‘Devletin Öcalan’a ve Kürt sorununa bakışı paraleldir’

Kürt meselesi ile Öcalan üzerindeki tecrit politikalarının paralel olduğunu belirten Öcalan’ın avukatlarından İbrahim Bilmez, tecridin 1990'daki komplonun bir parçası olduğunu söyledi.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın 1999 yılında yürütülen uluslararası komplo ile esir alınmasından bu yana İmralı'da tecrit politikası sistemli bir şekilde devam ediyor. 2011 yılından beri avukatları ile görüştürülmeyen Öcalan üzerindeki ağır tecrit koşullarına karşı, İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) sessiz. Leyla Güven’in bu ağır tecrit koşullarına karşı başlattığı açlık grevine, 1 Mart tarihinden itibaren 7 bin siyasi tutsak da katıldı.

Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından ve 2003 yılından bu yana Öcalan’ın avukatlığını yapan İbrahim Bilmez, ağır tecrit koşulları ve bunun etkilerinin neler olduğuna ilişkin ANF'nin sorularını yanıtladı.

İmralı Cezaevi’ndeki tecrit hangi yıllarda başladı?

Tecrit dediğimiz şey aslında bir sistem. Bu sistem 1999 Şubat tarihinde Sayın Öcalan’ın uluslararası bir komplo sonucu Türkiye’ye teslim edilmesi ile başladı diyebiliriz. 15 Şubat öncesinde, o dönem işbirliği yapan güçler tarafından Sayın Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edileceği anlaşıldığında, İmralı’da bu tecritin hazırlıkları başlamıştı. Bir açık cezaevi olan İmralı’da 15 Şubat’tan önce bulunan hükümlüler, mahkumlar başka cezaevlerine nakledildiler. Orada fiziksel olarak da tecrite uygun bir bina inşa ettiler. O günden sonra Sayın Öcalan’a olağan üstü bir tecrit sisteminin içine tamamıyla alındı.

Buradan yola çıkarsak, aslında bu tecrit sadece Türkiye ile sınırlı olan bir durum değil, uluslararası bir tecrit ve komplo söz konusu. Bu anlamda bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’deki hukuk sistemi zaten askıda. AİHM, CPT bu tecrite neden sessiz kalıyor? Bu uluslararası komplonun bir parçası mı?

O dönem Sayın Öcalan, Suriye’den çıkmak zorunda kalmıştı. Daha sonra da savunmalarında da ifade etmiştir. ‘Suriye halkının huzuru için Suriye’yi terk etmek zorunda kaldım’ demişti. Uluslararası bir baskı vardı Suriye’nin üzerinde. Barış yolunu seçtiği için de Avrupa’ya gitmişti. Diplomatik olarak çözümü tercih etmişti. Eğer Avrupa’ya giderse bu işin daha iyi çözülebileceğini hesaplamıştı. Fakat Avrupa barış kapılarını kapattı. Orada da bir tecrit uygulandı. Suriye’den çıkması yönünde baskılar başladığı anda aslında bir tecrit başlamıştı.

Bütün cezaevleri gibi İmralı Cezaevi’nde Türkiye’de Adalet Bakanlığı’na bağlı. Fakat, Türkiye bir Avrupa Konseyi üyesidir. Bunun çeşitli organları var; İnsan Hakları Mahkemesi, İşkenceyi Önleme Komitesi. CPT’nin hak ihlalleri olan cezaevlerini haber vermeden gidip ziyaret etme/izleme yetkisi var. Avrupa Konseyine üyeyseniz kapılarınız açmak zorundasınız. Bu konuda CPT’nin böyle bir rolü bulunması İmralı’yı da sorumluluğu dahiliyetine alıyor.

ÖCALAN SÖZ KONUSU OLDUĞUNDA MAHKEMELER DE POLİTİK DAVRANIYOR

Müvekkilim açıklamalarında çok açıkça ifade etmiştir; o dönem ki komplonun bir amacı vardı. Sayın Öcalan’ın fikirlerinden çekiniyorlardı. Kürt sorununun çözümü konusunda Önerilerinden çekiniyorlardı Ve bu uluslararası sistem yürütücüleri bu düşüncelerden rahatsızdı. Çünkü Ortadoğu’da özgürlükçü yapıların başlaması söz konusu olabilirdi. Bunu istemedikleri için müvekkilimi tasfiye etme kararı aldılar. O dönem işin içerisinde ABD de, İsrail de ve çeşitli Avrupa birliği ülkeleri de vardı o dönemki şartlar gereği Türkiye’yle uzlaşıp bütün kapıları kapatıp Öcalan’ı Türkiye’ye teslim ettiler.

Ondan sonra da bu tecrit dediğimiz sistem bu komplo ile bağlantılı olarak bugüne kadar yürütüldü. İmralı’daki hukuksuzlara bu yüzden göz yumuldu. AİHM'in verdiği kararlar önemlidir. Sonuçta evrensel insan hakları ilkelerini denetleme mekanizmasıdır mahkemeler. Fakat Sayın Öcalan söz konusu olduğunda mahkemeler de politik davranıyor.

Tecrite karşı İşkenceyi Önleme Komitesi’nin tutumu nasıl?

İşkenceyi Önleme Komitesi yapabileceklerini yapmıyorlar. Daha önce yayınladıkları çok sayıda rapor oldu ziyaretleri sırasında. Bu raporlarda Türkiye'ye yönelik eleştirileri, tavsiyeleri vardı. Bunları denetleyen bir tarzda yaklaşılmadı. Bugün mutlak tecrit dediğimiz koşullarda İmralı tarihindeki en kötü dönemi yaşıyor.

2011 yılından beri hiçbir avukat ziyareti gerçekleşmiyor. Aile görüşü de öyle. 4-5 yılda ailesiyle iki kere görüşebildi. İmralı’dan hiç haber alınamıyor. Böyle bir durum var ve İşkenceyi Önleme Komitesi hiçbir şey yapmıyor. Biz sürekli başvurularda bulunuyoruz ve hazırladığımız raporları da gönderiyoruz. En iyisi iyimser yorumla İşkenceyi Önleme Komitesi sessizliği ile bu tecrite ortak oluyor diyebiliriz.

Toplumsal muhalefet açısında baktığımızda Kürt halkının Önderi olarak tanıdığı Abdullah Öcalan üzerindeki tecritin, toplumu nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz? Biz dört ülkeden söz ediyoruz; Türkiye, İran, Suriye ve Irak ama bunun en önemli ayağı Türkiye. Bugün 7 bin siyasi tutsak bedenlerini açlığa yatırdı ve tecrite karşı çıkmak adına bunu yapıyorlar. Toplumsal muhalefette bunun karşılığı nasıl olmalı?

Sayın Öcalan çok önemli bir aktör. Bunu avukatı olduğum için söylemiyorum, bütün Orta Doğu’da aklı başında siyaset yapanlar bunu kabul ederler. Türkiye Cumhuriyeti de bunu kabul ediyor. 2005’ten sonra önce kapılar ardında daha sonra çözüm süreci denilen bir süreçte kamuoyunun gözlerinin önünde Sayın Öcalan ile masaya oturulmaz, Kürt meselesi müzakere edilmezdi, eğer kabul etmemiş olsalardı.

Bana göre çözüm süreci hiçbir zaman bir diyaloğun ötesine geçemedi. Bu anlamda bunu bir çözüm süreci olarak adlandırmak yanlış olabilir. Bu bir diyalog süreci olarak adlandırılabilir. Fakat böyle bir süreç yaşandı. Devlet de Kürt meselesini çözebilmek için Sayın Öcalan’ın samimi olduğunu ve gücü olduğunu kabul etti. Tam bir sonuca ulaşamamış olsa bile ‘Çözüm Süreci’nde bütün ülkede çok olumlu bir atmosfer meydana gelmişti.

Sayın Öcalan’ın mesajı Newroz’da milyonların önünde okunduğunda kıyamet kopmadı, Türkiye’deki büyük haber kanalları canlı olarak yayınladılar bunu. O dönem çok iyimser bir hava vardı. İnsanlar geleceğe daha umutla bakıyorlardı. Bu durum muhalefetin elini de güçlendirmiştir. Ancak bugün gelinen noktada tam olarak bir karamsarlık ve belirsizlik hakim.

AÇLIK GREVLERİ GERİ DÖNÜLMEZ BİR NOKTAYA GİDİYOR

O dönem iktidar çözüm sürecinin siyaseten kendisine bir getirisi olmayacağını düşündü ve bunu sonlandırdı. Dolmabahçe Mutabakatı’nı hepimiz hatırlıyoruz. Siyasi irade buna sahip çıkmadı ne yazık ki. MHP’ye ile bir ittifak sağlandı ve bugünkü koşulların başlangıcı oldu ve hepimiz şu anda bunu yaşıyoruz. Türkiye’nin önünde çok büyük bir belirsizlik var her anlamda ekonomik ve siyaset olarak. İnsanlar bu tecrit kalksın diye açlık grevindeler.

Leyla Güven ve ilk başlayan grevciler dışında hapishanelerdeki binlerce mahpusun açlık grevleri 60. günlere yaklaşıyor. Geri dönülmez bir noktaya doğru hızla gidiyoruz. Bu anlamda devletin bu çağrılara artık bir kulak vermesi gerekiyor. Bu insanlar devletin kendi hukukuna uymasını istiyor başka bir şey değil. Bir hukuk devleti gibi hareket etmesini istiyorlar.

Aynı zamanda bu insanların çağrıları olan, tecridin kalkması demek aslında Kürt meselesinde uygulanan güvenlik politikalarının son bulması anlamına geliyor. Kürt meselesine yönelik yeniden demokratik bir çözümün kapısının aralanması anlamına geliyor insanlar bu yüzden açlık grevindeler, bedenlerini açlığa yatırıyorlar. Devletin de bu seslere artık kulak vermesi ve bir an önce harekete geçmesi gerekiyor.

‘Tecrit dediğimiz şey sadece şahsi bir durum değil etkileri tüm toplumu etkiliyor' dediniz. Çok önemli bir noktaya değindiniz; demokratik süreçten bahsettik. Türkiye başarısız bir çözüm süreci yaşadı. Yeni bir diyaloğun çözüm sürecinin olabilmesinin önünde bir engel var mı?

Tecritin kalkması demek Kürt meselesinin çözümün başlangıcı için bir ilk adım anlamına gelebilir. Dediğim gibi bu yüzden insanlar açlık grevindeler. Devletin Öcalan’a bakış açısı ve Kürt sorununa bakışı her zaman paralel olmuştur. Kürt Sorunu’nun çözümü için böylesi bir sürecin yeniden başlaması zorunlu. Hükümet önüne 2023 gibi hedefler koymuş durumda. Bu hedeflere ulaşılabilmesi için öncelikle demokratikleşmesi gerekiyor.

Bunun için de en büyük yapısal sorunu olan Kürt meselesinin çözülmesi elzemdir. Bugün ya da yarın bunu eninde sonunda çözmesi gerekiyor. Bu sorunla Türkiye daha fazla ilerleyemez. İktidarda kimin olduğunun da bir önemi yok. Sayın Öcalan’ın bu konuda samimi bir iradesinin olduğunu kamuoyu da devlet de çok iyi biliyor. Bana göre bu bir şanstır. Devletin bu şansı kaçırmaması gerekiyor.