‘Abdullah Öcalan’ın hukuki hakları, pazarlık konusu yapılmamalı’

Hukukçu Cihan Aydın, Önder Apo’nun 25 yıldır İmralı’da ağır tecrit altında tutulduğunu ve hukuken özgür kalması gerektiğini belirterek, umut hakkının siyasi bir pazarlığa dönüştürülmesinin temel insan haklarına aykırı olduğunu vurguladı.

ÖNDER APO'NUN ÖZGÜRLÜĞÜ

Diyarbakır eski Baro Başkanı Cihan Aydın, Önder Apo’ya yönelik hukuki uygulamalar, devam eden tecrit ve fiziki özgürlüğüne yönelik iç hukuk ve uluslararası hukukun işleyişini ANF’ye değerlendirdi. 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından Önder Apo için verilen ‘umut hakkı’ kararına rağmen, Türkiye’nin ömür boyu hapis uygulamasındaki ısrarının, AİHM Sözleşmesinin 46’ncı maddesi kapsamında uluslararası yükümlülük doğurduğunu ve Avrupa Konseyi tarafından da sonuçları olması gerekliliğini belirten Cihan Aydın, bu yükümlülüklerini yerine getirmesi gereken kurumların sorumluluklarını görmezlikten geldiğine dikkat çekti.

Cihan Aydın, “Öncelikle belirtmek gerekir ki ne Türkiye kendi anayasasına uyuyor ne de AİHM insan hakları sözleşmesine uyuyor. Milenyum diye bize yutturdukları binyılın başlangıcından bu yana, hukuk hiç bu kadar eğilip bükülmemişti ve hiç bu kadar itibarsızlaştırılmamıştı. Ezilen uluslar ve kitleler, böğrüne saplanan bir hançere dönüşmemişti. AİHM kararını bir kenara koyarak söylüyorum; Türkiye’deki rejim, Türkiye Anayasa’sını bile takmıyor. Anayasa 90. Madde ortada. Kendi anayasasını tanımayan bir rejim, AİHM kararlarını nasıl tanır ki? AİHM kararlarının denetimi, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından yapılır. AİHM’in, Abdullah Öcalan hakkında 2014 yılında verdiği kararın üzerinden 10 yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen, bu konuda bir ilerleme sağlanmaması, Bakanlar Komitesi’nin bu konudaki eylemsizliği, aslında durumu özetliyor. Ulusal çıkarlar söz konusu olduğunda, temel hak ve özgürlükler bir teferruat olmaktan başka anlam ifade etmez.

Demirtaş ve Kavala konusunda verilen kararların yerine getirilip getirilmediğini denetlemekten aciz bir Avrupa Konseyi’nin, Ortadoğu açısından önemli bir aktör olan Öcalan hakkında verilen kararı denetlemesini beklemek, haklı ama rasyonel değildir. Bu yüzyıl, hukukun ve adaletin yerine, çıplak güç ile kontrolsüz şiddetin kutsandığı ve yükseldiği bir dönem. Yakın zamanda da bunun değişeceğine dair pek bir emare yok. Avrupa Konseyi’nin önünde aslında tek bir seçenek var; kararı yerine getirmeyen Türkiye hakkında, ihlal prosedürünün gereğini yapmak. Yani, konsey üyeliğinin askıya alınması veya üyelikten çıkarma dahil olmak üzere bir dizi yaptırımın uygulanması gerekiyor. Daha önce Azerbaycan hakkında işletildi bu prosedür ve geri adım atmak zorunda kaldı. Ama Türkiye, Azerbaycan değil. Yani işin özü, ekonomik ve askeri anlamda gücünüz varsa, nispeten evrensel hukuk ilkelerinin korumasındasınız” dedi.

‘KİŞİYE, ZAMANA VE KONJONKTÜRE GÖRE DEĞİŞEBİLEN HUKUKSAL BİR YAPI’

Önder Apo’nun avukat ve aile görüşmelerinin sistematik şekilde engellenmeye devam ettiğini, normal hukuk işleyişinde böyle bir durumun yaşanılmasının mümkün olamayacağını, ancak Türkiye’de hukukun rafa kaldırıldığı bir dönem yaşandığını ifade eden Aydın, değerlendirmelerini şöyle sürdürdü: “Türkiye, hukuk devletini ve onun temel ilkelerini terk edeli hayli zaman oldu.  Doğal hukuk, hukuksal pozitivizm kavgasında şimdilik kazanan pozitivistler oldu.

Hatta hukuksal pozitivizmin yerine yeni bir hukuk inşa edildi. Süreye göre değişkenlik arz eden, pozitif hukuk ilkelerinden sapmaya elverişli hibrit bir sistem. Kişiye, zamana ve konjonktüre göre değişebilen, temel prensiplerden sapmaya uygun bir hukuksal yapı. İmralı sistemi, sürekli bozulan koster ve değişken meteorolojik koşullar, bozuk ve değişken bir sistem. Koşullar elverdiğinde –ki buna devlet karar verir- bütün olmazlar, olur haline gelir. Avukatların ve ailelerin ziyaretine kapalı olan kapılar, siyasi aktörler için açılır. Yeri gelmişken, bu sürecin başarıya ulaşması en büyük temennim. Ama bir kez daha ortaya çıktı ki tecrit ve izolasyon bir devlet politikası. AİHM kararlarına, CPT raporlarına ve ulusal mevzuata rağmen, temel bir hak olan avukat ve aile görüşleri kısıtlanıyor. Çünkü AİHM’in verdiği kararları denetleyen Bakanlar Komitesi, gereğini yapmaktan aciz. Ulusal mevzuat dediğiniz şey ise, rejimin insafına kalmış. Yaptırımı olmayan bir norm, hukuk normu değildir ve sürdürülebilirliği de pek olası değildir. Anayasa’nın 90. maddesine göre, AİHM kararları ulusal mevzuattan üstündür. AİHS’e göre ise, sözleşmeye taraf olan devletler, mahkeme kararlarını yerine getirmek zorundadır. Ama ne Avrupa Konseyi, sözleşmenin 46. Maddesi’ne göre yaptırımları uyguluyor ne de rejim, Anayasa 90. maddeye uygun davranıyor. Konsey de ayak sürüyor, rejim de. Bu durumda şu ortaya çıkıyor; yaptırım yoksa, hukuk da yok.”                       

‘İMRALI’DA ÖZEL BİR İNFAZ REJİMİ KURULMUŞ’

Önder Apo’ya yönelik tartışılan umut hakkının da hukuki bir hak olduğunu, ancak kamuoyunda politik bir malzeme olarak kullanılmasının, İmralı’da özel bir infaz rejiminin kurulduğunun bir itirafı olduğunu kaydeden Aydın, şu tespitlerde bulundu: “Sözleşmenin 46. maddesi ve Anayasanın 90. maddesine göre elbette AİHM kararlarının yerine getirilmesi zorunludur. Ama Abdullah Öcalan’ın avukatları ve ailesiyle görüşmesini bile politik bir malzeme haline getiren rejimin “umut hakkı” konusunda objektif hareket etme ve karar verme ihtimalini düşünmek, bu durumda saflık olur. İmralı’da uygulanan, özel bir infaz rejimidir. Bahçeli bile açıklama yaparken ‘tecrit’ kavramını kullandı. Dolaysıyla Abdullah Öcalan’a dair verilen ve bundan sonra verilecek kararlar, hukuki değil siyasi olacaktır. Ulusal ya da uluslararası hukukla açıklamak da mümkün değildir. Nasıl ki tecrit bir devlet politikasıysa, umut hakkına dair verilecek karar da şeklen mahkemelerce verilse de hukuki değil, siyasi bir karar olacaktır. Nitekim Bahçeli, ‘örgüt silah bıraksın, Öcalan umut hakkından yararlansın’ diyerek bir önkoşul belirlemiş, Anayasa’nın ve AİHM karalarının dışına çıkmıştır. Çünkü İmralı’da uygulanan hukuk değil, konjonktürel siyasettir. Keyfidir, içinde ne hukuk vardır ne de adalet.”          

‘DÜNYADA BENZERİ GÖRÜLMEMİŞ BİR TECRİT VE İZOLASYON POLİTİKASI’

Önder Apo’nun 25 yıldır katı bir tecrit altında hapiste tutulmasına rağmen Kürt sorunun çözümünde en güçlü aktör olduğunu vurgulayan Cihan Aydın, “Devlet de bunun farkında olduğu için muhtemel bir çözüm girişiminde ilk kapısını, daha doğrusu hücresinin kapısını çaldıkları kişidir. İşler sarpa sardığında İmralı’ya zifiri bir karanlık çökmekte, dünyada eşi benzeri görülmemiş bir tecrit ve izolasyon politikası devreye girmektedir. Türkiye, hukuk devleti olma iddiasından çoktan vazgeçtiği için, Öcalan gibi önemli bir aktöre uygulanan ve bundan sonra da uygulanacak hukuk, rejim tarafından belirlenecektir. Zaten Bahçeli açıkça bunu ilan etti, hem de defalarca. ‘Örgüte çağrı yaparsın, örgüt silah bıraksın, sen de umut hakkından faydalanırsın’ dedi. Yani, temel bir insan/mahpus hakkı olan serbest bırakılma hakkı, yani umut hakkı, siyasi bir pazarlık konusu. Böyle bir rejimde kimin hukuk güvenliği olabilir ki? Sonuç olarak, Kürt meselesinde çözümün yeniden konuşulması bile umut verici. Bu konuda konuşulacak kişi de kuşkusuz Abdullah Öcalan’dır. Adres doğrudur” diye konuştu.