2024 emek ve sermayenin ücret mücadelesi savaşına sahne olacak

EMEP İstanbul Milletvekili İskender Bayhan, 2024 yılında başta metal iş kolunda daha sonra organize sanayilerdeki ücret mücadelesine tanıklık edeceğimizi söylüyor.

Geçtiğimiz günlerde İstanbul Maltepe’deki bir AVM’de, 15 bin TL borcu olduğu ve aç kaldığı için bir kişi intihar girişiminde bulundu ve de ağır yaralandı. Aynı gün başka bir borç meselesi daha Türkiye’nin gündemindeydi. Sayıştay raporuna göre Demirören Holding’in 2018’de, Doğan Medya Grubu’nu satın almak için Ziraat Bankası’ndan aldığı ve daha sonra yapılandırdığı 895 milyon dolarlık kredi, 2022 yılında da ödenmemişti ve borç faiziyle birlikte 920 milyona ulaşmıştı.

Türkiye 2024’e girmeden kısa bir süre önce tıpkı Demirören örneğinde olduğu gibi sermayeye vergi muafiyeti ve istisnaları, artan dolaylı vergilerle dolu bir bütçe hazırlayıp meclisten geçirdi. Hemen ardından ise neredeyse artık genel ücret olan asgari ücret belirlendi. Son iki yıldır ‘Erdoğan sayesinde’ denilerek açıklanan rakam, sonuçsuz komisyon toplantılarının ardından yandaş medyanın ‘sızdırılmış’ haberleri eşliğinde yine ‘Erdoğan sayesinde’ belirlendi. Yüzde 49’luk bir zam yapılan asgari ücret 17 bin 2TL oldu. Peki, bu artış 2024’te belirlenen hedef enflasyonun altında mı kalacak, diğer ücret görüşmeleri buna bağlı olarak nasıl şekillenecek ve dahası seçim yaklaşırken bu ekonomik tablo iktidar açısından ne getirip götürecek? Emek Partisi (EMEP) İstanbul Milletvekili İskender Bayhan ANF’nin sorularını yanıtladı.

Asgari ücret 17,002 TL olarak belirlendi. Hem Emek Partisi olarak sizin hem de diğer muhalefet partilerinin bu rakamın çok daha üstünde asgari ücret talepleri oldu. Fakat ilk toplantılarında bir türlü fiyat konuşmayan komisyonunun son bir araya gelişinde, önceki seferlerde de olduğu gibi rakamı Cumhurbaşkanı Erdoğan belirledi. Öncelikle hem bu rakama hem de sürece ilişkin neler söyleyeceksiniz?

Satın alma gücü açısından yeni belirlenen asgari ücretin de aslında son iki yıldaki asgari ücretler gibi bir performans göstereceğini düşünüyorum. Hükümet son iki yıl içerisinde özellikle asgari ücreti iki kez belirlenmek zorunda kalmıştı ve bu her iki belirlemede de asgari ücreti açlık sınırının biraz üzerinde belirleyip onu yılsonuna kadar orada tutabilme derdindeydi. Ama asgari ücret belirlendikten iki, üç ay sonra açlık sınırının altına düşüyordu. Hükümetin 2021’e kadarki asgari ücret konusundaki öngördüğü hedefleri son iki yılda bu şekilde hep revize edilmek zorunda kaldı. Ondan önce asgari ücret belirlendiği zaman iyi kötü bir yıl boyunca açlık sınırı bandında durabiliyordu ve hükümet de bunu işçi, emekçilere ‘bakın ben yeteri kadar zam yaptım’ diye propaganda ediyordu ve onun rantını yiyordu. Ama son iki yılda bu rantı yiyemez hale geldi. Bu kez zammı 6 ayda bir yaparak o rantı yemeye çalıştı, işçi emekçiler gözünde böyle çok büyük fedakârlıklarla çok büyük şeyler bahşediyormuşçasına.

 

Yeniden yılda bir belirlenmesi lazım gibi sözler söyledi zaten Erdoğan.

Bu asgari ücretin zaten yine 6 aylık dilimler halinde belirlenmesi söz konusu olsaydı 15 bin TL bandında olacağı konuşuluyordu. Ama yıllık belirleneceği için bu kez 16 bin TL bandına çıkabileceği zaten yandaş basına da ‘sızdırılıp’ konuşturuluyordu. Bir nevi kamuoyunun nabzını yoklama faaliyeti olarak.

Türkiye'de artık herkes bunu kabul ediyor, hükümet de artık inkâr etmiyor, asgari ücret ortalama ücret haline geldi. Dolayısıyla onun için bu kez belirlenen asgari ücretin de yaşayacağı kader aynı olacak işçiler, emekçiler açısından. Çünkü Kasım ayı itibariyle açlık sınırı 14 bin TL, Aralık ayında bu 15 bin bandına gelecek, emekçiler bu asgari ücreti Şubat ayında ceplerine alacaklar ve bu ay açlık sınırı 15 bin 500 bandında olacak. Mart ve Nisan ise asgari ücretini yeniden açlık sınırının altına çekileceği aylar olacak. Nisandan sonra da biz gene bir kez daha asgari ücretin Türkiye’de açlık sınırının altında olduğu bir ücret olacağı gerçeğini göreceğiz. Tabii burada 31 Mart seçim ayarlaması önemli. Onun altını özellikle çizmek lazım. Bu asgari ücret zammı aslında seçimlerde bir kez daha Erdoğan’ın işçi ve emekçilere bir şey ‘bahşetmiş’ gibi propaganda etmek üzere yapmış olduğu bir hamle. Zaten basına da şöyle sızdırdılar işveren temsilcileri 16 bin 300 istiyormuş, Ergün Atalay 18 bin TL’de ısrar ediyormuş ama ‘Erdoğan’ın sayesinde 17 bin olmuş’ diye şimdiden propagandaya başladılar. Bunu sanki tüm sermayedarların itirazlarına ve ekonomiyi zorlama pahasına yaptık diye gösterecekler. Ama bizler de diyoruz ki işçi ve emekçilere buna aldanmayın. Bunun nasıl bir oyun olduğunu, nasıl bir tezgâh olduğunu defalarca yaşayarak gördünüz. Aynı şeyi tekrar yaşayacaksınız. Dolayısıyla bu asgari ücret asla ve asla işçiler ve emekçiler açısından insanca yaşayacak bir ücretin kıyısına bile yanaşmayacak.

Bir de şunun altını çizmek istiyorum, bu önemli propagandalardan birisiydi, özellikle Mehmet Şimşek ve Erdoğan’ın en çok dile getirdiği şeylerden biri ‘halkı enflasyona ezdirmedik’ oldu. Bu da bir sahtekârlık olarak bir kez daha tarihe geçecek. Asgari ücretin belirlenmesinde bir mantık var. Bugün bunu belirleyenlerin bu mantıkla enflasyon oranındaki karşılaştırmadaki ciddi çelişki var ve bu da emekçilerden saklanıyor.

Nedir bu çelişki?

Asgari ücret belirlenirken sermaye kesimi de kapitalistler de hükümet de esas olarak diyor ki, 4 kişilik bir ailenin zorunlu gıda harcamasına göre belirleyelim. Zorunlu gıda harcaması demek, yani ekmek, su bir insanın biyolojik olarak açlıktan ölmeyecek kadar, kendi bünyesini devam ettirebileceği bir ücret demek. Bunun içerisinde ne kira var ne ulaşım var, ne eğitim var, ne sağlık giderleri var. Bunları gider olarak bile görmüyor da. Kültür sanat, insanların eğlence gibi hayatın olmazsa olmazı olan konular zaten hiç bunun içerisine bile giremiyor ama burada kritik bir oyun oynuyor hükümet. Asgari ücreti böyle belirleyelim diyor ama enflasyonu, TÜİK rakamlarıyla bile olsa gıda enflasyonunun esas alarak belirlemiyor. Sonuçta o zaman bir çalışanın asgari ücretini zorunlu gıda giderlerini dikkate alarak belirliyorsanız, o zaman enflasyon oranında da gıda enflasyonunu esas alacaksınız. Türkiye’de gıda enflasyonu yine TÜİK rakamlarına göre 2023’te %77. Ama bugünkü zam oranında genel enflasyonla hareket ediliyor. TÜİK'in ortaya koyduğu 2024 enflasyonu, hedef enflasyonu olarak belirlediği rakam baz alınıyor ve zaten onun için %49 zam yaptılar. İşçilere, emekçilere gelince bol bol vaat, fedakârlık edin dişinizi sıkın, işleri toparlayınca size payınıza düşen şeyi vereceğiz, ücretlerinize zam yapacağız propagandaları ama sermayeye gelince bol keseden kaynak, vergi muafiyeti, teşviki vs. dağıttılar bütçe ile.

Bütçe görüşmelerinde de sık sık sermayeye vergi indirimi, muafiyeti ile gündeme geldi. Öte yandan birkaç gün önce örneğin şans oyunlarına %50 vergi indirimi yapıldı. Şans oyunları Demirören grubuna ait. Aynı Demirören’in devlet bankası olan Ziraat’e olan borcunu yapılandırmasına rağmen ödemediği Sayıştay raporuna yansıdı ve borç faiziyle birlikte 920 milyon dolara ulaşmış. Ülke gündemine başka bir borç mevzusu daha girdi. O da İstanbul Maltepe’deki bir AVM’de bir adam ‘15 bin lira borcum var, çocuklarım da aç ben de açım’ diyerek intihar girişiminde bulundu ve ağır yaraladı. Bu iki uç örnek yakın zamanda kabul edilen bütçe hakkında bize ne diyor?

Bu çok çarpıcı bir konu. Belki de bütçe tartışmalarının en önemli noktalarından birisidir bu Türkiye’de. Çünkü bir bütçeyi esas olarak toplanan vergiler oluşturur. Çünkü bütçeler kimden alıp kime verdiğinizin belgeleridir. Dolayısıyla aldığınız bütçede, aldığınız gelir kalemlerin kaynağını temelinde vergiler vardır. Onun için vergi konusu bütçenin en önemli maddelerinden birisi. Yalnız burada bazı rakamları hatırlatmak istiyorum, Bu bütçede bir kere Mehmet Şimşek'in kendi açıklamalarıyla 2.4 trilyon liralık bir istisna, teşvik ve muafiyet var. İstisna, teşvik ve bu muafiyet içerisinde asgari ücretin vergiden muaf tutulan payı dışındaki bütün teşvikler, istisnalar ve indirimler tamamen büyük sermaye için yapılmış.

İkinci önemli rakam da bu bütçede 2.620 trilyonluk bütçe açığı var. Yani 2024 bütçesinde 2.620 milyarlık bütçe açığı şu demek: Yeni vergiler, yeni zamlar ve yeni getirilecek olan çeşitli uygulamalarla dolaylı ve doğrudan vergi uygulamalarıyla bu açığın kapatılması demek ya da kapatılmaya çalışılması demek. Borçlanmalarla bu açığın kapatılması demek artı özelleştirmelerle bu açığın kapatılması demek. Çünkü bütçenin ikinci ve üçüncü gelir kalemlerinde özelleştirmeler vardır. Üçüncüsü de dış kaynak. Aslına bakarsanız dış kaynak bir gelir değil ama gelir diye sayılır ve yazılır. Ama dış kaynak aslında bir sonraki dönemin daha büyük katlanarak artan borçlarıdır. Dolayısıyla 2024 bütçesini bu açıdan ele alırsak ana mantığı besle sermayeyi, oy işçinin, emekçinin gözünü.

Ayrıca bütçeler, parayı sermayenin bir cebinden alıp öbür cebine koyma mekanizmasıdır. Üçüncüsü de işçilerden, emekçilerden toplanmış vergilerin yine sermayedarlara kaynak olarak aktarılması mekanizmalarıdır. 2024 bütçesi 11.1 trilyon TL. Bu bütçede bu teşvikler kapsamındaki 2 rakamı topladığınızda bile bu bütçenin yeniden sermayedarlara, kapitalistlere verilecek olanı çıkıyor karşımıza. Mevcut bütçenin vergi gelirlerinin dağılımına bakalım %70’i dolaylı vergiler. Dolaylı vergilerin %95’i sizin, bizim gibi vatandaşların cebinden çıkar çünkü dolaylı vergi dediğiniz tüketim maddeleri alırken yaptığınız harcamalarda ödediğiniz KDV ve ÖTV’lerdir. Dolayısıyla bu bütçenin %70’lik dolaylı vergiler bölümünün %90’ını işçi, emekçiler ödeyecek.

Vergiden muaf tutulsa da asgari ücretli de ödeyecek tabii…

Tabii en çok da zaten asgari ücretler ödeyecek. Çünkü bu memlekette bir avuç zengin azınlığın lüks arabaları, olağanüstü lüks tatilleri, lüks tüketim maddelerinden vergi alınmaz, bunlarda muafiyetler var. Hatta lüks tüketici açısından düşürürsek bu memleket, bir sürü holdingin bir sürü şirketin vergi kaçırmasının mekanizması haline gelmiştir. Alkolden tutun ekmeğe, peynirine, zeytine her gün aldığınız suya kadar tükettiğiniz malzemelerden alınıyor bu dolaylı vergiler. Ayrıca doğrudan emekçilerin, çalışanların ödeyeceği gelir vergisi var. Sermayedarların kapitalistlerin ödediği vergi kurumlar vergisidir. Şirketlerden alınan o kurumlar vergisinin toplam bütçedeki payı zaten 2.200 trilyon civarında. Yani mevcut halde vergi gelirlerinin %16’sı falan. Bunu da zaten o sözünü ettiğim 2. 4 trilyonlukla teşvikin bir parçası olarak düşünürseniz nasıl kafa kafaya geldiğini de görürsünüz. Eğer bu hükümet gerçekten mevcut yasalardaki haliyle bile vergi alsa, yani Türkiye’de kapitalistlerden, sermayedarlardan alınsa vergi bu haliyle bile açık olmaz. Bakın servet vergisinden ya da artan oranlı vergi sisteminden, çok kazanandan çok vergi almaktan falan bahsetmiyorum. Vergide adaletin temeli olan ülkelerden bahsetmiyorum. Sadece mevcut haliyle bile vergi sistemindeki vergileri toplasa işçi ve emekçilerin sırtına bu kadar yük binmez. Sömürü bu kadar yoğunlaşmaz, çalışma yaşam koşulları açısından bu kadar ağırlaşmaz.

Vergi sisteminin olduğu gibi bütçenin mantığında da kârları yüksek tutmak, kâr ve rant elde eden sınıfları, pozisyonlarını gözetip onları büyük tutmak. Mehmet Şimşek söylüyor zaten, ekonomimiz ne kadar büyürse şirketler, firmalar ne kadar büyürse, kapitalistler ne kadar büyürse size de o kadar pay düşecek diyor. Bu kadar büyük bir sahtekârlık var karşımızda yani. Bunu mecliste de açık açık söyledim. Değil bu memlekette, dünyanın hiçbir yerinde ‘çam ağacının gölgesinde selvi büyümezmiş.’ Kapitalistlerin büyümesi, daha fazla kâr etmesi işçi ve emekçilerin gelirinin artması anlamına gelmez, bu hiçbir zaman olmadı. Olmayacak. Bu büyük bir safsata. Şöyle bir gerçek var emekçiler bugüne kadar ücretlerini artırmak, vergiden muaf tutmak ya da mevcut haliyle bile yasaların uygulanarak vergi toplanmasını sağlamak konusunda ancak mücadele etmişlerse sonuç almışlardır.

Bugün de aslında bakarsanız bu asgari ücretin 17bin TL’de kalmasının temel nedeni işçi ve emekçilerimizin etkili bir biçimde, gerçekten insanca yaşayacak bir asgari ücreti talep edecek bir gücü ortaya koyamamış olmasındandır. Hoşnutsuzdur, tepki göstermiştir, birçok yerde eylemlerle dağınık da olsa dile getirmiştir talebini. Ama bunun ötesine geçip o istediği ücret almak için bile elini kolunu birleştirip bileğini sıkıp masaya koymamıştır. Onun için de bu asgari ücret bu kadar rahat belirlendi. 2024 bütçesini de böyle geçirebildi meclisten ama çok büyük bir yıkım bekliyor bizi.

Seçimde mi?

2024’te ve yerel seçimlerden sonra 2024, 2025, 2026, 2027 ciddi bir şekilde bence Erdoğan açısından büyük bir çöküş dönemi olacak. Ama bu çöküş döneminde nasıl bir mücadeleye, nasıl bir sınıf kavgasına, nasıl bir ücretler savaşına tanık olacağız, bunu hepimiz yaşayarak göreceğiz. Biz bu savaşta işçilerine emekçilerin safında duracağız. Tabii o mücadelenin büyümesi için uğraşacağız.

Çöküş dönemini biraz daha açarsak nasıl olacak bu?

Erdoğan kendi dönemini: Çıraklık dönemi, kalfalık dönemi, ustalık dönemi, büyük ustalık dönemi dedi. Ama bu dönemin adını koyamadı. 2023 -28 dönemi ne dönemi olacak? Bunun adını koyamadı. Ben onun adını çok açık koyabileceğimizi düşünüyorum. Bu bir çöküş dönemi, bu çöküşün sonunda ne olacak? Bu çöküşte işçi ve emekçiler nasıl bir rol oynayacak ve geleceğe nasıl müdahale edecek? Bunu hep beraber yaşayacağız. Emek harcayacağız ve bunun gerçekten bizden yana olmaması için uğraşacağız. Yoksa bu çöküş bizim üstümüze de çökebilir.

Şu var ki artık Erdoğan’ın öyle halka vaatlerde bulunacağı, ufak ufak tavizlerle halkın ağzına bir parmak bal çalacağı zaman bitti, kendi tarihinde en zorlanacağı dönemine girmiştir diye düşünüyorum. En azından bu 3 aylık seçim dönemine kadar bunları yapacak. Tabii bu asgari ücret artışının ya da emeklilere (çalışan emeklilere de tartışmaların sonucunda) 5 bin TL verilmesi meselesinde belli bir etki görecektir. Ama genel seçimler gibi bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. Son seçimde AKP ciddi oy kaybetti. Türkiye'de en çok oy kaybeden partidir; ama Erdoğan sağ, popülist, gerici, faşizan bir lider olarak kendisine benzeyen diğer güçler tarafından sahiplenildi. Dümenlerle hileyle bir sürü oyunla bir sürü olarak devlet baskısıyla devlet terör ile bu seçimi aldı. Ama unutmayalım, sonuçta onu da %52’yle aldı. Bütün o düzenbazlıkla %52’yi bulabildi ama partisi %35’lere düştü. Bu asgari ücret zammı bu amaçla yapıldı ama tutmayacak. O istediği karşılığı veremeyecek. Çünkü bu süre içerisinde Maltepe'deki intihar girişimi gibi birçok intihara tanık oluyoruz. Hatta Antep'te Sevda Karaca arkadaşım bir soru önergesi verdi. Antep’te son aylarda 5 tane intihar var ve hepsi geçinemiyoruz diye yaşanmış intiharlar. İstanbul’da da bunun çetelesini çıkarsanız birçok insanın bu sebeple canına kıydığını göreceğiz.

Son olarak asgari ücret ortalama ücret haline gelse de bir taban fiyattır, özel sektördeki çalışanları için de zam söz konusu olacak, yine eylemlere tanık olacak mıyız, nasıl bir ücret mücadelesi dönemi olacak 2024’te?

Önümüzde 2,3 tane kritik nokta var ücret mücadeleleri açısından, birisi zaten 200 bin metal işçisinin toplu sözleşme süreci. Onlar da asgari ücreti bekliyordu. MESS %35 önermişti. Şimdi o sözleşme uyuşmazlık süreci dolduğu için uyuşmazlığa gitti. 200 bin metal işinin önemli bir grev süreci var. Benim yaptığım toplantılarda metal işçileri diyor ki son 2 yıl içerisinde bizim ücretimiz asgari ücretin en az 2 buçuk katıydı. Şimdi asgari ücretten bir 2- 3 bin TL fazla ücret alıyoruz. Dolayısıyla bir kere bu asgari ücret zammı metal işçilerinin toplu sözleşme sürecindeki grev mücadelesinin sınavıyla geçecek. Birinci önemli alan bu. Ben burada güçlü bir grevin hazırlığı içerisinde olmaları gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu zam oranıyla en fazla MESS %49- 50’ye kadar çıkar.

İkinci kritik sınav Türkiye’de her dönem Ocak, Şubat zam döneminde, asgari ücretten sonra özellikle sendikasız iş kollarında ücret düzenleme dönemleridir. Yılda 2 defa ücret belirlenir. Özellikle de Kobi'ler ağırlıklı olan iş yerlerinde. Bunların merkezi de organize sanayi bölgelerinde milyonlarca işçiyi kapsar. Ocak- Şubat dönemi ve Haziran -Temmuz dönemidir. Şimdi Ocak -Şubat döneminde ücret mücadelelerine tanık olacağız. Şu anda milyonlarca işçi ve emekçinin ücreti dün asgari ücretin üzerindeyken Şubat ayı itibariyle asgari ücretin altına düşecek. Bu da ücret savaşların ikinci önemli alanın olacak.

Bir üçüncüsü de asıl bence önemli olan noktalardan birisi de bu ücretler açısından düşündüğümüzde yerel seçimlerden sonra ciddi bir yeni bir zam dalgası gelecek. Yeni bir ekonomik olarak saldırı ve yoksullaşmayı derinleştiren politikalar gündeme gelecek ve bütün bu 3 ay içerisinde oluşmuş ücret dengeleri yeniden sınava girecek. Yani ikinci 6 aya doğru sınava girecek. Dolayısıyla 2004 boyunca biz bütün bu alanlarda emek ve sermaye arasında bir bilek güreşine tanıklık edeceğiz ve bunu engelleyebilecek bir şeye sahip değil hükümet. Ne Orta Vadeli Programda, ne bütçede, ne 12’inci Sermaye Kalkınma Planında böyle bir ufka sahip değil. Aksine hükümet diyor ki, 2027’ye kadar düzelecek sabredin. Neden? Çünkü 2028’e kadar seçimler var. Yani ortada bir iktisadi gerçeklik, bir rasyonalite falan yok, tamamen politik bir hedef var.