GÖRÜNTÜLÜ

Besê Hozat: Yasal ve hukuki garanti olmadan bu süreç gitmez!

Hükümetin sürecin ilerlemesi için hiçbir adım atmadığını belirten Besê Hozat, "PKK'nin silah bırakmasının temel gerekliliği, demokratik siyaset ve hukuk boyutunun oluşmasıdır. Bu oluşmadan PKK silah bırakamaz, kendisini feshedemez. Bu çok nettir" dedi.

Medya Haber Televizyonu'nda yayınlanan özel bir programda konuşan Besê Hozat, Önder Apo’nun 27 Şubat çağrısının ardından yaşanan gelişmeleri değerlendirdi. Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın ardından sürecin yasal ve hukuki garantilerinin oluşturulmadığını ve Umut Hakkı başta olmak üzere temel konularda hiçbir adım atılmadığını ifade eden Besê Hozat, "PKK'nin silah bırakmasının temel bir gerekliliği, demokratik siyaset ve hukuk boyutunun oluşmasıdır. Bu oluşmadan PKK silah bırakamaz, kendisini feshedemez. Bu çok nettir” şeklinde konuştu. 

Türk Adalet Bakanı’nın umut hakkı konusundaki açıklamalarını “ciddiyetsiz” olarak nitelendiren Besê Hozat, “Adalet Bakanı çıkıyor diyor; Umut Hakkı mevzuatta yoktur. Ya bu mevzuat Kur'an'ın ayeti midir? Sen bu kadar ciddi bir süreç başlatıyorsun; mevzuatı değiştireceksin tabii. Eğer ciddiysen, samimiysen o mevzuatı değiştireceksin” ifadelerini kullandı. 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla zirveleşen muhalefete yönelik saldırılar konusunda da değerlendirmelerde bulunan Besê Hozat, gelişmeleri “siyasi bir darbe” olarak nitelendirdi. “Muhalefetin bu kadar büyük bir saldırıya uğradığı, tasfiye edilmeye, ezilmeye çalışıldığı bir yerde barış ve demokratik toplum süreci nasıl gelişecek?” diye soran Besê Hozat şunları belirtti: “Bütün muhalefetin faşizme karşı çok güçlü ortak mücadeleyi yürütmesi gerekiyor. Parçalılık olmamalı. Zaten bu iktidarın temel amacı muhalefeti parçalamak. Baştan beri izlediği politika budur. Tarumar etme, parçalama, bir araya gelmelerini önleme. Onun üzerinden de zayıflatarak kendisini ayakta tutma. Bu oyuna gelmemek lazım.”

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat’ın değerlendirmelerinin tamamı şöyle:

"Öncelikle Önder Apo başta olmak üzere halkımızın, halklarımızın, dostlarımızın Newroz'unu kutluyorum. Mazlum Doğan ve Zekiye Alkan yoldaşlar şahsında tüm Newroz şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum.

Kahramanlık Haftası'ndayız. 21 Mart ile 28 Mart arası Kahramanlık Haftası'dır. Ben Mazlum Doğan ve Mahsum Korkmaz yoldaşlar şahsında bütün devrim ve özgürlük şehitlerini büyük bir saygı, sevgi ve minnetle anıyorum.

NEWROZ, ÖNDER APO’NUN ÇAĞRISININ REFERANDUMUYDU

Gerçekten 2025 yılı Newroz'u bütün Newroz'ları aşan, bütün zamanların en görkemli Newroz'uydu. 7'den 70'e bütün Kürdistan halkı, halkları, dostları Newroz meydanlarındaydı. Milyonlarca insan adeta böyle bir insan denizi, insan okyanusu oluşturdu. Hem dört parça Kürdistan'da hem ülke dışında çok coşkulu bir biçimde Newroz kutlandı. Hepimiz de büyük bir sevinç ve heyecan duyduk bu yılki Newroz'dan. Tabii bu yılki Newroz'u bu kadar coşkulu, bu kadar heyecanlı ve görkemli kılan, Önder Apo'nun Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı'ydı. Önder Apo'yla yapılan görüşmeler, Önder Apo'nun selamını almak, görüşlerini almak, bilmek, Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı, özgürlük çağrısı büyük bir sevinç ve heyecan yarattı. 

Newroz'da Önderliğimizin Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı çok güçlü bir biçimde milyonlar tarafından sahiplenildi, selamlandı. Bir kez daha çok güçlü bir biçimde, “Önder Apo irademizdir” denildi bu Newroz'da. “Önder Apo'nun özgürlüğü özgürlüğümüzdür” denildi. Bir anlamda Önder Apo'nun çağrısının referandumuydu. Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın, Önder Apo'nun özgürlüğü, fiziki özgürlüğünün referandumu yapıldı. Milyonlar, Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü haykırdı her yerde.

Newroz, zaten Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü Newroz'uydu. Önder Apo'ya Özgürlük, Barış ve Demokratik Toplum Newroz'uydu. Bu anlamda adına, anlamına uygun ve denk bir biçimde çok coşkulu, görkemli, muhteşem bir biçimde milyonlar tarafından Newroz kutlandı ve bu çağrı da sahiplenildi. Milyonlar Önder Apo'nun özgürlüğünü haykırdı, özgürlüğünü istedi. Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü için çok güçlü bir mücadele yürüteceklerinin kararlılığını ve iddiasını ortaya koydu. Bu anlamda Önder Apo'ya bağlılığın, sevginin, saygının, güvenin çok yüksek bir düzeyde, dorukta yaşandığı bir Newroz oldu. Halkımız da, halklarımız da, dostlarımız da büyük, derin sevgisini, saygısını ve bağlılığını, aynı zamanda Önder Apo'ya duydukları büyük güveni, derin güveni çok güçlü bir biçimde bu Newroz'da ortaya koydular, haykırdılar. Bu son derece önemliydi. 

Tabii Amed Newrozu, özellikle Bakurê Kurdistan açısından zirve oldu, doruk noktası oldu. Gerçekten bir milyon üzerinde insan toplandı meydanda. Adeta bir insan denizi oluştu. Çok görkemliydi gerçekten. Önder Apo'nun fizik özgürlüğü, Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı, Amed Newrozu'na ve bütün Newrozlara damgasını vurdu. 

Bu yılki Newroz'un bir de şöyle bir farkı vardı. Aslında bütün Newrozları böyle kutlamak lazım. Bütün ilçelerde, illerde, her yerde, tüm bölgelerde, Türkiye şehirlerinde Kürtlerin yaşadığı her yerde, metropollerde çok görkemli, coşkulu bir biçimde Newroz kutlandı. Çok yaygın bir biçimde kutlandı. Kürdistan'ın diğer parçalarında ve yurt dışında da biraz böyle gelişti. Bunu aslında süreklileştirmek lazım. Çok önemli ve Amed bunun zirvesi oldu. Mesela Wan Newrozu da çok görkemliydi. Batman öyle, Siirt öyle, aslında hepsi öyle gerçekten. Amed bu anlamda doruk oldu. Hepsine de Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü, barış ve demokratik toplum çağrısı, bunu sahiplenme damgasını vurdu.

Bu yıl Rojhilatê Kürdistan da çok çok görkemliydi. Bazıları dedi, olağanüstü bir Newroz’du. Gerçekten o nitelikte bir Newroz’du. Adeta Rojhilatê Kurdistan'ın bütün kentlerinde yer ve gök insan oldu. Newroz oldu, Newrozlaştı. Muhteşem karşılandı. Bu Newrozlarda da Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü, Kürtlere özgürlük, Kürdistan'a özgürlük, İran'a demokrasi damgasını vurdu. 

Rojavayê Kurdistan da öyleydi. Kuzey ve Doğu Suriye. Bütün kentlerde çok coşkulu bir biçimde kutlandı. Kobanê katliamından kaynaklı ertelendi birkaç gün. Fakat özellikle 20-21 Mart'ta çok görkemli bir biçimde kutlandı. Burada da Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü, Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı damgasını vurdu. Milyonlar, “Önder Apo'nun özgürlüğü özgürlüğümüzdür” diye Rojava'da da, Kürdistan'ın tüm parçalarında da, yurt dışında da çok güçlü bir biçimde haykırdı. Bu çok önemli, çok anlamlıydı.

Bu yılın Newroz'unun apayrı bir anlamı var. Siyasi mesajları çok güçlüydü. Bir taraftan Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü, Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı, bir diğer taraftan da demokratik ulusal birlik çağrısı damgasını vurdu. O da son derece önemliydi. Newroz meydanlarında demokratik birlik mesajları güçlü verildi, bunun çağrısı oldu. Bu konuda halk istemlerini, beklentilerini öncülerinden çok böyle güçlü bir biçimde ortaya koydu. Bu da son derece önemliydi. Kürtler arasındaki demokratik ulus birliğini, bilincini, duygusunu, ruhunu çok güçlendirdi ve büyüttü.

Elbette Kürdistan başka bir anlamla kutluyor. Bir direniş bayramı, özgürlük bayramı olarak kutlanıyor. Bir direniştir Newroz, zulme karşı bir baş kaldırıştır. Daha bambaşka bir anlamı var. Fakat Newroz'u kutlayan tüm halklar da baharı büyük bir coşku ve sevinçle karşıladı. Ben herkesin bu anlamda Newroz'unu kutluyorum. Dağda, zindanda direnen tüm yoldaşların da Newroz'unu kutluyorum.

DEVLET GAYRI CİDDİ YAKLAŞIYOR

Tabii Önder Apo Türkiye'nin demokratikleşmesi, Kürt sorununun demokratik çözümü temelinde demokratik bir cumhuriyeti, demokratik bir Türkiye mücadelesini kesintisiz 50 yıldır yürütüyor. 26 yıldır da İmralı'nın tecrit ve işkence koşullarında bunun kıyasıya mücadelesini veriyor. En son Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’yla Türkiye'nin demokratikleşmesi, Kürt sorununun demokratik çözümü, demokratik siyaset ve hukuk yoluyla çözümü konusunda çok güçlü bir irade ortaya koydu ve çağrıda bulundu. Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nda bulundu. Bu hem Kürdistan açısından, Kürtler açısından hem tüm Türkiye halkları, ezilenleri, kadınlar açısından çok çok önemli bir çağrı. Önder Apo'nun geliştirdiği tutum, emek çok değerlidir. 

Fakat devlet çok gayrı ciddidir. Özellikle bu AKP-MHP iktidarı, bu sürece çok gayrı ciddi yaklaştı gerçekten. Samimiyetsiz yaklaştı. Bugüne kadar da bu gayrı ciddi Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, böyle bu gelişmelerin ruhuyla, karakteriyle hiç bağdaşmayan açıklamalar yapıyor. Ciddiyetsiz açıklamalar yapıyor. Pratiği de odur yani. Sorun sadece açıklama değil, pratiği de odur. İktidar, devlet hiçbir adım atmış değildir.

Normalde PKK yönetimi de, özellikle Abbas arkadaş da bu süreci son derece açık, anlaşılır bir biçimde, net bir biçimde gerçekten ortaya koyuyor. Çok çarpıcı ortaya koydu yaşananları, bizim cephemizden yaşananları, devlet cephesinden, iktidar cephesinden yaşananları, yaklaşımları… 

Çağrının yapıldığı haftada Umut Hakkı'nın hemen işleme konulması gerekiyordu. Uygulanması gerekiyordu Umut Hakkı'nın. Bu sürecin iç içe, paralel işlemesi gerekiyordu. Fakat bu yapılmadı. Umut Hakkı'nın devreye girmesi için yasa değişiklikleri gerekiyordu. Meclis'te komisyon, hukuki yasal düzenlemeler, yasal değişiklikler şarttı, gerekliydi. Fakat bu yapılmadı. Önder Apo'nun koşullarında hiçbir değişiklik olmadı.

Tecrit devam ediyor İmralı'da. Normalde çağrıyla birlikte tecridin tamamen ortadan kaldırılması gerekiyordu. Umut Hakkı'nın işlemesiyle Önder Apo'nun fiziki özgürlüğüne kavuşması gerekiyordu. Önder Apo'nun çağrı sonrası hareketiyle, PKK yönetimiyle, PKK ile doğrudan iletişime geçmesi gerekiyordu. Sürekli bir iletişim halinde olması gerekiyordu. Gerekiyordu ki kongre tarihini birlikte belirlesinler, gündemini birlikte belirlesinler. Önder Apo PKK kongresini kendisi yönetsin, yönlendirsin, PKK kongresine katılsın.

Önder Apo, PKK'nin kurucu önderidir. Kendileri de ifade ediyor, Bahçeli de, AKP'liler de bunu söylüyor. PKK'nin kurucu önderiyse, bu PKK'yi kuran önderse, bu PKK'nin feshedilmesinde de bu kurucu önder rol oynayacak. Doğrudan içinde olacak. Doğrudan bu kongreyi yönetecek, yönlendirecek. 

Şimdi bu sağlanmadı. Çağrıdan sonra Önder Apo ile hiçbir iletişim yoktur. Aile görüşmeleri de reddediliyor. Aile görüşmeleri, avukat görüşmeleri, sürekli başvurular oluyor; reddediliyor, kabul edilmiyor. Normalde PKK ile sürekli, düzenli bir iletişim halinde olması gerekiyordu.

Dediğim gibi kongrenin toplanması, toplanma tarihi, gündemi, doğrudan yönetmesi, yönlendirmesi, bütün bu süreci Önder Apo'nun PKK yönetimi ile birlikte yürütmesi gerekiyordu. Doğrudan yürütmesi gerekiyordu. Bunun yanı sıra Önder Apo'nun istediği herkesle iletişim halinde olması gerekiyordu.

ÖNDER APO DOĞRUDAN DEVREYE GİRMEDEN KONGRE TOPLANAMAZ, GERİLLA SİLAH BIRAKAMAZ

Önder Apo'yu görmek isteyen, görüşmek isteyen gazeteci olur, siyasetçi olur, akademisyen olur, yazar olur, sivil toplum kurumları olur, çeşitli heyetler olur, hukukçular olur; tüm bu kesimlerle, çevrelerle Önder Apo'nun görüşmesi gerekiyordu. İsteyen herkesin Önder Apo'nun yanına gitmesi, görüşmesi gerekiyordu. Önder Apo'nun istediği herkesle görüşmesi, iletişim kurması gerekiyordu. Tamamen İmralı statüsünün değişmesi gerekiyordu. Bu sistemin, İmralı sisteminin, işkence ve tecrit sisteminin tamamen ortadan kaldırılması gerekiyordu. Parçalanması, lağvedilmesi gerekiyordu. Önder Apo'nun fiziki özgürlüğüne kavuşması gerekiyordu. 

Çalışma koşulları, özgür yaşam koşullarından kastettiğimiz budur. Önder Apo'nun fiziki özgürlüğüdür. Önder Apo'nun örgütü de dahil ve başta olmak üzere istediği tüm çevrelerle, isteyen tüm çevrelerle görüşme içerisinde, ilişki içerisinde, iletişim içerisinde olması gerekiyordu. Bunun sağlanması gerekiyordu. Bu yapıldı mı? Yapılmadı. Tecrit devam ediyor. Bugün 27 Şubat'tan bu yana 24 gün geçmiş. Halen hiçbir değişiklik yoktur. Hiçbir iletişim yok, bilgi yok, bilgimiz yok.

Bu nasıl olacak? PKK yönetimi açıklama yaptı. Önder Apo olmadan, Önder Apo doğrudan devreye girmeden PKK kongresi toplanamaz, karar alamaz, kendisini feshedemez, silah bırakamaz gerilla. Nettir yani. Bunun tartışılır hiçbir tarafı yoktur. Bu süreci ancak Önder Apo geliştirebilir.

Arkadaşlar da ifade etti. Kesinlikle öyledir. Barış ve demokratik toplum sürecinin yürütücüsü Önder Apo'dur. Bu süreci Önder Apo yürütür. Demokratik dönüşüm, yeniden yapılanma sürecini Önder Apo geliştirir, yürütür, yönetir, yönlendirir. Onun dışında kimse o iradeyi, o gücü, o inisiyatifi geliştiremez. Bu nettir. 

Bu konuda bir adım atılmadan bu kongre toplanamaz, öyle bir karar alamaz. Öyle bir karar için toplanamaz. Bunu yapacak tek kişi Önder Apo'dur. PKK'nin kurucusudur. Bu süreci sonlandıracak olan da silahlı mücadele sürecini Önder Apo'nun kendisidir. Bu nettir.

O MEVZUATIN DEĞİŞMESİ 2-3 GÜNLÜK BİR İŞTİR

Şimdi Adalet Bakanı çıkıyor diyor, “Umut Hakkı mevzuatta yoktur”. Ya bu mevzuat Kur'an'ın ayeti midir? Sen bu kadar ciddi bir süreç başlatıyorsun, mevzuatı değiştireceksin tabii. Eğer ciddiysen, samimiysen o mevzuatı değiştireceksin. O mevzuatın değişmesi 2-3 günlük bir iştir. Biz araştırdık, soruşturduk. Bilenler biraz inceledi, bizi bilgilendirdi.

İsteseler birkaç günde o mevzuat değişir, o yasa değişiklikleri yapılır, Umut Hakkı 3-4 gün içinde uygulanır. 3-4 tane yasadır, bunlar değiştirilir, Umut Hakkı uygulanır. Ama istemiyor. Yapılmayacak iş değil ki! Mevzuat değişebilir. Mevzuatı değiştirebilir. Önder Apo görüntülü mesaj da verebilir. 

GÖRÜNTÜLÜ MESAJ BİR SINAVDI

Biz niye görüntülü mesajda ısrar ettik? Çünkü o bir sınavdı. Test etmekti iktidarı, devleti. Ne kadar ciddidir diye. Eğer ciddiyse görüntülü bir mesaja hiç itiraz etmemesi, engel olmaması gerekiyordu. Bu kadar tarihi bir süreç geliştirilecek, ciddi bir süreç geliştirecek, 100 yılın sorunu çözülecek, görüntülü mesajdan sakınılacak! Nasıl oluyor bu? Bu senin ciddiyetini, samimiyetini ortaya koyuyor. Aslında maskesi orada düştü. Görüntülü mesaja engel koyarak maskesi düştü, gerçek yüzü göründü. Sonrasında da işte devamı gelmedi, görüyorsunuz. 

Şimdi de konuşuyor, diyor; “Umut Hakkı mevzuatta yok.” Mevzuatı değiştir! Ciddiysen değiştirirsin o mevzuatı. Yasa değişikliğine gidersin ve umut hakkını 3-4 günde uygularsın. Bu sürecin yasal ve hukuki garantisi, güvencesi olmadan bu süreç gitmez. Bu haliyle yarın öbür gün İmralı'ya giden o 7 kişilik heyetin hepsini tutuklayabilirler. Hiçbir güvencesi yoktur gerçekten. DEM eşbaşkanları dahil olmak üzere. Garantisi yok. Çünkü hiçbir hukuki yasal güvencesi yok. Gayri hukuki yapılıyor her şey. Adeta illegal yapılıyor.

Bu sürecin hiçbir garantisi yok. Dolayısıyla bu sürecin kesinlikle bir yasal ve hukuksal güvencesinin olması gerekiyor. Bu konuda yasa çıkarılması gerekiyor. Hukuki düzenleme yapılması gerekiyor ve meclisten yasanın çıkması gerekiyor. Önderliğimiz sürecin ta başında söyledi. "Meclis'te bütün iktidarda yer alan partilerin, tüm muhalefetin ve iktidar partilerinin katılımıyla ortak bir komisyon kurulsun. Bu komisyon yasal düzenlemelere gitsin. Bu sürecin yasal ve hukuki güvencesi oluşsun, onun zemini oluşsun" dedi. Bunların hiçbiri yapılmadı mesela.

Aksine, bu zeminin oluşmaması için her türlü saldırı yapılıyor. Nasıl olacak bu?

Kürt sorununu silahlı mücadeleyle değil, demokratik siyaset ve hukuk boyutunda çözeceksek, bu zeminde çözeceksek, o zaman demokratik siyaset ve hukuk zemininin oluşması gerekiyor. Bunun ortamı, zemini oluşmalı. Bu olmadan nasıl PKK silah bırakacak? PKK'nin silah bırakmasının temel gerekliliği, demokratik siyaset ve hukuk boyutunun oluşmasıdır. Bu oluşmadan PKK silah bırakamaz, kendisini feshedemez. Bu çok nettir. Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı'nın içeriği de bir bütün bu anlama geliyor. 

O ÇAĞRI ORTAK BİR MUTABAKATTIR, GEREKLERİNİ YERİNE GETİRECEKSİN!

Bir de şunu belirteyim. Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı, Önderliğimizin yaptığı bu çağrı aynı zamanda bir ortak mutabakattır. Devlet heyetiyle birlikte yapılan ortak bir mutabakattır. Mesela kimse çok fazla bu gerçeğe dikkat çekmiyor ama şahsen ben bunu çok önemli buluyorum. Devlet de bu çağrının içeriğini kabul etmiş. Bu anlamda ortak bir konsensüs oluşmuş. Bu çağrının içeriği, anlamı nedir? Bu çağrı, bir demokratik cumhuriyet çağrısıdır. Bu çağrı, bir demokratik uzlaşma çağrısıdır. Bu çağrı, Kürt sorununun demokratik siyaset ve hukuk boyutuyla çözülmesi çağrısıdır. Devletin de bunu kabul etmesi durumudur. Çünkü bu bir ortak mutabakattır aynı zamanda.

Devlet bunu kabul etmeseydi bu çağrı yapılabilir miydi? Mümkün müydü? Buna izin verir miydi? Madem ki ey devlet, iktidar, sen demokratik cumhuriyet projesini, perspektifini, politikasını kabul ediyorsun, demokratik uzlaşmayı kabul ediyorsun, Kürt sorununun demokratik siyaset ve hukuk boyutuyla çözülmesini kabul ediyorsun; o zaman adım atacaksın, somut adım atacaksın. Bunun yasal hukuki zeminini oluşturacaksın. Kürt sorununun demokratik siyaset ve hukuk boyutuyla çözülmesi için buna zemin oluşturacaksın Meclis'te. Meclis harıl harıl çalışacak. Önder Apo çağrıdan hemen sonra derhal fiziki özgürlüğüne kavuşacak. Örgütüyle, herkesle ilişki, iletişim içerisine girecek. Ciddi olacaksın, samimi olacaksın, bu saldırıları durduracaksın. 

Yok, ısrarlı bir biçimde diyorlar; "bu çağrı şartsız, koşulsuz, Öcalan böyle demiş!" O zaman sen o çağrıdan bir şey anlamamışsın devlet, iktidar! Oturup oturup o çağrıyı kırk defa okumaları gerekiyor. Ne anlama geldiğini anlamaları gerekiyor. Çağrının kendisi Kürt sorununun demokratik siyaset ve hukuk temelinde çözülmesidir. Yerel özerkliğe dayalı Kürt sorununun çözülmesi Türkiye'nin demokratikleşmesidir. Sen izin vererek o çağrıyı kabul ediyorsun, kabul etmiş oluyorsun. O çağrı zaten ortak bir mutabakattır. O zaman gereklerini yerine getireceksin. Ona göre adım atacaksın, ciddi olacaksın. 

Yaklaşım son derece basit. “Çağrı oldu, hemen kongre tarihi belirlesin, kongresini toplasın, feshetsin kendisini, silah bıraksın.” Yok ya! Zannediyorlar gerçekten karşıdakiler anlamazlar. Yüzyıldır bu devletin Kürtlerin başına ördüğü çoraplar az mıdır? Kürtlere yaptığı komplolar, oyunlar, hileler az mıdır? Kürtler bunu bilmiyor mu? Bir hafıza var, hafıza! Derin bir bilinç var, yaşanmışlıklar var, tecrübeler var. Bu oyunlara kim gelir? Şimdi sen bunda ısrar edersen, o zaman biz de deriz ki, sen hile yapıyorsun, sen oyun yapıyorsun, seninki komploculuktur, sen oyun peşindesin, sen o zaman siyasi taktik yapıyorsun. Siyasi manevra yapıyorsun. Senin öyle sorunu demokratik siyasetle, hukukla çözümden yana bir niyetin yok.

Senin derdin bir bütünen Kürtlerin 50 yıllık mücadeleyle ortaya çıkardığı tüm değerleri, demokrasi, özgürlük değerlerini ortadan kaldırmaktır, tasfiye etmektir. Soykırım politikasını sürdürmektir. Bunu sonuca götürmede ısrardır. Taktik yaparak bunu sonuca götürmek istiyorsun. O zaman biz de böyle deriz, böyle değerlendiririz. 

Bu anlamda da zaten derin kuşkular var. Baştan itibaren vardı gerçekten. Ama Önder Apo devletin bu gerçeğini bilerek çok güçlü bir mücadele yürütüyor orada. Kürt halkı, halklar, Türkiye toplumu lehine, kadınlar lehine yararına bir süreç geliştirmek istiyor ve bunu gerçekten sonuca götürmek istiyor. 

Bu konuda da elbette mücadeleyi sürdürmek lazım. Özellikle Önder Apo'ya özgürlük, fiziki özgürlük hamlesini bizim çok güçlü bir biçimde yürütmemiz gerekiyor. Bu süreçten bu sonucu çok iyi çıkarmalıyız. Önder Apo'nun çağrısını da dikkate alarak, yani Önder Apo'ya fiziki özgürlük ve demokratik toplum perspektifiyle bu hamleyi mutlaka başarılı bir biçimde yürütüp sonuca götürmemiz lazım. 

SAVAŞIN VARLIĞINI BİLE İNKAR EDİYORLAR, BU ONLARIN ÇAPINI GÖSTERİYOR

Özgürlük Mücadelesi'ne yönelik saldırılar hiç eksilmedi. PKK Yürütme Komitesi’nin 1 Mart açıklamasından; ateşkes çağrısından sonra da bu devlet saldırıları sürdürdü. Bir de zaten bilançoyu HPG BİM veriyor, ağır silahlarla çok yoğun bir saldırı var. Kimyasal silah bu süreçte yine kullandı. Fosfor bombaları kullandı. Her türlü yasaklı silahı kullanmaya da devam etti. Savaş suçu işlemeye devam etti.

Şimdi bütün bu saldırılar, 1 Mart'tan bu yana böyle yoğun bir biçimde aralıksız devam etti. Bu anlamda işin gerçeği, bu haliyle, bu saldırılar durumunda PKK'nin ilan ettiği ateşkesin de aslında fazla bir anlamı kalmıyor. Zaten Yaşar Güler de açıklama yaptı. Ateşkesi kabul etmediklerini söyledi. “Nereden çıktı bu ateşkes” dedi. “İşte biz savaşmıyoruz ki, bize ateşkes ilan ediliyor, bizden ateşkes isteniyor” denildi. Bazı çevreler çok yoğun böyle onu da dillendirdi. PKK ateşkes ilan etmişse devlet de ateşkes ilan etmeli. Çift taraflı ateşkes olmalı ki bu süreç gelişebilsin. Bu da bir iyi niyet yaklaşımı olur. Güvenirlik, samimiyet açısından, ciddiyet açısından da bir ölçü, bir gösterge olur, önemlidir. Böyle çeşitli çevreler böyle de açıklama yaptı. Bir bakıma onlara da cevap verdi.

Yaşar Güler'e ve Türk devletine, iktidarına göre bir savaş yürütmüyorlar onlar. Teröre karşı bir mücadele yürütüyorlar. Bu bir mücadeledir, bir savaş değildir. Dolayısıyla savaş olmadığı için ateşkes de olmaz. Mantıkları böyle işliyor, bakış açıları böyle. 

Şimdi 41 yıldır kıyasıya bir savaş var, on binlerce insan yaşamını yitirmiş, Türkiye'nin bütün ekonomik kaynakları çökmüş bu savaşta. 4 trilyon dolar para gitmiş bu savaşa. Ekonomisi çökmüş, devlet çökmüş, toplum çökmüş. Çöken bir Türkiye var bu savaşta. Halen bunun savaş olmadığını söylüyor. Her gün havada 10 tane, 20 tane savaş uçağı bombalama yapıyor. İHA’sı, SİHA’sı sürekli havada geziyor. Tankı, topu sürekli bomba atıyor. Kimyasal silah fosfor kullanıyor. Taktik nükleer, her türlü silahı kullanıyor, adına savaş demiyor. Ya bu nedir? Yani devletlerin birbiriyle savaşında bu kadar teknik kullanılır. Bu kadar can kaybı olur. Bir devlet bu düzeyde çöker. 

İşte arkadaşlar, “kompleks” dedi. Evet, bir boyutu bu. Fakat esas boyutu elbette soykırımcı zihniyettir. Öyle bir soykırımcı zihniyet ki, öyle bir Kürt düşmanı zihniyet ki, öyle bir geri zihniyet ki, dünyanın gözü önünde olan böyle kıyamet gibi bir savaşı, bedeli bu kadar ağır, bu kadar yıkım yaratan bir savaşı, savaş olduğunu kabul etmiyor. Bu da çapını gösteriyor. Yaşar Güler'in ve bu iktidarın çapını gösteriyor, zihniyetini gösteriyor, düzeyini gösteriyor.

Savaş sürüyor elbette. Arkadaşların mücadelesi direnişi de sürüyor. Saldırılar karşısında en güçlü cevabı da zaten veriyorlar. Vermek de gerekiyor zaten. 

KÜRDİSTAN’DAKİ FAŞİZM TÜM TÜRKİYE’YE YAYILMIŞ DURUMDADIR

AKP-MHP iktidarı bir bakıma can derdine düşmüş. Kendi iktidarının derdine düşmüş. İktidarını ayakta tutmak, sürdürmek için şimdi böyle dolu düzgün, çok pervasız bir biçimde muhalif tüm kesimlere yöneliyor. Gerçekten çok pervasızca yöneliyor. Öyle ortada ne hukuk var, ne ahlak var, ne vicdan var. Hiçbir değer tanımıyor. Hiçbir ilke, insanlık namına hiçbir ilke tanımıyor. Böyle yoğun bir saldırı içerisindedir.

Zaten Kürdistan'da yıllardır bir soykırım savaşı yürütüyor. On yıllardır yürüyen bir soykırım savaşı ve faşizm var. Ve biz hep söyledik. Biz dedik ki, Kürdistan'da faşizm olursa Türkiye'de demokrasi olmaz. Kürdistan'da soykırım savaşı olursa Türkiye'de hukuk, demokrasi, adalet olmaz. Bu Türkiye'yi de vurur, bu genelleşir. Ve biz bu konuda Türkiye toplumuna, -Türkiye demokrasi güçleri zaten bizimle birlikte bu mücadelenin içerisindeydi- Türkiye muhalefetine, birçok siyasi çevreye sürekli ama sürekli bu çağrılarda bulunduk. Ve haklı çıktık.

Şu anda Kürdistan'daki faşizm, baskı tüm Türkiye'ye yayılmış durumdadır. Tersi de öyledir. Şimdi örneğin şu anda Kürdistan'da baskı, şiddet ve faşizm hala devam ediyor. Şu anda Türkiye'deki bu baskı, faşizm varken Kürdistan'da demokrasi olur mu, barış olur mu? Barış ve demokratik toplum süreci gelişir mi? Mümkün müdür? Asla! Ne Kürdistan'da gelişir ne Türkiye'de gelişir. Amed’de faşizm varsa İstanbul'da da faşizm olur, Ankara'da da faşizm olur. İstanbul'da faşizm varsa Amed'de de faşizm olur, Colemêrg'de de, Dersim'de de olur. Bu böyledir. İşin doğası, yasasıdır bu.

Bu iktidar zayıftır. Hep değerlendirdik. Çok zayıftır. Yıkılmaktan korkuyor. Gerçekten Erdoğan iktidarını kaybetmekten korkuyor. O açıdan karşısında güç gördüğü, rakip gördüğü, alternatif gördüğü herkese saldırıyor. Her güce, her kesime saldırıyor. Ezmeye, yok etmeye çalışıyor, tasfiye etmeye çalışıyor. 

Şimdi bu CHP’ye saldırılardan önce, biliyorsunuz Kürdistan'da bir sürü belediyeye kayyum atandı. Yani Mêrdîn, Êlih, Wan, Dersim, Xelfeti, birçok ilçe... Sonra geldi CHP'yi de vurdu. Esenyurt, kent uzlaşısı temelinde alınan bir yerdi. Akdeniz yine kent uzlaşısıydı. Aldı buraları, el koydu, gasp etti. Şimdi de İstanbul Büyükşehir'i hedeflemiş. Aslında şu anda İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne el koymuş durumdadır. 

Başta CHP olmak üzere Türkiye CHP'si açısından belirtecek olursak, bütün muhalefete çok yoğun bir saldırı söz konusudur. Aslında şu anda Türkiye'de gerçekten tam bir siyasi darbe durumu yaşanıyor. Şimdi, bu kadar saldırıların olduğu bir yerde, muhalefetin bu kadar büyük bir saldırıya uğradığı, tasfiye edilmeye, ezilmeye çalışıldığı bir yerde, barış ve demokratik toplum süreci nasıl gelişecek? Mümkün müdür? 

Bu süreç gündeme girdiğinden bu yana DEM Parti'nin İmralı Heyeti, çok yoğun bir çalışma yürüttü. Bütün partilere gitti, görüşmeler yaptı. Önder Apo'nun mesajlarını götürdü. Bu partiler, siyasi partiler açıklama yaptı, CHP'nin de açıklamaları oldu. Bu süreci sahiplendiklerini söylediler. Ellerinden ne gelirse yapacaklarını söylediler. Tarihinde ilk defa CHP bu kadar cesur bir tutum ortaya koydu. Önder Apo ve iktidar ve devlet olarak değerlendirdi. Ortak geliştirilen bu inisiyatifin yanında yer aldığını, desteklediğini söyledi CHP. Her türlü desteği vereceğini söyledi. Bütün taraflara da bunun mesajını verdi. Ardından bir demokratikleşme paketini gündemine aldı. Kürt sorununun ancak mecliste çözülebileceğini söyledi. Ve mecliste komisyon kuracağını ifade etti. Kayyum politikasına karşı çok ciddi bir tutum ortaya koydu ve DEM Parti ile bir dayanışma içerisine girdi. 

KENT UZLAŞISI KÜRT VE TÜRK İTTİFAKINI İFADE EDİYOR

Bunun üzerine saldırılar da bir yoğunluk kazandı. Bu saldırıların temel bir gerekçesi olarak da kent uzlaşısı hedef alınıyor. Oysa kent uzlaşısı, bu süreci en fazla destekleyecek, besleyecek, güçlendirecek, Barış ve Demokratik Toplum sürecini destekleyen bir süreçtir. Kent uzlaşısı, barış ve kardeşliği ifade ediyor. Kürt ve Türk ittifakını ifade ediyor. Kürtlerle Türklerin kardeşliğini, birliğini ifade ediyor. Halkların birliğini ve kardeşliğini ifade ediyor. Şimdi sen kent uzlaşısına karşı bu kadar düşmanlık yaparsan, bu kadar saldırı yaparsan, cezalandırırsan, darbe yaparsan, tasfiye edersen, sen nasıl Kürt ve Türk kardeşliğini, Kürt ve Türk birliğini, barış ve demokratik çözüm sürecini geliştireceksin? Mümkün müdür bu? Mümkün değil. Olmadığı da ortadadır. O yüzden şu anda süreç tıkanmış durumdadır. Tecrit devam ediyor. Süreç ilerlemiyor. Bu kadar saldırı var.

Bu sürece en çok katkı verecek partilerden biri CHP’ydi. CHP, bu devletin kurucu partisidir. Bu süreci en güçlü destekleyen partilerden biri oldu. Cumhuriyetin kurucu partisi olarak bu sürece destek vereceğini söyledi. Yeter ki ciddi olunsun dedi. Yeter ki şeffaf olunsun. Bu sorun Meclis'te çözülsün, dedi. 

Önder Apo da Meclisi işaret etti. Önder Apo, "Komisyon kurulsun, yasal zemin oluşturulsun, Meclis'te çözülsün dedi. Zaten demokratik siyaset ve hukuk boyutunun adresi meclistir, toplumdur, tüm kesimlerdir. Şimdi sen böyle bir yapıya bu kadar ağır bir yönelim içerisine girersen, bütün muhalefeti tasfiye etmeye çalışırsan, sen bu süreci nasıl geliştireceksin? Geliştiremezsin. Bu senin ciddiyetini ortaya koyuyor. Bu sürece nasıl yaklaştığını ortaya koyuyor. Samimiyet düzeyini ortaya koyuyor. Ve nasıl bir sonuç ortaya çıkıyor? Son derece ciddiyetsiz, samimiyetsiz bir oyalama, bir hile, oyun içerisinde olduğunu bir göstergesi oluyor. 

TÜM MUHALEFET ORTAK BİR MÜCADELE YÜRÜTMELİ

İlk günden kendileri açıkladı. "İç cepheyi güçlendirelim" dedi. Bu süreci biz ancak birlikte, herkesin katılımıyla yürütebiliriz, yapabiliriz. Evet, Kürt sorunu, Türkiye'nin demokratikleşme sorunu, gerçekten herkesin katılımıyla mümkündür. En başta muhalefetin...  Şimdi sen bütün muhalefeti bu süreci geliştirecek, destekleyecek, güç verecek, bütün muhalefeti tasfiye etmeye çalışıyorsun. O zaman sen bu zeminin tümünü kurutuyorsun. Nasıl olacak bu? Bu durum da bu iktidarın duruşunu, tutumunu ortaya koyuyor.

Bu açıdan şu önemlidir. Hiçbir ikileme girmemek lazım. İkirciklik yaşamamak lazım. Tereddütte asla mahal vermemek, girmemek lazım. Kesinlikle bu süreçte faşizme karşı, bu faşist saldırılara karşı, Kürtlere, tüm demokrasi güçlerine, Türkiye toplumuna, Kürt toplumuna, kadınlara, gençlere, muhalefete, tüm bu faşist saldırılara karşı, her kesimin buna karşı olan her kesimin demokratik muhalefet başta ve içinde olmak üzere, tüm muhalefetin ortak bir tutum geliştirmesi ve ortak bir mücadele yürütmesi gerekiyor. Birleşik ve ortak çok güçlü bir mücadele yürütmesi gerekiyor bu faşist saldırılara karşı. Ancak bu saldırılar böyle püskürtülebilir.

Bu iktidar, AKP, MHP iktidarı, Erdoğan, tüm muhalefeti ezerek, tasfiye ederek, iradesini kırarak iktidarını sağlama almaya ve sürdürmeye çalışıyor. Bütün dert budur, hedef budur. Bu net bir biçimde ortaya çıkmıştır. Bu iktidarın maskesi tamamen düşmüştür. Gerçeği ortaya çıkmıştır. Kral çıplaktır.

Bu konuda kimsenin tereddüt yaşamaması gerekiyor. Böyle bir ortamda süreç mi yürütülür Allah aşkına? Faşizm kol geziyor. Büyük bir saldırı içerisinde herkese karşı. Nasıl Kürt sorunu çözülecek? Kürt sorunu siyasi temelde, hukuki temelde nasıl çözülecek? Sen tamamen demokratik siyaset ve hukuk zeminini ortadan kaldırıyorsun. Ona saldırıyorsun. 

Bir de Erdoğan demagoji yapıyor; Avrupa Birliği'ne girmekten bahsediyor, adaylığından bahsediyor. Tekrar onu güncellemişler. Böyle bir hamaset yapılıyor. Ya sen kendi Anayasa'nı uygulamıyorsun, kendi hukukunu uygulamıyorsun. Avrupa Birliği'nin hukukunu, uluslararası sözleşmeleri, AİHM’in aldığı kararları uygulamıyorsun. Sen hangi yüzle, -utanmaz işte- Avrupa Birliği'ne girmekten bahsediyorsun? Kimi kandırıyorsun? Böylece Avrupa'yı kandırmaya çalışıyor. 

Ekonomik olarak sıkışmış, darboğazda, çökmüş bir ekonomi var. Böyle Türkiye'ye yatırım gelmesi için çabalıyor. Milleti kandırmaya çalışıyor. Batan, çöken bir Türkiye var. Dışarıya, sanki demokratik bir Türkiye, işte böyle Kürtlerle barış sürecini geliştiriyormuş gibi, herkesi aldatmaya çalışıyor. Kürtlerle barış sürecini, bütün muhalefeti tasfiye ederek mi yapacaksın, geliştireceksin? Kimyasal, fosfor, her türlü saldırıyı geliştirerek mi? Bir aileyi tamamen yok ederek mi? Kobanê'de bir aileyi tamamen imha etti. Ortadan kaldırdı. Yok ederek mi sen barış sürecini geliştireceksin? Kimi kandırıyorsun? Buna kanan var mıdır? Mümkün müdür? 

O yüzden faşizme karşı ortak bir mücadele yürütmek gerekiyor. Bütün muhalefetin faşizme karşı çok güçlü ortak mücadeleyi yürütmesi gerekiyor. Parçalılık olmamalı. Zaten bu iktidarın temel amacı muhalefeti parçalamak. Baştan beri izlediği politika budur. Tarumar etme, parçalama, bir araya gelmelerini önleme. Onun üzerinden de zayıflatarak kendisini ayakta tutma. Bu oyuna gelmemek lazım. Bu çok önemlidir. Buna kanmamak lazım. Herkesin çok bilinçli yaklaşması gerekiyor. Bu çok önemli. 

Bir de CHP elbette yaptıklarının ceremesini de çekiyor. İnsan bunu söylemeden de edemiyor. Yıllardır bu iktidara koltuk değnekliği yapıyor. Can simidi oldu. “Vatan-Millet-Sakarya”, hemen arkasında hizalandı. Halbuki bütün Vatan-Millet-Sakarya edebiyatı, kendi iktidarını korumak içindi. Kendi bekası içindi. CHP hemen arkasında hizalandı. Yıllardır bu iktidarın ayakta kalmasında, 22 yıldır Türkiye'yi bu hale getirmesinde CHP de en az bu iktidar kadar sorumludur. 

Şimdi biraz sanki gerçeği görmüşler, böyle biraz politika değiştiriyorlar. İş geldi kendilerine, dayandı. Biraz gözleri açıldı, bilinçleri açıldı. İnşallah derinliğine açılmıştır. Gerçekten kendilerine gelmişlerdir. Artık zararın neresinden dönülürse kardır deniliyor ya, artık öyle kabul etmek lazım. Umarım bu kararlı duruşu da sürdürürler. 

NEWROZ’UN İÇİNİ BOŞALTMAK İSTİYORLAR

Newroz, Kürdistan ve Mezopotamya orijinlidir. Bu kültür Mezopotamya'dan birçok coğrafyaya yayılmış. Şimdi Ön Asya, Kafkasya'da da bazı halklar kutluyor. Türkmenlerdir, Kırgızlardır, Kazaklardır, Taciklerdir bildiğimiz kadarıyla. İşte Farslar kutluyor, Azeriler kutluyor. Balkanlar'da bazı halkların kutladığı söyleniyor. Kutluyorlar bildiğimiz kadarıyla.

Böyle Mezopotamya'dan yayılan bir kültür. Orijin, köken; Mezopotamya, Kürdistan'dır. Bir Aryen kültürüdür, direniş kültürüdür. Aryeniktir orijini. Kelime kökeni de öyledir zaten. Yeni gün, yeniden doğuş, yeni güneş anlamına da geliyor. Her halkın, her coğrafyanın da bir mitolojisi var; Newroz mitolojisi var kendine özgün.

Kürtlerinki apayrıdır tabii. Bir direniş, mücadele günüdür. Mazlumların zalime karşı, zulme karşı başkaldırısıdır. İşte Demirci Kawa’nın de halka karşı bir başkaldırısını ifade ediyor. O temelde bir kültürdür, gelenektir. Ve bugüne kadar, sanıyorum 2725 yıldır bu coğrafyada kutlanıyor. Bir direniş, özgürlük, mücadele günü olarak kutlanıyor aslında. Kürtlerdeki karşılığı bu oluyor. Diğer coğrafyalarda baharı karşılama, bir bayram, bahar bayramı olarak kutlanıyor. Son derece anlamlıdır. 

Şimdi Erdoğan'ın yaptıkları, geçmiş süreçte de, yani böyle ömrümüz yettiğince ben hatırlıyorum. Böyle bazı valiler, bakanlar hatta Demirel de yaptı; bazı başbakanlar. Böyle yine resmi çeşitli kutlamalar yaptılar, küçük ateşler yaktılar, üzerinde atlamaya çalıştılar. Böyle kendince Newroz'u kutladılar. Newroz'u bir “Türk Nevruzu”na dönüştürmek istediler. Devlet içine almak istediler. Devletin kutladığı bir resmi gün yapmak istediler. Böyle aslında toplumdan çalarak, giderek içini boşaltarak, yozlaştırarak böyle getirip salonlara, dar yerlere, mücadeleden, direnişten kopuk, tamamen ondan kopartarak, o kültürden kopartarak, toplumsal direniş kültüründen, ekoloji anlayışından, kültüründen kopararak böyle yozlaştırmak istediler. Ve asimile etmek istediler. Getirip sadece Türklüğe de indirgemek istediler.

Bu anlamda böyle ırkçı, milliyetçi bir böyle anlayışla da ele almaya çalıştılar. Ve bunu niçin yaptılar? Bunu daha çok da Kürtlerin, bir direniş, bir mücadele, özgürlük, başkaldırı günü, zalime karşı bir başkaldırı günü olarak kutladığı için bunu böyle yapmak istediler. Aslında bu da böyle Kürtlere karşı yürüttükleri soykırım politikalarının bir parçasıydı. Bunun bir parçası olarak böyle ele almak istediler, içini boşaltmaya çalıştılar. 

Şimdi aynı geleneği Erdoğan yürütüyor. İlginçtir, biz o haberi televizyonda dinlediğimizde arkadaşlarla oturuyorduk. O haberi izledik. Bir arkadaş “aha Erdoğan Kürtlerin Newroz’una da el koydu” dedi. Aslında gerçeğin kendisi o. Yani onu ifade ediyor.

Dedim ya soykırımın bir parçası olarak ele alıyor. Newroz’u, Kürtler kendi kültürüne, kendi tarihsel gerçeğine, hakikatine göre kutluyor. Bir anlam biçiyor ve kutluyor. Türkler de kutluyor. Türkmenler kutluyor mesela. Türkmenistan'da, Azerbaycan'da, Kırgızistan'da, Kazakistan'da kutlanıyor. Bunlar hep Türk boylarıdır, kutluyorlar. Aslında bir kültürdür, yayılan birçok coğrafyada kutlanan bir kültürdür. İşte bu kafa, bu milliyetçi, ırkçı kafa böyle ele alıyor. Böyle içini şey yapmaya çalışıyor. E geçmiştekiler başaramadı, Erdoğan mı başaracak! Şimdi milyonlar böyle sel olmuş akıyor, meydanları dolduruyor. Özgürlüğü haykırıyor, zulme karşı, zalime karşı direnişi haykırıyor, özgürlüğü haykırıyor. Bu kadar bilinç… Yani bu çabalar boştur. Çok uzatmayayım, aslında çok değerlendirmeye de değmez gerçekten. Boş çabalardır yani.

ALEVİ KATLİAMININ ARKASINDA TÜRKİYE VAR

Türkiye Suriye'den elini çekmedikçe Suriye'de hiç savaş bitmez. Bu karışıklık, bu kaos ortadan kalkmaz. Türkiye, Suriye'nin demokratikleşmesi önünde en büyük engeldir. Baş engeldir. Baş belasıdır. Türkiye'deki faşizmi bütün Ortadoğu'ya taşırmaya çalışıyor. Bütün Ortadoğu'yu kendisine benzetmeye çalışıyor, benzeştirmeye çalışıyor. Suriye'de de tekçi, faşist, bir mezhepçi, dinci, yönetim sistemi, bir devlet sistemi geliştirmeye çalışıyor. Halk düşmanı, toplum düşmanı, kadın düşmanı, inanç düşmanı, kültür düşmanıdır. Kendisi ne yapıyorsa Türkiye'de, aynı şeyi Suriye'de geliştirmek istiyor.

Açık söyleyeyim, bu Alevilere yapılan katliam bir soykırımdı. Gerçekten derinden bizi etkiledi, üzdü. Ve bu katliamın, bu soykırımın, Alevilere yönelik yapılan bu soykırımın arkasında kesinlikle Türkiye var. Zaten kendileri bunu açık ifade ettiler. O televizyonlara katılan özel savaş elemanları, o böyle nasıl diyeyim; yani uyduruk, işte kendisi geçmişte sözde orduda yer almış, askerlik yapmış böyle bazı özel savaş elemanları var. Çıkıyor, sürekli güvenlik uzmanı, terör uzmanı adı altında, günün 24 saati toplumu zehirliyorlar.

Böyle savaş kışkırtıcılığı yapıyorlar, savaş edebiyatı yapıyorlar. Açık söylediler; dediler biz HTŞ ile birlikte Alevileri bastırdık. Açık dediler yani, “biz katliamda yer aldık” dediler. İlk günden itibaren zaten Türkiye'ye bağlı bütün SMO güçlerin hepsini devreye koydular. Birçok katliamı SMO güçleri yaptı. Türkiye'ye bağlı o paramiliter güçler yaptı, çeteler yaptı.

Binlerce Alevi'nin katliamından Türkiye sorumludur. Türkiye'ye bağlı bu güçler sorumludur. Çeşitli bilgiler yayıldı. Dediler kobralarla da bazı köyleri Türkiye bombalamış, havadan da bombalamış, SİHA kullanmış. Böyle bilgiler çok yoğun basında tartışıldı. Kesinlikle gerçeklik payı var. Kendileri de söylüyor.  Hepsi delildir. Kendileri ifade ediyor. “Biz olmasaydık Şam asla bastıramazdı” diyorlar. Suçlarını itiraf ettiler. Bunların hepsi savaş suçudur, insanlık suçu. Türkiye yargılanmalıdır. Türkiye, Alevi katliamda, soykırımda rol oynadı. Bunu itiraf etti. 

Şimdi diğer taraftan, sürekli Kuzey ve Doğu Suriye’ye sürekli bir saldırı var. Bu saldırılar hiç bitmedi. Kobanê’de on kişilik bir aileyi katletti. Dokuz kişi aynı anda şehit düştü, katledildi. Ağır yaralı olan biri de sonradan yaşamını yitirdi. Bu büyük bir savaş suçu, bu büyük bir insanlık suçu. 

Halkın yaşam yerlerini yıllardır vuruyor. Hizmet yerlerini vuruyor. Bunların hepsi savaş suçu. İnsanlık suçu, soykırım. Soykırım suçları kapsamına giriyor. Bunların hepsi soykırım saldırılarıdır. Buğdayını vuruyor, suyunu vuruyor. Yani tüm yaşam hizmet yerlerini vuruyor. Yeraltı kaynaklarını vuruyor. Bu kadar sivili katletti. Yedi çocuk katletti. Çocuk katilidir bu devlet, bu iktidar. Bunun hesabını vermek durumundadır.

Şam'da bir anlaşma oldu. Hemen ardından adeta çıkarma yaptılar. Yoğun bir baskı uyguladılar El-Şara’ya. Sonra bir anayasa taslağı ortaya kondu. Şu anda bu kafa, bu zihniyetle Türkiye'nin böyle avucun içinde adeta bir bütün yönlendirmesinde, etkisinde bir yönetim, demokratik bir yönetim olamaz Şam'da. Demokratik bir Suriye bu anlayışla kurulamaz. Demokratik bir anayasa bu anlayışla çıkarılamaz. Bu anayasa taslağı da baştan sona tekçi aslında özü itibarıyla da faşist bir anayasa. Kadın düşmanı, toplum düşmanı, halklar düşmanı bir anayasa. Bu asla kabul edilemez.

Zaten kabul edilmediğinde çok güçlü bir biçimde her yerde ortaya koydular. Yoğun protestolar gelişti. Mümkün değil. Bu anlamda demokratik bir Suriye için mücadele etmek gerekiyor. Bu çok önemlidir. Demokratik bir Suriye, demokratik bir Suriye anayasası tüm Suriye'de yaşayan halklar açısından kültürler, inançlar açısından tek güvencedir. Özgür ve demokratik yaşamın güvencesidir. Başka türlü Suriye'de ne savaş biter ne bu kaos diner, bu mümkün değil. Bunun da ön şartı, Türkiye'nin -başta da söyledim- elini Suriye'den çekmesidir. Bütün bu sorunların kaynağı Türkiye'nin kendisidir. Suriye'nin demokratikleşmesinin önünde en büyük engeldir yani. Buna karşı da güçlü bir mücadele gerekiyor.”