IMF, iklimin en büyük katillerinden biri

IMF’nin kredi karşılığında gerçekleştirilen uyum politikaları çerçevesinde ülkeler, daha çok sera gazına salınımına sebep oldu. Şimdiyse IMF, “Yeşil Finans” adı altında yeni kredi fonları veriyor.

İKLİM VE IMF

Dünya 2020’de küresel salgınla boğuşurken Uluslararası Para Fonu (IMF) hem salgınla mücadele için hem de iklim krizine yönelik bir “Yeşil İyileşme” çağrısı yaptı. Bu çağrı, IMF’nin kredi musluklarına yeşil şart getirmesiyle oldu. IMF Başkanı Kristalina Georgieva, Mayıs 2020’de yaptığı bir konuşmada “Yeşil İyileşme daha iyi bir toplumu mümkün kılacak” diyerek IMF’nin düşük karbona geçiş için 10 yıl boyunca her yıl 2,3 trilyon dolarlık yatırım öngördüğünü belirtti. Aynı fon, değişen ekonomi yönetimiyle Türkiye’de de geçen yıl Kasım’da duyuruldu. Özellikle Orta Vadeli Plan ve 12. Kalkınma Planı, IMF’den övgü alan Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Türkiye’nin ‘Yeşil Fonu’nu açıklamıştı. Dünya Bankası ile iş birliği içinde geliştirilen projeler çerçevesinde, Türkiye Yeşil Fonu için ayrılan 155 milyon dolarlık kredinin, fonun büyüklüğünü artırmak ve diğer yatırımcıları çekmek amacıyla kullanılacağı belirtilmişti. IMF kendi sitesinde Yeşil Finans başlığıyla anlattığı bu sistemin şöyle işlediğini ifade ediyor: “Uzun vadeli kurumsal yatırımcılar, iklimle ilgili risklerin yeniden dengelenmesine ve yeniden dağıtılmasına ve finansal istikrarın korunmasına yardımcı olabilir. Riskten korunma araçları (örneğin, afet tahvilleri, endeksli sigorta) artan doğal afet riskine karşı sigortalamaya yardımcı olur ve diğer finansal araçlar (örneğin, yeşil hisse senedi endeksleri, yeşil tahviller, gönüllü karbondan arındırma girişimleri) yatırımın ‘yeşil’ sektörlere yeniden tahsis edilmesine yardımcı olabilir.”

105 FOSİL ALTYAPI

IMF ve Dünya Bankası’nın ‘Yeşil İyileşme’ ve ‘Yeşil Finans’ adı altında dağıttıkları kredilerin katkısı şüpheli. İklim aktivisti Robin Jaspert, Neues Deutschland gazetesinde yer alan yazısında IMF’nin ‘Yeşil Finans’ından önce Mozambik’teki sera gazı salınımına sebep oluşunu anlatıyor. IMF, 2016’da, Mozambik'te keşfedilen sıvı gaz rezervlerinin kullanılmasıyla, 2021’e kadar ülkenin ekonomik olarak büyüyeceğini söylüyor. Fon, fosil çıkarma yöntemlerinin izlenmesini sağlamak amacıyla fosil endüstrisi için kapsamlı vergi indirimleri uygulayıp ve yatakların geliştirilmesi için kolaylıkla fon sağlıyor. Ancak plan işe yaramıyor ve IMF'nin tedbirleri, 750 binden fazla insanın evini kaybetmesine neden olduğu gibi kaynayan bir silahlı çatışmayı da körüklüyor. Beklenen ekonomik büyüme gerçekleşmediği gibi sonuç, ekolojik bozulma ve artan sera gazı emisyonları oluyor. Jaspert, bunun münferit bir vakadan daha fazlası olduğunu araştırmalara dayanarak anlatıyor. Jaspert, 2015 ile 2021 yılları arasında IMF tarafından fosil altyapının finanse edildiği tıpkı Mozambik gibi 105 vakanın da belgelendiğini ortaya koyuyor.

IMF’NİN HAVUÇ VE SOPASI

Jaspert’in yazısında bahsettiği bu vakaları ve sera gazı emisyonlarını inceleyen Illinois Üniversitesi'nden sosyolog Matthew Soener, “IMF Programları Sera Gazı Emisyonlarını Artırıyor mu?” başlıklı makalesinde, IMF’nin iklimin en büyük katillerinden biri olduğuna dair deneysel çalışmalar ortaya koyuyor. Jaspert’in de bahsettiği bu makalede Soener, 1977’de başlayan ve 1991’e kadar süren bir kredi anlaşmasıyla IMF’den ilk kredi alan ülkelerden biri olan Jamaika’yı ele alıyor. Jamaika’nın IMF’nin "yapısal uyum" programlarını deneyimleyen ilk ülkelerden biri olduğunu hatırlatan Soener, yapısal uyum programı çerçevesinde GSYİH'nın yüzde 30’dan yüzde 50’ye yükseldiğini, tarım ihracatının ise yüzde 30 arttığını belirtiyor. IMF'nin gözünde bunların olumlu işaretler olduğunu kaydeden Soener, ancak kaynak çıkarma ve ihracata yönelik arazi kullanımının yoğunlaştırılmasının ciddi çevresel tehlikeler taşıdığını yazıyor.

Matthew Soener, 1977 ile 1991 yılları arasında Jamaika’daki sera gazı (GHG) emisyonlarının 11,5 megatondan 13 megatona yükseldiğini, ayrıca büyük ölçüde tarımdan kaynaklanan metan (CH4) emisyonlarının da yüzde 50 arttığını kaydediyor. Matthew Soener, bu artışların tesadüf olmadığını ise şöyle anlatıyor: “Jamaika örneği, IMF'nin üretimi iklime zarar verecek şekilde nasıl değiştirebileceğini gösteriyor. ‘Küresel Güney’ olarak adlandırılan ülkelerin çoğu, ödemeler dengesi sorunlarını önlemek için dış pazarlara bağımlıdır. İhracat özellikle bu sorunu çözmenin önemli bir yoludur. Eğer bir ülke IMF kredisine ihtiyaç duyuyorsa bu krediye ilişkin koşullar ekonomiyi liberalleştirecek ve kredinin kendisinin de elbette ki yeniden yapılandırılması gerekecektir, yani geri ödeme yapması şarttır. Bu durum, borçluları güçlü bir şekilde kısıtlamaktadır. Manley'in terminolojisinde bunun adı ‘sopa’dır. ‘Havuç’ ise bu ülkelerin ekonomik olarak yapabileceklerdir: Mahsüller, metaller, yakıt, ormancılık ve gıda gibi birincil sektör emtialarının yanı sıra işlenmiş malların üretimini ve satışını artırmak. Dolayısıyla piyasa yanlısı baskı, yoğun arazi kullanımı, doğal kaynak stoklarının metalaştırılması ve endüstriyel kirliliğin artması yoluyla daha yüksek emisyonlara yol açmaktadır.”

Soener, araştırmasında 1970’den 2018’e kadar Annex - 1 Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü üyesi sanayileşmiş ve aynı zamanda ekonomik geçiş sürecindeki ülkeler dışı emisyonun 7,3 gigaton CO2 eşdeğerinden (GtonCO2e) 31,6 GtonCO2e'ye yükseldiğini ifade ediyor. Ayrıca Çin ve Hindistan’ın bu kategorinin dışında bırakıldığında bile aynı yıllarda emisyonlarda yüzde 189'luk bir artış olduğunun altını çiziyor. Bu çerçevede gelişmekte olan ülkeleri markaja alan Soener, kalkınmayı ve kaynak kullanımını şekillendirmede önemli bir rol oynayan IMF'ye odaklanıyor. Böylelikle IMF'nin emisyonları nasıl etkileyebileceği çerçevesinde bu verileri ele alıyor.

ÜÇLÜ MEKANİZMA

Robin Jaspert, Matthew Soener’in ortaya koyduğu bu kalkınma ve sera emisyonlarının bağına dair mekanizmanın nasıl çalıştığını ise şöyle özetliyor: “Bu, birbirine kenetlenen üç mekanizma aracılığıyla çalışır;

 * Birincisi, IMF'nin hükümet harcamalarını kısmak gibi eylemleri nedeniyle yerel para biriminin değeri düştüğünde, ihracat için mal üretmek ortalama olarak yerel pazar için üretmekten daha çekici hale gelir. Yerel para biriminin uluslararası rezerv para birimleri ve komşu ülke para birimleri karşısında değerinin artması nedeniyle ihracat getirileri yerel pazardaki satışlara göre daha yüksek olmaktadır. 

* İkinci olarak IMF, yapısal reformlarda yatırım ve ticaretin serbestleştirilmesini öngörüyor; bu da yerel ekonomiye beklenen getirisi yüksek daha fazla yabancı sermayenin yatırılmasıyla rekabet baskısının artmasına yol açıyor. Ayrıca gümrük tarifelerinin serbestleştirilmesi, ihraç edilen malların maliyetini de azaltmaktadır. 

* Üçüncüsü, yapısal reformlar devlet bütçesi üzerinde baskı yaratıyor. Bir yandan devletleri harcamalarını azaltmaya zorluyorlar, bu da iç talebi büyük ölçüde azaltıyor ve sonuç olarak iç pazar için üretim yapmayı daha az çekici hale getiriyor. Öte yandan, ekonomik üretimi canlandırmak amacıyla vergi gelirleri azaltılıyor, bu da zayıflayan tedbirler nedeniyle devlet borçlarının ödenmesini zorlaştırıyor ve IMF kredilerine bağımlılığı artırıyor. Bu, 2007'deki mali kriz ve küresel salgınının patlak vermesinden bu yana artan bir kısır döngü yaratıyor: 2009'dan 2021'e kadar IMF ve kardeş kuruluşu Dünya Bankası'nın Küresel Güney'e verdiği kredi hacimleri şu ana kadar arttı: Yaklaşık 573 milyar ABD doları, mutlak anlamda neredeyse üç katına çıktı.”

TÜRKİYE’DEKİ PROGRAMIN BENZERLİĞİ

Özellikle iç talebin kısılması, Türkiye’de IMF’nin de takdirini kazanan Şimşek programıyla birebir uyumlu. IMF’siz IMF programı denilen bu program, bir yandan iklim krizine sebep olacak tüm yöntem ve araçları kullanırken diğer yandan Dünya Bankası’ndan alınan kredilerle “Yeşil Fon” kuruyor. Soener makalesinde, IMF programlarının 1980'den 2018'e kadar 130 ülkenin sera gazı emisyonları üzerindeki orta ve uzun vadeli etkilerini inceliyor. Varılan sonuç ise IMF’nin yapısal reformları koşullarının sera gazı emisyonlarını artırmak için ihracat odaklı bir ekonomik modele yönelmesi. Bu etki, IMF programlarına birden fazla kez katılmış olan devletler için daha da artmakta. Bunun nedeni, zorunlu reformların para biriminde devalüasyonlara, serbestleşmeye ve mali baskılara yol açması ve bunların üçünün de artan sera gazı emisyonları da dahil olmak üzere ekstraktivist (Harfiyatçılık, kazıp çıkarma – çıkarıp sömürme) bir modeli güçlendirmesi.