Çiçek: Faşizmi teslim alacağız

HDK Eşsözcüsü Cengiz Çiçek, "Bir tarihsel kırılmayla karşı karşıyayız. Toplum, ya faşist blok tarafından kalıcı bir şekilde teslim alınacak ya da biz faşizmi teslim alacağız" dedi.

CENGİZ ÇİÇEK

Siyaset ve toplumsal mücadele alanının, yeninin arayışı içinde olduğunu; AKP-MHP’nin yapacakları karşısında yapılacakları daha sistemli tartışmak, daha programlı hale getirmek için pratik mücadele hattını kurmak gibi bir görevle karşı karşıya olduklarını belirten HDK Eşsözcüsü Cengiz Çiçek, şunun altını çizdi: "Olası her hamle karşısında bizim yeni mücadele mevzileri, yeni mücadele biçimleri; eski halimizi tekrar etmeyen, parçalı halimize tahammül etmeyen bir yerde olmamız gerekiyor. Artık kimsenin parçalı halimize tahammül etmemesi lazım."

ANF'ye konuşan HDK Eşsözcüsü Cengiz Çiçek, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde devam eden tecridi,devletin inkarcı yaklaşımının sürekliliği olarak okumak gerektiğini söyledi. Bunun bir yönünün devletin inkar-imha sisteminin AKP-MHP iktidarı eliyle sürdürülmesi, döğer yönünün de özel olarak Kürt Özgürlük Hareketi'ne saldırı olduğun ubelirten Çiçek, "Çünkü devleti yönetenler ve günümüz iktidarı şunun çok iyi farkında; Kürt halkı demokratik mücadelesini büyütüp toplumsallaştırdıkça Kürt sorununun demokratik çözümünü dayatıyor, öbür tarafta büyüyen, toplumsallaşan Kürt muhalefeti aynı zamanda kadın sorunundan emek sorununa kadar bütün sorunlara karşı toplumsal muhalefeti büyüten bir kaldıraç görevi görüyor" dedi. 

SOYKIRIMCI BİR SALDIRIDIR

Devletin, özgürleştirici, değiştirici, dönüştürücü ve birleştirici toplumsal mücadele dinamiğinden korktuğunu kaydeden Çiçek, şöyle devam etti: "Sayın Öcalan güncel politik bir lider, bir aktör, milyonlarca Kürt'ün, Türkiye, Ortadoğu ve dünyada milyonlarca ezilen kimliğin ve grubun benimsediği, önemsediği bir liderdir. Aslında bu yönüyle ele alındığında ikili bir durumu var ve tecrit bu anlamıyla önemlidir. Sadece Öcalan’ın bedenine, şahsına dönük bir tecrit değil tek başına. Onun temsil ettiği mücadele değerlerine, öncülük ettiği mücadele hattına, pratik mücadelesine dönük devletçi, soykırımcı bir saldırı olarak nitelendirmek gerekiyor."

YETMEZLİK VE EKSİKLİKLER

Tecridin etkilerine dair Türkiye kamuoyunun çok fazla bilinçlendirilmediğini belirten Çiçek, Kürt demokratik siyasetinin bundan dolayı bir öz eleştiri içerisinde olduğunu hatırlattı. Çiçek, şunları ifade etti: "Bu konuda tarihsel olarak yetmezlik, eksiklik içerisinde olduğumuz bir gerçek. Bu kabul edilmediği sürece yeni yol arayışları, tecrit politikasına karşı yeni mücadele yöntemleri konusunda eksik kalınacağını düşünenlerdenim. Bir kere hem demokratik Kürt siyasetinin, hem Türkiye’deki toplumsal muhalefetin bir bütün olarak öz eleştiri içerisinde olduğunu görmek gerekiyor. Sayın Öcalan, bu topraklarda demokrasi, özgürlük, birleşik mücadele adına hücresinde bile çok ciddi kafa yoran bir politik aktör. Şimdi buradan ele aldığımızda bir eksikliğin, yetmezliğin içerisinde olduğumuzu kabul etmemiz gerekiyor. Bunu kabul etmediğimiz sürece çıkış noktasında çok belirsizleşiriz.”

BAĞINI KURMAK ZORUNDAYIZ

Tecrit ile toplumsal sorunlarının bağını kurmanın önemli ve yakıcı olduğunu dile getiren Çiçek, şöyle konuştu: “Tecrit ile toplumsal sorunların bağını kurmak, Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün neden bu kadar yakıcı, bu kadar elzem olduğunu anlatmak sadece kendi içerisinde bir fikri kısırlılıktan ibaret değil, böyle görmemek gerekiyor, bir yönü de şu; Sayın Öcalan ve şahsında Kürt halkının statü sorunu, özgürlük sorunu halen bu topraklarda azımsanmayacak bir kesim tarafından yakıcı, el değdiğinde yakan, el değdiğinde bedelini ödemesini göze almaya gereken bir sorun. Bu işin bir yönü, ben şahsen şuna inanmıyorum; Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğü ve fiziki özgürlüğüyle beraber Kürt sorununun kamusal alanda tartışılması ve demokratik çözümü zeminine girmesi bu topraklarda, özellikle sistem karşıtı bir çok gücün, bir çok şahsiyetin bilimsel olarak da teorik olarak da doğru bulduğu bir şey. Ama bu mücadelenin istenilen düzeyde büyütülmemesi, istenilen düzeyde alan açmaması, istenilen düzeyde sonuç almaması açıkçası sistem ile sistem karşıtı güçlerin Öcalan ve Kürt meselesi başlığında karşı karşıya gelişteki çaresizlikler, yetmezlikler, göze alamayışlar olarak da değerlendirmek mümkün."

POLİTİK VE PSİKOLOJİK ALTYAPI

Kürt halkının sorunu ve önderinin içinde bulunduğu durumun, Türkiye’nin özgürlükçü güçleri, ilerici güçleri, yer yer sosyalist güçlerince Filistin ile aynı netlikte, aynı kararlılıkta hem dile getirilmediğine hem de savunulmadına dikkat çeken Çiçek, "Bunun politik, psikolojik alt yapısı da var. Kürt meselesine dair kendi içerisinde yakıcı olmasıyla ilgili bir problem aynı zamanda da tarihsel olarak bizim egemen ulus yaklaşımı olarak değerlendirdiğimiz, kendi coğrafyasında bir ulusun, ulus devletçi politikalar etrafında tarihsel süreç içerisinde soykırımdan geçirilmesi, kimliksizleştirilmesi, yurtsuzlaştırılması politikasına karşı istenilen düzeyde eylemlerin, istenilen düzeyde tepkinin olmadığını görüyoruz. Bir yönü bu" diye konuştu. Bir diğer sorunun da demokratik Kürt siyasetinin de kendisiyle yüzleşmesi gereken başlıklardan biri olduğunu söyleyen Çiçek, Abdullah Öcalan'ın “Benim fiziki özgürlüğüm, toplumun özgürlük alanlarının genişlemesiyle mümkündür” sözünü hatırlatarak, şunları dile getirdi: "Buradan ele aldığımızda da açıkçası kendi siyasetimiz bağlamında devletin de kuşatmasının etkisiyle bir daralma, devletin Kürt siyasetini Kurdistan’a hapsetme, Kurdistan Özgürlük Mücadelesi'nin paradigmasını fikri düzeyde kendisine daraltma, Kurdistan’a daraltma, Kürt’ten ibaret kılma politikaları karşısında bizim üzerimizdeki tecridi kırmamız gerekiyor. Kendi üstümüzdeki tecridi kırmamız gerekiyor, çünkü son yıllarda hep AKP-MHP iktidarı sadece Kürt soykırımcı politikalara imza atmıyor, sadece Kürt Hareketi'ni tasfiyeye dönük değil aynı zamanda demokratik, uygarlık manifestosu bağlamında geliştirdiği yeni dönem paradigmasını halkların, bütün ezilen kimliklerin ortak mücadele hattına dönük, Kürt Hareketi'ni ortak mücadele alanlarından söküp atmaya çalışan, onu fiziksel olarak Kurdistan’a düşünsel olarak da daha sağcı, daha ilkel milliyetçi dediğimiz ideolojilere hapsetmeye dönük bir saldırısı var, dedik. Şimdi bunları kırma noktasında belki de her zamanınkinden daha fazla görev düşüyor."

İSTANBUL'U KÜRT KENTİ OLARAK KODLAMAK

Neden daha farklı söylemler geliştirilmiyor sorusunun da iki yolu olduğunu belirten Çiçek, şöyle izah etti: 

* Her zamankinden daha fazla sadece Kurdistan’da değil, Türkiye metropollerinde de daha fazla Kürdistan politikası, daha fazla Kürt halk politikası, Kurdistan Özgürlük Mücadelesi'nin pratiğini vermek, yani İstanbul ve İzmir'i de bir Kürt kenti olarak da kodlayıp aynı Amed gibi bir Kurdistan politikası uygulamak.

* Onun hemen yanında, ne arkasında ne önünde tam yanında, omuz hizasında birleşik ortak mücadeleyi daha fazla büyütme noktasında ikili hat sergilememiz gerekiyor. 

Bu mücadele sorunlarına dair tartışıp yol alabildikleri oranda hem yaratıcılık hem de kararlılığın daha fazla geliştirileceğini kaydeden Çiçek, şu eklemeyi yaptı: "Bu sadece bir fikir değil, günlük yoğunlaşmamız gereken meseledir. Sayın Öcalan da 'Ben burada 24 saat yoğunlaşıyorum, her alanı değerleniyorum' diyor. Halkın, halkların mücadelesine hizmet etmek için anlık yoğunlaşan, anlık devrimcilik yapmaya çalışan olmalıyız. Belki de şunu tartışmamız gerekiyor; tecride karşı mücadele meselesinde yol ve yöntemi günlük politikada arayan, bunun örgütünü kuran, bunun ortaklıklarını, paydaşlıklarını kuran bir örgütsel dizilişe de ihtiyaç var. Bu yönüyle ele aldığımızda aynı zamanda bu bizim için de örgütsel bir problem. Örgütlerin kendi dizilişine dair, kendi politika yapma biçimlerine dair bir problem olarak bahsetmek gerekir."

ORMAN YANGINLARINA BATIDA TEPKİ YOK

Kurdistan'daki son orman yangınlarında fail DEDAŞ olmasına ve devletin müdahalesizliği görülmesine rağmen Türkiye'deki tepkisizliğine işaret eden Çiçek, "Söz konusu Kurdistan olduğunda kapalı bir kutu gibi, başka bir ülke gibi davranılıyor. Aslında kaynağını devletin, sistemin Kürt sorununa yaklaşımından aldığını söylüyoruz. Kürt sorununa yaklaşım aynı zamanda tecride yaklaşımın da bir sonucudur. Sayın Öcalan da Kürt halk gerçekliği, Kurdistan Özgürlük Mücadelesi bağlamında bakıyor. Oradan baktığımızda zamanında helikopterlerin kalkmaması, doğa tamamen canlılarıyla, insanlarıyla katledilirken buna önlem alacak bir sistemin bile öngörüsünün olmaması var. Çünkü orada bir savaş etrafında dizilen sistem güçlerinden bahsediyoruz. Savaş konseptiyle konumlanan bir düzenden bahsediyoruz. Bu bile başlı başına Kürt meselesinin sorunlarının, demokratik çözümün acil olduğunu gösteriyor. Bu sorun aynı zamanda bize şunu gösterdi; Türkiye’nin demokratikleşmesi ıskalanıyor artık. Türkiye bir demokratik cumhuriyet olacaksa gerçekten Kürt meselesinin demokratik çözümü olmadan bunun mümkün olamayacağını şu orman yangınlarında tekrardan gördük aslında" şeklinde konuştu. 

TÜRK ULUS DEVLETİNİN KÖTÜLÜĞÜ

Türk ulus devletinin inşasının, Türkiye ve Kurdistan halklarına büyük kaybettirdiğini; kimlikleri ve yaşam tarzlarının iğdiş ettirilip yozlaştırıldığını vurgulayan Çiçek, şunları ifade etti: "Bize ait olan bütün değerler, bu ulus devletçi iktidarın faşizan politikalarıyla elimizden alınıyor. Bu açıdan bakıldığında Kürt meselesinin demokratik çözümünü savunmak, kendi hayatlarımızı, kendi değerlerimizi tekrardan kendimize ait kılmak mücadelesidir.

KURDİSTAN HALEN BİR SÖMÜRGEDİR

Kürdistan halen bir sömürge ve sömürgeci politikaların uzun süreli çok ciddi etkisi vardır. Çok kısa vadede kırabileceğimizi bizde düşünmüyoruz ama bizim en fazla ‘umut var’ dediğimiz konu şu; bu devletin yüzyıllık sömürgeci, inkarcı politikalarına rağmen sosyal hayatta, ekonomik hayatta, kültürel etkileşim alanlarında Kürt halkıyla iç içe yaşayan Türk halkı hala bütün bu yönelimlere rağmen bir arada yaşam formunu, devletin resmi politikalarının dışında, halen bir düzeyde o hoşgörü, birbirini kabul etme durumu var. Bu dönem dönem bir direniş dinamiği olarak, devletin resmi paradigmasına dönük toplumsal, sosyolojik bir direniş dinamiği olarak orta yerde duruyor. Onu kabul etmek lazım. Siyasal zemine çekildiğinde ise Kürt sorunu bu sosyal hayatta, gündelik hayattaki barışık olma hali daha karşı karşıya gelen, daha ötekileştiren, daha yok sayan bir pozisyona çekiliyor. Devletin bu yönde siyasal bir başarısı var. Burada da önümüze şöyle bir görev düşüyor; bütün o gerici partilerin, sistem partilerinin, Kürt meselesinin demokratik çözümüne uzak duran, Kürt meselesinin çözümsüzlüğü üzerinde kendisini ayakta tutan, devletçi, milliyetçi, ırkçı politikalarla beslenen bütün partilerin, toplumsal alanını nasıl daraltacağımıza dair bir tartışma yürütmemiz gerekiyor. 

UMUTLU OLMAMIZ GEREKİR

Yapmamız gereken şu; bir taraftan yeşil Türkçü, bir taraftan beyaz Türkçü olarak kodladığımız bu iki blokun dışında gerçekten toplumsal rızayı daha fazla üreten bir yola ihtiyacımız var. Her şeye rağmen DEM Parti ve onun bileşenleri halen üçüncü büyük partidir. Bütün dezavantajlı durumuna rağmen. Devletin sistematik olarak darbe mekanizmasını işlettiği bir partinin, halen Türkiye’nin üçüncü büyük partisi olması, son yerel seçimlerde, bütün eşitsizliklere rağmen azımsanmayacak düzeyde belediye  kazanan bir partinin bu düzeyde varlığını koruması bile kendi içerisinde bizim ne kadar umutvar olmamız gerektiğini, bizler açısından toplumsal mücadele alanlarının açık olduğunu göstermesi babında olumlu haneye yazılması gereken bir şeydir."

GÜNÜMÜZDE YAŞANAN OLUMLU GELİŞMELER DEM PARTİNİN MÜCADELESİNİN SONUCUDUR

Toplumun birçok yerinde seyreden direniş dinamiklerinin canlı olmasının en büyük belirleyici faktörünün, HDK ve DEM Parti ile ve onun bileşen yapılarının yürüttüğü mücadele olduğunu belirten Çiçek, şunları söyledi: "Bizi ve dışımızdaki sistem partilerini birbirinden ayıran temel belirleyici kimliklerden biri de şu; biz siyaseti, politikayı kendi partimizin tek başına iktidar olması için değil, bir halk iktidarını, bir toplumsal iktidarı sağlamak için yapıyoruz. Siyasi parti ve örgütler bunun öncü gücü ve aracıdır aynı zamanda. Başka mekanizmalarla da bu mücadele yürütülebilir. Mesela sistem içi, sistem dışı mücadele mekanizmaları tartışması da başlatabiliriz burada. Dışımızdaki güçlerin temel motivasyonları, o partiyi iktidara getirmek için dönem itibariyle pragmatist, kendisini iktidara götürecek bütün ittifakları pragmatist şekilde kuran bir yaklaşımları var. CHP’nin yaklaşımını tek başına buraya daraltmıyorum. Başka bir tartışma açmamız lazım; AKP-MHP iktidarının başta kayyum darbesi olmak üzere demokratik Kürt siyasetine, sosyalist devrimci mücadeleye dönük darbeci, tasfiyeci operasyonlarının karşısında daha fazla duran bir CHP var, bunu bizim beslememiz, desteklememiz, cesaretlendirmemiz gerekiyor. Biz politikaya şöyle bakıyoruz; ilişkilendiğimiz her grubu eşitlik, adalet, özgürlük değerleri, demokratik değerler etrafında ne kadar dönüştürürseniz o kadar başarılısınızdır. Tamamen kendimize benzeştirmek değil, temel demokratikleşme problemlerinde, toplumun temel problemlerinde demokratik bir zemine, demokratik bir söyleme, demokratik bir tavra daha yakınlaştırmaktır. Bu yönüyle ele alındığında CHP’nin bugünkü pozisyonu son derece olumludur, kıymetlidir, kıymet vermek gerekiyor ama bu tek başına yeterli bir durum mudur, bence değildir, çünkü CHP başta olmak üzere bütün partilerin asıl sınavı şudur; yeni anayasa tartışmaları başladığında, yeni anayasa gündemi geldiğinde, resmi Türklük etrafında inşa edilen, resmi Türklük altında yok sayılan kimlikler tarihsel olarak hakikat temelinde kabul edilecek mi? Sünnilik, Türklük temelinde inşa edilen ve cumhuriyetin temel kurucu kodu olarak ortaya çıkan tartışmalar başladığında AKP-MHP iktidarından farkı ne olacak? Asıl sınav budur aslında.

KÜRT SORUNU ÇÖZÜMSÜZ KALDIKÇA

Kürt siyasetine dönük iktidarın darbeci yönelimlerine karşı tavır almak olumlu ama bir kez daha benzeri darbe mekanizmalarıyla, darbe pratikleriyle bu halkın, Kürt halkının, ezilen kimliklerin karşı karşıya kalmaması için kalıcı bir demokratikleşme programını tartışmaya var mısınız? Şimdi kalıcı bir demokratikleşme programı dediğimizde Kürt meselesinin demokratik çözümü bugün her siyasi partinin kendi içerisinde kafa yorması, çözüm önerisi sunması gereken bir problem, çünkü bu sorun çözümsüz kaldıkça iki şey oluyor;

Milliyetçi, ırkçı, devletçi partiler kendisini ayakta tutuyor, milliyetçi söylemler etrafında kendilerini canlı tutuyor. Milliyetçi, cinsiyetçi söylemler etrafında aynı zamanda. Tabiri caizse sistemin bütün partileri ekmeğini buradan çıkartıyor. 

Şimdi buradan baktığımızda Kürt meselesinin çözümsüzlüğü ekonomik krizin en temel sebeplerinden biriyse o zaman o demokratikleşme programı, yeni anayasa tartışmaları babında CHP gibi partilerin daha programatik, demokratik zihniyetli, kalıcı bir ödevle de karşı karşıya kalacak. Yoksa sadece AKP-MHP karşıtlığına güncel olarak sıkışmış, AKP yaptığı için kötü olarak kodlanan yaklaşıma karşıyız biz. AKP’yi faşist değerlendirirsiniz, darbeci, hırsız, çeteci değerlendirirsiniz, nasıl değerlendirirseniz değerlendirin ama bugün güncel resmi muhalefetin temel sorunu şu; AKP yaptığı için kötü olmamalı. AKP Kürtlere darbe uyguladı, Kürtlerin belediyesine el koyduğu için biz bunu kabul etmiyoruz girdabından çıkmamız lazım. Sözde böyle söylenmiyor ama şu andaki zihniyet havuzu bu aslında. Muhalefet biçimi de bu. Şimdi AKP’lerin, yeni faşist iktidarların ortaya çıkmaması için bataklığı kurutmak lazım. Bataklığı kurutmak için söyleminiz, eyleminiz ne diye değerlendirme yaptığımızda da gerçekten hala iyimser ama temkinli bir şekilde, eleştirel bir şekilde bakmamız gerek. Bakın iyimser ama eleştirel, çünkü tarihsel olarak bu yapıların ideolojileri aslında bizi doğuran sebeplerdir. Gerek cumhuriyetin ilk kuruluşundan itibaren cumhuriyete biçimini vermiş, kimliğini kazandırmış Kemalist ideoloji, gerekse de onun karşıtı gibi görünen ama uluslararası emperyalist, kapitalist sistemle uyumlu siyasal İslamcılık. Yani ikisinin de aslında benzer ideolojiler olduğu, Türkiye halklarına yaptıkları düşmanlık itibarıyla karşıt görünse de benzer ideolojiler olduğunu, sermaye düzenine eklemlenen iki ideoloji olduğunu, Türkiye Cumhuriyeti devletinin halen kültürel açıdan, ekonomik açıdan bu ülkeyi dışa bağımlı tutan iki temel ideoloji olduğunu, cinsiyetçiliği üreten, erkek egemen sistemi üreten benzer iki ideoloji olduğunu, onun dışında, doğa-insan, ekonomi-insan ilişkisi bağlamında doğanın aleyhine, sermaye öncelikli iki ideoloji olduğunu biliyoruz."

İLKELERDE KATI, PRATİKTE ESNEKLİK

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın “ilkelerde katı, pratikte esnek olacağız” ilkesini kendilerine düstur olarak aldıklarını belirten Çiçek, bugün yaşanılan saldırılara karşı toplumsal muhalefetin en geniş kapsamda örgütlenmesi ve bu örgütlenmenin devamlılığı için çabaladıklarını belirtti. Çiçek,  “Basit, güncel örneklerle açıklayalım, dün andımız vardı, bugün Maarif Eğitim Modeli var AKP’nin bize dayattığı. İkisi de yok sayan, ikisi de inkar eden, ikisi de toplumsal hakikati, gerçekleri tırpanlayan iki ideolojidir. Bu açıdan baktığında elbetteki ideolojik olarak katı olacağız. Onun dışında pratik politikada sistemin bugün sürdürücüsü olan, parti devleti konumuna gelmiş AKP-MHP iktidarı karşısında da toplumsal muhalefeti, özgürlük mücadelesini, demokrasi, adalet mücadelesini büyüten, onun müttefiklerini arttıran, dün uzak olanları kendine daha fazla yakın tutan, mümkünse birlikte mücadele noktasına dönüştüren bir süreci arzuluyoruz" dedi. 

CHP ELEŞTİRİSİ VE SEÇMENE SAYGI

CHP’nin ideolojik olarak eleştirisiyle CHP’ye oy veren, gönül veren milyonları aynı kefeye sokmamak gerektiğini vurgulayan Çiçek, şunları paylaştı: "Kendi tecrübelerimiz, saha deneyimlerimizle de biliyoruz ki; bugün CHP’ye oy veren azımsanmayacak bir kesimde gerçekten sol değerlere, demokratik değerlere, sosyal demokratik değerlere, Kürt meselesinin demokratik çözümüne dair son derece net bakan, kendi içerisinde daha ileri pozisyonda olan kesimler var. Bir partinin eleştirisi ile ona oy vermiş milyonların eleştirisi aynı düzlemde yapılmamalı. Bu konuda sapla samanı da birbirinden ayıran, gözünü daha fazla bu partilerin toplumsal kesimlerine diken, onlarla hemhal olmaya çalışan, onlarla diyalog kurmaya çalışan, onları kendi özgürlük, demokrasi mücadelesine katmaya çalışan, onları etkileyen, onları dönüştüren yerde olmalıyız. Kurdistan devrimcilerin ve Türkiyeli devrimcilerin daha çok kafa yorması gereken şeyde şudur; dışımızdaki partilerin tabanlarında bizim değerlerimize yakın, bizim mücadele değerlerimize, toplumsal değerlerimize, kültürel değerlerimize, ideolojik değerlerimize yakın, toplumsal kesimlerle daha fazla ilişki kuran, sahada onlarla daha fazla haşır neşir olan, onları dönüştüren, ilgili partilerden uzaklaştırıp kendi mücadelesine katan bir perspektifi geliştirmek zorundayız. Bugün özellikle Türkiye metropollerini değerlendirdiğimizde, bu mücadeleye katacağımız halen milyonlar var.

CHP’NİN OLUMLU TUTUMU GÜÇLENDİRİLMELİ

CHP’nin kayyUma yönelik tepkisi, batıda halkın tepkili olmasında etkili olmuştur. CHP’nin bu pozisyonda olması değer verdiğimiz, önemsediğimiz bir pozisyon. Geliştirilmesi, güçlendirilmesi gerekiyor. CHP’nin bugün Wan ve Colemêrg kayyum darbeleri karşısındaki yükselttiği ses, verili siyasal ilişkiler düzleminde bir kırılma yarattı. Faşist blok nezdinde olumsuz kırılmalar ama toplumun demokratik mücadelesi dahilinde de olumlu kırılmalardır. Olumlu bir hava yaratıyor. Hakeza birçok mücadele grubunun Kürdistan’ı ziyaret etmesi, kayyım darbesi yapılan yerlere gidip dayanışma ziyaretlerinde bulunması, birlikte örgütlenme faaliyetlerine katılması, İstanbul’da emek, barış ve demokrasi güçlerinin kayyum darbesine karşı ciddi anlamda nöbet eylemi geliştirilmesi, siyasal partiler içerisinde klasikleşmiş, herkesin konumunun belli olduğu durumda bir değişimin de göstergesidir. Bu değişim tek başına Kürt meselesi üzerinden okunacak bir durum değil. AKP-MHP iktidarının 20 yıllık iktidarı boyunca, iktidar pratiklerine dönük artık bütün partilerin, bütün siyasal grupların neredeyse artık yeter dediği bir aşamaya geçtiğimizin göstergesidir. Bu saatten sonra sadece Kürt'e değil, AKP’nin kendisinden olmayan bütün toplumsal gruplara, siyasal partilere dönük yönelimi, darbesi, tasfiyeci müdahaleleri sadece o ilgili gruba değil, hepimize kaybettirecektir. Bunun anlaşılmasıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. AKP’nin bugün sivil görünümle faşist darbesine dönük eğer bir şey yapılamazsa, ses çıkartamazsak, set çekemezsek artık hepimiz tehdit altındayız. Artık herkes yan yana gelmek, herkes birbirinin sorunlarıyla ilgilenmek zorundadır.

YENİ MÜCADELE BİÇİMLERİ

Colemêrg kayyumları üzerinden ortaya çıkan dayanışma biçimlerini şöyle okumak gerekiyor; AKP-MHP faşizmi hepimiz için sorundur ve geçit vermemeliyiz artık. Buradan baktığımızda bir tarihsel kırılma ile de karşı karşıyayız. Türkiye’de siyaset ve toplumsal mücadele alanı bir yeninin arayışı içindedir. Bir ünlü söz var ya 'eski ölmüyor, yeni doğmuyor' diye, gerçekten ciddi anlamda  AKP-MHP iktidarını arkamızda bırakma ve yeniyi de açığa çıkartma noktasında bir aralık olarak değerlendiriyorum bu süreci. Burada AKP’nin yapacakları karşısında yapacaklarımızı daha derli toplu tartışmak, daha sistemli tartışmak, daha programlı hale getirmek için pratik mücadele hattını kurmak gibi bir görevle karşı karşıyayız. Aynı zamanda bunu yaparken de olası her hamle karşısında bizim yeni mücadele mevzileri, yeni mücadele biçimleri, eski halimizi tekrar etmeyen, parçalı halimize tahammül etmeyen bir yerde olmamız gerekiyor. Artık kimsenin parçalı halimize tahammül etmemesi lazım. Farklı olabiliriz, birbirimize karşı kaygılarımız olabilir ama sonuç itibarıyla ortaya çıkan tablo şudur; bu toplum ya faşist blok tarafından kalıcı bir şekilde teslim alınacak ya da gerçekten biz faşizmi teslim alacağız, faşizmi bu topraklardan söküp atacağız."