‘Bütün can damarlarınız kesilmiş gibi’

15 Temmuz 2016'da danışıklı darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL ile birlikte yüz binlerce kişi ihraç edildi, dernekler, yayınlar kapatıldı, siyasiler hapse atıldı. Geçen 6 yılın ardından KHK ile ihraç edilen birçok kişi hala bunun etkilerini yaşıyor.

Bundan 6 yıl önce 15 Temmuz 2016’da yapılan askeri darbe girişimi sonrasında ilan edilen OHAL ile birlikte AKP, kendisine yapılan bu hamleyi fırsata çevirmiş ve asıl darbeyi kendisi yapmıştı.

Öyle ki Türkiye iki yıl boyunca keyfi bir OHAL’in gölgesinde yaşadı. 21 Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL, 7 kez uzatılarak 18 Temmuz 2018 itibarıyla sona erdi.

OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu Faaliyet Raporu’na (Ocak 2020) göre çıkarılan KHK’lar ile 131 bin 922 tedbir uygulandı. 125 bin 678 kamu görevlisi ihraç edildi, 270 kişinin öğrencilikle ilişiği kesildi, 2 bin 761 kurum ve kuruluş kapatıldı. Yine aynı rapora göre, toplam 204 medya kuruluşu kapatıldı. Bunlardan 25’i hakkında kapatma kararı iptal edildi.

234 bin 419 kişinin pasaportu iptal edildi. Bu sınırlamalar aşamalı olarak kaldırılsa da toplamda 2019’a kadar 500 bini aşkın kişi seyahat engeli ile karşılaştı.

22 Aralık 2017'de karar vermeye başlayan OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu, AKP medyasına göre bugüne kadar 124 bin 235 başvuruyu karara bağladı ve şimdiye kadar yüzde 98'i ile ilgili karar verdi. 2 bin 895 başvurunun incelemesi ise devam ediyor. Karara bağlanan başvurulardan 17 bin 265'inde kabul, 106 bin 970'inde ret kararı verildi. Kabul kararlarından 61'i kapatılan dernek, vakıf, öğrenci yurdu, televizyon kanalı ve gazete kuruluşlarının açılmasına ilişkin oldu.

İKİ DEFA İHRAÇ

Peki, ardından geçen 6 yılda KHK ile işlerinden ihraç edilen kişiler neler yaşadı?

Bu 6 yıl boyunca çoğu sivil bir ölüme terk edildi. Dahası KHK damgası peşlerini bırakmadı. Mart 2020’de İBB iştirak şirketi BİMTAŞ’ın (Boğaziçi Peyzaj İnşaat Müşavirlik Teknik Hizmetler San. Tic. A.Ş.) sözleşmeli personeli olarak İstanbul Planlama Ajansı Vizyon 2050 Ofisi’nde araştırmacı olarak işe başlayan Veysi Altıntaş gibi.

O da OHAL sonrası KHK ile Barış Akademisyeni olarak ihraç edildi. Geçen süre boyunca STK’larda çalıştı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin AKP tarafından kaybedilmesinden sonra buraya başvurarak işe başladı. Fakat bu defa İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tarafından “İBB’ye alınan 557 personel terör örgütleriyle bağlantılı” iddiası üzerine oradan da ikinci defa ihraç edildi.

MİLAT 7 HAZİRAN

15 Temmuz 2016’da başlayan ve kendisi gibi 10 binlerce insanı etkileyen süreci Altıntaş ile ANF’ye konuştuk.

Veysi Altıntaş’a göre her şey 7 Haziran 2015 ile başladı. Çünkü AKP o süreçte yenilgiyi gördü ve darbeye giden süreç boyunca bir otoriterleşme başladı: “Bence başlangıç noktasını 7 Haziran 2015 seçimiyle ele almak lazım. Çünkü AKP, 20 yıllık iktidarı dönemindeki en büyük kırılmayı orada yaşadı. Meclis çoğunluğunu kaybedip tek başına iktidar olamadıkları bir dönem yaşadılar. Böyle olunca tabii yeniden hem toplumu konsolide etmek hem yeniden bir çatışma ortamı yaratmak amacıyla bir sürece girdiler. Kamuoyu hatırlar ki, Davutoğlu bir seçim mektubu göndererek resmen tehdit diliyle ‘iktidar olamazsak ülke şunları şunları yaşayacak’ tarzında bir şeyler demişti.

Öte yandan 2015 yılında çözüm süreci bitti. Yeniden çatışmalı bir döneme girdik. Kürt illerinde sokağa çıkma yasakları, sokak ortasında insanların katledildiği bir süreçti bu. Korku bir sopa gibi kullanılıp toplum tamamen sindirildi ve yıldırıldı. Akademisyenler bu zalimlikler karşısında bir barış bildirisi hazırladı ve açık kaynaklardan herkesin imzasına açıldı. Ben de imza attım buna. Benim kırılma noktam Taybet Ana (İnan) olmuştu. Ona bakınca fiziksel benzerliği itibarıyla bile kendi annemi görebiliyordum, o yüzden hiç düşünmeden metne imza attım. Çünkü metnin temel çağrısı, yeniden çatışmasız bir sürece dönmekti.”

BU KADARINI TAHMİN EDEMEDİK

Altıntaş, barış bildirisine imza attıklarında bunun bir yaptırımla karşılanacağını tahmin ettiklerini ama ülkenin 15 Temmuz darbe girişimi sonrası sürüklendiği asıl darbe ortamında yaşananları ise tahmin edemediklerini ifade etti: “Metni imzaladıktan sonra tabii özellikle yandaş medya tarafından hedef gösterildik, “teröristler” diye. Elbette tepki bekliyorduk ama sonraki süreçte bunun işimize mani olacağı ya da sonrasında bizi sivil bir ölüme terk edeceğini kesinlikle tahmin edemiyorduk. Soruşturmalar açıldı vs. ama 15 Temmuz sonrası gelen darbe bir anda bütün ülke üzerine karanlık bir perde örttü. Müessese nizam çizgisinin dışında kalan hemen her şeyin önü bir şekilde kapatıldı.

Türkiye'de bir Kürt olarak ‘devrimin rengi’ ya da ‘dönüşümün rengi’ ne olursa olsun hatta Sırrı Süreyya Önder de bunu daha önce söylemişti: Kabak ilk önce Kürtlerin başına patlıyor bir noktada. İmza atan herkes Kürt değildi ama nihayetinde yine Kürt meselesiyle ilişkiliydi. 2016 Eylül’ünden itibaren ilk imzacılar KHK ile çıkarılmaya başlandı ve kademeli olarak hepimize sıra geleceğini biliyorduk. Ben o sıra İstanbul Teknik Üniversitesi'nde geçici görevlendirme ile araştırma görevlisiydim. Kadrom ise Muş Üniversitesi'ydi, ÖYP'liydim. Zaten üniversiteden atılmadan yedi ay önce İstanbul Teknik Üniversitesi'ndeki ilişiğim kesilip apar topar Muş Üniversitesi’ne geri gönderildim. İlk önce bizi imzadan dolayı geri çağırdılar. Darbeden hemen sonra da süreci hızlandırdılar ve ihraç edildik. O dönem de enteresandı Muş'a geri çağrıldığımız zaman hiçbir dilekçemize yanıt almazdık. O dönem ben yurt dışında bir kongreye kabul olmuştum. Gidip bir sunum yapmam gerekiyordu. Hiçbir şekilde izin vermediler. Bunlar darbeden hemen önce oldu. Nedeni sorduğumuz zaman yanıt alamıyorduk. Hatta bizim dekan bile ‘ben de uğraşıyorum ama bir engel var, çözemedik’ demişti.

Darbeden sonra doktora öğrencisi olduğum ve doktoram da İstanbul Teknik Üniversitesi'nde olduğu için 3 aylık, 39’uncu maddeyle geçici bir görevlendirme alıp İTÜ'ye gelmiştim. Dönemin son günüydü, Cuma akşamı eve geldim biraz uyumuşum. Uyandım, bir sürü ‘geçmiş olsun’ mesajı vardı telefonumda. İlk başta anlayamadım ama dediğim gibi sıranın bize geleceğini biliyorduk ve KHK’ya bakıp listede adımı gördüm. O an yığılıp kaldım. Ben tüm öğrenciliğim boyunca akademisyen olmak istedim ama bir gecede tüm hayatımı, ekonomik özgürlüğümü ve ideallerimi elimden aldılar. Bütün can damarlarınız kesilmiş gibi…”

SENDİKALI VE ÖRGÜTLÜ OLMAK BİZİ HAYATTA TUTTU

Altıntaş ilk etapta yılgınlık yaşadıklarını ifade etse de sonrasında birçok arkadaşıyla birlikte örgütlenmeye başladıklarını anlattı. Dahası o dönem Eğitim-Sen’in KHK’lılara olan desteğini de vurguladı: “Ekonomik olarak zaten hayatı idame ettirememek bir yana sosyal, kültürel hiçbir şekilde de yaşayamıyorsunuz. İlk etapta böyle bir yılgınlık oldu. Yani hayal kırıklığı da değil ama çok kötü bir his. Ama sonrasında peyderpey çoğu arkadaşımız ihraç olmaya başladı. Bunun üzerine örgütlenmeye başladık, alternatif yolları geliştirmeye çalıştık ya da buna yönelik ‘nasıl mücadele edilir?’ üzerinde durduk. Ama nihayetinde ihraç olduk ve ortada kaldık. Zaten kamuyla ilişkili hiçbir yerde çalışamıyorsunuz. SGK’ya bilgilerinize girildiğinde “KHK” ibaresi var, özel sektöre de gözdağı veren bir fişleme durumu yaşanıyor. Ama bahsettiğim o tartışma ortamı ilk dört-beş ay bizi biraz belki dinç tuttu. Sonrasında ben misal muazzam bir panik atak dönemi yaşadım. Hayatımın belki de muhtemelen en kötü psikolojik döneminden geçtim.

Yıl boyu bir şey yapamadım ama yeniden hayata tutunmak için sivil toplum kuruluşlarında, özel sektörde bir dönem çalışmaya başladım. Onlar da çok fazla yürümedi. Çok da tatmin eden işler değildi. Nihayetinde darbe döneminden sonra ekonomik olarak da çok kötü bir dönemden geçtiğimiz için, işler konusunda çok seçici olmadan geçinebilmek için çalıştım.

Şunu da belirtmek isterim, üyesi olduğum Eğitim-Sen'in dayanışma fonu, benim gibi ihraç olan çoğu akademisyene, öğretmene muazzam bir can suyu oldu. Sadece ekonomik olarak değil hukuki, sosyal, psikolojik olarak her zaman dayanışmayı hissetmek, onun bir parçası olmak çok umut vericiydi. Bu anlamda sendikalı ve örgütlü olmak her zaman insanı ayakta ve hayatta tutacak bir şey.”

HEDEF GÖSTERİLDİK

Veysi Altıntaş, yerel seçimlerde AKP’nin 11 büyük kenti kaybetmesinden sonra yırtılan o korku perdesinin kendilerine de umut olduğunu söyledi. Bu süreçte adayken Ekrem İmamoğlu’nun KHK’lılar ilgili açıklamaları, hatta seçimde verdiği sözler neticesinde İBB’ye başvuran Altıntaş, yaklaşık iki sene burada çalıştığını ama sonrasında hedef göstermeyle birlikte KHK kabusunun geri döndüğünü şu sözlerle ifade etti: “Kendi imkanlarımla İBB'ye CV'mi gönderdim. Çok da kısa bir sürede bana geri dönüş sağladılar. Tabii Barış Akademisyenleri Türkiye'de hatta belki dünyada çok önemli bir gündem haline geldi ve CHP'nin de bunu yakından takip ettiğini biliyoruz. Zaten İmamoğlu'nun da ‘bizim dönemimizde bütün Barış Akademisyenleri geri iade edilecek’ gibi söylemleri olmuştu.

Mülakatta Barış Akademisyeni olduğumu söyledim, onlar da bunu büyük bir memnuniyetle kabul etti. 2020 Mart'ından 2022 Mart'ına kadar iki yıl boyunca İBB'de şehir plancısı uzmanı olarak çalıştım. Çok da verimli ve keyifli bir dönem oldu benim için. Ama meclisteki bütçe görüşmelerinde Süleyman Soylu, İBB'de çalışan ‘557 terörist’ iddiasını ortaya attı. Bir anda ‘İBB'de çalışan teröristler’ diye bazı fotoğraflar yayınlamaya başladı ve onlardan biri de bendim. Hakkımda hem KHK ile atılmam hem de 2018 yılında, BDP’nin 2012 tarihli Siyaset Akademisi’ne katılmaktan dolayı açılmış bir dava vardı. Kısacası hedef gösterildik.”

İSTİFAYA ZORLADILAR

Altıntaş, ilk aşamada İBB’nin bu hedef göstermeye karşın çalışanların yanında olduğunu söyleyen açıklamalar yaptığını ama sonrasında kendilerini istifaya zorladıklarını söyledi: “İlk başta ‘biz bir aradayız, bunlar yıpratma çalışmaları’ deyip hem doğrudan hem de en özel kanallarla bize bu mesajları ilettiler. Ama sonra ne olduysa bir anda İBB de, İmamoğlu da bu politikasından vazgeçti.

İBB'den ihraç edilmeden önce bir ön görüşme yaptılar benimle ve dediler ki ‘Bu mesele önümüzdeki dönem daha da gündeme gelecek, bu da seni daha fazla yıpratır. Daha fazla yıpranmaman için istifa etmeni istiyoruz.’ Hatta İBB yeni bir büyüme hamlesi dönemine giriyor, birim bazında yönetim değişiklikleri oldu gibi bir gerekçe de oluşturdular. Ama kabul etmedim. Daha sonra bizi 42. Maddeden yani ‘yüz kızartıcı suçtan’ attılar.

Ben politik olarak şunu gördüm; bizim bugün ‘bağrımıza taş basıp’ oy verdiklerimiz bile kendi iktidarları için ilk önce bizi gözden çıkarabiliyor. Bu yüzden önümüzdeki seçimde tüm bunları düşünmemiz lazım.”