12 Eylül’den bugüne açlık grevleri - I

PKK Merkez Komite Üyesi Cemal Şerik, PKK’de direnişin, siyasal/ideolojik çizginin temsilini sağlamayı ama kendisiyle beraber toplumsallaşmayı da ifade ettiğini söyledi.

PKK direnişçiliğinin, direnişçinin kendisiyle sınırlı kalan, “ben görevimi yaptım, benim için bu yeterlidir” diyen bir çizgi veya bireysel kahramanlık, bireysel gücünü ortaya koyma olmadığını belirten PKK Merkez Komite Üyesi Cemal Şerik, “Onun toplumsallaşması, toplumsal bir harekete, güce dönüşmesi, PKK direnişini anlatır” dedi.

1981’den 1996’ya kadar Türk cezaevlerinde rehin tutulan PKK Merkez Komite Üyesi Cemal Şerik, 12 Eylül 1980 darbesinden itibaren gelişen zindan direnişi ile ilgili sorularımızı yanıtladı. İki bölüm halindeki söyleşimizin ilk bölümü şöyle:

ÖNCE ZİNDANLARA YÖNELDİLER

12 Eylül rejiminin zindanlara yüklediği anlam neydi?

Türkiye siyasal tarihinde 12 Eylül askeri-faşist darbesi önemli bir yer ediniyor. Bu kadar önemli kılan nedenlerden biri de zindan politikalarıydı. 12 Eylül’ün zindan politikası aynı zamanda Türkiye ve Kürdistan’da adım adım uygulayacağı politikaların prototipi olma gibi bir özelliği taşıyordu. Bu nedenle zindan politikası sadece zindanlarla ilgili olmaktan öte bir anlam ifade etmişti. Fakat bu politikanın da sonuç alması için belirli hedefleri vardı. O hedefler arasından zindanlardaki tutsaklar önemli bir yere sahipti. Zindandaki tutsaklar üzerinde elde edeceği sonuçlar ardından ülkede nasıl uygulanacağı ve nasıl sonuçlar vereceğinin de göstergesiydi. Bu temelde 12 Eylül askeri-faşist darbesini gerçekleştirenler zindanlara yöneldi. Toplumun en dinamik, en devrimci öğelerini tutukladılar. Devrimci demokratları, demokratik mücadelede önemli bir yere sahip demokratik kitle öncülerini, sendika, dergi ve gazetelerin yöneticilerini, aydınları, akademisyenleri; toplum içerisinde öne çıkan doğal önderlik vasfına sahip olanları zindanlara aldılar. Bunlar üzerinde uygulayacakları politika ve elde edeceği sonuçlar aynı zamanda ülkenin, toplumun ve tepkilerin ne olabileceğini, hangi sonuçları alabileceğinin de bir göstergesi olarak değerlendirilmişti. Bu temelde zindanlara yöneldiler. Hedefleri teslimiyeti geliştirmekti. Zindanlarda teslimiyet gelişirse, direnişler bastırılırsa, ardından da bu işkenceleri gerçekleştirenler aynı politikalarla topluma yönelik sonuç elde edeceklerdi. O nedenledir ki ilk olarak zindanlara yöneldiler.

DİRENİŞ TOPLUMSAL SORUMLULUKTU

Buna karşı zindanlardan verilen yanıt ne oldu?

Zindanlara alınanlar da direniş geliştirdi. Bu direnişleri, sadece zindanlarda bulunanlara şöyle işkence yapıldı, devrimci onurlarını korumak için direndiler gibi bir yaklaşımla sınırlandıramayız. Elbette devrimci onur ve ilkelerini korumak için direndiler ama bunu yaparken topluma, halka karşı sorumluluklarının gereklerini de yerine getirdiler. Bunu yaparken 12 Eylül faşizminin daha sonraki süreçte uygulayacağı politikalar karşısında bir direniş hattını da oluşturdular. Bu yönüyle 12 Eylül faşizmine karşı gerçekleşen direnişler hem o günün koşullarında hem de geleceğe yönelik devrimci mücadelenin geliştirilmesinde önemli rol oynayan direnişlerdir.

ÇAĞRI KARŞILIKSIZ KALMADI

Bu direnişler, dışarıya nasıl yansıyıp etkisini gösterdi?

Böylesi bir direniş, geleceğin mücadelesinin örgütlenmesinde de temel bir rol oynadı. Diyarbakır zindanındaki direnişin böylesi bir anlamı vardır. 14 Temmuzda Büyük Ölüm Orucu başladı. Bu eylem bir çağrıya dönüştü.

Bu neyin çağrısıydı?

12 Eylül faşizmine karşı dışarıda yükseltilmesi gereken mücadelenin çağrısıydı. PKK, bu çağrıyı doğru algıladı. Gerçekleştirdiği kongreyle de ülkeye dönüş, silahlı mücadeleyi başlatma kararı aldı. Bu zindan direnişçilerin çağrısına da yanıttı. Sadece bu da değildi. Zindanlardaki direnişler aynı zamanda toplumun harekete geçmesinde de temel teşkil etti.

Nasıl temel teşkil etti?

12 Eylül’den sonra toplumda bir sessizlik vardı. En dinamik-aktif öğeleri zindana alınmıştı. 12 Eylül faşizmi topluma her şeyi yaptırmak, yeniden şekillendirmek istiyordu. Bunun karşısında güçlü bir direniş yoktu. 12 Eylül sürecinde ilk direnişlerin olduğu yerler toplum zemininde zindan kapıları oldu. Cezaevi-mahkeme önleri oldu. Bu da zindanlara alınanların yakınları tarafından geliştirildi. 12 Eylül sonrasının ilk demokratik kitle örgütlenmesi, sivil toplum örgütleri de bunlar etrafında oluştu. İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Vakfı ve hukuk dernekleri gibi. Bunlar da bu 12 Eylül faşizmine karşı güçlü- örgütlü kurumu haline geldiler.

Bunları sağlayanlar kimlerdi?

Zindan önlerinde, mahkeme önlerinde direnenlerdi. Zindanlardakilerin yakınlarıydı. Devrimci ve demokratik çevrelerdi. İlk kitle hareketleri de bunlar tarafından gerçekleştirildi. Bu direnen aileler coplandılar, işkence gördüler, zindanlara alındılar, tehdit edildiler. Çeşitli baskılarla karşı karşıya kaldılar ve buna rağmen direndiler. Daha sonra direnirken şehit düşenler oldu. Yine cezaevi önlerindeki direnişlerde sembol isimler vardı. Hatice Ana bunlardan biriydi. Buna benzer birçok anamız o dönemlerde zindan önünde gelişen direnişlerin öncüleri haline geldi.

Demokratik alanda siyaset yapmak isteyenler ya da mevcut 12 Eylül faşizmine karşı muhalif konumda olanlar da siyaset yapabilmek için zindanlara seslenmek, zindanların sorunlarını gündeme getirmek zorunda kaldı.

DEVRİMCİLİK, BİLİNÇ VE SORUMLULUKTUR

Direnişlerin başlaması herhangi bir talimatla mı oldu, yoksa inisiyatiflerle mi gelişti?

Bir devrimci için harekete geçilmesinde herhangi bir talimat, perspektif, dıştan herhangi bir etkiye gerek yok. Devrimci olmanın bilinci ve sorumluluğu vardır. Bu bilinç ve sorumluluk da işkence, haksızlık, baskı karşısında temel görev olarak direnmeyi koyar. Bu nedenle 12 Eylül sürecindeki direnişlerde dıştan etki veya gönderilen talimatla harekete geçmek söz konusu değildi. Devrimcilerin, o dönemde zindanlarda bulunanların, devletin uygulamış olduğu politikaya karşı devrimci görev ve sorumluluğu olarak gerçekleştirdikleri bir tutumdu, tavırdı. Zaten o günkü koşullarda dışarıda güçlü örgütlenmeler de kalmamıştı. Birçok örgüt tüm lider kadrosu ve taraftarlarıyla zindanlara alınmıştı. Dışarıda o örgütleri temsil edebilecek güçlü örgütlenmeler kalmamıştı. O günkü koşullarda örgütlerin bulunduğu durumlar müsait değildi, öyle bir çağrı yapmasına olanak tanımıyordu.

PKK’nin de önemli bir oranda Türkiye-Kürdistan’da faaliyette olan öncü kadroları zindanlara alınmışlardı. Onlar da zindanlardaki direnişleriyle örgütlü mücadeleye ya da 12 Eylül faşizminin zulmü, baskısı altında yaşayan halka direnişleriyle moral verme, güç verme sorumluluğuyla hareket ediyorlardı. Biliyorlardı ki o direnişleri dışarıdaki direnişin gelişmesinde rol oynayacak. Tutsaklık koşullarında ellerinde herhangi bir imkân yokken direnilebiliyorsa dışarıda direnişi daha fazla geliştirebilmenin olanakları var. Direnişleriyle bunları gösteriyorlardı. O devrimci görev ve sorumluluğun ortaya çıkardığı bir sonuçtu. Öyle gerçekleşti.

BEDEL GÖZE ALINARAK TAŞIRILDI

O süreçte yapılanlar, direnişler nasıl aktarılabildi?

O günkü koşullarda zindanlardaki işkenceleri, direnişi kamuoyuna mal etmek o kadar kolay değildi. Hatta birçok cezaevinde yaşanılanları bile aynı cezaevinin başka koğuşunda bulunan tutsaklar bilmiyordu. Öylesi bir gerçeklik vardı. Koğuşların arasında ilişkilerin oluşmasını engellemek için denetim kurmaya çalışıyorlardı. Ziyaretçiler geliyordu. Ziyaretçi konuşma-görüşmelerini denetimde tutmaya çalışıyorlardı. Avukat görüşlerini denetliyorlardı. Zaten mektuplar onların ellerinde gidip geliyordu. Öylesi koşullarda zindanlarda olup bitenleri dışarıya taşırmak çok olanaklı olmuyordu. Bir de dışarıdan ziyarete gelenler, avukatlar, aileler de duyduklarını gördüklerini yaygınlaştırma, dışarıya taşırma cesaretini gösteremiyorlardı. Çok azı gösteriyordu. Çok zordu ya da büyük bedeller ödemeyi göze almayı gerektiriyordu. Örneğin ailene, avukata ya da mahkemede bunları dile getirdiğinde mahkeme dönüşünde, ziyaret dönüşünde ya da ziyaret kabininde büyük işkenceleri göze alman gerekiyordu. Zindanlardaki devrimci tutsaklar bunları göze alarak zindanlardaki olup bitenleri dışarıya taşırdılar.

Ne yaparak taşırdılar?

Mahkemelere çıkıp işkenceleri anlattılar. Açlık grevi direnişlerinin ilanlarını gerçekleştirdiler. Sloganlar attılar. Ziyaret kabinlerinde ziyaretçilere bunlar anlatılarak haberdar edilmeye çalışıldı. Bunların hepsi bir bedel ödemeyi göze alarak gerçekleştirilenlerdi. Tabi bunların sonucunda cezaevinde yapılan işkenceler kamuoyuna mal edilebildi. Kamuoyuna mal edildi ama basın-yayın organlarında etkili bir şekilde yer almadı. Çok sınırlı bir yer buldu. Bazı gazetelerdeki yazarların satır aralarındaki yorumlarla cezaevlerindeki açlık grevleri duyulmaya başlandı.

DUYULMASI BİLE BÜYÜK MORALDİ

O dönemle ilgili paylaşabileceğiniz bir anınız var mı?

Benim hatırladığım, açlık grevleri eylemleri içerisindeyiz. Dilekçeler yazıldı. Mahkemeye gidenler açlık grevi eylemi içerisinde olunduğunu açıkladı. Birkaç gün geçti, açlık grevleri devam ediyor. İlk haftalardan sonraydı herhalde, bana başka bir cezaevinden mektup geldi. O cezaevindeki arkadaşlar diyorlardı ki “açlık grevinizi duyduk.” O mektupta bu ifade direkt yer almıyordu. Açlık grevinde olduğumuzu, mevcut durumumuzu bildiklerini ifade eden sözcüklerdi. Bunlar o günkü cezaevi koşullarında mektuplaşmalarda kendi durumunu aktarabilmek, bağlantılarla bilgilendirmek için kullanılan yöntemlerdi. Yani karşılıklı anlaşılabilecek dillerdi. Bu karşılıklı anlaşılabilecek dillerle arkadaşlar mevcut durumumuzu duyduklarını belirtiyorlardı. Tabi mektubun bu bölümünü arkadaşlara okuyunca açlık grevlerinde muhteşem bir moral oldu.

BAZI YAZARLARIN ÇABALARI

Bazı yazarların satır aralarında yer alıyordu, dediniz. Hatırladığınız var mı?

Bazen gazeteler geliyordu. Gazetelerin bazı yazarları vardı. Cezaevlerine duyarlıydılar. Mesela şimdi Artı TV’de program yapan Celal Başlangıç var. O zaman daha gençti. Gittiği mahkemelere dair yorumlarında bazen satır aralarında o tür bilgiler oluyordu. Bunlar da bizim eylemlerimizin, direnişlerimizin, açlık grevlerimizin artık cezaevi dışına çıktığı yönündeki haberler, bilgiler oluyordu. Moralimize büyük etkiler yapıyordu. Çünkü eylemimiz kamuoyuna mal oluyordu. Kamuoyundaki duyarlılığın gelişmesinde rol oynuyordu. O açıdan eylemlerin dışarıya çıkarılması ve dışarıya yansıması; bu yansımanın tutsaklar üzerinde böyle derin etkilere sahip olduğunu belirtebilirim.

AYNI ZAMANDA ZİHNİ DİRENİŞTİR

Açlık grevi eylemleri PKK için ne anlam ifade ediyor?

PKK’nin direniş çizgisi biliniyor. Yani PKK bir direniş hareketidir. Bu direniş, sadece fiziksel anlamda gerçekleşen bir direniş değildir. Zihni bir direnişi de ifade ediyor; zorluklara, baskılara, işkenceye göğüs geren. Ama bununla beraber yaşamsal, düşünsel direnişi de anlatır. Aslında bu PKK’nin bağımsızlık ilkesinin pratikteki somutlaşma biçimlerinden biridir. Sömürgeci düşüncelere karşı kendi özgürlükçü-bağımsızlıkçı-demokratik düşünceni savunabilmek. Mücadele içerisinde karşılaşılan tüm zorluklara göğüs gerebilmek. Üzerinde uygulanan her türlü baskıya karşı koymak. Bunların hepsi PKK’deki direniş gerçeğini anlatan yönlerdir.

PKK’nin kendi tarihi ele alındığında, geriye çekiliş ve tekrar ülkeye dönüş sürecine kadar direniş çizgisi zindanlarda temsilini bulmuştur. PKK, Mazlum Doğan’da, Kemal Pir’de, Hayri Durmuş’ta, Ferhat Kurtay’da temsilini bulmuştur. PKK için ne ifade ediyor dersem, PKK’nin direniş çizgisinin temsilinin gerçekleştiği en belli başlı alanlardan birini içermesi olarak diyebilirim. Çünkü o direnişle var olabiliyor. O direniş sadece o anla sınırlı kalmıyor, daha sonraki dönemin de nasıl karşılanacağını, dönemin sorunlarının nasıl çözülebileceğini, karşılaşılacak sorunlara nasıl göğüs gerilebileceğini gösteriyor. PKK de aslında direniş böyle bir anlam ifade ediyor. Bunun dar kalıplara sıkıştırılmaması gerekiyor. Sadece kişinin kendisinde somutlaşan değil, siyasal/ideolojik çizginin temsilini sağlayan ama kendisiyle beraber bir toplumsal direnişi gerçekleştirmeyi ifade ediyor. Mesela Mazlum Doğan’ın eylemi böyledir. Newroz’da ve tek başına gerçekleştirmiştir. Ama Mazlum Doğan’ın direnişi, Diyarbakır Zindanı’nı ayağa kaldırmıştır. Büyük direnişlere öncülük eden direniştir, PKK direnişçiliği. Direnişçinin kendisiyle sınırlı kalan, “ben görevimi yaptım, benim için bu yeterlidir” diyen bir çizgi değildir. Kendinde somutlaşan çizgi, bir ideolojik/siyasal gerçekliği anlatır. Bununla beraber de bir toplumsal direnişi ifade eder. Bu bireysel kahramanlık, bireysel gücünü ortaya koymak değildir. Elbette bireysel özellikler öylesi bir eylemin sahibi olmasında rol oynar. Onun toplumsallaşması, toplumsal bir harekete, güce dönüşmesi, PKK direnişini anlatır.