluğu üzerinden tartışma yaparlarsa, bu demokratik bir anlayış olmaz; demokratik olmayan bir tutum olur. Aslında AKP-MHP iktidarının şimdiye kadar ki politikaları onaylanmış olur.

CHP ÇÖZÜMDEN YANA İNİSİYATİF ALABİLİR

Aslında bu süreçte ne tutum takınılacağı önemlidir. CHP’nin politikalarının yönünün ne olacağını da ortaya koyacaktır. CHP, açıkça “Kürt sorununda bir çözüm olursa biz destek veririz” diyerek inisiyatif koyabilir. Bu, Kürt sorununda inisiyatifi ele almak anlamına gelir. CHP’yi gerçek demokratik çizgiye oturtur. Böylece bir daha CHP’ye “bölücülerin yanındasınız, şunun yanındasınız” diyerek bir suçlama içine giremezler. CHP, muhalif kanallarda bazılarının ortaya koyduğu yaklaşımın tersine, bizzat kendisi Kürt sorununun çözümünde inisiyatif alabilir. Böylece AKP-MHP’nin muhalefeti suçlama ve Kürtleri oyalama politikasını boşa çıkarmış olur. CHP’nin gerçek bir sosyal demokrat parti olması önündeki en büyük engel, MHP-AKP ve bazı çevrelerin CHP’nin Kürt sorununda politika üretmelerini engelleyen suçlayıcı ve töhmet alında bırakan yaklaşımlarıdır. CHP, AKP-MHP’nin, DEM Parti’ye verdiği mesajları fırsat bilerek bu durumu aşabilir ve gerçek bir sosyal demokrat parti haline gelebilir. Eğer muhalif kanallarındaki bazı kişilerin Kürt sorununun çözümü konusunu olumsuz bir tartışma haline getirmelerini aşamazsa CHP, yerel seçimler dönemindeki görüntüsünü kaybeder; böylece AKP-MHP’nin kurduğu oyunun içine girmiş olur. MHP ve AKP’nin Kürt sorunu konusunu araçsallaştırmalarının önemli bir nedeni de, Türkiye’de gerçek bir demokrat ya da sosyal demokrat duruş ve programın ortaya konulmamasıdır. Bilindiği gibi, dünyanın her yerinde bu tür sorunlarda sol güçler ve kendisine sosyal demokratlar diyenler, olumlu yaklaşım gösterirler.

AKP-MHP İTTİFAKI BİR TUZAK KURMUŞTUR

Türk devleti genelde Kürtlere karşı bir özel savaş yürütmüştür. AKP-MHP ittifakı, Kürtlere karşı yürütülen özel ve kirli savaşın zirveleşmiş halidir. AKP-MHP iktidarının bir özel savaş hükümeti olduğu unutulmamalıdır. AKP-MHP hükümetinden Kürtler adına olumlu bir şey beklenemez. MHP, dünyanın başka ülkelerindeki milliyetçi ve faşist partilerle de karşılaştırılamaz. Diğer ülkelerdeki faşist partilerin başka amaçları ve programları da vardır. MHP’nin tek bir amacı vardır; Kürtleri bitirmek! MHP ile ilişkili her söylem ve adıma bu çerçevede bakmamak büyük gaflet olur. 

AKP-MHP faşist ittifakı, DEM Parti ve demokratik siyasal alan için bir tuzak kurmuştur. Çağrılar yapacaklar; DEM parti’nin kabul edemeyeceği şeyler dayatacaklar, “yol temizliği olsun” dediği şeyleri gerçekleştirmeyecekler. DEM Parti ve demokratik güçler, onların dediğini yapmayınca da “DEM Parti’ye el uzattık, alan açtık, imkân sunduk, siyaset yapma fırsatı tanıdık, ancak bunlar karşılık vermediler” diyerek saldırılarını daha da artıracaklar. Kurdukları oyun böyle gözüküyor. Nitekim Erdoğan, bir gazetecinin “bu süreç için hangi adımlar atılır” sorusuna karşılık, “cevabını sen ver” demiştir. Gazeteci de “hiçbir adım atılmadan bu süreç sürdürülür” cevabını verince, Erdoğan, “doğru” diyerek gazeteciyi onaylamıştır. Esas düşündükleri de budur. Tabii ki Kürt demokrasi güçleri, “biz çözüme hazırız, ancak başta İmralı’daki tecridin kaldırılması olmak üzere şu şu yol temizliklerini yapın, biz zaten Türkiye partisiyiz, Kürt sorununu çözerek Türkiye’nin demokratikleşmesini istiyoruz” demelidirler. Kuşkusuz, belirttikleri adımlar atılmadığı müddetçe de AKP-MHP iktidarına karşı tutumlarını ve mücadelelerini sürdürmelidirler. Böylece AKP-MHP’nin kurduğu bu oyunu açığa çıkarmalıdırlar.

ÖZEL SAVAŞ SİYASETİ GEREĞİDİR

Burada bir hususu belirtmek de MHP’nin nasıl bir parti olduğunu ortaya koyar. Devlet Bahçeli, bir gün önce CHP ve Özgür Özel için her türlü hakareti yapmış, Meclis’in açılışında Özgür Özel’e, “O söylediklerimiz siyaset gereğidir, alınmayın” demiştir. İşte Türkiye’de siyaset gerçeği budur. Özel savaşın en temel özelliği de budur; yani halkı kandırmaktır. Açıkta söyledikleri, halkı kandırmak içindir. Ancak esas olarak farklı bir politika izleme gerçeklikleri vardır. Böyle bir şey nasıl söylenir, gerçekten de anlaşılır değildir. Herhalde boş bulunduğu için söyledi. Devlet Bahçeli, kendi şahsında Türk siyasetçisinin ne olduğunu ortaya koydu. Halkı kandıran bir siyaset yürütülmektedir. Sadece bu söylem bile bir siyasetçinin siyasi hayatının bitmesi için yeterdir. Bunu söyleyenin bir daha halkın karşısına çıkmaması gerekir. Bu açıdan, Devlet Bahçeli’nin el sıkması da özel savaş siyaseti gereğidir. Bu yönüyle, Devlet Bahçeli’nin el sıkmasından ve söylemlerinden bir şey çıkarmaya çalışmak Türk devlet gerçeğini, özellikle de Türk devletinin temel politikası olan ve hala sürdürülen Kürt soykırım politikasını anlamamaktır.

Devam edecek...