Türkiye yerel seçimleri geride bırakırken buna bağlı birçok yeni tartışma kapısı da aralandı. AKP ve MHP iktidarının çöken kayyum politikasını yeniden canlandırmaya kalkması, sınır ötesi savaş söylemleri ve yeni anayasa tartışmaları… Tüm bu tartışmaları seçim sonuçlarından ele alarak önümüzdeki dönemde Türkiye ve Kurdistan halklarının neler beklediğini muhalefete sorduğumuz serimizde DEM Parti Merkezi Örgütlenme Komisyonundan Sorumlu Eş Genel Başkan yardımcısı ve Colemêrg Milletvekili Vezir Coşkun Parlak, sorularımızı yanıtladı.
31 Mart yerel seçimleri sonucunda AKP, kayyum politikalarının da çöktüğü bir yenilgi aldı. Peki, bu büyük gerilemeyi sağlayan koşullar daha önce yok muydu, neden bu seçimde ortaya çıktı?
Doğrusunu söylemek gerekirse aslında bu, birçok farklı kurumdan da gelen bir soru. Çünkü herkes toplumun bu refleksini merak ediyor. Şöyle bir durum; 8 yıldır ağır baskı koşullarında yaşamlarını sürdürmeye çalışan bir toplum gerçekliği var. Bütün toplumun değerlerine de saldıran faşist bir rejimden söz ediyoruz. Toplumun kendisi de demokratik hakları gasp edildikçe en sonunda zaten buna dur, dedi. 31 Mart'ta açığa çıkan seçim sonuçlarına bakıldığında, aslında Türkiye halkları önümüze şöyle bir fırsat sundu. Hem Kurdistan hem Türkiye halkları, tasfiye edilmek istenilen o demokratik siyaset alanındaki bütün kurumlara bir örgütlenme zemini yarattı. Bir fırsat sundu çünkü bu faşist rejimi geriletti. Önümüzdeki dönem asıl ilgilenmemiz gereken durum bu.
Nedir bu, açar mısınız?
En son Kurdistan’da Wan’da bir irade gaspına gitmek istedi iktidar. Yani bu fırsatı değerlendirmeye çalıştı orada ama halk dur, dedi. Artık seçmek yetmez, seçilen eğer benim irademse o irademe de sahip çıkıyorum, dedi. Bunu bütün demokratik eylemleriyle de ortaya koydu. Wan'da ciddi bir toplumsal dayanışma da vardı. Türkiye’nin batısında da birçok siyasi parti ve demokratik kurum ciddi bir sahiplenmede de bulundu. Bu önemli bir nokta. Çünkü demokratik bir cumhuriyet kurulması için güçlü ve önemli adımlardan biriydi.
Baştaki soruya dönersek; aslında daha öncesinde bu koşullar oluşmuyordu, çünkü toplumun tamamını kuşatan bir iktidar vardı. Ama artık iç politikada, dış politikada iflas eden, ekonomi politikalarıyla artık bu ülkeyi ciddi bir ekonomi krizine eşiğine getiren, halkın evine ekmek götüremediği bir duruma getiren; gencine, kadınına saldıran, her gün bu toplum ağır baskı yaratan bir iktidar var. Gelinen noktada sonuçta bu toplumun da bir sabrı var. Bir öfke birikti ve bu öfke açığa çıktı.
Sizin de belirttiğiniz gibi kayyum gibi söylemlerin ve isteklerin aslında zaman zaman dile geldiği ya da bahanelerin üretildiği bir süreç de var. Wan örneğini anlattınız ama önümüzdeki günlerde böyle olası söylemlerin çoğalması ya da uygulamaların olması karşısında nasıl bir mücadele hattı ortaya konulmalı, seçim sonuçları tek başına yeterli mi?
Belediyelerimizde bayrakların, Atatürk posterlerinin kaldırıldığına dönük söylemler oldu ama bunların hiçbiri gerçeği yansıtmıyor. Biz parlamentoda da siyaset yürütüyoruz. Bütün odalarımızda da bayrak mevcut ya da bütün parti merkezlerinde bayrak var. Belediyelerde ise zaten var. Bu konuda bir algı ve bir manipülasyon süreci yürütüldü ve de bir kamuoyu yaratılmak istenildi. Fakat açık ve net bir şekilde görüldü ki, artık bunun bir karşılığı yok. Eğer burada bu kamuoyunu oluşturabilmiş olsalardı elbette ki kayyuma yelteneceklerdi. Fakat Wan'da da halk şunu gösterdi. Mesele sadece Wan değil, nereye yeltenirsen, nerede bu halkın iradesini gasp edecek bir girişimde bulunursan, sen nasıl teyakkuzda duruyorsan biz de teyakkuzdayız. Bunu Eş Genel Başkanımız son grup toplantısında da ifade etti. Çünkü kayyumlar neredeyse o belediyeyi ganimet gibi gören, belediyenin bütün kaynaklarını kendi yandaşlarına peşkeş çeken, normalde belediyenin bütün imkân ve olanaklarını o toplum için seferber etmesi gerekenlerin bırakın seferber etmeyi, neredeyse geriye toplum için bir enkaz bırakması demek. Bugünden sonra eskisi gibi kolay olmaz.
Zaten bugün belediyelere kayyum atamaya yeltenmek, aslında bu ülkeyi bir provokasyonla da karşı karşıya bırakmak anlamına geliyor. Çünkü biz biliyoruz ki, iktidarın kendi içerisinde de ciddi çatışmaları var. Birbirlerine yönelik bir iktidar kavgaları da var. Bir rantı paylaşamama durumu var. İktidarın tekrar kayyum politikalarına başvurmak istemesinin nedeni de yerellerde rant, yolsuzluk peşinde koşan, bütün bu halkın kaynaklarını çalmak için hazırda bekleyen çevrelerinin yarattığı bir baskıydı. Fakat halkımız sağ olsun, bunu boşa çıkardı. Bir arada ortak hareket etmenin de faydalarını Wan'da da gördüler.
Geçen seçimin yapısı itibarıyla da ittifaklarla seçime girmeyi zorunlu kılan bir sistem vardı. Yerel seçimin yapısıyla da ilgili aslında bu defa genel bir ittifak olmadı. Ama öte yandan önümüzdeki seçimsiz bu dönemde sizin de çizdiğiniz bu tablo karşısında Emek ve Özgürlük İttifakı gibi ittifaklara ihtiyaç var mı? Zira siz de ortak mücadeleye vurgu yapıyorsunuz. Öte yandan mesela 1 Mayıs'ta da gördük ki anti-demokratik uygulamalar sürüyor. Kürtlere savaş açmak için Irak'tan Amerika'ya birçok dış politika temasının da yapılıyor ve ekonomik krizin de yakıcılığı devam ediyor. Tüm bunların toplamında ortak bir mücadele alanında nasıl bir süreç işleyecek?
HDP’nin kurulmasıyla birlikte biz zaten ortak mücadelenin de önemini ortaya koymuş olduk. Hem Kürt Özgürlük Hareketi hem de Türkiye’deki sol-sosyalist hareketler bir araya geldi, HDP programı etrafında örgütlendi, birlikte mücadele yürüttüler. Bunun kazanımlarını 7 Haziran sürecinde de gördüler, günümüzde de aslında görülmeye devam ediliyor. Önemli bir adımdı.
Elbette ki ortak mücadele sadece seçimlerle sınırlı değil aslında her daim, her zaman birlikte mücadeleyi esas alan bir yol yöntemi de önümüze koyuyoruz. Genel seçimlerde taktiklerde eksiklikler vardı. Ondan kaynaklı da bir ittifak karşıtlığı açığa çıkmıştı. Fakat Wan’daki mücadeleyle birlikte aslında bu ittifakların öneminin tekrardan gün yüzüne çıktığını hem Türkiye halkları hem Kurdistan halkları görmüş oldu. O nedenle de önümüzdeki günlerde Emek ve Özgürlük İttifakı bir yenilenme programını önüne koyacaktır. Buna acil ihtiyaç da vardır. Zaten içerisinden geçtiğimiz siyasal süreç de bunu gösteriyor.
Tabii sadece bu da yetmiyor, bunu da genişletmek gerekiyor. Türkiye'nin batısında, Kurdistan'da bütün demokrasiden, özgürlükten, eşitlikten, adaletten yana herkesle yan yana gelmek gerekiyor. İstişare etmek gerekiyor. Çünkü önümüzdeki günlerde bir yeni anayasa tartışması da var. Yeni bir anayasa sürecini tartışacaksak mutlaka bu antidemokratik uygulamaların, baskıların, ağır hak ihlallerinin son bulması gerekiyor. En başta da İmralı’daki tecrit politikalarından tutun da bugün cezaevlerinde süren yoğun hak ihlallerine... Bu baskılara son verilmeden, bu anti demokratik uygulamalar kaldırılmadan atılacak hiçbir adımın da zaten bir samimiyeti olmayacak. Bizim de buna dönük zaten çalışmalarımız ve hazırlıklarımız var. Bizler eğer bir demokratik anayasa süreci olacaksa Türkiye'deki bütün demokratik kurumların bir araya gelmesi gerekiyor, diyoruz. Halka giderek bu süreci birlikte tartışarak yapalım, diyoruz. Tam da bu yüzden ortak mücadele önümüzdeki dönem artık Türkiye halkları ve Kurdistan halkları için çok daha hayati, çok daha önemli bir noktada. Bizler de bu konuda öncülük etmek anlamında elimizden geleni yapacağız.