İki büyük devrimci: Mehmet Sait Üçlü ve İrfan Güler

Sait Üçlü ve İrfan Güler, her ikisi de ömrünü Kürt özgürlük mücadelesine adayan, araştırmalarıyla, yoğunlaşmalarıyla, elde ettikleri ideolojik, teorik, tarihsel ve edebi birikimle insanlığa büyük bir miras bıraktılar.

SAİT ÜÇLÜ VE İRFAN GÜLER

İki büyük Kürt devrimci militan. İki büyük yürek devrimi yapmış yazar, aydın, araştırmacı ve edebiyatçı. Halkların özgürlük değerlerine kendini adamış iki büyük yiğit. Yüce davanın iki hakikat savaşçısı. Devrimci olmanın tüm yaşam ölçüleri ve ilkelerini benimsemiş iki büyük direnişçi. Ve iki büyük Apocu hakikat ve özgürlük mücadelesinin neferi. Mehmet Sait Üçlü (Ferat Pir) ve İrfan Güler (Adil Urfa).

Şehadetinizin 4. yılına giriyoruz. Yokluğunuz, her zaman özgürlüğe ant içmiş varlığımızın ve sözümüzün yürüyüş rehberidir. Tarihi bir roman değerinde olan direniş serüveninizi birkaç cümleyle anlatmak, çok yetersizdir biliyorum. Fakat sizleri tanımak, sizin sohbetlerinize, tartışmalarınıza, eğitici, öğretici özelliklerinize, fedakarlık ve emek bilincinize tanık olmak, bende ve birçok arkadaşta değerli bir miras bıraktığı için, anılarınıza bağlılığımı birkaç cümle ile de olsa dile getirme duygusunu yaşadım. “Yürekte köklü bir devrim olmadıkça, düşüncelerin eğitilmesi eksik kalır” der Şair. Kendi yüreğini kazanmıştı İrfan ve Sait arkadaşlar. Yüreği güzellik, erdemlilik, özgürlüktü onların. Bilinci tarih, umut, bağlılık ve tutkuydu onların.

Herkesin size dokunmuş olmanın sevinci ile sizin herkesin yüreğinde çözülmüş bir sırrı çözmenin sevinci, ne kadar güzel, özlü ve yaşamaya değer bir miras bıraktı. Sizi tanıyan herkes, çözülen bu sırdan bir pay almanın kıvancıyla hakikat ve özgürlük kavgası veriyor. Herkes, tanımlara sığdırılmamış o güzel ve hakikat çağrıştıran yanınıza akmak ve sizde solumak isterdi hakikati. Ve herkes, bu özgürlük ve hakikat ırmağında Ferat’ça akıp, Adil’ce yaşamak isterdi.

Tüm yaşamlarını Özgürlük Hareketi’ne, onun 20. ve 21. yüzyılda yürüttüğü insanlığın özgürlük mücadelesine adayan Sait ve İrfan arkadaş, Apocu grup döneminden itibaren dahil oldukları Kürt özgürlük mücadelesinde derin izler bıraktılar. Varlığını bizim yok olmamızın üzerine inşa etmek isteyen ve bizi tarih bilincinden yoksun bırakmak isteyenlere karşı, hakikat ve özgürlük mücadelesi vermişlerdi. Egemenler tarafında yıllar boyu çarpıtılan tarihe karşı doğru objektif ve hakikatlere dayanan bir tarih bilincini kazıdılar beynimize ve tüm hücrelerimize. Araştırmalarıyla, yoğunlaşmalarıyla, elde ettikleri ideolojik, teorik, tarihsel ve edebi birikimiyle insanlığa büyük bir miras bıraktılar.

1970’Lİ YILLARDA APOCU GRUPLA TANIŞIR

İrfan Güler, 1958 yılında Urfa’nın Siverek ilçesinde emekçi ve yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Kaldığı yerde uzun süre Camide Müezzinlik yapıyordu. İlk, orta ve lise öğrenimini Siverek’te okur. Bu dönemlerde Türkiye devrimci hareketi önderlerinden çok etkilenir ve devrimci olma hayali kurar. Fakat bunu sadece hayal etmez aynı zamanda bir arayış içerisine girer. Apocu olmadan önce bütün örgütleri gezmişti. Sürekli bir arayış içerisindeydi. Devrimci gençlik kuşağının her tarafta yaygınca geliştiği bir dönem olan 70’li yıllar, İrfan Güler’in yaşamında büyük bir dönemeç olur.  1976 yılının sonlarında Apocu grup Önder Öcalan öncülüğünde, oluşturduğu ideolojiyi ve felsefeyi Kürdistan’a taşır. İrfan’ın grupla tanışması bu yıllarda olur.

1976 yılında 15 günlük okul tatili vesilesiyle Dersim’e gider. Çocukluk arkadaşı Süleyman Günyeli’yi ziyaret eder. Daha önce ismini duymamıştı Dersim’in. Dersim Öğretmen Okulu’na gelir ve burada çocukluk arkadaşı Günyeli aracılığıyla bir grup öğrenci ile tanışır. Daha sonra İrfan Babaoğlu, Cuma Tak, Muzaffer Ayata, Yılmaz Dağlum gibi Apocu kadrolarla tanışır ve onlardan çok etkilenir. Bu yıllarda Apocularla tanıştığında, kendi deyimiyle “ben aradığımı buldum” demişti ve Apocu gruba dahil olmuştu. Daha sonra İrfan Güler, arkadaşları İrfan Babaoğlu ve Süleyman Günyeli ile birlikte Dersim’den Siverek’e dönerek aktif bir şekilde çalışmalarda yerini alır. Apocu hareketin Kürdistan’da örgütlenmeye başladığı yıllarda mücadeleye Siverek’ten katılan ilk militan kadrolardan biri olur.

İrfan Güler, canlı, girişken, mütevazı ve emekçi biri olması itibariyle, kısa sürede arkadaşlarının güvenini kazanmıştı. Çalışmalara başlarken, ilk işi kardeşi Adıl’ı örgütler ve çalışmalara katar. İrfan daha sonra geniş olan çevresini örgütlemeye girişir. Kürdistan gençliğinin en fedakar, en emekçi, en cesur gençlerini grupla tanıştırır. Abdurahman Manap, Ali Çat, Cuma Bozkoyun, Sadun Demirkoç, Mehmet Sevgat, gibi Apocu grubun ilk kadrolarını yetiştirmişti. 1977 yılında Cuma Tak ve İrfan Güler Haki Karer’in anısına bildiri dağıtırken, gözaltına alınırlar. 3 ay boyunca zindanda büyük işkenceler görürler. Zindandan çıktıktan sonra bu yıllarda ilk defa Önder Apo ile karşılaşır. Apocu grupla yürüyüşü daha da netleşir.

ÖNDER APO İLE GÖRÜŞÜR

Önder Apo ile ikinci görüşmesi, Antep’te yerel gençlik ile yapılan bir toplantıda gerçekleşir. Bu toplantıyla birlikte, harekete bağlılığı ve güveni her geçen gün artmıştı. İrfan Güler, bu dönemi kendi deyimiyle, “Önderlikle ilk buluşma zindandan çıktıktan sonraydı, ikinci buluşmam ise Antep’teki toplantıda gelişti. Neredeyse aralıksız bir şekilde 5 saate yakın konuşmuştu. Muazzam bir birikim, muazzam bir düşünce düzeyi ve derinliği vardı. Ciddi bir etkileme düzeyi vardı. O toplantı bana dönüşü olmayan bir bağlılık geliştirdi. Artık ölsem de kalsam da bu önderlikle olacaktı.”

PKK, Beş Parçacılar tarafından komployla şehit düşürülen Haki Karer’in anısına bağlılık gereği 1978 yılının 27’i Kasım’ında partileşme kararı alır ve İrfan Güler bu dönemlerde Siverek’te oluşturulan ilk PKK Komitesinde Sekreterlik görevini üstlenir. Kürt Özgürlük Hareketi’nin tarihinde önemli bir yeri olan Hilvan-Siverek direnişinde, işbirlikçi ağa ve silahlı çetelere karşı yürütülen mücadelede en ön saflarda yerini almıştı. 1980 yılına kadar bu alanda yöneticilik pozisyonundaydı. Aynı yıl Hilvan’da ortaya çıkan tutuklanmalarda birlikte, PKK tarafından Hilvan’a Alan sorumlusu olarak gönderilmişti. Bu dönemlerde devrimci görevlerini yerine getirdiği esnada esir düşer ve 12 Eylül vahşet döneminin doruğa çıktığı zindanda en ağır işkencelere ve zulme karşı büyük bir direniş gösterir.

Yaklaşık 20 yıla yakın zindan koşullarının en sert süreçleri karşısında devrimci görev ve sorumluluklarının bilinci ile mücadele eder. Hem kendisini hem de yoldaşlarını eğiten, zindanı okula dönüştüren İrfan Güler, düşüncelerinde ve ideolojik gelişiminde büyük bir derinlik sağlar. Zindandan çıktığı 2000 yılından sonra ise bir süre siyasal-toplumsal alanda çalışma yürüttükten sonra dağ alanına geçer. 2002-2004 yılları arasında çeteciliğin, tasfiyeciliğin geliştiği dönemdeki duruşu, herkesin takdirini toplamıştı. Özellikle Önder Apo’ya uygulanan uluslararası komplonun devamı niteliğindeki Osman-Botan tasfiyeciliğinin karşısındaki tutumu, Önderlik çizgisini esas alma, gerilla mücadelesini kesintisiz sürdürme kararlılığı, İrfan Güler’in en belirgin özelliği olmuştu. Hilvan’dan, Kürdistan dağlarına, oradan Rojava’ya ve Ortadoğu sahasına kadar direnişçi kişiliğiyle yaşamın hakkını vermişti İrfan Güler.

Hem de devrimcilik yaşamında inandığı değerler ölçüsünde yaşayarak… Önder Apo’ya bağlılığını ve inancını son olarak şu sözlerle dile getirmişti: “İdeolojik kuruluştan, partisel kuruluştan sistemsel kuruluşa kadar yaşamak, bütün şehadetlerin tanığı olarak, bütün acıların tanığı olarak yaşamak oldukça ağır. Ama bir o kadar da sorumluluğu ve onuru büyük bir durumdur. Buna layık olmak gerekiyor. Buna layık olmanın arayışı, çabası ve mücadelesi içerisindeyim. Yaşamım da böyle geçecek. Başaracağımıza inanıyorum. Bütün engellemelere rağmen Önderlik ideolojisi, felsefesi bu toprakların temel ideolojisi, felsefesi olacak. Demokratik uygarlık çağı, Kürdistan’dan bütün dünyaya yayılacak.” 

İKTİSAT FAKÜLTESİNDE OKURKEN APOCU GRUBA KATILIR

Mehmet Sait Üçlü 1956 yılında Urfa’nın Hilvan ilçesine bağlı Çağla köyünde kendisinin deyimiyle, “kutsal ütopyaların yaşanmamış hayalinde” doğup, büyüdü. İlk ve Ortaokulu Hilvan’da, lise öğrenimini ise Antep’te tamamlar. Okul yıllarında yetenekli ve girişken yapısıyla bilinen Sait Üçlü, kısa sürede okuldaki arkadaşların ve öğretmenlerinin ilgi odağı olur. Özellikle kara kalem çizimleriyle, okuma ve araştırma yönleriyle, etrafındakileri etkileyen bir duruşun sahibi olur. 1977 yılında Antep’te okuduğu dönemde Apocu harekete karşı sempati duyar. Burada Haki Karer’in yarattığı değerlerden haberdar olur ve ondan çok etkilenir. Kız kardeşi İlmihan ondan önce Apocu harekette çalışmalara başlamıştı. 1979 yılında Ege Üniversitesi İktisat Fakültesinde okumak üzere İzmir’e gider.

Burada Kürdistan devrimcileri ile tanışır ve Apocu gruba katılır. Fakültedeki gençlik yapısıyla tartışmalar yürütür. Bu dönemlerde Sosyalizmin düşünceleri ve Kürt-Kürdistan sorunları üzerinde araştırmalar yapar. Daha sonra Aydın’a gider. Burada Hasan Şerik ile (Kürdistan dağlarında mücadele eden PKK Yürütme Konseyi üyesi) tanışır. İzmir, Manisa, Aydın hattında hem okul okur, hem de çalışmalara katılır. Ege bölgesindeki ilk PKK komitesinde yer alır. Özgürlük Hareketi’nin tarihinde Kızıl Hafta olarak bilinen, 21-28 Nisan eylemleri başlamıştı. Bir haftada Kürdistan ve Türkiye metropollerinde toplamda 120 eylem gerçekleştirilmişti. İzmir’de Gültepe ve Tariş bölgelerinde gerçekleştirilen kızıl hafta eylemleri, Sait Üçlü’yü mücadeleye daha fazla bağladı. Bu dönemlerde eylemlerin en ön saflarında yerini aldığı için çabuk deşifre olur.

Mücadelenin büyümesiyle beraber alanlarda doğan ihtiyaçlara da önem veriliyordu. Sait Üçlü bu dönemlerde ihtiyaçlar doğrultusunda Kürdistan’a gönderildi. Direkt Hilvan ve Siverek direnişine katıldı. Darbe mekaniğinin devrede olduğu 12 Eylül faşist Askeri Cunta döneminde yoğun tutuklanmalar ve şehadetler yaşanmıştı. Sait Üçlü bu yüzden direkt Siverek’e gelir. 1981 yılının ilk aylarında Celal Bucak’a karşı bir eylem gerçekleştiriliyor. Bu eylem başarıya ulaşmasa bile, 12 Eylül faşist Askeri darbeye yönelik bir cevap niteliğinde olur. Eylemden kısa bir süre sonra, Türk ordusu bölgeye gelerek, geniş çaplı bir operasyon başlatır. Askerler, Sait Üçlü’nün kaldığı tenha yere doğru gelirler ve burayı kurşun yağmuruna tutarlar. Kurşunlardan bir tanesi Üçlü’nün ayağına isabet eder, yaralı olarak yakalanır ve zindana götürülür.

YARALI HALDE ESİR DÜŞER

Yaralı haliyle zindana götürülürken özellikle yaralandığı ayağına basarlar ve her türlü işkenceler yürütülür. Her şeyin yasak olduğu bu vahşet zindanında büyük bir başarıyla komün oluşturur. Ve doğal sorumluluk gereği her yoldaşının ihtiyaçlarını karşılardı. Bulunduğu koğuşta arkadaşlarının moralinin düşmemesi, harekete ve önderliğe olan bağlılıklarını sürdürmeleri için yoğun bir çaba içerisinde olur. İşkencelerin ağır olduğu dönemde PKK ruhunu koruyup, yaralı ayağıyla direnir. PKK’nin Önder kadroları Mazlum Doğan, M. Hayri Durmuş, Kemal Pir, Ali Çiçek, Akif Yılmaz ve Dörtler direnerek şehit düştükten sonra, 5 Eylül 1983 yılında ölüm orucuyla birlikte direniş eylemi başlar ve bu direniş eylemine ilk katılan koğuş, Sait Üçlü’nün kaldığı koğuş olur. İrfan Güler gibi M. Sait Üçlü de devrimci görevlerinin başındayken 12 Eylül askeri faşist rejime esir düşmüş ve yirmi yıl kaldığı zindanda diğer yoldaşları gibi her türlü işkenceye karşı devrimci tavrın sahibi olmuş ve direnmiştir.

1986’da yargılandığı PKK davasında idam cezası alır. Ekim 1988’de Diyarbakır Cezaevi’nde çıkan tünel nedeniyle Eskişehir Özel Tip Cezaevi’ne sürgün edilir. Ağustos 1989’da yine açığa çıkan tünel nedeniyle, Eskişehir’de kamuoyunda “Kanlı Sürgün” olarak bilinen “Temmuz-Ağustos Direnişi” ile Aydın E-Tipi Cezaevi’ne sürgün edilir. Ekim 1991’de Aydın’da, kamuoyunda “Ölüm Tabutlukları” olarak bilinen Eskişehir Özel Tip Cezaevi’ne sürgün oldu. Kasım 1991’de Eskişehir’den tekrar Aydın E-Tipi Cezaevi’ne gönderildi. 1998 yılında Aydın’da İstanbul, Ümraniye E-Tipi Cezaevi’ne gönderilir. Sait Üçlü, 20 yıl cezaevinde kaldıktan sonra 9 Mart 2001’de tahliye olur. Demokrasi, hakikat ve özgürlük arayışına kaldığı yerden devam eder. 19 Mart 2004 yılında düşüncelerinden dolayı tekrar gözaltına alınıp tutuklanarak Adıyaman E-Tip Cezaevi’ne konulur. Adıyaman’da Tekirdağ F-Tipi Cezaevi’ne gönderilir.

Eylül 2004’te yargılandığı davadan beraat ederek serbest bırakılır. Sait Üçlü, bir süre Kuzey çalışmalarında yer aldıktan sonra 2013 yılında dağın yolunu tutar. Artık özgürlük dağlarında mücadelesini sürdürecekti. Yaşamının büyük bir bölümünü zindanda geçirmişti. Hayatı boyunca PKK devrimci kişilik ölçülerini kendi şahsında temsil etmeyi bir ilke olarak benimsedi, edindiği derin yoğunlaşmayla her arkadaşın üzerinde belirgin bir iz bırakmış, eğitici, dönüştürücü ve güç veren konumda olmuştu. Yoldaşları “Sait Hoca” olarak hitap ederdi ona. Sadece teorik bilgi-birikimiyle değil Apocu sosyalist yaşam tarzıyla etkileyici bir yaşam duruşu vardı. Sade, mütevazı ve komünal ölçülerin timsali olmuştu. Konforu, bireyciliği, maddiyatçılığı, lüks tüketim anlayışını kabul etmezdi. PKK’nin ahlakını ve kültürünü ilke edinmişti.

DURDURULAMAYAN BİR DİRENİŞ SERÜVENİDİR YAŞAMLARI

Sait Üçlü ve İrfan Güler…. Her ikisi de ömrünü Kürt özgürlük mücadelesine adayan, özgürlük devriminin canlı bir kütüphanesi, PKK’nin yaşayan arşivi ve 43 yıllık özgürlük mücadelesinin tecrübesi ve birikimini yaşadılar, yaşattılar. Geçmişin bütün belgesini, bilgisini ve olayını An’da diri tutmak için tüm insanlıkla paylaşmayı devrimci bir görev olarak gördüler. Hem de büyük bir istek, heyecan ve sonsuz aşkla. Türkiye ve Kürdistan sahasında yürüttükleri çalışmalardan, yirmi yılı aşkın zindan direnişçiliğine, oradan dağın göğsündeki hakikate, oradan insanlığın büyük devrimi olan Rojava’ya kadar, durdurulamayan bir direniş serüvenidir yaşamları. Kürt özgürlük hareketinin iki canlı hafızası ve belleği olmuşlardı.  

Ama daha işleri bitmemişti. Çarmıhı sırtında bir Golgotha yolcusuydular adeta. İsa’yı hep araştırırlardı. İsa’nın mücadelesindeki gizem dolu sırrını çözmüşlerdi. Bu yüzden; İsa gibi, büyük acılar, kırımlar, kıyımlar, zulümler, işkenceler gören halkının çarmıhını sırtlayan önderlerinin tarihini yazacaklardı. Çarmıh; halkın ve insanlığın günahlarını omuzlamayı ifade ederdi. Bundan dolayı, ağır, yoğun çaba ve emeklerin verileceği, anlamlı ve bir o kadar da çok değerli bir çalışmanın merkezinde yer alacaklardı. Bunun için Önder Apo’nun “Her halkın bir kitabı vardır. Bir düşünce sistemi ve felsefesi vardır. Ama ben istedim ki Kürtlerin de bir romanı olsun” diyen sesini dinlediler. Bundan dolayı Kürtlerin özgürlük ve hakikat arayışını dile getiren “Güneş Ülkesinde Diriliş” adlı çalışmayı bir grup arkadaşlarıyla kolektif bir şekilde yazarak, insanlığın toplumsal belleği haline getirdiler.

Yüzlerce kişiyle görüştüler, Önderlik hangi ağacın altında kitap okumuş, hangi vadiye, pınara, dağa gitmiş, hangi taşlara dokunmuş, hangi yabani bitkiler toplamış, edindiği çocukluk arkadaşları kimlerdi, Amed’den Şam’a uzanan, oradan Kandil’e kadar, Önder Apo’nun gittiği her yere gitmişlerdi. Deyim yerindeyse; bir arkeolojiydi çalışmaları. Kuşkusuz, “Güneş Ülkesindeki Diriliş” adlı eserin görkemli ve etkileyici hikayesi olduğu kadar, bu çalışmayı üstlenen Edebiyat grubunun çabalarının ve emeklerinin de bir hikayesi vardır. Büyük sabır ve istekle bitmeyen bir hikâyenin değeri oldular. 

HAYATI DOLU VE ANLAMLI YAŞADILAR

Ve sonunda başarmışlardı. Önder Apo ve PKK tarihi açısından çok büyük değer olan tarihi bir araştırma kaleme alındı ve tarihi bir roman serisi şeklinde herkesle paylaşıldı. Tarihi bir miras anlamına gelen bu çalışma, Önder Apo ve PKK hakikatiyle birlikte, Kürt dirilişi ve Kürdistan devriminin tarihini ifade ediyor. İrfan ve Sait arkadaşların öncülük ettiği şehit Şilan Baki Edebiyat Okulu üyeleri, büyük emek ve çabayla ortaya çıkardıkları 19, 20 ve 21. yüzyılındaki Kürtlerin, Önder Apo’nun ve PKK’nin hakikatini kalem almanın ve bu görevi yerine getirmenin büyük coşkusunu ve onurunu yaşadılar. Önder Apo’nun ideolojik yoldaşlığında akmışlardı özgürlük ırmağına. Hakikat ve özgürlük serüvenleri, tekmil tiranlara karşı kesintisiz sürdüğünde, geçmişten geleceğe süzülen bir sevgi, bir umut ve bir inanç oldular.

Yüreklerinin bir parçası, yaşayan yoldaşlarıyla dolu ilken, bir parçası ise Önder Apo’ya olan hakikat aşkıydı. Öyle ya, Sait ve İrfan arkadaş, Önder Apo hakikatinde oluşturmuştu kendilerini. Urfa’nın kutsallıklarından beslenmişti her ikisi de. Lanetli yüzünü ret etmişlerdi Urfa’nın. Kutsal olanın özgürlüğüne bırakmıştı kendilerini. Önder Apo’nun doğup büyüdüğü toprakta çıkış yapmışlardı. Önder Apo’nun kutsallıklarını, lanete karşı koruyorlardı. Lanetlilik insanı alçaltmış ve çirkinleştirmişti. Ama onlar Önder Apo’yu izleyerek, toprağın sinesinde çoğaltmışlardı umutlarını. İnsanları yüceltecek, özgürleştirecek ve güzelleştirecek mayayı bulmuşlardı Önder Apo’nun toprağında. Toprağın sinesinde yeşertmişlerdi tutkuları. Aydınlanma çağını, O’nun özgürlük öğretisiyle yaşadılar. Mansur’u, Sührüverdi’yi, Mani’yi, İsa’yı ve Bruno’yu onun hakikatinde anlattılar. Anlattıkça arayış hali gelişmişti, fikir dünyalarında insanlığın.

Sait Üçlü ve İrfan Güler arkadaşlar yaşamı dolu ve anlamlı yaşadılar. Yaşamı anlayarak yaşadılar. Çünkü anlamanın doruğundaydı yaşam. Yaşamak anlamlaşmaktı çünkü. Onlar anlamlaştılar yaşamımızda. Hakikat yoldaşlığının nasıl olması gerektiğini, çıkarsız, hesapsız ve yalansız bir ilişkinin nasıl gelişmesi gerektiğini, zalimin, zulmün cenderesinde direnişin ve savaşın nasıl olması gerektiğini gösteren Sait Üçlü ve İrfan Güler arkadaşları şehadetlerinin 4. yıldönümünde saygı, sevgi ve minnetle anarken, büyük amaçlarını ve ütopyalarını gerçekleştirmek her zaman yaşam andımız olacaktır.