İfade özgürlüğünün değişmeyen kırmızıçizgisi: Kürt meselesi

Türkiye’de şimdiye kadar binlerce kişi sosyal medya paylaşımı yüzünden tutuklandı, soruşturma geçirdi ya da gözaltına alındı. Bunların başında devletin yaptığı işgal saldırılarına karşı çıkmak ve savaşa hayır demek ile Kürt meselesi geliyor.

Sosyal medya ve Cumhurbaşkanına hakaret tutuklaması Türkiye’de neredeyse rutin hale geldi. Özellikle sosyal medya gözaltı ve tutuklamaları da Efrîn ve şimdi de Kuzey Suriye’ye yönelik işgalin başladığı dönemlerde artıyor. Örneğin 20 Ocak 2018’de başlayan ‘Zeytin Dalı Operasyonu’na karşı çıkan ya da savaşa hayır diyen birçok kişi gözaltına alındı. İçişleri Bakanlığı 19-26 Şubat 2018 tarihleri arasında yayımladığı bilgilere göre 845 kişi gözaltına alındı: “* Zeytin Dalı Harekâtının başladığı 20 Ocak 2018 tarihinden günümüze kadar, operasyona yönelik, 85 eylem/etkinlik gerçekleştirilmiş, sosyal medya üzerinden 648 propaganda yapılmış, olaylarda 120 provokatör tespit edilmiş, yapılan eylem/etkinlik ve propaganda faaliyetleri sonucunda 845 şüpheli gözaltına alınmıştır.”

Kuzey Suriye işgalinin başlamasıyla gözaltı ve soruşturma furyası devam etti. Savaşın başladığı 9 ve 10 Ekim’de Urfa Barolar Birliği'nin rakamlarına göre en az 54 kişi gözaltına alındı. Yine toplu bir gözaltı 4 Kasım’da yaşandı Aydın’da 37 kişi yine ayı sebeple gözaltına alınırken bunlardan 3’ü tutuklandı. Uluslararası Af Örgütü’nün hazırladığı raporda ise ilk hafta 839 sosyal medya kullanıcısı hakkında soruşturma başlatıldı, 186 kişi de gözaltına alındı

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ HER DÖNEM BASKI ALTINDAYDI

Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği Eş direktörü, Avukat Veysel Ok, Türkiye’deki ifade özgürlüğü üstündeki baskıların sadece bu döneme özgü bir şey olmadığına dikkat çekiyor ve altını çizdiği bir başka konu ise Kürt meselesinin her dönemde ‘kırmızıçizgi’ oluşu: “Türkiye tarihindeki ifade özgürlüğü meselesi sadece bu döneme özgü değil. Türkiye Cumhuriyeti'nin hemen hemen her döneminde bir kırmızıçizgi vardı. Bu kırmızıçizgiler 2000’lere kadar Kürt ve Ermeni meselesiydi. 2000'lerden sonra AKP'nin liberal bir dil tutturmasıyla kısa bir dönem Kürt meselesinde de Ermeni meselesinde de o kırmızıçizgiler biraz değişti, silikleşti. Başka meseleler ortaya çıktı. Ama şimdi baktığımızda yine Kürt meselesi kırmızıçizgi olarak karşımızda. İfade özgürlüğü iktidarın politik söylemleri ve eylemleri ile değişen bir duruma dönüşüyor her dönem için. O yüzden devletin resmi beyanlarının dışına çıkan herkes düşmanlaşıyor. Ama bu durumun kalıcı olacağı anlamına gelmiyor, 2 yıl sonra bu kırmızıçizgi yeniden değişebilir. Bu ifade özgürlüğünün Türkiye'deki kurumsal yapısındaki temel sorun. İfade özgürlüğü kurumsallaşmadığı sürece kırmızıçizgiler sürekli değişir ve farklı insan grupları hedefe alınabilir. Misal hedeflerden biri yakın dönemde Cemaatti ama çizgiler de silikleşti, yine Kürtler kırmızıçizgi oldu. Kürt meselesi Türkiye'nin kadim sorunu, bu sorun da çözülmediği ve ifade özgürlüğü hukuksal anlamda sağlanmadığı sürece bu tür sorunlarla karşılaşmaya her dönem devam edeceğiz.”

YASADA ZATEN VAR UYGULAMDA YOK

Avukat Ok, son dönem ‘ifade özgürlüğünün’ sıkça geçtiği yargı paketi düzenlemesini de eleştiriyor. Ok’a göre Türkiye’deki Anayasa ve kanunlar zaten ifade özgürlüğünü koruyor. Ama uygulamada bunun karşılığı yok, o yüzden “Yeni yargı paketinin de işlevi sadece yazılı kalmak olacak” diyor. Ok da birçok kişi gibi yargı bağımsız olmadığı sürece yapılan her değişikliğin “yama olmaktan” öteye gidemeyeceğini belirtiyor.

Zira Ok’un bahsettiği ifade özgürlüğü Anayasa’nın 25 ve 26’ıncı maddelerinde gayet net belirtiliyor. Anayasa 25. maddesi; “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” 26. maddesi; “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir” hükümlerini içeriyor. Yani yeni yargı paketinin bunu üstünde tam olarak neyi getirdiği bilinmiyor.

SIRADAN BİR VATANDAŞA GÖRE DAHA FAZLA KORUNAMAZ

Öte yandan sosyal medya tutuklamalarının bir diğer ayağı Cumhurbaşkanına hakaret. Şimdiye kadar Cumhurbaşkanına hakaretten ne kadar kişinin tutuklandığı ya da adili kontrol şartıyla serbest bırakıldığı bilinmiyor. Zira Adalet Bakanlığı rakamları açıklamıyor. TCK Madde 299’a göre “Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Fakat buna Kürt siyasetçiler de dâhil olmak üzere tutuklamaların çoğu politik eleştiri çerçevesinde yapılıyor. Avukat Veysel Ok ise cumhurbaşkanının normal bir vatandaştan daha fazla korunmasının anayasanın eşitlik ilkesine karşı olduğunu belirtiyor: “Daha önce Cumhurbaşkanına hakarette tutuklama diye bir şey duymadım bu döneme mahsus bir şey bu. Batıda hakaret suç olmaktan çıkarılıyor. Birçok Avrupa ülkesinde hakaret sadece tazminat boyutuyla ele alınıyor artık, cezai boyutuyla değil. Tahmini olarak binlerce kişi bundan mağdur zira tam rakamı da bilmiyoruz çünkü Adalet Bakanlığı tam sayıları açıklamıyor. Birçok kişi tutuklanmış, para cezası almış ya da adli kontrol şartı ile serbest bırakılmış. Oysaki böyle bir suçun varlığı AİHM’in birçok kararında AİHS’e ve eşitlik ilkesine aykırı olduğu; kimsenin özel bir yasa ile ekstra bir korumaya tabi olmaması gerektiği olarak ifade ediliyor. Yani cumhurbaşkanı normal bir vatandaştan daha fazla korunmayı hak etmiyor.”