19 yıl, 6 bin 935 gün, 166 bin 554 saat…

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik uluslararası komplo bir yıldönümüne daha girdi. Gün gün, saat saat, dakika dakika, tam 19 yıl, 6 bin 935 gün, 166 bin 554 saat geride kaldı.

19 dokuz yılda çözüme ve barışa dair çok şey söylendi, çok şey yapıldı... Adresi İmralı’ydı. Öncüsü ise Öcalan.  Her barış cümlesi, her alternatif çözümün karşılığı, tecrit, tehdit ve savaş oldu.

SAVAŞ VE BARIŞ

Öcalan, 19 yılda benzeri görülmemiş insanlık dışı uygulamalara maruz kaldı. İç hukuk, uluslararası hukuk ve insani değerler açık bir şekilde, tereddütsüz ayaklar altına alındı. Tüm bunlar karşısında uluslararası güçler ve ilgili insan hakları kurumları, ölü sessizliğine yattı. İmralı, apayrı bir dünyaya dönüştürüldü. Her açıdan böyleydi. Öcalan’ın kurduğu dünya farklıydı, karşıtlarının uygulamaları farklı.  Barış, demokrasi ve anti-kapitalizm tecrit altında hiç bu kadar güçlü dile getirilmemiş ve örgütlenmemişti. Hukuk da hiç bu kadar açık bir şekilde, uluslararası bir konsensüsle çiğnenmemişti.

Bu açıdan son derece karmaşık olan bu komployu anlamak, bir kişi ve temsil ettiği mücadele etrafındaki gelişmeleri anlamak için de kilit önem taşıyor. Öcalan tüm savunmalarında bunun önemine vurgu yaparak, alt yapısını oluşturdu ve üzerine yeni bir demokratik mücadele inşa etti.

KOMPLOYU ANLAMAK NEDEN ÖNEMLİ?

Savunmalarında, “Komplonun ardındaki felsefi ve politik zihniyeti anlamak büyük önem taşır” diyordu.  “Burada önemli olan, komploya dahil olan güçlerin doğru tanınması ve tanımlanmasıdır” diye ekliyordu.

Kimdi bu güçler? Ne amaçlıyorlardı? Bugün nerede duruyorlar ve sonuç ne oldu? 15 Şubat 1999’da Öcalan uluslararası bir komplo ile kaçırılmadan önce, komplonun alt yapısı oluşturulmuştu. PKK’nin kuruluşundan bu yana imha hesapları yapılıyor ancak son komplonun temel taşlarından biri 1996’da döşendi. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller, 50 milyon dolar ödenekli bir sabotaj planlamıştı.  Tarih 6 Mayıs 1996’yı gösteriyordu.  Bin kiloluk bomba yüklü bir araçla, Öcalan’ın Şam’da kaldığı yerler imha edilmek isteniyordu. Sabotajdan sonra tehditler ve pazarlıklar tırmandı. Türk Kava Kuvvetleri Komutanı 17 Eylül’de Suriye’ye ültimatom verdi.  Türk rejimi savaş çıkaracaktı. ABD de devreye girmiş Suriye’ye baskı yapıyordu. İsrail da Kürt özgürlük hareketinin gelişmesi ve yayılmasından rahatsızdı. Komplonun temel planlayıcı ise Gladyo olarak gösteriliyordu. Öcalan, İmralı’daki bir çok görüşmede buna işaret ediyordu. Öcalan savunmalarının 5’inci cildinde bu süreci şöyle özetliyordu: “ABD ve İngiltere geleneksel olarak NATO Gladio’su ile Türkiye’yi kontrol ediyorlardı. Esas dayanakları Gladio’nun varlığıydı. İçte S. Demirel, T. Çiller ve E. İnönü bloğuyla anlaşarak tasfiye planlarının tüm hazırlıklarını tamamladılar. ANAP içinde de T. Özal’ı tecrit ederek iyice yalnızlaştırdılar.”

Öcalan 1998’de Suriye’den çıkmak zorunda bırakılınca, komplonun diğer aşamaları örgütlendi. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, “Suriye’den çıkışım NATO-Gladio operasyonuyla bağlantılıdır. Türk ordusundaki ayrışmayı ve Gladio’yu dikkate almadan bu operasyonu doğru yorumlayamayız” diyordu.

KOMPLOYA KARIŞAN GÜÇLER VE REALPOLİTİK

Zira uluslararası alanda çok geniş bir cephe komploya dahil olmuştu. ABD’den Rusya Federasyonu ve Arap Birliği’ne, Türkiye’den Kenya ve Tacikistan’a kadar birçok devlet komploda yer almışlardı. Temel güçlerin çıkarları olsa da, bir çok devlet de kendisine bundan çıkar devrişiyordu. Bunlar insanlık tarihine utanç verici dönemler olarak geçti. Bir akbaba siyasetiydi izlenen. Kimisi adına “Realpolitik” diyordu. Devlet aklı başka işliyordu. Devletlerin ve hükümetlerin suçlarını örtmek ya da perdelemek için “suç ortağı” bir siyaset olarak “Realpolitik” üretilmişti. Komploya katılan devletlerin sayısı oldukça fazlaydı.  Büyük ve küçük ülkelerden bir liste oluşturulursa, oldukça kabarık bir utanç tablosu ortaya çıkacak. Ankara’dan Şam ve Tahran’a, oradan Atina, Berlin, Paris, Kahire, Washington, Moskova ve Nairobi’ya kadar uzanan geniş bir liste var.

Bazıları birbiriyle asırlık düşman olan bu güçleri bir araya getiren neydi? Öcalan şu soruları yöneltiyor: “Neden benim sırtımdan bu kadar ilkesiz ittifaklar veya çıkar birlikleri kuruluyordu? Ayrıca hedeflenmeme sevinen Türk ve Kürt sol ve ulusal işbirlikçilerin sayısı hesaplanmayacak kadar çoktu. Resmi dünya sanki benim şahsımda en tehlikeli rakibini kıstırmış gibiydi. PKK içinde bile kendileri için ikbal günlerinin geldiğine ve diledikleri gibi yaşamaları fırsatının doğduğuna inananların sayısı küçümsenemezdi. Şüphesiz en başta ve en genel bir gözlem tüm bu güçlerin kapitalist modernitenin liberal çıkarlar peşinde koşan önde gelen kesimlerinden oluştuğunu ortaya koyuyordu. Ben birçoğunun liberal faşist zihniyetini ve çıkarlarını tehdit etmekteydim.”

KOMPLO KİME VEYA KİMLERE KARŞI YAPILDI?

Peki komplo ile ne amaçlanıyordu, kime ve kimlere karşı yapılmıştı? Öcalan, savunmalarında ve görüşmelerde bir çok vesileyle, bir noktaya işaret ediyordu: “Komplo şahsımda sadece Kürtlere değil, Türklere de yapılmıştı. Teslim ediliş biçimi ve bunda rol oynayanların niyeti ‘terör’ün sona erdirilmesi ve çözüm olmayıp, bir yüzyıl daha sürecek şekilde anlaşmazlığın temelini derinleştirmekti. Beni komploya düşürmeleri bu niyetleri için ideal bir fırsat sunmuştu. Bu fırsatı sonuna kadar kullanmak isteyeceklerdi. Aksini düşünmek mümkün değildi.”

Öcalan’a göre tipik bir İsrail-Filistin ikilemi yaratılmak isteniyordu. Nasıl mı? Öcalan şöyle ifade ediyor:  “Nasıl ki İsrail-Filistin ikilemi yüzyıldır Ortadoğu’da Batı hegemonyasına hizmet etmişse, ondan çok daha büyük boyutlu olan Türk-Kürt ikilemi de en azından bir yüzyıl daha hegemonik hesaplarına hizmet edebilirdi. Zaten 19. yüzyılda bölgedeki birçok etnik ve mezhepsel sorunun geliştirilmesinde ve çözümsüz bırakılmasında aynı amaç güdülmüştür. İmralı gerçeği bu yöndeki ham bilgilerimi iyice olgunlaştırdı. Fakat karşımda duran en önemli sorun, bunu Türk yönetici elitine kavratabilmekti.”

19 YIL GEÇTİ TÜRKİYE HALA ANLAMADI

Türk yönetici eliti ise hiç bir zaman, komployu anlamadı. Başından bu yana böyleydi. 1990’da Öcalan esaret altına alındığında Bülent Ecevit başbakandı. Ecevit yıllar sonra “Amerika Apo’yu neden verdi anlamadım” diyordu. Aradan 19 yıl geçti, Türk elitleri halen de anlamış gözükmüyor aksine giderek anlamaktan uzaklaşıyor. Uzaklaştıkça çatışmalar ve çelişkiler derinleşiyor. Derinleşen çelişkiler ve çatışmalar da yanlış kurgulanmış Türk rejimini hiç olmadığı kadar kırılgan hale getiriyor.

KOMPLOYU ANLAMAYAN ANKARA’NIN AKIBETİ BELİRSİZ

Bu açıdan 15 Şubat komplosunu en az Kürtler kadar Türklerin de anlaması gerekiyor.  Öcalan bunun önemini şöyle özetliyor: “Komplonun içyüzünü ve taraflarını iyi anlamadan hiçbir sorunun altından kalkılamaz ve TC'nin akıbeti hakkında doğru yorumlarda bulunulamaz.”

TC’nin akıbetini şimdi nasıl yorumlamak gerekiyor? Zira 19 yıl sonra akıbeti belirsiz hale gelen güç Türkiye oldu. Türk yetkililerin kendileri bir “beka” sorununda bahseder hale geldi. “Beka” sorununa yol açan gelişmeler ise, barış ve demokrasi çabalarına her fırsatta darbe vurma arayışıydı.

ÖCALAN’IN GERÇEĞE DÖNÜŞEN ÜTOPYASI

Buna karşın Öcalan’ın İmralı’da geliştirdiği “ütopya” hiç olmadığı kadar gerçeğe yaklaştı. Öcalan’ı hedef yapan da ütopyasıydı. Bu ütopya Türk devletinin engellemelerine, baskılarına, tehditlerine, tecrit politikasına, her fırsatta savaş ve provokasyona başvurmasına rağmen hayat buluyor. Öcalan İmralı sürecini, ağır tecrit altında ütopyasını hayata geçirmek için değerlendirdi. Her şey onun için zordu. İğne ile kuyu kazar gibi gelişti. Çok zorlu koşullarda, çok güçlü temellerle inşa edilen ütopyaları yıkmak da bir o kadar zordu.

Öcalan, ulaştığı sonuçları şöyle özetliyordu: “Hiyerarşik devletçi sınıf uygarlığından kopmak en büyük özeleştiridir. Bunu başaracağıma inanıyorum. İnsanlığın çocukluğuna, emekçilerin, halkların unutturulmuş tarihine, kadınların, çocukların ve çocuk ihtiyarların ütopyalarındaki özgür eşit dünyalarına katılmayı, başarıyı orada sağlamayı daha çok istiyorum. Bunların hepsi ütopya. Ama bazen ütopyalar mezardan beter yapılar içindeki yaşamın tek kurtarıcı esinidir. Günümüzdeki mezarlardan beter yapılardan tabii ki öncelikle ütopyayla çıkış yapılacaktır.”

Kürdistan’ın kuzeyinde tohumları ekilen ütopya, sorra Rojava’ya oradan Suriye’nin geniş bir parçasına, sonra da dünyaya yayıldı. Bugün, ütopyayı gerçekleştirenlerin de, bu ütopyaya inananların da sayısı daha fazla.

Not: Öcalan’dan yıllardır haber alınamıyor. Avukatları en son 27 Temmuz 2011’de Öcalan ile görüşebildi.  O tarihten bu yana 731 kez başvuru yaptılar. Hepsi de keyfi gerekçelerle reddedildi. Çözüm adına yapılan görüşmeler ise 5 Nisan 2015’te sona erdi. HDP heyeti ile bu son görüşme yapılmıştı. Sonrası yok. Büyük toplumsal tepkiler ve 50’ye yakın Kürt siyasetçinin açlık grevi ardından 11 Eylül 2016’da ailesi Öcalan ile görüşme imkanı buldu. Bundan sonraki süreç tamamen karanlık. Tek bir haber, tek bir temas yok.