DOSYA

Cumhuriyet dönemi asimilasyon süreci ve Kürt Aleviliği - II

1920’lerden itibaren sistemli ve sürekli olarak, irili ufaklı pogrom ve kırımlarla Kürtler ve Alevilerin soykırıma uğratılmaları hedeflendi. İç kolonyalizm süreci devam ediyor.

KÜRT ALEVİLİĞİ

Cumhuriyetin kuruluşunu tamamlama süreci, Kurdistan’da Sünni Kürtler etrafından gelişen ulusal mücadelelerin ardından, Kurdistan’ın Sünni/Şafii coğrafyasının işgal edilme, Kürt Alevilerini de çevrelemek süreciyle paralel yürütülen bir stratejiydi.

Eğitim kurumlarının yasaklanması gibi adımlar, Kürt Alevilerin kadim eğitim ve inanç mekanlarının yok edilme çabası, Kemalist rejimin Kürt toplumunu sindirme, laiklik adı altında Türkleştirme ve asimile etme stratejinin bir parçasıydı. Kurdistan’ın Sünni/Şafii coğrafyasında Diyanet merkezli gelişen Türk-İslam sentezli kurumsallaşma süreci, beraberinde Kürt toplumu arasındaki karşıtlığın örgütlenmesi ve çelişkilerin derinleştirilmesi süreci olarak da işlevsel kılınmıştı. Bu şekilde Kürt Alevilere yönelik bir soykırım girişiminde, Alevi coğrafyasının yalnızlaştırılması tasarlanmıştı. Diyanet’in rolü Alevileri etnik ve dini açıdan toplumdan ötekileştirmek ve olası bir soykırımı toplum nezdinde meşrulaştırmaktı. Türk-İslam merkezli kurumların Kurdistan’da yaygınlaşması ile birlikte Alevilerin dini ve kültürel yaşamlarına da bir müdahale oldu. Kürt Alevilerin kimlik ve inançsal farklılıkları üzerindeki baskı, çok geçmeden Dersim’de insanlık tarihinin gördüğü en büyük soykırımlardan birinin yaşanmasına, fiziki ve kültürel kırımına neden oldu.

İNŞA KÜRTLERİN KATLİAMIYLA BAŞLADI

ABD California San Diego Üniversitesi Öğretim Üyesi Dilşa Deniz, Cumhuriyet döneminde Kurdistan coğrafyasında gelişen özellikle Kürt Alevilere yönelik asimilasyon süreçlerini şu şekilde değerlendirdi: “Cumhuriyet rejimi dediğimiz 20. yüzyılın ekonomi-politiğine uyarlı ulus devlet yapılanmasının, Anadolu ve Kurdistan’ın bir bölümündeki şekillenmesinden bahsediyoruz. Bu dönemin ulus devletlerin özelliği, özellikle çoklu dil, din ve kültürün kolonyal güçlerce kontrol edildiği emperyal mekanizmaların çözülmesi sonrasındaki devlet formları olmaları. Bunların özelliği, emperyal formların sahip olduğu ve de çözülmelerine yol açtığı bu çoklu ulus, din, dil formundan ayrışarak ya da bunlardan dolayı çözülemeyecekleri bir devlet formu oluşturmak. Bu da genellikle belli bir etnik kimliğin ve onun dilinin egemen kılınarak diğer çoğullukları asimilasyona zorlamak olarak biçimlenen ulus devlet formlarıdır. Bu dönemin ideolojik formasyonlarıyla şekillenirler. Osmanlı’nın devamında, Türkiye’de Kemalizm olarak değerlendirilen Türklük, Müslümanlık ve Türkçe üzerinde şekillenirken, mesela BAAS’ta Araplık, Müslümanlık ve Arapça olarak şekil bulur. Seküler formlar olduğu iddia edilen bu devlet formasyonları, iddia edilenin aksine dinin yönetsel mekanizmalardaki rolünü azaltmazlar, onu yeni ideolojik yapılanmanın yedeğinde kullanacak şekilde yeniden konumlamaktadırlar. Bununla hem dinin, yeni devlet formuna karşı olabilecek rolünün önüne geçmek hem de bu yeni formasyonun ideolojik aparatı olarak yeniden konumlandırmak için yaparlar. Dolayısıyla ve en önemlisi de bu idari biçimi tehlikeye sokabilecek diğer dinsel oluşumların imhasında kullanmak için de önemlidirler. Tam da bu nedenle Cumhuriyet denilen bu kısmi yeniden yapılanma, uluslararası kimliğini tescil eder etmez, içeride Türk, Müslüman olmayan ve Türkçe konuşmayan etnik ve dinsel kimliklere yönelmeye başlar. Osmanlı döneminde halledilen Ermeni, Asuri/Süryani, Pontus soykırımları, arkasında Yunan olmadıkları halde sadece Roma İmparatorluğunun resmi dili olan Yunancayı konuştukları için Romani halk, yani Rumlar mübadele adı altında bu topraklardan sürülünce, geriye Kürtler ve Aleviler kaldı. Buradan bakılırsa zaten 1920’lerden itibaren sistemli ve sürekli olarak, irili ufaklı pogrom ve kırımlarla Kürtlerin ve Alevilerin soykırıma uğratılmalarının hedeflendiği görülecektir. Buna iç kolonyalizm denir ve bu süreç devam etmektedir.”

KOLONYALİZMİN EN ÖNEMLİ APARATI DİYANET’TİR

Diyanet İşleri Bakanlığını, Türk-İslam sentezinin ikame merkezi olarak değerlendiren Dilşa Deniz, şöyle devam etti: “Bu kurum, iç kolonyalizmin en önemli ideolojik aparatı olarak, çok etnisiteli, dilli, dinli ve kültürlü olan Anadolu ve Kurdistan’ın kitlelerini, Türk-İslam sentezi ideolojisine uygun olarak eritmenin aparatı olarak kullanıldı ve kullanılmaya devam edilmektedir. AKP dönemindeki farkı Kemalistlerin önerdiği dozajın biraz daha üstünde bu durumun seyretmesidir. Yani aralarındaki tartışma konusu Diyanet’in ideolojik aparatlığı değil, kullandığı dozajla ilgilidir. Aleviliğe etkisine gelince; bu bir dinsel soykırımdır. Bir kere Aleviliğin bilgisinin kuşaklar arasındaki aktarımı önlendi, ki bununla bugün Aleviliğin İslam’ın içinde eritilmesinde kullanılmaktadır. Öte yandan zor kullanılarak, kitlesi susturularak Aleviliğin önemli bir kısım mirası İslam adına gasp edilirken, öte yandan da bunun gizlenmesi için İslam’a direnen kısmı da ağır bir imhaya tabi tutularak Müslümanlaştırılmada kullanılmaktadır. Bunun yapılmasında Alevi bilgisinden bihaber hale getirilen Seyid Ocaklarının çocukları kullanılmaktadır. Aleviliği bir kariyer olarak kullanmak isteyen orta yaş üstü bir erkek grubu, bugün bilmedikleri bu dinin asimilasyonunda çok büyük bir rol oynamaktadır.”

ARŞİVİYLE BİRLİKTE ALEVİLİĞİN İMHASI

Kürt Aleviliği açısından dinsel arşivin ve aktarımın ana aracı olan dilin, baskı altına alınarak ve imha edilerek, bu arşivin aktarılmasının engellendiğini ve engellenmeye devam edildiğini kaydeden Dilşa Deniz, “Sonuç olarak, Alevi bilgisinin en köklü arşivi olan Kürt dili ile bu bilginin kırıma uğratılması da sağlanmaktadır. Bunun başka bir yönü de Kürt Alevilerin dilinin Türkçeleştirilmesi ile Kürtlerin Türkleştirilmesinde kullanılmasıdır” dedi. 

Dilşa Deniz, asimilasyon sürecinin üçüncü bir yönünü de Alevi kurumsallığının imha edilme süreci olarak değerlendirerek, “Bunlar Aleviliğin kolektif üretiminde, felsefi yayılımında etkili olan kurumlar. Bu kurumların, yani tekke ve zaviyelerin kapatılması ilkin mülklerinin, ikincisi de bilgisinin gaspı ve imhası anlamına geliyor. Tekkeler örgütlenme kurumları iken zaviyeler bu yolun okulları, eğitim kurumları idi. Bunlar kapatılarak Alevilik esas olarak imha edilmeye çalışıldı. Bu durum ise, bugün garip bir şekilde Alevi kurumlarına posteri asılan Mustafa Kemal’in eseridir.”

SOYKIRIMI MEŞRULAŞTIRMAK İÇİN

Kurdistan’ın işgal süreçlerinde Türk-İslami merkezli kurumlarda Kürt Kızılbaş Alevilere yönelik inançsal ötekileştirme süreçlerini de soykırımlarda görülen süreçlerin başlangıç aşamaları olarak değerlendiren Deniz, şunları söyledi: “Bu, bütün soykırımlarda görülen aşamalardan biridir. Nerede bir kesime yönelik bu yönlü söylemler kullanılmakta ise orada bir soykırım tehdidinin başladığı anlaşılır. Soykırımların on aşamasından biri olan bu duruma İngilizce ‘dehumanization’ (yani insanlıktan çıkarma) aşaması denir. Bununla insanlar sapkın, dolayısıyla öldürülmesinde sakınca olmayan varlıklara dönüştürülür. Bu yolla sadece devletin askeri polisi değil, aynı zamanda halkın da bu soykırıma etkili bir şekilde dahil edilmesi sağlanır. Bununla hem soykırım yapılır hem de zorda kalınca ‘sivil tepkiler’ olarak tanımlayıp uluslararası cezai sorumluluklardan kurtulmak mümkün olur. Daha da önemlisi, insanlık duygularından etkilenerek bu soykırımlara karşı duracak kitlelerin oluşumu engellenir. Bundan dolayı çok tercih edilen yöntemlerden biridir ve dolayısıyla da TC tarafından çok etkili ve sık kullanılmış ve kullanılmaktadır. Bilinçli ve planlı olarak devletin asimile etmek istediği kesimlere uyguladığı bir şiddet tehdididir. 1937-38 öncesi Türk basının kullandığı dil sonucunda Dêrsim’de soykırım gerçekleştirilmiştir. Aynı dil şu an Kürtler için kullanılmaktadır. Dolayısıyla buradan ciddi bir Kürt soykırımı planı olduğunu söyleyebiliriz.”

HEM İNANÇSAL HEM DE ETNİK SOYKIRIM

Cumhuriyet rejimin Kurdistan coğrafyasındaki inançsal farklılıkları politik olarak kullanmak ve daha sonra bunları bastırmak için uyguladığı soykırım siyasetini değerlendiren Araştırmacı-Yazar Aziz Tunç, Kürt Alevilere iki yönlü baskı politikaların devreye konulduğunu, inançsal ve etnik temelde imhaya tabi tutulduğunu belirterek, baskı politikaların tarihsel arka planını şöyle dile getirdi: “Cumhuriyet politikaları denilen politikalar, zaten 1825’li geliştirilmeye başlanan giderek İttihat ve Terakki Fırkası ile kemikleşen, Kemalistler tarafından da sürdürülen halklara ve inançlara düşmanlığı esas alan politikadır. Bu tarihten beri sürdürülen Alevileri yok etme ve Aleviliği asimile etme politikası derinleşerek devam etmiştir. Cumhuriyet dönemi boyunca Alevilere ve Kürt Alevilere yönelik politikayı anlamak için biraz daha ayrıntıya girmek gerekiyor. Cumhuriyet kurulurken Anadolu ve Kurdistan’ın nüfusu 11- 13 milyon arasında olarak belirlenmektedir. Bu nüfusun da yarısına yakını Alevilerden oluşmaktaydı. O nedenle kurucular, Alevilerin desteğini almak zorunda olduklarının farkındaydı. Bu amaçla bizzat Mustafa Kemal, 11 Aralık 1919’da genel olarak Alevilerin postnişin, yani önder/temsilci olarak kabul ettikleri Hacı Bektaş dergâhını ziyaret etmiş, Alevilerin desteğini istemiş ve arzu edilen desteği almıştır. Devleti kuran aynı Kemalist kadro, 1921’de yaklaşık bir buçuk yıl sonra Koçgirî’de Kürt Kızılbaşlara soykırım uygulamıştır. Hem İttihatçıların hem de devamı olan Kemalistlerin Alevilere yönelik politikası dini farklılıktan çok ulusal kimlik farklılığını esas alan bir biçime bürünmüştür. Osmanlı’nın son döneminde başlayan İttihat ve Terakki tarafında netleştirilen ulus devlet kurma politikası, bütün farklı etnik ve dinsel farklılıkların yok edilmesini esas almıştır. Bu politika pratiğe aktarılırken Kürt Aleviliğin yok edilmesine özel bir yönelimle yaklaşılmıştır. Koçgirî’ye karşı her türlü kanlı yöntemle saldıran Kemalistler, Bektaşilerden yardım almaya gidebiliyorlardı. Böyle olduğu içindir ki, aynı dönem içinde ve aynı politik atmosferde Türk Alevilerle iş birliği yapılmak istenirken Kürt Aleviliğine karşı soykırım uygulanmıştır. Şüphesiz bu farklılık Kürt Alevilerinin içinde iş birlikçiler yaratmak ve onlar üzerinde Kürt Aleviliğini asimile etmek gibi yöntemleri kullanmalarını engellememiştir. Cumhuriyetin kurucularının Alevilere düşman oldukları kesin ama Kürt Alevilere daha çok düşman oldukları da aynı oranda kesindir.”

KÜRT BİRLİĞİNİN OLMAYIŞININ BEDELLERİ AĞIR OLDU

Sinemili pirlerinden Süleyman Deprem de, Cumhuriyet döneminde Kürt toplumu arasında inanç üzerinden yaratılan çelişki ve ayrışmaların, ulusal birlik ve bilincin önünde büyük bir engel oluşturduğunu vurguladı. Kürtlerin birliğinin bozulduğu bir süreçte, asimilasyon ve soykırım politikaların uygulanabildiğinin altını çizen Deprem, “Bu durum, tamamen Kürtlerin birliğini bozmaya yönelik bir sistem oyunuydu. Şafii Kürtler ve Alevi Kürtler arasındaki bu çelişkiyi yaratan hakim sistemdi. Kürt ulusal bünyesinde değişik inançlar, siyasi yaklaşımlar mevcuttur. Bu kaçınılmazdır. Her ulusun bünyesinde farklı inanç ve kültürler, her inancın bünyesinde farklı ulusal kimlikler bulunur. Bu doğaldır. Doğal olmayan, bu ayrılıklar üzerinden ulusal birliği zedelemektir. Bunu yaratan sistemdir. Uygulayan da cahiller, ihanetçiler ve iş birlikçilerdir. Kabul edilemez. Tarihte Kürtler bunun bedelini çok acı ödedi. Önce ayrıştırdılar, sonra da yok ettiler. Bu ayrışmayı önleyecek bir siyaset lazımdı her zaman” şeklinde konuştu. 

CUMHURİYET ÖDENİM KATLİAMLARI

Agirî ve Şêx Saîd direnişlerinin dışında kalan Kürt Alevilere yönelik soykırım politikaları, 1938’de Dêrsim’de devreye konulacaktı. Dêrsim başta olmak üzere Kürt Alevilerin yaşadığı coğrafyanın stratejik bir konumda olması, özerklik gibi talepleri, Türk devletinin Kurdistan’da otoritesini sağlaması önünde bir engel ve tehdit olarak görülüyordu. Türk devleti, Osmanlı’da miras aldığı böl-yönet taktiğini Kurdistan’da inançsal ayrışma üzerine inşa edip Kürtlerin birlikten yoksunluğunu kullanarak, katliamlar gerçekleştirdi. Bu dönemde Alevi Kürtlere yönelik Dersim’de devreye konulan, soykırım, sürgün politikaları Cumhuriyet tarihi boyunca farklı şekillerde sürdürüldü.

KOÇGIRÎ AYAKLANMASI

Koçgiri Ayaklanması, Şubat 1921’de başladı ve Haziran’a kadar sürdü. Sivas-Erzincan ve Dersim yöresinde yaşayan Alevi Kürtlerin yeni Türk devletine karşı başlattığı bir ayaklanmaydı. Ayaklanmanın bastırılmasında Türk ordusu bölgede büyük bir katliam yaptı. 

1937-1938 DERSIM SOYKIRIMI

Türk devleti, Dersim halkının özerklik taleplerine, inançsal farklıklarını yaşama taleplerine, askeri saldırıyla karşılık verdi. Türk devleti, ağır silahlar, uçaklar, kimyasal silahlar da kullanarak, insanlık tarihin en büyük katliamlarından birini yaşattı. Dersim baştan sona yakıldı. On binlerce insan dönemin en modern silahları ve uçakları ile katledildi. Sivil insanlar mağaralarda kimyasal silahlarla katledildi. Evler insanlarla birlikte ateşe verildi. Seyid Rıza başta olmak üzere, yüzlerce Alevi piri ya idam edildi ya da kurşuna dizildi. Kürt Alevileri hem fiziksel hem de inançsal kalıntılarını ortadan kaldıracak şekilde bir katliama tabi tutuldu. On binlerce insan katledilirken on binlercesi de sürgüne gönderildi. Dersim coğrafyası bir bütün olarak katliama tabi tutuldu. Anne babaları katledilen binlerce çocuk Türkleştirmek amacıyla askerlere evlat olarak verildi.

1967 ELBİSTAN SALDIRISI

Maraş’ın Elbistan ilçesinde Alevilere yönelik saldırı ve linç girişimleri, Cumhuriyet döneminin yarattığı toplumsal kutuplaşma ve Alevilere hedef haline getirmesinin politikaların sonucu olarak gerçekleşti. 12 Haziran günü Alevi esnafların dükkanlarına yönelik gelişen saldırılarda birçok iş yeri yağmalandı. Saldırılar sonucu bir kişinin yaşamını yitirdiği tespit edilirken, onlarca insan ağır yaralandı. Olay, Alevilere yönelik bir katliam provası olarak kayıtlara geçti.

1971 KIRIKHAN KATLİAMI

Hatay’ın Kırıkhan ilçesinde 5 Mart 1971’de Alevilere yönelik devlet organizesi ile bir katliam tertiplendi. Onlarca insan katledildi ve yaralandı. Alevilerin ev iş yerleri ateşe verildi ve ilçede büyük bir yağma yaşandı. Devlet güçleri olaylara uzun süre müdahale etmedi.

1978 MALATYA KATLİAMI

Malatya’da Nisan 1978’de Alevilere yönelik saldırılar, ev ve iş yerlerinin yağmalanması ile sonuçlandı. Bu olaylarda birçok Alevi katledildi ve yaralandı. Yaşananlar, Alevilere yönelik nefretin ve ayrımcılığın geldiği boyutun göstergesiydi.

1978 İLK SİVAS KATLİAMI

Sivas’ın Alibaba Mahallesi’nde 3-7 Eylül 1978’de Alevi vatandaşlara yönelik geniş çaplı saldırılar başlatıldı. Ev ve iş yerleri ateşe verilerek yağmalandı. Resmi kayıtlara göre 10 insan katledildi, 100’ün üzerinde insan ise yaralandı.

1980 ÇORUM KATLİAMI

Alevi ve sol görüşlü insanlara yönelik geniş çaplı bir saldırı ve katliam gerçekleşti. Yaklaşık bir ay süren olaylarda resmi rakamlara göre 57 kişinin öldüğü belirtilirken yüzlerce kişi yaralandı. Yüzlerce ev ve iş yeri tahrip edildi.

1978 MARAŞ KATLİAMI

Maraş’ta 19 Aralık ile 26 Aralık 1978 arasında Alevilere ve solculara yönelik bir katliam gerçekleştirildi. Resmi kayıtlara göre; 111 insan katledildi, yüzlerce insan ağır yaralandı. İnsanlık tarihin en barbar görüntüleri o dönem basına yansıdı. Türk polislerinin kontrolünde Alevi mahallelerine baskın düzenleyen Türk ırkçıları, hastaneleri basıp yaralıları bile katletti; insanları diri diri evlerinin içinde ateşe verdi.

Devam edecek…