Fransız Yönetmen Mylène Sauloy: Abdullah Öcalan gerçek bir öncü!

Kürt Hareketi üzerine filmleri olan Fransız yönetmen Mylene Sauloy, Kürt kadınlarının mücadelesinin sınırlar ötesinde de bir örnek teşkil ettiğini belirterek, “Öcalan hem teorik hem de pratik anlamda kadın mücadelesi noktasında gerçek bir öncü" dedi.

Kürt müziğinin ve kadınların mücadelesinin kendisini Kürtler Özgürlük Hareketi üzerine çalışmaya ittiğini söyleyen Mylene Sauloy, “Müzik, Kürtler arasında gerçek bir tarih taşıyıcısı konumdadır. Yasaklanmış olan tüm tarih müzik aracılılığıyla aktarılıyor. Müzik ve direniş arasında güçlü bir bağ kurulmuş durumda” diye kaydetti.

Rojava Devrimi’nin merkezinde kadınların olduğunu ifade eden Sauloy, “Kadınlar, savaşın yürütülme şeklinde oldukları gibi inşa edilen toplumsal ve sosyal değerlerin arkasındaki temel güç konumundalar. Türk devleti, Rojava’da sivilleri ve sivil yerleşim yerlerini hedef alıyor. Batı’nın Erdoğan’a karşı tutumu bir utançtır. Ukrayna’da siviller hedef alındığında skandal, Kurdistan’da siviller öldürüldüğünde ‘meşru savunma’ oluyor. Bu bir utançtı” diye ekledi.

Başta Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın paradigmaları ve Kürt Kadınları olmak üzere Kürt Özgürlük Mücadelesi, farklı alanlarda dünyanın farklı merkezlerinde mücadele yürüten toplumsal kesimler için önemli bir örnek teşkil etmeye devam ediyor. Kürt kadın mücadelesi ve Kürt Özgürlük Mücadelesinin sınırlar ötesinde daha yakından tanınmasına katkı sunan isimlerden birisi de Fransız yönetmen Mylene Sauloy. 30 yılı aşkın bir süredir Kürt ve Kürt Özgürlük Mücadelesi üzerine çalışmalarda bulunan Mylene Sauloy, 2015 yılından itibaren Rojava Devrimi ve Kürt Kadın Mücadelesini konu alan üç önemli filme imza attı. 2015’te “Kurdistan: Kızların Savaşı”, 2018’te “Kadınların Devrimi” ve 2021’te “Şengal’a dönüş” filmlerini çeken Fransız yönetmen ve senarist Mylene Sauloy ile yaptığı çalışmalar ve yakından takip ettiği Rojava Devrimi üzerine konuştuk.

Mylene Sauloy’un sorularımıza verdiği cevaplar şu şekilde:

MÜZİK GERÇEK BİR TARİH TAŞIYICISI

Siz uzun yıllardan beridir Kürt halkının Mücadelesini ve özellikle PKK’yi yakından takip ediyorsunuz. Sizi Kürt Hareketi üzerine çalışmaya götüren motivasyonlarla başlamak istiyorum. Bu süreci biraz anlatabilir misiniz?

Güzel bir soru. Uzun zaman önce direnişin müziği hakkında bir dizi film yapmaya başladık. Genel olarak, müziğin Kürtler arasında gerçek bir tarih taşıyıcısı olduğunu fark ettik. Yasaklanmış olan tüm tarih müzik aracılığıyla aktarılıyor. Bunun son derece önemli olduğunu fark ettik. Bu nedenle Kürt müziği üzerine ilk filmi, 1998’de, Ahmet Kaya’nın Paris’te hayatını kaybettiği döneme denk gelen süreçte yaptık.

İlk filmi sanırım, 1998-2000 yılları arasında Bakurê Kurdistan’da çektik ve benim için muhteşem bir deneyimdi. Kürt müziği, muhteşem bir tarihi anlatıyordu. O dönem Bakur’dayken çok güçlü bir siyasi örgütlenme olduğunu da fark ettim. Kadınların haklarına karşı herhangi bir itirazın olmadığı, hatta kadınların merkezinde olduğu bir örgütlenmeydi. Kadınlar güçlü bir şekilde bu örgütlenme içerisinde yer alıyordu.

O dönem Latin Amerika’da yaşadığım ve kadınların durumunun daha karmaşık, belirsiz ve çok daha az eşitlikçi olduğu Kolombiya’daki gerillalar hakkında birkaç film yaptığım için, Bakur’da kadınların merkezinde olduğu örgütlenme ilgimi çekti.

1998-2000 yılları arasında, Kürt müziği hakkındaki bu ilk filmi yaptığımızda, kadınların Kürt müziği tarafından taşınan tarihi beni çok etkiledi. Daha sonra, süreç beni bu durumun nedenini anlamaya itti.

Siz Rojava’ya ilk defa 2015 gittiniz değil mi?

Evet, Rojava’ya ilk kez 2015’te gittim. Ama daha öncesinde Başur’da, Kandil’deki PKK kamplarındaki kadınlar ve Şengal’de kadın konulu birkaç film yaptım. Rojava’ya ilk kez 2015 yılında gittim, daha önce Kandil’de tanıdığım kadınları arıyordum.

DEVRİMİN MERKEZİNDE OLAN KADINLAR ÇOK GENÇTİ

Bu dönemde ‘Kürdistan, Kızların Savaşı’ filmini çektiniz, neden ‘Kızların Savaşı’?

Edebi bir referanstan geliyor ve herkesin bildiğini sanıyorum. Christiane Singer’in Bohemya’daki bir kadın isyanını anlatan ‘Kızların Savaşı’ adlı kitabından geliyor bu isim. Kadınların; savaşa, toprakların işgaline, kadınların kaçırılmasına ve bunların yanı sıra ahengi bozduklarına neden oldukları için erkekleri bir süreliğine nasıl kovduklarını anlatan bir hikâye. Bir Amazon hikayesi. Kadınlar örgütlenmiş ve bir süreliğine erkekleri kovmuşlardır, bu nedenle ‘Kızların savaşı’ terimi kullanılmıştı.

Bu, benim için bir referanstı çünkü erkeklerin şiddete çok fazla başvurması ve insanlar arasındaki uyuma saygı göstermemesi nedeniyle kadınların belirli bir anda kendilerini nasıl örgütleyebileceklerine bir göndermeydi. Bende kendi filmime, “Kızların Savaşı” dedim çünkü Kandil’de, Şengal’de ve Rojava’da tanıdığım kadınlar çok gençti. Devrime katılan, devrimi savunan, sistemin inşasına katılan, DAİŞ’e karşı savaşan kadınların çoğu çok gençti. Bu durum benim için önemliydi, bu nedenle, filmimin ismini ‘Kızların Savaşı’.

Pek çok militan, bana “Kızlar” değil “Kadınlar” dememi önerdi, ama ben şahsen devrime ortak olan bu genç kararlılığı anlatmak için “Kızlar” demeyi tercih ettim. Zaten bir sonraki filmimde yaşları biraz daha büyük olan Kadınların devrimdeki rolünü anlatmak için “Kadınların Devrimi” filmini yaptım.

BÖLGEDE FİLM ÇEKMEK ÇOK ZOR

Filmlerinizi, Rojava’da ve Şengal gerçekleştirmek zor muydu?

Evet, ikinci filmimi yapmak çok zordu. İlki, ‘Kızların savaşı’ evet oda zordu. Bakur’da güvenlik nedenleri nedeniyle birçok kez engellendik. Dersim’de çekim yaptık, Sakine Cansız’ın mezarını giderken ve kadın hareketleriyle buluşmaya giderken birçok kez güvenlik sorunuyla karşılaştık. Ama tüm bunlar, Rojava’da yaşadıklarımızla kıyaslanamaz bile. Rojava halkıyla aynı durumu yaşadık. Sadece gazetecileri ve belgeselcileri değil herkesi etkileyen DAİŞ saldırılarına tanıklık ettik ve maruz kaldık. Bölge halkıyla aynı risklerle karşı karşıyaydık.

Sonuç olarak, Rojava’da Türkiye’nin hedef aldığı halkla aynı riskleri taşıdık. Bu süreçte film çekmek zor muydu? Evet, böyle bir durumda bir film yapmak çok zorlu. İnanılmaz bir hikâyeye girdiğinizi hissettiğinizde, hikâyenin gerçek boyutunu tahmin edemezsiniz. Ne çekeceğinize ne göstermek istediğinize dair bir fikirle yola çıksanız bile, bir kez içine girdiğinizde, bunun hayal edebileceğinizden çok daha büyük ve duygusal olarak daha yoğun olduğunu fark ediyorsunuz. Ama bu film çok geniş kitlelere yayıldı ve pek çok ülkeyi şaşırttı.

Bu filmle her yere gittim. İnsanların bu filme bakışı, tıpkı benim Kürt Kadın Hareketini keşfettiğimde yaşadığım şaşkınlıkla aynıydı.

40 YILLIK KADIN MÜCADELESİNİ ANLATMAK İSTEDİM

Peki, bu filmi yapmadaki temel amacınız neydi?

Aslında, bu filmi çok daha önce çekmek istemiştim. Sonrasında, Sakine Cansız, Leyla ve Fidan’ın Paris’te katledilmesi ve Kobane direnişi vardı. Kobane’yle birlikte dünya aniden ellerinde keleşlerle savaşan bu kadınları keşfetti.

Bu durum beni çok kızdırdı. Verilen haber tarzları, bu hareketin derinliğini anlamamaları ve yıllardır inşa edilmek istenen politik, sosyolojik bu hareketin arka planını görmeme hali ve anlamaktan uzak tavırları beni çok rahatsız etti.

Bu kadınların seksi kahraman figürlerine indirgenmesi beni gerçekten çok rahatsız etti. Bu hareketin derinliğini, zamanını, tarihini, bu hareketin nasıl inşa edildiğini, 40 yıllık kadın mücadelesine bakarak anlatmak istedim.

KADINLAR ROJAVA DEVRİMİ’NİN MERKEZİNDE

Rojava’ya birçok kez gittiniz ve orada inşa edilen sistemi yakından gördünüz. Rojava Devrimi’ni nasıl tanımlıyorsunuz?

Bu devrimi tanımlayacak bir durumda mıyım bilmiyorum. Ama, orada gördüklerim ve inşa edilen sistem beni derinden etkiledi. Özellikle, Türkiye, Irak, İran, Suriye ve Arap ülkeleri gibi oldukça iyi bildiğim diğer bölgelerle karşılaştırdığımda, Rojava benzersiz. Rojava’daki kadınların durumu, siyasi bilinç düzeyleri, siyasi ve sosyal yaşama katılımları başka yerlerde gördüklerime hiç benzemiyor. Ama Kadınların toplumdaki ve siyasetteki rolünü, 2015 -2016 yıllarında, büyük baskı dalgasından önce, Bakur’da da görmüştüm. Burada da kadınlar, kurumlar içerisindeki rollerinin yanı sıra birçok yerde merkezi konumdaydı.

Ama Rojava’da, her yaştan, her sosyal kesimden, her inançtan, her kimlikten kadınların, eşitliğin ötesine geçen bir sürece dahil olduğuna tanık oldum. Kadınlar, Rojava’da sadece eşit değil, aynı zamanda hoşgörü, yardımlaşma, toplumsal sürecin arkasındaki motor gücü konumdadır. Kadınlar, Rojava’da birlikte yaşayan farklı kültürler arasındaki karşılıklı saygıyı teşvik etme konusunda çok yetenekliler. Bunları gözlemlemek, benim için büyük bir sürpriz ve çok dokunaklı bir deneyimdi.

Rojava Devrimi’nin bir kadın devrimi olduğu söyleniyor. Bu bakış açısına katılıyor musunuz?

Bence Rojava’da Devrimi’nde kadınlar çok önemli bir rol oynuyor. Her halükârda, Rojava Devrimi’nin kadınlar için bir devrim olduğu yadsınamaz. Bu devrimin merkezinde kadınların olduğundan hiç şüphem yok çünkü devrimin arkasındaki motor güç kadınlardı. Kadınlar, savaşın yürütülme şeklinde oldukları gibi sonrasında da toplumsal ve sosyal değerlerin arkasında kadının rengini var ettiler ve etkilediler.

Yine bana göre kadınlar, rekabete erkeklerden daha az meyilli görünüyorlar. Yine söylemem gerekir ki, Rojava’da gözlemlediğim kadarıyla devrime katılan tüm erkekler kadınlara karşı son derece saygılılar. Bunlar toplum içerisinde rastladığımız sıradan erkekler gibi değiller. Kadınlara karşı oldukça saygılılar. Ama hiç şüphe yok ki, kadınlar erkeklerden çok daha hoşgörülü ve şiddete çok daha az meyilliler.

KÜRT KADINLAR SINIRLARIN ÖTESİNDE BİR ÖRNEK

Bugün, Kürt Kadın Mücadelesinin etkisini artık sadece Rojava’da ve Kürdistan’ın diğer parçalarında değil dünyanın birçok merkezinde görüyoruz. Jin, Jiyan, Azadî sloganını artık her yerde duyuluyor. Bu anlamda ne demek istersiniz?

Evet, her yerde bu muhteşem Jin, Jiyan, Azadî sloganı duyuluyor. Uzun yıllardır var olan bir slogan, özellikle de son dönemde İran’da benimsenen ve Jinha Emini’nin katledilmesinden sonra ön plan çıkan Kürt Kadın Mücadelesinin bir sloganı.

Kesinlikle, Kürt Kadın Hareketinin uzun zamandır kullandığı bir slogan. Bence Kürt Kadınlarının mücadelesi, Kurdistan sınırlarının çok ötesinde bir örnek teşkil ediyor. Uzun süre Kolombiya’da yaşadım ve filmimi orada, Arjantin’de ve diğer birçok Latin Amerika ülkelerinde gösterdim. Feminist hareketlerin, kadın hareketlerinin ve genel olarak devrimci hareketlerin Kürt kadınlarının değişim sürecindeki rolüne nasıl baktıklarını yakından gözlemledim.

Kürt kadınlarının, Kurdistan’ın çok ötesinde kadın mücadelesi açısından çok önemli bir örnek teşkil ettikleri inkar edilemez.

Bunları söylerken, Kürt kadınlarının, ataerkil ve kadınlara yönelik şiddetin toplum içerisinde hat safhada olduğu Arap ve Yakın-Ortadoğu ülkelerindeki etkisinden bahsetmiyorum bile. Kürt Kadın mücadelesi kesinlikle aynı zamanda bütün bölge için de bir örnek.

TÜRK DEVLETİ SİVİLLERİ HEDEF ALIYOR

Sizin de bildiğiniz gibi DAİŞ’e karşı verilen mücadelenin merkezinde yer aldılar. DAİŞ’e karşı savaşın ardından, Batı bir anlamda Kürtleri yalnız bıraktı. Türkiye, bugün Rojava’nın tamamını işgal etmek için Suriye Kürtlerine karşı bir savaş yürütüyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

En son yaklaşık bir yıl önce Rojava’ydım. Bir animasyon film atölyesi yürütmek için gitmiştik. Oradaki arkadaşlarla birlikte horizontal, feminist ve ekolojik bir demokrasinin nasıl inşa edileceğine dair kolektif bir film yapmaya çalışıyorduk. Bir ay kaldık ve bu ayın üç haftası boyunca bölge, Türkler tarafından bombalandı. Elektrik santralleri hedef alındı, internetler kesildi, yani sivil yerleşim yerleri hedef alındı. İnsansız hava araçları sivilleri hedef alıyordu. Aralarında röportaj yaptığımız ve Şengal ile ilgili filmimde de yer alan bir yetimhane müdürünün de bulunduğu çok sayıda kadın katledildi. Dronlar tarafından katledildiler. Bu tamamen bir çılgınlık.

Buralarda, Türkiye’nin bu saldırılarını, Rojava’dan gelecek olan PKK’nin potansiyel tehlikelerine karşı bir savunma olduğu söyleniyor. Ancak sahada gerçekte kimin saldırdığı, kimin katlettiğini, kimin sivillere ve sivil alt yapıya ve aralarında bir kadın bakanın ve bir yetimhane müdürünün de bulunduğu kadın liderlerin hedef aldığını görüyoruz.

Açıkçası, Türkiye’nin saldırılarını tanımlamak için PKK’yi kullanması saçmadır. Buralara aktarılan bilgilerin hepsi, Türkiye kaynaklarından gelmektedir ve doğru değildir. Kirli bilgi savaşı yaşanıyor.

Bu sadece Kürt sorunuyla ilgili değil; diğer birçok çatışma için de geçerli. Erdoğan’a kimse dokunamıyor. Erdoğan’ın yeniden seçilmesi, Kürtler için olduğu kadar, Erdoğan’a tek kelime etmeyen, ona boyun eğen Batı diplomasi için de bir felakettir. Türkiye’ye karşı ortaya konan tutum, Batı diplomasi için bir utançtır.

PKK DEĞİL TÜRKİYE’NİN KENDİSİ GERÇEK BİR TEHLİKE

Bölgede binlerce tutuklu cihatçı var. Bu cihatçılar Avrupa için de büyük tehdit teşkil ediyor. Rojava’nın işgali bu cihatçıların serbest kalma riskini de beraberinde getirmeyecek mi? 

Evet, kesinlikle. Türkiye’nin Efrin’i, Serêkaniyê’yi, Serêkaniyê’nin kuzeyini ve oradaki birçok bölgeyi işgal ettiğini herkes biliyor. Buralara ve İdlib’e cihatçıların yerleştirildiği biliniyor. Bu şekilde kilit yerleri kontrol ediyorlar. Hisekê hapishanesine yapılan saldırıda gördüğümüz gibi, cihatçıların serbest kalmasını istiyorlar. Cihatçılara silah aktarıyorlar, bölgedeki gerilimi sürdürmek ve insanları YPG ve yerel Kürt güçlerini kendileri için tehlikeli olduğuna inandırmaya devam etmek istiyorlar.

Ama gerçekte, Türkiye’nin kendisi Suriye’nin kuzeyindeki sivil halk için gerçek bir tehlike oluşturuyor. Bu çok açık.  Bölge işgal edilirse, Türkiye bütün cihatçıları serbest bırakabilir.

Bölgeye karşı devam eden çok sayıda saldırı ile karşı karşıyayız. 11 aydır Rojava’ya gitmedim. Ama takip ediyorum, orada düzenli olarak görüşüm sanatçılar, müzisyenler var. Türkiye’nin her gün saldırdığını ve sivilleri hedef aldığını söylüyorlar.

Ruslar, Ukrayna’da sivillere saldırdığında, bu bir skandal oluyor. Türkiye, Kurdistan’da sivillere saldırdığında ve onları hedef aldığında bu bir skandal olmuyor. Bu saldırıları, meşru müdafaa olarak görüyorlar.

ABDULLAH ÖCALAN KADIN MÜCADELESİ İÇİN GERÇEK BİR ÖNCÜ

Rojava Devrimi’ne geri dönersek, bu devrimin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Paradigmalarından esinlendiğini biliyoruz. Abdullah Öcalan’ın kadın özgürlük mücadelesine dönük fikirleri hakkında ne demek istersiniz?

Okuduklarımdan, Sakine Cansız’ın anılarını takip ederek okuyabildiğim ve görebildiğim kadarıyla, Abdullah Öcalan’ın kadınların haklar elde etmesi gerektiği konusunda çok eleştirisel olduğunu ve Kürt halkının özgürleşmesi ile kadınların özgürleşmesinin birbirine bağlı olduğunu vurguladığını biliyorum.

Bu durum, kadın hareketinin kurucu bir unsuru gibi görünüyor ve özellikle PKK içinde çok önemli. Muhtemelen bu durum, bükünki silahlı direniş hareketleri içerisinde olan benzersiz bir şey.

Abdullah Öcalan’ın özgürlük hareketinde kadınların rolünün önemine ilişkin uzun süredir devam eden tutumunun oldukça istisnai olduğunu düşünüyorum. Öcalan’ın kadınların rolü, devrimdeki ve yeni bir toplumun inşasındaki önemi konusunda gerçek bir öncü olduğunu düşünüyorum.

AVRUPA’NIN PKK KARARI DİRENİŞİN MEŞRUTİYETİ ÖNÜNDE BİR ENGEL

Kurdistan İşçi Partisi’ni (PKK) uzun yıllardan beridir yakından takip ediyorsunuz.  Kandil’e de gittiniz birçok kez. Bildiğiniz gibi, PKK hala Avrupa’nın terör örgütleri listesinde yer almaya devam ediyor. Avrupa’nın bu tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Uzun bir süredir, sadece PKK değil, Kolombiya’daki gerillalar gibi diğer örgütler de dahil olmak üzere tüm direniş örgütleri terörist olarak damgalanıyor. Bu terim, direniş sürecini itibarsızlaştırmak ve mücadelenin meşrutiyetini inkar etmek için kullanılmaktadır. Bu durum, diktatörlükler içerisinde siyasi olarak eşit şartlarda mücadele etme imkanı bulamayan insanların silahlanmayı tercih etme nedenlerinde devletlerin meşrutiyeti ve sorumluluğu üzerine düşünmeyi engellemektedir.

Siyasi direniş hareketlerini terörist olarak damgalamanın onları itibarsızlaştırmaya yönelik genel bir eğilim olduğu çok açıktır. Bana göre, bu tanımlama somut olarak hiçbir şey karşılık gelmiyor ve anlam ifade etmiyor.

Yeni bir film projeniz var mı?

Evet, Rojava’da müzik ve devrim arasındaki bağla ilgili yeni bir film üzerine çalışıyorum. Ama bu film, diğer filmlerinden çok farklı. Tamamen farklı bir hikaye.

Mylene Sauloy kimdir?

Marakeş’de dünyaya gelen Fransız yönetmen ve senarist Mylene Sauloy bir süre Fransa’da kaldıktan sonra 20 yılı aşkın bir süre Latin Amerika ülkelerinde yaşadı. Sosyoloji alanında doktorası da bulunan Mylene Sauloy, müzik ve direniş arasındaki bağı işleyen birçok film çekti. Latin Amerika başta olmak üzere dünyanın farklı yerlerindeki direniş hareketlerini konu alan filmlere imza atan Mylene Sauloy, 2000’li yıllardan sonra yüzünü Kürdistan Özgürlük Mücadelesine dönerek Kürt kadınlarını merkezine koyan birçok filme imza attı. Rojava Devrimi’ni ve Kürt kadınlarının DAİŞ’e karşı verdiği mücadeleyi de yakından takip eden Mylene Sauloy, 2015’te “Kurdistan: Kızların Savaşı”, 2018’te “Kadınlarının Devrimi”, 2021’te ise i “Şengal’e Dönüş” belgesel-filmlerini çekti.

“Kurdistan: Kızların Savaşı” adlı belgesel-filmi ile birçok ödül de alan Mylene Sauloy, bu filmini aynı zamanda çizgi roman olarak da yayınladı.