Av. Mizgîn Argış: Tutsaklar eylemlerini hakikat için sürdürüyor

Avukat Necla Mizgîn Argış, "Siyasi mahpuslar, bu eylemleri sadece tepkisel bir tutum olarak değil, aynı zamanda hakikate ulaşma mücadelesinin bir parçası olarak da görüyor” dedi.

ZİNDANLARDAKİ DİRENİŞ

Kurdistan ve Türkiye’deki cezaevlerinde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü için başlatılan ve 130 gün süren açlık grevi eylemleri, 4 Nisan itibarıyla mahkeme boykotu ile telefon ve aile görüşüne çıkmama kararına dönüştü. Bu süreçte İmralı’da ağırlaştırılmış tecritteki Abdullah Öcalan’a peş peşe verilen disiplin soruşturmaları kamuoyuna yansırken, mutlak tecrit uygulamaları da devam ediyor. Öte yandan cezaevlerinde süren eylemler nedeniyle tutsaklara disiplin soruşturmaları ve cezalar veriliyor.

 Eylemlere yönelik İstanbul ÖHD Yöneticisi Avukat Necla Mizgîn Argış ile konuştuk.

4 Nisan’dan bu yana devam eden eylemler şu anda ne boyutta?

1980 sonrası dönemde cezaevlerinde uygulanan tecrit politikaları, Türk ceza adaleti sisteminin insan hakları ihlallerine yönelik eleştirilerin odağına oturdu. Dikta rejimi, toplumsal muhalefeti bastırmak ve kontrol altında tutmak amacıyla, özellikle Kürt toplumu ve diğer direnen kesimlere yönelik ağır tecrit uygulamalarına başvuruyor. Bu politikalar, İmralı Adası’ndaki mahpuslara da teşmil edilmiş ve uzun süredir haber alınamayan Sayın Abdullah Öcalan, Ömer Hayri Konar, Veysi Aktaş ve Hamili Yıldırım'ın tecrit altında tutuldukları bilinmektedir.

Cezaevlerindeki tecrit uygulamaları, siyasi tutsaklar bu duruma tepki olarak başlattıkları açlık grevleri ve ölüm oruçları gibi eylemlerle karşılaşmıştır. 2016 ve 2019 yıllarındaki açlık grevlerinin ardından, 27 Kasım 2023 tarihinde siyasi tutsaklar, tecride karşı süresiz dönüşümlü açlık grevine başlamışlardı. Ne yazık ki, toplumun bu eylemlere yeterli tepkiyi vermediği görüldü. Bunun üzerine mahpuslar, aile görüşleri ve telefon görüşmelerinden de feragat ederek, tecridin daha ağır koşullarına dikkat çekmeye çalıştı ve hala da bu eylemlerine devam ediyorlar.

Siyasi mahpuslar, bu eylemleri sadece tepkisel bir tutum olarak değil, aynı zamanda hakikate ulaşma mücadelesinin bir parçası olarak da görüyor. Cezaevlerini, kapitalist sistemin yarattığı "kirli insan" modelinin reddedildiği ve özgür bireyin inşa edildiği manevi bir süreç olarak ele almaktadırlar. Bu nedenle, tecride karşı verilen mücadele, yeni ve özgür bir yaşamın inşası için önemli bir yer tutmaktadır. Mahpuslar, toplumun tüm kesimlerinin de bu mücadeleye sessiz kalmaması, tecrit uygulamalarını kabul etmemesi gerektiğini vurgulamaktadırlar.

Cezaevlerindeki eylemler Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğü ve Kürt sorununun çözümü için başlamıştı. Bugün hâlâ bu talepler devam ediyor ama Kürt Halk Önderi’ne yeni görüş yasağı ve disiplin cezaları haberleri de geliyor. Benzeri cezalar ve yıldırmaya yönelik uygulamalar eylem yapan tutsaklara da uygulanıyor mu?

Cezaevi idarelerinin, bu eylemsellik sürecine verdiği tepki genellikle disiplin soruşturmaları başlatarak, disiplin cezaları vermek şeklinde oldu. Örneğin, telefon hakkını kullanmayan mahpuslara iletişim araçlarından yoksun bırakılma cezaları verildiği, ziyarete çıkmayan mahpuslara ise ziyaret yasağı getirildiği, mahkemelere siyasi tutsakların zorla çıkarıldığı ve haklarında disiplin cezalarının başlatıldığı bildiriliyor.

Peki eylemlere ilişkin Adalet Bakanlığı'nın bir adımı var mı?

Adalet Bakanlığı'nın konuya ilişkin somut ve yapıcı bir adım atıp atmadığı önemli bir soru işaretidir. Cezaevlerindeki insan hakları ihlallerinin önlenmesi ve tecrit uygulamalarının kaldırılması için Bakanlığın atması gereken adımlar bulunmaktadır. Ancak şu ana kadar Bakanlığın bu yöndeki herhangi bir girişimi gündeme gelmedi. Diğer taraftan siyasi mahpusların bu eylem sürecini, yalnızca tepkisel bir tutum olarak değil, aynı zamanda yeni ve özgür bir toplumun inşası mücadelesinin bir parçası olarak ele aldığını da vurgulamak gerekir. Cezaevlerindeki manevi dönüşüm süreci, onlar için hakikate ulaşma çabasının temel bir bileşeni olarak görülmektedir.

Sonuç olarak; cezaevlerindeki tecrit uygulamaları ve bu uygulamalara karşı verilen mücadele, çok boyutlu hukuki, siyasi ve sosyo-psikolojik yansımaları olan bir mesele olarak değerlendirilmelidir. Adalet Bakanlığı'nın soruna etkin, kalıcı ve insani çözümler üretmesi, bu alandaki insan hakları ihlallerinin önlenmesi açısından hayati önem taşımaktadır.