Hukuksuzluk yaptırımsız bırakılıyor

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile ilgili ne iç hukukun ne de bağlayıcı uluslararası sözleşmelerin yerine getirildiğini kaydeden avukatlarından Rezan Sarıca, Türkiye’nin herhangi bir yaptırımla da karşılaşmadığını söyledi.

İMRALI'DA TECRİT

Son 13 yılda sadece 5 avukat ziyareti, neredeyse son 10 yılda sadece 5 aile ziyaretinin olduğu sıra dışı bir rejimin İmralı’da uygulandığını belirten Asrın Hukuk Bürosu’ndan Rezan Sarıca, “37 aydır ise Sayın Öcalan’dan en ufak bir haber bile alamıyoruz. İmralı, sosyal ve siyasal hayattan arındırılmış bir bölge haline getirilmiş durumda” dedi.

Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Rezan Sarıca, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki ağır tecrit koşulları, haber alamama hali, uluslararası hukuk kurumların tutumu ve küresel çapta yürütülen mücadeleyi ANF’ye değerlendirdi.

SIRA DIŞI BİR REJİM UYGULANIYOR

İmralı’da kesintisiz devam eden tecrit sisteminin, iç hukuk ve Türkiye’nin bağlı olduğu uluslararası hukuk normları açısından hiçbir şekilde izah edilemeyeceğini belirten Sarıca, özünde işkence ve tecrit üzerine inşa edilmiş çeyrek asırlık bir rejim olduğunu söyledi. Sarıca, “Anlaşılan bu rejimin yarattığı tahribat ya yetmemiş ya da istediği amacına ulaşamamış, çünkü ardı sıra ağırlaşan bir seyir izleye gelmiştir. Yasalar ve uluslararası sözleşmelerde yer alan düzenli hakların sağlanması yerine bugün hak ve özgürlüklerden tamamen arındırılmış bir süreci yaşıyoruz. Son 13 yılda sadece 5 avukat ziyareti, neredeyse son 10 yılda sadece 5 aile ziyaretinin olduğu sıra dışı bir rejim. 37 aydır ise Sayın Öcalan’dan en ufak bir haber bile alamıyoruz. İmralı, sosyal ve siyasal hayattan arındırılmış bir bölge haline getirilmiş durumda” dedi.

KABUL EDİLMESİ İMKANSIZ BİR DURUM

“Bağımsız ve tarafsız mahkemelerce verilmiş hüküm kadar tutukluluk koşullarının da hukuka ve insan onuruna uygun olması gerekmektedir” diyen Sarıca, şöyle devam etti: “Eğer tutulma hali insan onuruna aykırı ve sistematik işkence uygulamalarıyla yürütülüyorsa özgürlük ve güvenlik hakkı da ihlal ediliyor demektir. Biliyorsunuz ilk yargılama sürecinde adil yargılanma hakkı yerine getirilmemişti. Bugün gelinen aşamada da Sayın Öcalan’ın tutukluluğunun meşruluğu kalmamıştır. İçinden geçtiğimiz üç yılı aşkın haber alamama hali ise, yalnızca işkencenin en ağır hali değildir. Haber alamamanın/mutlak iletişimsizliğin olduğu bu koşullar, bütün hakların ihlal edilme potansiyelini de bağrında taşıyan kritik bir süreçtir. Devam eden uzun süreli haber alamama durumu, zorla alıkoyma veya zorla kaybetme rejimleri ve politikalarıyla da paralellik göstermektedir. Ulus üstü mekanizmalarda böyle yorumlanıp tespit edilmektedir. Böylesine ağır ve kabul edilmesi imkânsız bir durumla karşı karşıyayız. Kısaca İmralı sistemi, hem işkence yasağını hem özgürlük hakkını ihlal ediyor hem de diğer bütün hakların ihlal edilme riskini içinde barındırıyor.”

TÜRKİYE SÖZLEŞMELERE UYMUYOR, MÜEYYİDE UYGULANMIYOR

Abdullah Öcalan ile ilgili ne iç hukukun ne de bağlayıcı uluslararası sözleşmelerin yerine getirildiğini kaydeden Sarıca, şunları söyledi: “CPT’den tutalım da Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi ve AİHM’e kadar düzenli bilgilendirme ve taleplerde bulunuluyor. Hem biz ve sivil toplum örgütleri hem de hukukçu ya da parlamenterler aracılığıyla. Bu kurumlardan yıllar içerisinde İmralı tecridini tespit eden kararlar da çıkarılmıştı. En son İmralı rejimini Birleşmiş Milletler’e taşıdık ve oradan İmralı koşullarının sonlandırılması için ‘derhal avukatları ile görüşsün’ şeklinde tedbir kararı da çıktı. Bu karar halen geçerliliğini koruyor, uyulmasını bekliyoruz. Türkiye, bağlı olduğu uluslararası sözleşmelere uymuyor; Avrupa kurumları kendi kararlarına uygun davranmıyor. Ne Türkiye CPT’nin tavsiyelerine uyuyor ne de CPT yaptığı tespitlerin arkasını getiriyor. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’nden çıkardığımız tedbir kararına, AİHM’in umut hakkı kararına uygun adımlar atılmıyor.”

HUKUK, DEVLETLERE KURBAN EDİLİYOR

Bu gelişmelerin insan haklarını koruma; temel hak ve özgürlükleri sağlamakla görevli uluslararası sistemin devletler üzerinde etkili olmadığının da bir göstergesi olduğunu ifade eden Sarıca, sorumlu uluslararası kurumların, devletlerin çıkarları uğruna hukuk ilkesini heba ettiğini vurguladı. Bölgesel ve uluslararası mekanizmaların denge-denetleme-icra misyonlarının, birtakım politikalara heba edildiğini söyleyen Sarıca, “Özellikle 20-30 yıldır sürdürülen bölgesel ve küresel çatışma ve savaş hali, devletlerin en önemli öncelikleri. Bu otoriter, sömürü ve yok edici karakteri ile kar ve iktidar hesapları, insan hakları konusunda kaygı duymalarına da engel oluyor. İnsan hakları veya mekanizmalarına özlü bir yaklaşımları söz konusu değil. Hatta bunu toplumları ve halkları bastırma, törpüleme ve ikna etmenin bir aracı olarak görüyorlar” şeklinde konuştu.

İNSANLIK VİCDANI ABDULLAH ÖCALAN’DAN YANA

Devletler nasıl tarihsel bir denklemden geçiyorsa halklar ve toplumsal grupların da öylesi bir süreçten geçtiğine işaret eden Sarıca, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın koşullarını kabul etmeyen çok geniş bir kesimin varlığına dikkat çekti. Sarıca, şunları paylaştı: “Hem ülkede hem Avrupa’da hem de dünyada... Kimisi bunu savaşlara karşı barışçıl bir yaşam için, her şeye bahane edilen sorunlara gerçek bir çözüm için, kimisi kapitalist sisteme karşı demokratik bir düzen için, kimisi işkenceye karşı insan haklarından yana durduğu için yapıyor. Kimisi özgürlükçü bir dünya istediği için karşı çıkıyor. Birçok kesimin de kadın özgürlüğünün yaşam bulması, ekolojik doğal bir toplum için yaptığını görüyoruz. İşte Sayın Öcalan, dünyada bu kadar farklı kesimlerden çeşitli anlayışlardan insanları bir araya getiren, buluşturan kümülatif düşünce zenginliğini taşıyor. Deyim yerindeyse insanlık vicdanı kendinde toplanmış vaziyette. Bu yönüyle yürütülen özgürlük mücadelesini tarihi ve anlamlı buluyorum.”

TOPLUM, TUTSAKLARIN MÜCADELESİNİ SAHİPLENMELİ

İmralı tecrit sistemi ve Abdullah Öcalan’ın durumunun hapishanelerin hep gündeminde olduğunu; 2019’daki büyük mücadelenin, toplumsal ve siyasal dönüşüme yol açabilecek bir potansiyelle herkesi etkilediğini hatırlatan Sarıca, bugün de uzun bir süre “Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Kürt Sorununa Çözüm” kampanyası kapsamında dönüşümlü açlık grevinin ardından aile, telefon, mahkeme ve yer yer avukat görüşmelerine çıkmamanın sürdüğünü söyledi. Bunun tutsaklar açısından savunma hakkı başta olmak üzere birçok mağduriyete; aile ve toplumsal bağlar açısından ciddi bir mahrumiyete yol açacağından psikolojik, sosyal ve manevi bütünlüklerini de zorlayabileceğini belirten Sarıca, şunları ekledi: “Keza aileleri açısından da bu geçerli. Mahpuslar, bunu İmralı mutlak tecridine, Sayın Öcalan’dan haber alamama koşullarına bağlı olarak yaptıklarını deklare etti. Benzer koşullarda kalarak İmralı tecridini protesto ediyorlar. Bu eylemleri kendilerini ne kadar zorlayacaksa haber alamama koşullarının Sayın Öcalan ile diğer müvekkillerimizi ne kadar etkilediği konusunda herkesi düşünmeye sevk etmiş oluyorlar. Aslında İmralı’da 25 yıldır bu koşullar sistematik şekilde uygulanıyor. Mahpuslar böylece İmralı tecrit rejiminin ne kadar özel ve olağanüstü, ne kadar ayrımcı olduğunu yeniden gözler önüne sermiş oluyor. Dolayısıyla hem Abdullah Öcalan’ın koşullarının anlaşılması ve bu konuda empati kurulması hem de mahpusların yaşayacağı potansiyel mağduriyetlerin görülmesi gerekiyor. Bunları sonlandıracak gelişmenin de mahpusların açıkladıkları amaç doğrultusunda bir an önce tecrit uygulamalarının sonlandırılması, Sayın Öcalan’dan yüz yüze veya doğrudan haber alınması olacağını belirtebilirim.”