Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı ‘küresel bir önderlik” olarak isimlendiren Filelfteros gazetesinin yazarı Alekos Mihalidis, Abdullah Öcalan’ın makalesine yer vermesinin amacını, “Kürt halkı, Türkiye’de tecritte olan ve 25 dile çevrilen eserleriyle liderini önemli bir devrimci figür haline getirdi. İmralı Hapishanesindeki 25 yıllık esareti ve 75. doğum gününe birkaç gün kala anısına zamanımızın bu büyük şahsiyetin yazılarından birine yer veriyorum” olarak ifade etti.
Yazıda Abdullah Öcalan, kendisine karşı uygulanan uluslararası komplo sürecinin tarihsel boyutları ile ele alırken ‘çağın tanrıları’ tarafından esir edildiğini belirtiyor.
Yer verilen yazıda Uluslararası Komplo’nun 1970’lerden beri hazırlanan bir plan olduğunu ifade eden Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, “1970’lerden beri hazırlandığı anlaşılan bu planın içine ben beklenmedik bir unsur, ama kilitleyici olarak dahil olmuştum. Ya tam dediklerine uyacak bir askerleri olacaktım ya da bertaraf edilecektim. Yapım sistemin askeri olmaya elverişli değildi. Dolayısıyla ilk ve en kolay bertaraf edilen unsur olmam anlaşılır bir husus” olduğunu kaydediyor.
Makalede komplonun tarihsel boyutları Abdullah Öcalan’ın ifadesiyle şöyle anlatılıyor: “1980’lerin başında finans kapital sistemin iki hegemon gücü olan ABD ve İngiltere’nin başında bulunan Reagan ve Thatcher’ın Nikaragua ve Falkland saldırılarıyla terör dalgası başlatılmıştı. Pakistan ve Türkiye’deki iki darbe iktidarı da en yakın yardımcılarıydı. Latin Amerika toptan terörize edilmişti. Yıldız savaşlarıyla devam ettirilen silahlanma yarışları Rusya’yı hegemonik güç olmaktan caydırmıştı. Çin’de Deng Siao Ping reformları sisteme verilen tavizlerdi. Ulusal kurtuluş savaşları ve refah devletiyle sağlanan tavizlere de son verilip, her alanda finans çağının terör rüzgârı estirildi. Clinton bunu daha yumuşak ama etkili politikalarla sürdürdü. Tam fethedilemeyen bir Ortadoğu kalmıştı. O da uygarlık, radikalizm, terör, din kaynaklı sorunların kördüğümüne çevrilmişti. Bölgenin büyük problem kapasitesi İngiltere ve Fransa’dan miras kalmıştı. Birinci Dünya Savaşı bölgede aslında bitmemişti. Darbe, isyan, iç savaş, gerilla hep bu bitmemiş halin göstergeleriydi.
Ticaret çağı büyük sömürge talan savaşlarıyla yürütülmüştü. Sanayi çağı iki büyük dünya savaşı, kendi içinde sınıf savaşı dışında ulusal kurtuluş savaşlarıyla dolu yaşamıştı. Finans kapital ise, tüm toplumun toplumla iktidar savaşına dönüşmüştü. Uygarlık tekellerinin bu en sonuncusu, Ortadoğu’nun tümüyle yitimi karşısında yapısal kaosun dibini boylayabilirdi. Sistemin şansı önemli ölçüde bölgedeki gelişmelerle bağlantılı hale gelmişti. Bu nedenle kendine özgü koşulları nedeniyle yaşanan bir Üçüncü Dünya Savaşıdır.”
Makalenin devamında şu çarpıcı ifadeler yer alıyor: “Şimdi daha iyi anlaşılıyor ki, beni gerçek bir tanrı, para tanrısı zincirledi. Tarihin dehlizlerinde gizlice büyüye büyüye palazlanan, paralanan bu küçük tanrı yavrusu, Kapitalist çağla toplumun gün yüzüne çıkmıştı. Kendini öyle kabul ettirdi ki, daha önceki çağların bütün tanrıları ortadan yok oldu. Krallar yerlerde süründü, kelleleri koparıldı. İnsanlığa en kanlı zamanları ve iliklerine kadar sömürüyü dayattı. Yerin altını ve üstünü kirletti, birbirine kattı. Gerçekten insanı ve gayrısı sınırsız canlıyı yok etti.
Paranın tanrısallaşması, gerçeğinden daha dehşetli bir olgudur. Dayandığı ve sürüklediği sistemi eğer biraz dile getirebildiysem, bu adına mutluluk denilen olgunun belki de bana Nasip olan nevi münhasır tek mükâfatıdır. Spinoza, “Anlam özgürlüktür” demişti. Onun dışında özgürlük olmadığına ben de inanıyorum. Anlayabildiğim kadar özgürleşmem, yaşam için güçlü kuvvetimdir. Finans çağının en büyük tanrısı, tüm yardımcı ve yardakçılarıyla birleşip beni İmralı kayalıklarına bağladılar. Ama karşılığında tarihin tüm Kutsal tanrı ve tanrıçalarının tahtı kurulu olan Zagros ve Toros dağlarında bir daha asla sönmeyecek özgürlük meşalesini tutuşturanları bularak.
Apollon ışık ve savunma tanrısıydı. Ondan biraz hoşlanırım. Dionysos dağların aşk, neşe, Şarap tanrısıdır. Onun kültüründen de hoşlanırım. Zagros-Toros kökenli daha eski Tanrıların Anadolu’ya taşmış suretleridir ikisi. Açık ki, halkların binlerce yıl süzülen kimliklerini ifade ediyorlar. Işık ve neşe, yaşamın en güzel ifadesidir. Bölgemizin iki kadim tanrısı Gudea ve El-Lah’a gelince, onların üzerinde de yoğunlaşıyor ve çözümlemeye çalışıyorum. Halklarımızı ‘Para’llah karşısında neden ışıksız ve savunmasız bırakıp kan ve acı içinde kalmalarına razı olduklarını öğrenmek istiyorum. Bölgenin âşık bir çocuğu olarak halklarımızı hileli, madrabaz ve kör para tanrısının insafına terk etmediğim için mutluyum.”