'Abdullah Öcalan’ın ‘Barış ve Demokratik Toplum’ çağrısı Türkiye ve Ortadoğu açısından çok önemli'

Önder Apo’nun “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı'nın hem Türkiye hem Ortadoğu açısından büyük bir önem taşıdığına işaret eden Yüksel Genç, “Bu süreçte, barışçıl bir ortam ortaya çıkabilirse herkes kazanır” dedi.

ÖNDER APO'NUN ÇAĞRISI

Önder Apo’nun 1999 yılından bu yana tecritte tutulduğu İmralı Yüksek Güvenlikli Hapishanesi’nde İmralı heyeti aracılığıyla yaptığı "Barış ve Demokratik Toplum" çağrısının yankıları sürüyor. Önder Apo’nun çağrısını ANF’ye değerlendiren 1999 Barış Grubu’ndan Sosyo Politik Saha Araştırma Merkezi Koordinatörü gazeteci Yüksel Genç, “Küresel emperyalist yapıların kendi çıkarlarına uygun olarak bölgeyi dizayn etmeye çalıştığı bir dönemde Sayın Öcalan yaptığı çağrıyla hem Türkiye’ye hem de Ortadoğu’ya kendi demokrasisini, kendi siyasetini birlikte yeniden kurmayı teklif ediyor. Bunu anlamamakta ısrar eden tasfiye olur” dedi.

‘ABDULLAH ÖCALAN’IN ÇAĞRISI YENİLİK İÇERSE DE GEÇMİŞTEKİ PARADİGMASINI DA İÇERİYOR’

Önder Apo’nun “Barış ve Demokratik Toplum” başlıklı çağrısının bu zamana ait bir yenilik içerse de, bu paradigmanın geçmişteki tezini de kapsadığını belirten Genç, Önder Apo tarafından bu çağrının bir benzerinin 1999 yılında yapıldığını anımsattı. Genç, 1993'te ilk ateşkesin içeriğinde de koşulsuz ateşkes çözümü için silahları bırakabiliriz söylemlerinin olduğuna işaret etti. Önder Apo’nun 1993'ten beri de silahların bırakıldığı ve Kürt meselesinin siyasal alanda çözümünün konuşulduğu bir iklimi hep arzu ettiğini vurgulayan Genç, şunları kaydetti: “Sayın Öcalan’ın silahlara karşılık siyasetin çözüm gücünü hedefleyen bir içeriği hep vardı. O açıdan PKK'nin silahlı güç olmaktan siyasal bir güce evrilebilmesinin talep edildiği, silahları bırakıp Kürt meselesinin siyasal araçlarla, demokratik yollarla çözümünün arandığı perspektif bugünün perspektifi değil açıkçası. Bu perspektifi Sayın Öcalan 1993'ten bu yana değişik vesilelerle ateşkes süreçlerinde ifade etmiş olsa bile aslında çok net biçimde 1999'da Türkiye'ye getirilip yargılandığı sırada, İmralı sürecinde, sonra Demokratik Cumhuriyet tezi olarak kitaplaşan savunmasının ana konularından biri de PKK'nin kendini feshetmesi, silahları bırakması, Kürt meselesinin silahlı mücadelelerle değil, siyasal mücadelelerle çözülebileceğine dair tartışmaydı. O dönem Öcalan savunmalarında örgüte açıkça silahları bırakıp kendisini feshetmesi ve dönüştürmesi çağrısında bulunmuştu. Örgütün bu konuda kendini dönüştürebileceği süreçleri planlaması gerektiğine dair ifadeleri de ilgili savunmada mevcuttu. ‘Kürt meselesi artık silahlı yöntemlerle çözülecek bir mesele olmaktan çıkmış, siyasal yöntemlerle ve demokratik araçlarla çözülebilecek bir mesele haline gelmiştir. Bunu değerlendirelim’ demişti. Örgütüne de kendisini dönüştürmesi çağrısında bulunmuştu.”

‘ÖRGÜT DÖNÜŞÜM SÜRECİ İÇİN ÇABALADI’

Önder Apo’nun savunmalarından yola çıkarak o dönem örgütün silahları bırakmayı denediğini belirten Genç, silahlı mücadele dışındaki siyasal mücadelelere şans vermeyi ve siyasal mücadelelerle Kürt meselesinin çözülmesi gerektiğine dair dönüşüm çabasını ve inancını pek çok yöntemi kullanarak deklare etmeye çalıştığını ifade etti. Bu yöntemlerden birinin 1999’da kendisinin de yer aldığı barış grubunun dağdan 8 kişi olarak gelmesiyle denendiğini hatırlatan Genç, “Örgüt o dönem Türkiye'deki gerilla güçlerini bu perspektife ve yeni paradigmaya istinaden çekti. Bir sonraki adımda benim de içinde yer aldığım 8 kişilik gerilla grubunu silahlarıyla birlikte Türkiye'ye gönderdi. O dönem elimizde silahlarla gelmiştik ve bizi karşılayan askerlere silahlarımızı vermiştik. Bu, sembolik bir anlam taşıyordu. Bu yolla açıkça örgüt için silahın vazgeçilmez olmadığı, Kürt meselesinin siyasal yöntemlerle çözülmesinin pekala mümkün olduğu ve bizimle ilgili süreç sağlıklı ilerlerse örgütün silah bırakıp, siyasal bir güç olarak siyaset sahnesine gelebileceği mesajını vermiştik.

‘DEVLET DÖNÜŞMEKTEN KAÇINDI’

Ne yazık o dönem bizim sembolik olarak verdiğimiz silahlar, tümden örgütün bıraktığı silahlar haline dönüşemedi. Çünkü savaşan bir örgütün silahlarından vazgeçip kendisini siyasal bir yapı olarak organize edebilmesinin koşulları Türkiye'de yaratılmadı maalesef. Üstelik bizler tutuklandık ve uzun yıllar cezaevinde yattık. Tahliye olduktan sonra da attığımız her adım, söylediğimiz her söylem, yaşamımızı yürüttüğümüz her an bütün yasal sınırlarına rağmen hep potansiyel yargılama konusu yapıldı ve siyaset sahnesinde etkili bir güç haline gelmemiz ne yazık ki çok arzulanmadı. Ancak bütün bunlara rağmen örgütün üçüncü bir adımı daha oldu o yıllarda aslında. Sayın Öcalan, ilgili savunmada örgütün, partilerin araç olduğunu, belli bir amacı gerçekleştirdikten sonra o araçların aşılabileceğini, yeni süreçler, yeni amaçlar ve yeni araçlara dönüşebileceğini söylemişti. PKK de buna istinaden PKK’yi feshedip yerine kongreleşme, yani içinde halkın da yer aldığı siyasallaşma eğilim ve araçlarına doğru yöneldi ve buna yönelik kongre ve konferanslar gerçekleştirildi. Bunların ilk adımlarından biri de KADEK'ti aslında. Bir sonraki yıl KADEK yeterli gelmeyince durumu karşılamakta güçlük çekince KONGRA-Gel dediğimiz süreç sonraki dönemde oluştu. Yani aslında örgütün bütün bu çabaları Türkiye'de bir tür isim değiştirip aynıymış gibi algılansa da, aslında örgüt kendisini silahlı bir güçten siyasal bir güce evirmenin çabası içindeydi. Bu çabanın karşılık bulabilmesi, güçlendirilebilmesi ve sürekli kılınabilmesi için Türkiye'nin de atması gereken adımlar vardı. Ne yazık ki Türkiye o yıllarda örgütün ortaya koymaya çalıştığı bu çabaya, bu dönüşüm çabasına kıymet vermedi ve gerekli alanı açmadı. O yıllarda devlet olaya bir dönüşüm meselesi gibi bakmak ve siyasal, demokratik ve barışçıl yöntemleri açmak yerine, süreci örgütün bir yenilgi hali gibi okumayı, yasal herhangi bir düzenleme yapmaktan, dönüşmekten kaçınmayı tercih etti. Çünkü PKK gibi yapılanmalar dönüşürken, bu yapılanmalarla savaşarak oluşmuş Türkiye'deki merkezi otoriter ve güvenlikçi anlayışın ve buradan beslenen güç odaklarının da bir bütün olarak dönüşmesi gerekiyordu. Buna o dönem çok direnildi. Daha çok ortaya çıkan negatif barış dediğimiz çatışmasızlık dönemini ne yazık ki Türkiye pozitif bir barış sürecine dönüştürme konusunda yasal siyasal mekanizmaları güçlendirme ve alan açma konusunda istekli davranmadı. Bu isteksizliğin bir sonucu olarak çatışma ve gerilim dinamikleri canlı tutuldu ve ne yazık ki 2004'den sonra çatışmalar süreci yeniden başlamış oldu. Ancak örgüt, 2005, 2007, 2009, 2012-2013 süreçlerinde de dönem dönem tek taraflı ateşkesler yaptı ve hep çözüm çabaları kendini gösterdi. Bütün bu çabalar örgütün kendisini silahlı yapıdan siyasal yapıya dönüştürmek, daha doğrusu Kürt meselesinde silah yerine siyaset yapma araçlarıyla bir çözüm zeminini yakalamakla ilgili çabaların bir parçasıydı.”

‘KÜRT MESELESİNİ ÇÖZMEMEKTE ISRAR EDEN ASKERİ VESAYETİN KENDİSİ ÇÖZÜLDÜ!’

1993-1999 yılları arasında Kürt meselesine siyasal alan açıp çözerek dönüşmek yerine çözmemekte ısrar eden Türkiye'de 80 yıl boyunca devleti domine eden ulusalcı yapıların çözüldüğünü belirten Genç, dönemin askeri vesayet sistemi yerine AKP ve AKP ile beraber oluşacak yeni bir rejimin nüvelerine alan açıldığını dile getirerek, “O dönemki askeri vesayetin çözülmesi ve AKP'nin gelişi, Kürt meselesinde Öcalan'ın Türkiye'ye teslim edilişinden itibaren süreci Türkiye'nin anlamamış ve değerlendirememiş olmasının bir sonucuydu” dedi.

‘SÜRECİ KİM SAĞLIKLI DEĞERLENDİRİRSE KAZANAN O OLUR!’

Bugün gelinen noktada ise koşulların ve iklimin farklı olduğunu belirten Genç, örgütün o dönemki örgütten çok daha farklı bir yerde olduğunu, bölgesel etki gücü ve küresel bilinirlik, tanınırlık düzeyinin arttığını söyledi. “Ortada yenilen bir örgüt yok ama yenen biri de yok” diyen Genç, 40 küsur yıldır aşılamayan bu pata durumunun kendisinin ortaya çıkardığı çatışma halinden de çıkabilmek ve dünyada ortaya çıkan yeni dengelerin Ortadoğu toplumunda halkın lehine dönüşebilmesi için Öcalan’ın 1999’da yaptığı çağrının yeniden güncellenmesiyle karşı karşıya olunduğunu vurguladı. 1999 yılında Öcalan'ın Türkiye'ye teslim edilmesinin, Türkiye’nin “örgüt zayıflar, liderleri elimizde” yaklaşımıyla ele alındığını ve hiçbir şey yapılmadığını anımsatan Genç, şimdi ise koşulların farklı olduğunu ama buna rağmen hâlâ iktidarın özellikle çağrının yapıldığı ilk haftadaki söylem ve tutumlarına bakıldığında ne yazık ki 1999-2004 arasındaki askeri vesayet etkinlikli devlet paradigmasına benzer gerekçelere sarıldığının görüldüğüne işaret etti. Genç, her ne kadar iktidarda bugünlerde askeri vesayetten daha farklı bir eğilim sezilse de, eğer bu ortaya çıkan yeni silahsızlanma ve dönüşüm sürecini sağlıklı değerlendiremezse o dönem nasıl askeri vesayet ve 80 yıllık devlet yapılanması çözüldü ve yeni rejime alan açıldıysa, bu rejimin de çözülmemesini gerektirecek hiçbir şey olmadığını kaydetti. Bu açıdan süreci kim değerlendirirse aslına bakarsanız onun kazanacağı bir zaman diliminden söz edilebileceğine işaret eden Genç, “Süreci hem devlet hem örgüt değerlendirebilirse ve Türkiye gerçekten demokratik siyasal araçların etkin kullanılabildiği, güvenle kullanılabildiği barışçıl bir ortam ve iklim ortaya çıkarabilirse, herkesin kazanacağı bir zaman dilimi olur” diye konuştu.

‘BU ÇAĞRI SON DEĞİL BAŞLANGIÇ’

Son çağrının başlığının aslında Önder Apo’nun tarafından çözümün hangi noktaya yönlendirilmek istendiğini de gösterdiğine dikkat çeken Genç, “İktidarın ısrarla ‘terörsüz Türkiye’ diye tariflemeye çalıştığı şeyi Sayın Öcalan , ‘Barış ve Demokratik Toplum’ olarak tarifledi. Aslında Ekim ayından bu yana, sürecin tek somut girdisi ve tek somut söylemi ve en güçlü çabası biraz bu metinle beraber açığa çıkmış gibi görünüyor. Ve bu deklarasyon bir son değil bir başlangıç çağrısı. Barışı tesis etmeye, demokratik toplumu yaratmaya bir çağrı. Dolayısıyla bir başlangıç çağrısı. Bu çağrıda birinci öncelikli rolü PKK'ye yüklemiş görünüyor” dedi.

‘ORTADOĞU’DA KURULU OLAN 20. YÜZYIL PARADİGMASI ÇÖKTÜ’

Çağrının Ortadoğu’daki gelişmelerin zaman dilimi açısından da büyük önem taşıdığına işaret eden Genç, şunlara dikkat çekti: “Bölgede kurulu olan 20. yüzyıl paradigması çöktü aslında. Özellikle İsrail'in HAMAS ve Hİzbullah'la savaşının ardından bölgede yaygınlaşma biçimi, etkinlik biçimindeki değişim sürecinin yanında Suriye'deki rejim değişikliğini beraberinde getirdi. Daha önce Irak'ta 2004-2005 yılında ciddi bir dönüşüm yaşanmıştı. Körfez Savaşı'ndan sonra Irak'ta da rejim değişmişti. Ve İran'da da giderek rejimin ciddi zafiyetleri ve dönüşüm olasılıkları açığa çıkmaya başladı. O açıdan Ortadoğu’nun 20. yüzyıl paradigması, o dönemdeki yapılanmalar çöküyor ve belli ki küresel yapılar Ortadoğu'da yeni bir yapılanmaya gitmek istiyorlar. Ortadoğu'da bu yeni yapılanmanın başat güçlerinden biri İsrail. İsrail'in güvenliğini önceleyen Ortadoğu'nun yeniden dizaynı üzerinden bir süreç ilerliyor. Bütün bu süreçlerin kendisi aslında Kürtlerin de 20. yüzyıldan farklı olarak jeopolitik bir yükselen değer haline gelmesine vesile olmuş görünüyor. Kürtlerin hem İran, hem Irak, hem Suriye, hem Türkiye'de ortaya çıkan örgütlü mücadele biçimi, Irak’ta Kürdistan Federe Bölgesi ile elde etmiş olduğu federasyon yapılanması, Suriye'deki özerk yapılanması, İran'daki hareketlilik ve en büyük muhalif güç olması gibi durumlar Kürtleri yükselen bir jeopolitik değer haline getirmiş durumda. Tam da bu konjonktürde küresel yapılar, Kürtleri de hesaba katan ya da Kürtleri de sürecin ihtiyaçlarına eklemlemek istedikleri bir projeye muhtemelen dahil olabilirler ama bu sürecin şöyle bir özelliği var. Belli ki uluslararası yapılar, bölgeyi dizayn etmek isteyen güçler, 100 yıl önceden kalma problemlerin silahlı bağlamlarının ortadan kalkmasını arzu ediyorlar ve çok yüksek ihtimal Türkiye'ye de bu 100 yıllık sorundaki çatışmalı pozisyonun giderilmesi halinde Ortadoğu'daki dizayn sürecinde yer alabileceğine dair bir şeyler söylemiş görünüyorlar. Ama aynı zamanda Türkiye Ortadoğu'da açığa çıkan bu 100 yıllık altüst oluşun kendisine yansıma olasılıklarını, risklerini de ciddi anlamda görmeye başladı. Tam da bu noktada 100 yıl önce kurulmuş yapılardaki dönüşümün Türkiye'ye de uğraması riskini bertaraf etmek kadar, Ortadoğu'nun yeniden altüst oluşuna ve kuruluşuna etkili katılabilmek açısından Kürt savaşını bitirmek zorundaydı. Devletin son çıkışını böyle de okuyabiliriz.

‘ORTADOĞU’DAKİ KÜRESEL GÜÇLERİN DİZAYNINA ALTERNATİF BİR ÇAĞRI’

Sayın Öcalan’ın çağrısının ise buradan yola çıkarak önemini anlamak gerekiyor. Ortadoğu yeniden dizayn olma süreci yaşarken yerli halkların küresel güçlerle değil, kendi özgüçleriyle bu dizaynını yapabilmelerine bir alan açılması gerekiyordu. Ortadoğu’nun 15 yılına baktığınızda Irak, Suriye, Lübnan, Filistin ve Körfez ülkelerinin durumu zaten ortada. Biraz daha ileriye gittiğinizde Libya'ya kadar ilerleyeceğiniz, hatta Yemen-Libya hattına kadar ilerleyeceğiniz yerlere şöyle bir baktığınızda, buralardaki dizaynı küresel güçler kendi çıkarlarına uygun olarak yapıyorlar. Küresel emperyalist yapıların kendi çıkarlarına uygun olarak yaptığı dizaynın kendisinin hem güvencesi yok, hem kalıcılığı yok, hem yerli halkların kendi kimlikleri ve özgüçleriyle var olma süreçlerinin de riskini beraberinde getiriyor. Aslında Sayın Öcalan çıkışı tam da bu noktada Türkiye özgülünde kendi dizaynını, kendi demokrasisini, kendi siyasetini birlikte yeniden kurmayı teklif ediyor ve buradan doğru Ortadoğu'nun kendi dinamikleriyle kendi dizaynını kurma fırsatı olarak bu konjonktürü değerlendirmeyi teklif ediyor. Türkiye'de ortaya çıkacak model aslında Ortadoğu'nun da ilham kaynağı olabilir. Böylece küresel emperyalist yapıların Ortadoğu'yu kendilerine göre şekillendirme, işleri bitince de bırakıp gitme, bir çöpe dönüştürme ihtimallerini az aşağıya çekmeye, yerel dinamiklerin kendi özgün güçleriyle kurdukları bir sürece alan açmaya, daha doğrusu bu süreci güçlendirmeye çalışıyor gibi görünüyor. Türkiye bunu ne kadar anlıyor, nereden anlıyor onu çok bilmiyorum ama ilgili bildirinin demokratik topluma çağrı ifadesini taşıması, ‘Barış ve demokratik topluma çağrı’ başlığını taşıması, Türkiye üzerinden kurulacak böylesi bir modelin Ortadoğu'ya da ilham kaynağı olabilmesiyle ilgili. Bu durum Türkiye'de başarılabilirse, Türkiye'deki Kürtler ve devlet arasında ve toplum arasında ortaya çıkacak büyük bir barış ve bu barışa bağlı olarak eşitlik temelli yeni bir toplumsal sözleşme ve demokratizasyon açığa çıkabilirse bunun bire bir etkisinin kuşkusuz Suriye'ye de, İran'a da, Irak'a da ve buradan doğru bütün Ortadoğu'ya da yayılacağı bir model ortaklığından söz etmek mümkün. Ama Türkiye'de ‘Silahları bıraktın, bırakmadın, seçimde beni güçlendirdin, güçlendirmedin, yendin, yenemedin gibi çok küçük bir dünyadan olaya bakıyorlar. Oysa Öcalan bu çağrıyla beraber Ortadoğu'da küresel güçlerin dizaynına alternatif olarak yerli halkların kendi çözümünü üretme fırsatına şans tanınmasını istiyor.”

‘TARAFLAR DÖNÜŞÜME VARIZ DEMELİ’

Bu sürecin pratik olarak başarılı olması için tarafların gerçekten güçlü irade göstermesi ve dönüşüme varız demesi gerektiğinin altını çizen Genç, “PKK ve önderliği Öcalan bu çözüme ve dönüşüme evet demiş görünüyor. Bu iradeyi göstereceğini ilan etmiş görünüyor. Ama devlet kanadı henüz böyle bir ilanda bulunmuş değil. Biz sadece Bahçeli'nin bazı yüreklendirici ya da çözüme dair söylemlerini duyuyoruz ama hâlâ iktidarın bu konuda dönüşüme cesaret eden, sürecin çözülmesine dönük, tıpkı Öcalan'ın gösterdiği radikallikte bir irade ve ısrar geliştirip geliştiremeyeceğini söyleyen bir şeye sahip değiliz. Demokratik bir Türkiye'yi, Cumhuriyet'in demokratikleştiği yeni bir Türkiye'yi kurmaya ne kadar varlar? Bununla ilgili henüz çok güçlü bir veri elimize geçmiş değil ve bir veriye ulaşmış değiliz. Hâlâ ‘terörsüz Türkiye’, ‘ya silahları bırakırsın ya demir yumruk iner’ gibi söylemler bu sürecin mantığının anlaşılmamış olduğunu bize söylüyor. En nihayetinde gerçekten Türkiye de bölgesel bir güç olmak istiyor. Dolayısıyla küresel emperyalist yapıların Ortadoğu'yu şekillendirme hamlesine bölgesel bir emperyal yapı olarak dahil olmak istiyor ve silahsızlanmayı da kendisini geriye çeken bir riskten kurtulmak olarak ele alıyor. Hâlâ bir yeniden yapılanma ve model kurma ve bütün Ortadoğu'ya bu anlamda öncülük edebilecek yeni bir perspektif olarak bakmakta bir zaafı varmış gibi geliyor. Bakmayın siz yeni paradigma sözcüklerinin hükümet kanadından bazılarından da yer yer geliyor olmasına. Hâlâ bununla ilgili çok açık söylemler kurmadıkları gibi, yapılarını da süreci hazırlamayan, toplumsal dokuyu bu dönüşümün parçası kılacak hazırlıklar yapmayan bir yerde duruyorlar. Ne yazık ki bu durumlar, bu sürecin kısa zamanda başarılı olma şansını zayıflatabilir, belki zamanı uzatabilir” diye konuştu.

‘BASKI, TEHDİT VE TUTUKLAMALAR ÖCALAN’IN PARADİGMASIYLA UYUMLU DEĞİL’

Genç, ayrıştıran, ötekileştiren, terörize eden, teslim alma mantığı içerisinde üstenci bir ilişki kuran, eşitsizlik ilişkisini derinleştiren söylem kurma biçimi kadar siyaset üzerinde kurulan baskı, tehdit ve tutuklamaların Öcalan'ın çağrısını yaptığı paradigmayla uyumlu olmadığını da vurguladı. Silahların bırakıldığı yerde siyasetin çözüm gücü olarak harekete geçmesine şans ve alan tanımaktan bahseden bir paradigmadan bahsedildiğini vurgulayan Genç, siyasetin esir alındığı, siyaset yapmanın güvencesizleştirildiği, hak ve hukuk, özgürlük sahalarının sürekli güçlü olan lehine bükülüp kontrol edildiği bir durumun kendisinin zaten çağrıyla uyumsuz bir iklim anlamına geldiğinin altını çizdi. Bu çağrıyı asıl çürütecek yanın tam da bu güvencesizlik ortamı olduğunu vurgulayan Genç, şunları kaydetti: “Siyasal araçların büyütülmemesi, siyasal alanın genişletilmemesi, demokratik hakların güçlendirilmemesi meselesi. Bu çağrının esas provoke edilmesini sağlayacak alanlardan biri tam olarak budur, onu söylemek gerekiyor. En nihayetinde silahları ne karşılığında bırakıyor insanlar? Siyaset yapabilme karşılığında. Savaş yerine siyasetin karşılık bulmasının koşulu siyasal ortamın güçlendirilmesi, güvence altına alınması, teminatlarının artırılması anlamına geliyor. Ama atayacağınız bir kayyum, gazetecilerden siyaset yapıcılara, sivil topluma kadar ortaya çıkaracağınız herhangi bir baskı söylemi ve uygulaması, hukukun kendisini adil bir sürece ve özgürlükler lehine bir sürece evirememesinin ortaya çıkarabileceği sonuç ne yazık ki bu paradigmanın ve çağrının karşılık bulmasını zorlaştırabilir. Belki görüşmeye giden heyetin demeçlerini okumuşsunuzdur. İmralı heyetinin ortak söylemlerinden biri, Öcalan’ın en çok kayyum atamalarına öfke duyduğuydu. Bu süreci bu dinamitler, anlamında cümleler kullandığını söylüyorlar. Neden? Çünkü kayyum atamak demek senin siyasi iradenin tanınmaması demek. Siyasi iraden tanınmıyorsa siyaset yapma koşulun da tanınmayacak demektir. O zaman zaten PKK'nin çıkış koşullarının bu siyasal ufuksuzluk ve baskı ortamı olduğu çağrı metninde çok açık söyleniyor. Dolayısıyla iktidar her baskısı, hukuksuzluk ve siyaset yapma alanını daraltan, güvencesizleştiren her uygulamasıyla aslında insanlara sanki silah bırakma demek istiyor. Devlet adına ya da iktidar adına bu siyasal demokratik alanın açılmaması, ‘Sen silah kullan’ anlamına gelir. Sonuçta toplumun devlet ya da iktidarın örgütün silah bırakma koşullarını zorlaştıran tutum ve eylemlerine karşı daha hareketli olması, daha talepkar olması gerekiyor. O yüzden toplumsal bir barış talebi, toplumsal bir özgürlük, demokrasi talebinin kendisi, sürecin önünü açacak şeylerden biridir. Toplum bu anlamda kilit noktada yer alabilir. Silahsızlanmaya direnen bir uygulama karşısında toplum önemli bir kilit rolünü oynar. Savaşta ısrar eden, güvenlikçi politikalarda ısrar eden, barışa direnen kim olursa tasfiye olacağı bir süreç içindeyiz.”