Bektaşilik tarikatı kıskacında Kürt Aleviliği
Osmanlı İmparatorluğu, Kürt Alevileri asimile etmek, inanç ve kültürel kimliklerini zayıflatmak için Bektaşilik tarikatını da kullandı.
Osmanlı İmparatorluğu, Kürt Alevileri asimile etmek, inanç ve kültürel kimliklerini zayıflatmak için Bektaşilik tarikatını da kullandı.
Kürt Alevileri hem etnik hem de dini anlamda tarih boyunca karmaşık sorunlarla mücadele etmiştir. Hem Kürt kimlikleri hem de inanç farklılıkları nedeniyle yaşadıkları toplumdan ayrışan Kürt Aleviler, sistematik baskılara maruz kalmıştır. Özelikle Osmanlı ve Selçuklu dönemlerinde, özgün inançları nedeniyle baskı altında oldukları bilinmektedir. Bu iki Sünni Türk devleti, otoritelerini güçlendirmek için Sünni İslam anlayışının egemenliğini sağlama amacıyla dönem dönem soykırım olarak nitelendirilen zulüm politikalarını etkin bir biçimde kullanmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu, Kürt Aleviliğin hakim etkisini kırmak için Bektaşilik tarikatını kullandı. Osmanlılar, Kürt Alevilerini kendi bekası için bir tehlike olarak değerlendirerek, sürgün, çatışma ve soykırımlarla sonuç alamadığı siyasetini asimilasyon şeklinde yeniden gözden geçirdi. Asimilasyon politikalarını etkin kılmak amacıyla Bektaşi tarikatını etkin bir biçimde kullandı. Kürt Alevileri, asimile etmek, inanç ve kültürel kimliklerini zayıflatmak için Bektaşiliği bir siyaset olarak kullandı. Bu anlamda Osmanlı İmparatorluğu, Bektaşilik tarikatını resmi olarak tanımış, korumaya almış ve imtiyazlar vermiştir. Bektaşi tekkeleri dini, sosyal faaliyetleri Osmanlı saraylarına sirayet edecek derecede etkinleşmiş. Bektaşilik anlayışını Kürt Alevileri arasında yaygınlaştırarak, inanç, kültürel ve sosyal yaşamlarının zayıflatılması hedeflenmiş. Bu süreçte Bektaşilik tekeleri, Kürt Alevi coğrafyasında yayılmaya amaç edinmiş ve Kürt Aleviliğin özgün inanç ve etnik kimliklerine bir baskı aracına dönüşmüştür.
KÜRT ALEVİLİĞİ VE BEKTAŞİLİK
Osmanlı devleti Bektaşiliği kullanarak, Kürt Alevilere inançsal ve kültürel baskı uygulama politikasının temelinde Alevilik inancının ve Kürtlerin etnik kimliğinin eritilmesi hedefi olduğunu söyleyen Pir Süleyman Deprem, Kürt Alevilik ve Bektaşilik arasındaki farklılığı ve amacı şöyle ifade ediyor: “Osmanlı döneminde özellikle toplumsal tabanda yoğun bir Alevice yaşam vardı. Hatta ilk dönemlerde tüm Osmanlı saray ve orduda Alevice erkanlar uygulanmakta idi. Bundan rahatsız olan Osmanlı, direkt imha saldırısını göze alamamış, içten çökertme planı ile Balım Sultan ve Sersem Ali Baba denetiminde “BEKTAŞİLİK” tarikatı oluşturmuştur. Bu doğrultuda yeniçeri ocağı devşirmelerden oluşturulup ilk dönemlerde Alevi erkanlarıyla yönetilmiştir. Daha sonra bu yeniçeri ocağı lağvedilmiştir. Alevilikte tarikat anlayışı yoktur. Hacı Bektaş, Alevi yol önderidir. Özellikle Türk-İslam Sentezi doğrultusunda Bektaşilik tarikat biçiminde oluşturulmuştur. Alevileri Türkleştirme amaçlıdır. Gerçek Alevilik, Ocak sistemlidir. Bektaşilik el vererek atama sistemlidir. Cumhuriyet döneminin Alevilere yaklaşımı Osmanlı’dan farklı değildir. Hatta daha da inkârcı ve asimilasyoncudur. Cumhuriyet, kurulduktan bir yıl sonra 1924’te Aleviliği, Tekke ve Zaviyeler Kanunu ile yasaklamıştır. 1938’de Dêrsim’in taleplerini reddetmiş. Zehirli gazlar da kullanarak soykırım uygulamış. Dêrsim halkının hem Kürt hem de Alevi olması, bu devleti çileden çıkarmaktadır. Özellikle günümüzde iktidarın tüm demokrasi cephesine olduğu gibi Alevilere karşı büyük bir kini mevcuttur.”
KATLİAMIN YANINDA BEKTAŞİLİK DAYATMASI
FEDA Eşbaşkanı Demir Çelik, Bektaşilik sisteminin kurumsallığını ve sonrası devletin Kürt Alevilere yönelik asimilasyon politikalarının işlevi haline getirilmesini şu tarihi saptamalarla değerlendiriyor: “1240’ta Anadolu’da Selçuklu despotizmine karşı Baba Ishak önderliğinde halklar kalkışması yaşanır. Bu kalkışmada Kürtler, Ermeniler, Türkmenler ve her sürekten Aleviler yer almıştır. Frenklerden oluşturulan paralı ordu olmamış olsaydı Selçuklu İmparatorluğu yenilecek, belki de halklar özgürlüğüne kavuşmuş olacaktır. O tarihlerde Anadolu’ya geldiği söylenen Hacı Bektaş, bugünkü Nevşehir ili Suluca Höyük’e geçerek orada Kadıncık Ana olarak bilinen dergâha yerleşir. Kendisini ilmi, beşerî ve ruhani alanlarında geliştiren Hacı Bektaş, bu dergâhta birçok ünlü şahsiyet yetiştirir. Bunlardan özellikle Şeyh Edebali ve Abdal Musa çok bilinenleridir. Şeyh Edebali, 1299’da kurulan Osmanlı devletinin kurucusu Osmangazi’nin kayınpederi olması yanında, Osmanlı devletinin önemli fikir ve düşünce insanıdır. Osmanlı’nın yayılmacı politikalarında önemli misyona sahip yeniçeri ordusu, bu nedenle uzun yıllar Bektaşi geleneği ve kültürüne uygun örgütlendirilir. Bektaşilik bu sayede Balkanlar’da yayılma ve kurumsallaşma olanaklarına kavuşur. İslam’ın Sufi yorumunun toplumda yayılması ve destek görmesi sonrasında Osmanlı devleti, bir yandan Kürt Alevileri başta olmak üzere bir bütün olarak Alevileri katliama tabi tutarken, öbür yandan da onlara Bektaşiliği dayatır.
II. BEYAZIT’IN ATADIĞI KAYYUM
Bu amaçla Hacı Bektaş Dergâhı başına II. Beyazıt tarafından Balım Sultan kayyum olarak atanır. Balım Sultan, Kürt Raa /Reya Heqî sürek pirlerine Hacı Bektaş’ı Serçeşme kabul etmelerini dayattır ve bunu kabul etmeyen Kürt pirlerin talip topluluklarına gitmelerini engelliyor. Balım Sultan sonrası süreçte 12 Kurdistani Ocak pirleri içinde Türk ve İslam olma iddia ve söylemi yer almaya başlar. Bir yandan doğa ve otantik değerler sahibi talip topluluklarının hakikati, diğer yandan pirler içinde yaygınlaşmaya başlayan egemen din ve egemen kültür değerleri arası çatışma ve çelişkilerin neden olduğu sosyal, kültürel ve inançsal kırılmalar sonucu, inanç sahipleri içinde yaşanan kendi değer ve hakikatine yabancılaşma ve başkalaşım, geri dönüşümüz düzeyde yaşanmaya devam ediyor. Osmanlı devletinin inanca üstten yapılan bu müdahalesi ve kuşatması sonrasında Yavuz, Kuyucu Murat ve II. Mahmut dönemlerinde vahşi katliamlar yaşatılır. II. Mahmut, Hacı Bektaş Dergâhı’na Nakşibendi şeyhlerini ataması sonrasında dergâh, Türkçü-iktidar İslam’ın propaganda mekanına dönüştürülür. Gerek Osmanlı döneminde gerekse Türk ulus devletinin yaşattığı katliam ve soykırımların yol açtığı travmalar, bugün beyaz (kültürel ve inançsal) soykırımla üst bir evreye sıçratılmak isteniyor. Asıl büyük kırılma ve tehlike önümüzdeki süreçte yaşanacaktır diye düşünüyorum.”