PKK Yürütme Komite Üyesi Duran Kalkan, Zap'tan Dersim’e yoğunlaşan savaşı ve mücadeleyi, yine sokaklara taşan faşist tehdidi, Rojava Devrimine dönük gelişen tasfiye saldırılarını ve 42. yıl dönümünde 14 Temmuz’u Medya Haber Tv’ye değerlendirdi.
Gündem yoğun, ciddi bir hareketlilik var. Bu gündeme ana karakterini veren tecrit ve tecride karşı mücadeleyle başlayalım...
Öncelikle Önder Apo’yu saygıyla selamlıyorum. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için küresel özgürlük hamlemiz temelinde mücadeleyi yürüten herkesi selamlıyorum. Başarılar diliyorum.
Bütün her şeyin temelinde Kürt sorunu var. Dolayısıyla Kürt sorununun yönetim yeri olarak İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemi var. Önder Apo’nun böyle bir sistem içinde tutulması var. Kürt sorununu yaratan çevreler bu çerçevede bir kelimesinin bile dışarıya çıkmasından korkuyor. Bu anlamda tecrit, işkence, soykırım devam ediyor. Tabii buna karşı mücadele de devam ediyor. Önce de değerlendirdik; her şey mücadeleyle, hem de 24 saat dişle, tırnakla sökülüp alınan mücadeleyle kazanılacak. Bu gerçeklik daha fazla yayılıyor, derinleşiyor. Bu anlamda önemli yayılan bir mücadele var. Hukuki mücadele var, kitlesel mücadele var. Gerillanın kahramanca direnişi var. Hareket olarak, halk olarak, tüm devrimci demokratik sol sosyalist dostlarımız olarak küresel düzeyde Önder Apo’nun fizik özgürlüğünü ve Kürt sorununun çözümünü hedefleyen bir mücadele yürütüyoruz. Bu mücadelenin hukuki boyutu da gittikçe gelişiyor.
Daha önce de ifade ettik; bu İmralı sisteminin hiçbir hukukta yeri yoktur. Her şeyiyle zayıftır ama en zayıf yanı da hukuki yandır. Bu daha fazla açığa çıkıyor. Bütün çevrelerden, özellikle hukuki çevrelerden baskı var. Paris Barosu, CPT üzerinden girişimde bulundu. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’nin çağrısı oldu. Avukatlar CPT'ye dair önemli bilgiler verdi. Biz daha önce de ifade etmiştik; bu CPT'nin gerçek durumu nedir, anlayalım diye. Ama avukatlar gerçek durumu ortaya koydular. Örneğin Azerbaycan da müdahil olmuş. İmralı için bir şey diyemeyiz dedikleri hususlar çerçevesinde Azerbaycan’da demişler. Demek ki öyle değil yani. Bu anlamda CPT'nin, dolayısıyla Avrupa Konseyi’nin siyasi yaklaşımı esas. Dolayısıyla o nedenle hukuki yaklaşmıyorlar, görevlerini yerine getirmiyorlar.
Dahası avukatlar açıkladılar. 2012’den bu yana AİHM'in aldığı kararlar uygulanmıyor. AİHM işkenceye parmak basmış ama bu kararları uygulatamıyor. AİHM'le sorumlu kurumlar uygulatamıyorlar. Yani AKP-MHP faşizmi, soykırımcı zihniyet ve siyaseti böyle pervasızca davranışı bu tutumdan alıyor. Aslında uluslararası demokratik kurumlar denen, Avrupa’nın insan hakları kurumları denen kurumları, aslında görev ve sorumluluklarının gereğini yerine getirmiyorlar. Yani hukuki, demokratik davranmıyorlar. İnsani davranmıyorlar. Sonuna kadar çıkarcı, siyasi davranış içerisindeler. Dolayısıyla bu suçun suç ortağı oluyorlar.
Buna karşı kitlesel mücadele de önemli. Her alanda gelişen, dünyanın dört bir yanına yayılan bir mücadele var. Kuşkusuz bunu çok daha fazla geliştirmek, büyütmek, sürekli kılmak, yaygınlaştırmak gerekli. Asla Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen hamlesel mücadele zayıflatılamaz. Geri çekilemez. Tam tersine sürekli geliştirilmesi, büyütülmesi gerekli.
Yine birçok sorun var tabii. Kürtler, kadınlar, gençler, halklar, Türkiye halkları, dünyada işçiler, emekçiler, herkesin sorunları var. Ekonomik, siyasi, demokratik, insan hakları sorunları var. Bunlar için mücadele ediliyor. Fakat elbette bu mücadeleler olmalı. Özellikle Türkiye’de AKP-MHP faşizmine karşı mücadele olmalı. Her türlü sorun temelinde de antifaşist mücadeleyi geliştirmek lazım ama bu mücadeleleri Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için yürütülen hamlesel mücadeleyle birleştirmek gerekli. Ondan kopuk olamaz yani. Ortak payda, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadeledir. Çünkü herkesin özgürlüğü ve demokratik yönetime ulaşması, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için yürütülen mücadeleye bağlı. Kürt halkının da, kadınları, gençlerinin de, Türkiye halklarının da, insanlığın da özgür ve demokratik olması, aslında İmralı işkence, tecrit ve soykırım sisteminin yıkılmasına, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlanmasına bağlı. Önder Apo şöyle demişti: “Ben yaşamımı Kürt halkının varlığı ve özgürlüğüyle yüzde yüz birleştiremeseydim, sorunları bu kadar doğru anlayamaz, çözümleyemez, bu kadar başarılı çalışma yapamazdım.” Şimdi Kürt halkı olarak, kadınlar, gençler olarak, tüm halklar olarak biz de varlığımızı ve özgür demokratik yaşamımızı Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadeleyle yüzde yüz birleştirmemiz gerekli. Başarının yolu buradan geçiyor. Özgürlüğü ve demokrasiyi kazanmanın yolu kesinlikle buradan geçiyor. Bu bakımdan da bütün özgürlük ve demokrasi mücadeleleri Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü mutlaka temel bir gündem olarak içermek durumunda. Buna hepimiz dikkat etmeliyiz. Güçlerimizi, imkânlarımızı böyle parçalamamalıyız.
Halkın bütün kesimlerinin mücadelesi var. Gençlerin mücadelesi var. Özellikle yurt dışında, son Paris’te gençler etkili eylemler yapıyorlar. Tabii yapmalılar. Kürt gençlerinin de aslında bölgenin ve dünyanın Önderlik paradigmasından etkilenen gençlerin de temel gündemi Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadele olmalı. 24 saat böyle bir mücadele konumunda bulunmalılar. Çünkü başka şey olamaz yani. Başka bir biçimde var olmak, özgürlük mücadelesi yürütmek, başarı elde etmek mümkün değil. O bakımdan da özellikle Kürt gençliği buna öncülük etmeli, ediyor. Bütün Kurdistan parçalarında, yurt dışında her türlü sorunla da ilgilenmeli. Bütün mücadeleleri yürütüyor. Ama tabii bütün mücadelelerin merkezinde Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadele var. Çünkü bütün sorunları ayakta tutan bu faşist, sömürgeci, soykırımcı, zihniyet ve siyasetin gelişimine yol açan İmralı işkence tecrit ve soykırım sisteminin varlığıdır. Önder Apo’nun böyle bir sistem içinde tutulmasıdır. Yani Kürt sorunudur. Kürtlere karşı soykırım uygulanıyor olmasıdır. Kürt sorununun çözümsüzlüğüdür. Onun için Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüyle Kürt sorununun çözümü etle tırnak gibi birbirine bağlı. Kürt gençliği de böyle bir mücadelenin öncüsü olduğuna göre o halde yani küresel özgürlük hamlemiz çerçevesinde her alanda eylemsel etkinliklerini daha çok geliştirmeli, sürekli kılmalı. Bir de tüm halkın, halkların emekçilerin mücadelelerine öncülük etmeli.
FAŞİST TERÖRE KARŞI DEVRİMCİ ŞİDDET TEMELİNDE MÜCADELE ETMELİYİZ
Savaş, Medya Savunma Alanlarında yoğunlaşmış durumda. Böylesi bir dönemde gözler Zap’ta, Metina’da. Bakur’da Haziran’la birlikte gelişen gerilla eylemselliğini gördük. Bunu nasıl görmek, anlamak lazım?
Evet, ben öncelikle Bakur direnişinde şehit düşen Şêxmus, Bêrîtan ve Brûsk yoldaşlar şahsında tüm şehit yoldaşları sevgi ve minnetle anıyorum. Gerçekten de onları doğru anlamak, anılarına doğru sahip çıkmak gerekli. Bu her zamanki mücadele gibi değil. Bugünkü koşullarda Bakur’da böyle bir direnişi geliştirmenin farklı anlamı var. Bu çerçevede Avaşîn’den Gever'e, Zagros’un alanlarında eylemler oldu. Botan’da çatışmalar oldu. Gabar’da, Mawa’da çatışmalar oldu. Mêrdîn’de, Kerboran hattında çatışmalar oldu. Zaten Serhat hattında çatışmalar oluyor. Yani AKP-MHP faşizmi baharla birlikte, özellikle de yaza doğru giderken her alanda operasyonlar başlattı. Yani Bakur’un her tarafı da savaş alanı. Diğer yandan kentlerde direnişler var. HBDH milisleri hemen her gün savaşıyor. YPS savaşçıları savaşıyor. Kentlerde de böyle bir direniş süreci var. Bakur’da gittikçe böyle gelişen, canlanan bir antifaşist, birleşik savaş, bir birleşik devrim mücadelemiz gerilla ve milis eylemleriyle Bakur’da gelişme gösteriyor. Bu yeni ve önemli olan bir durum. Son 1-2 yıla göre önemliydi. Doğru anlaşılması kesinlikle önemliydi. Tabii daha fazla geliştirmek, yaygınlaştırmak gerekli. Bu anlamda direnen, mücadele yürüten herkesi selamlıyorum. Eylemlerini, direnişlerini de kutluyorum. Daha fazla geliştirmemiz gerekiyor.
AKP-MHP faşizmine karşı mücadeleyi başarıyla yürütebilmek, sonuç alabilmek için onların anladığı dille savaşmak kesinlikle gerekli. Bu bakımdan da Bakur’un, Türkiye’nin bütün alanlarını; dağlarını, ovalarını, şehirlerini bir antifaşist savaş ve direniş alanı haline getirmeliyiz. Faşist teröre karşı devrimci şiddet temelinde mücadele etmeyi bilmeliyiz. Faşist saldırganlardan hesap sormayı, intikam almayı bilmeliyiz. Bu olmazsa, yani yaptıklarının hesabı sorulmazsa, her saldırının misillemesi yapılmazsa faşizmi kırmak, faşist saldırganlığı durdurmak, kitleleri harekete geçirmek mümkün olmaz. Bu bakımdan da özellikle devrimci demokratik güçler, sol sosyalist güçler mücadelelerini daha çok radikalleştirmeli, daha etkili hale getirmeliler. İşte mevcut gerilla ve milis eylemleri bunu içeriyor, buna öncülük ediyor. HBDH gerçekten de önemli bir düzeyi tutturdu. Aslında kuşkusuz bize göre çok daha ileri ve güçlü olması gerekiyor. Ayrı bir konu. Fakat mevcut olan da oldukça önemli. Bunu çok daha güçlendirmeli, geliştirmeliyiz.
Zap ve Metîna hattına dönük yeni saldırılar gündemde. KDP ve Irak’ın desteklediği bu işgalle ilgili bilgiler nedir? Alandaki son durum nedir?
3 Temmuz’la birlikte bazı yeni durumlar var. Zap, Metîna savaşı, bütün Medya Savunma Alanlarındaki savaş konusundaki durumu, tutumumuzu eşbaşkanlığımız açıkladı. İlgili HPG kurumları günlük olarak kamuoyuna bilgiler veriyorlar. Yani nelerin olduğu biraz biliniyor. Yeni olan nedir? Yeni olan şu. TC’nin zırhlı birlikleri, tankları ve zırhlı araçları, Irak ve KDP yönetiminde olan yollardan rahatlıkla hareket ederek bazı yerlere konumlandılar. Bazı yeni yerleri tutuyorlar. Bu temelde işgal saldırılarını yürütmek istiyorlar. Buna Irak devleti ses çıkarmıyor, onay verdi. KDP pratikte zaten destek veriyor, yardımcı oluyor. Kendi yerlerini boşaltıyor, Türk birliklerine veriyor. Birçok alanda denetim Türk ordusunun TC birliklerinin eline geçiyor yani. Böyle bir konum var. Buna Bağdat’ta karar verdiler. Mesut Barzani Bağdat’a gitti. Onay verdiler ve birlikler 3 Temmuz gecesinden itibaren böyle hareket etti.
Bu işgal saldırıları biliniyor. Yeni başlayan şeyler değiller yani. Türk ordusu 26 Ağustos 2016 günü Suriye’ye dönük Cerablus’tan, Irak’a dönük de Çukurca üzerinden sınırı geçen işgal saldırıları başlattı. Yani aradan 9 yıl geçti. 9 yıllık bir savaş temelinde böyle bir durum var. O gün Mesut Barzani de Ankara’daydı. Yani nasıl 3 Temmuz’da bu saldırı başlarken -bu saldırıyı başlatın onayını Bağdat verdi- Mesut Barzani Bağdat’taydı ise, o zaman da saldırı emrini veren Ankara’ydı; Mesut Barzani Ankara’daydı. Birlikte karar verdiler. Birlikte emir verdiler. Kurdistan’a dönük işgal ve ilhak saldırısının altında Mesut Barzani’nin imzası var, herkesten fazla. Herkesten çok o çalışıyor. Bütün kirli işlerin altında onun imzası çıkıyor yani. Bu durumu görmek lazım. Yani bu mevcut saldırılar yeni şeyler değil, işgal temelindeki saldırı bu zaman başladı. 2020, 2021, 2022’de farklı bir düzey kazandı. En son 16 Nisan 2024 tarihinde Metîna hattında yeniden bir saldırı sürecini AKP-MHP faşizmi başlattı. Bunu karargahımız açıkladı. Parça parça alan tutma şeyiydi. Boş kalan yerleri tutma, yeni yerlere böyle adım adım hareket etmek, küçük küçük yerleri tutarak alan üzerinde daha geniş yer tutma şeyini ifade ediyordu. Böylece Metîna’nın birçok alanına girmeye çalıştılar. 3 Temmuz’dan itibaren ise karadan, asfalt üzerinden; yani Bamernê, Enîşkê, Qadîşê, Amediyê, Derelûk ve Şeladizê asfaltı üzerinden tanklar, zırhlı birlikler hareket ediyorlar. Geldiler, Sergelê hattını tutmaya çalışıyorlar. Derelûk hattını tutmaya çalışıyorlar. Yani Zap Vadisi’ni... Zap’ın bir parçası olan Derelûk Vadisi’ni... Aslında Metîna ve Batı Zap alanını tümüyle güneyden zırhlı birliklerle yoldan kuşatmak istiyorlar. Diğer yandan ise hava saldırıları yapıyorlar. İndirme yapmaya çalışıyorlar. Bazı yerlere, Metîna sırtlarına, Batı Zap’ta Bahar Tepesi diye ifade edilen tepeyi tutmak istiyorlar.
FİİLİ İLHAK GELİŞTİRİLİYOR
Şöyle ifade edebiliriz. Daha önceki süreçte askeri saldırı, havadan vurup indirme yapma, karadan arazide yol açarak ilerlemeyd. Türk ordusu bu biçimde yıllardır uğraştı, bazı alanlara girdi ama başarılı olamadı. Sonuç alamadı. Örneğin bir tepeyi üç senedir düşüremedi. Bu kadar saldırmasına rağmen o kadar darbe yedi gerilladan. Gerilla direnişi boşa çıkardı. O tarzda artık sonuç alamayacağını gördü. Şimdi KDP ile, Irak ile, kıştan beri yürüttükleri birçok diplomasi, pazarlıklar sonucunda, yani zırhlı birliklerle girerek alan denetimini alarak sonuç almak istiyorlar. Yani işgal edemedikleri yerleri işgal etmek, giremedikleri yerlere girmek, gerilla direnişini kırmak istiyorlar. Bunun için yol kontrolleri yapıyorlar. Orada her şey, yönetim giderek TC’nin eline geçiyor. Belirttiğim hattı, sınırı oluşturuyor TC. Onun kuzeyinde kalan bütün alan, fiilen Türk devletinin yönetimine geçmiş oluyor. KDP ve Irak idaresinden çıkıyor. İlhak budur işte. Fiili ilhak geliştiriliyor. Bunu ilhak olarak ifade ettiler. Doğru olan da bu. Anladık ki Irak ve KDP yönetimleri sınırdan 20 kilometre civarı bazı yerlerde aşıyor. Derinlikte bir araziyi tampon bölge adıyla TC devletine satmışlar yani. Bazı şeyler karşılığında… Ne alıyorlarsa o kadar ekonomik ilişkiler kuruyorlardı. Anlaşmalar yaptıklarını söylüyorlardı Irak yönetimiyle.
KDP zaten uşaklık yapıyor. Onun yaptığına kesinlikle başka bir şey denmez. Böylece geniş bir bölge TC’ye satılmış oluyor. Bunu herkesin böyle bilmesi gerekiyor. Dünya kamuoyunun, Başûr halkımızın, Irak halklarının böyle görmesi gerekli. 3 Temmuz’dan itibaren bu resmen onaylandı. Bunu kabul etmiş oldu. Irak ve KDP yönetimlerinin 3 Temmuz’da karar verdiği budur. Bu temelde köyleri boşaltıyor, durmadan köyleri bombardıman ediyor. O Metîna köylerini, Berwarî köylerini, Metîna’nın diğer alanlarındaki bütün köyleri, hepsini boşaltıyor. Böylece Xakurkê, Avaşîn, Zap, Metîna, Heftanîn alanları tümden TC’nin askeri ve idari denetimine giriyor. Toplumu oradan sürmek, boşaltmak istiyor, yakıyor, yıkıyor. Yüzlerce köyü zaten yapmış. Şimdi her gün bombardımanlarla, yasak silahlar kullanarak, korku vererek insanları kaçırmaya çalışıyor. Mevcut durum bu.
SONUCU GERİLLA, BAŞÛR VE IRAK HALKININ TUTUMU BELİRLEYECEK
Peki bu biçimde tutar mı böyle? TC’nin isteği bu. Irak’la KDP’nin kabul ettiği de böyle. Ama buna karşı gerillanın büyük bir direnişi var. İşte her gün çatışmalar, eylemler oluyor. Günde 10-15 eylem de yapılıyor. Yeni yerlere; işte bir tepedir, Bahar Tepesi denen yerle uğraşıyor. Daha küçük bir yere az bir güç indirdiğini basın ifade etti. Helikopterler vuruluyor, indirme yapamıyor. Yani direniş var. Kamuoyunun tutumu ne olacak? Sonucu gerillanın direnişi, Başûr ve Irak halklarının, bir de Kürt halkının ve kamuoyunun yaklaşımları, tutumları belirleyecek. Onların talebi, istemi kesinlikle bu. Bu durumu kısaca böyle özetleyebiliriz.
TC 2024 İÇİN PLANLADIĞINI YAPAMADI
Peki bu ne anlama geliyor? Aslında Tayyip Erdoğan, 40 kilometre verin, diyor. Yani bunu o düzeyde genişletmek istiyor. Kış boyu yapılan pazarlıklarda bu da vardı. Devlet Bahçeli ise Musul’la Kerkûk’ün tümünü alacağız, diyor. Resmen açıklama yaptı yani. Başûr halkımızın da, Irak halklarının da bilmesi, görmesi gerekli. Fakat öyle anlaşılıyor ki şimdiye kadar böyle bir saldırı yapmada güç bulamadılar, imkân bulamadılar. Başarılı olacaklarına inanmıyorlar. Tayyip Erdoğan ilan etmişti; işte 2024 yazında Irak’ta PKK’yı halledeceğiz diye. Yazın ortasına geldik, henüz daha birkaç tepeye indirme yapmakla, oraları ele geçirmekle uğraşıyor. Aslında Medya Savunma Alanlarının birçok yerleri vardı. Oralara saldırı olacak deniliyordu. Yapamadı, güç bulamadı. Bir defa onu görmek lazım. Yani;
Bir; TC, 2024 için planladığını yapamadı. Mevcut olan en asgari plandır.
İki; 3 Temmuz’da başlayan gerçekten de ilhaktır, fiili bir ilhak gelişiyor. Yani geniş bir alanda yönetim, idare, tampon bölge adıyla TC’nin eline geçiyor.
Üç; bu sahada da sonucun ne olacağı belli değil. Yani karadan yollar açarak, havadan indirmeler yaparak araziye girme, tutma tarzıyla başarılı olamadı.
Şimdi bu zırhlı birlikler ne kadar güç katacak? Tabii o görülecek. Biraz durum farklı oldu. Öncesinde başarısızlık var burada. Yani direnişin, gerilla direnişinin gücünü, başarısını görmek lazım. Geçtiğimiz kış devrimci operasyonlar gerçekten de çökertici darbe vurdu. Bunları böyle net ifade edebiliriz.
YURTSEVER HALK, GERİLLA KESİNLİKLE DİRENECEK
Bu temelde şunları eklemek isterim. Öncelikle Tepê Bahar’da, bütün Delil, batı Zap tepelerinde, bütün Metîna’da kahramanca direnen gerillayı saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Direneceğiz biz yani, herkes bilsin. Gerilla direnecek. Gerilla ve yurtsever Kürt halkı Kürt özgürlüğü için Kurdistan’ın işgaline ve soykırımcı saldırılarına karşı sonuna kadar direnecekler. İşbirlikçiler, hainler nasıl yaparlar, o onların bileceği iş. Onlarla da mücadele olur tabii. Ama yurtsever halk ve Kurdistan özgürlük gerillası kesinlikle direnecek.
Diğer yandan bu sahada savaş şöyle sürüyor bir de. Zırhlı birlikleri, özel kuvvetleri, seçme güçleri oluyor Türk ordusunun. Ama diğer alanlarda tepelere indirdikleri, halka saldırttıkları çeteler oluyor. Başta DAİŞ olmak üzere... Yani gerçekten AKP-MHP, orada KDP ve DAİŞ ile birlikte diğer birçok çete örgütledi. Suriye’de, diğer yerlerde... O çetelerin birçok grubu var. Bunlar bulunuyorlar, saldırı yapıyorlar. Savaşı bunlar yürütüyorlar. Bu da yetmedi, korucuları getirmek istiyorlar.
Ne diyebiliriz bu durumda? Merkez Karargâh Komutanlığımız korucuları uyardı. Biz ona katılıyoruz. Yani delilik etmesinler. Hesabını kötü verirler. Hiç kimse böyle bir uğursuz, kötü, alçakça saldırıya alet olmamalı yani. Sonra da bedelini ödeyince niye böyle oldu dememeli. Bu kesinlikle önemli bir durum. Diğer yandan yönetimimiz Irak için, KDP için söyledi, açıklamalar yaptı. Yani bu kadar olmaz. Ya artık onlar devlet, yönetim olma vasıflarını kaybetmiş oluyorlar. Yani kendilerinin güya denetimlerine verilen toprakları başkalarına bu biçimde satmış durumdalar. Onlar kötü yaptılar. Özellikle Irak yönetimi kötü yaptı. Halbuki DAİŞ’e karşı mücadelede övgüler diziyordu. İlişkilerimiz de vardı. Ama şimdi bazı hesaplar, bazı çıkarlar karşılığında, basit maddi çıkarlar karşılığında dostla ilişkilere halel getirilmemeliydi. Derler ya bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır. Ama demek ki öyle bir yönetim olamadığını görüyoruz mevcut Irak yönetiminin. Irak halkları, Güney Kurdistan halkımız için denilecek şey ise, gerçek görülmeli. Durum gerçekten de ciddidir. Çok ciddi. Bu göz göre göre oluyor. Yani kendi toprakları şey ediliyor, bir tarafta halk boşaltılıyor. Eğer başarabilirse bununla yetinmeyecek. Yani Kerkûk’ü, Musul’u hep “alacağız” diyorlar. Gözleri Süleymaniye kadar her tarafı ele geçirmek AKP-MHP faşizminin. O halde buna karşı tepki daha fazla olmalı. Daha çok mücadele edilmeli. Örgütler, partiler, siyasi aydın sanatçı çevreleri, gençlik, kadınlar; yani Başûr halkı Irak halklarını da etkileyerek daha güçlü tepki koymalı. Kurdistan’ın her tarafında dış kamuoyunda da bu ilhaka varmış olan yeni işgalci saldırıya karşı, özellikle işte saldırganları da karşıda bu saldırıya katılmış, onay vermiş olanlara karşı da mücadele etmeli, tepki geliştirmeli. Bizim beklentimiz bu.
3 Temmuz tarihine dikkat çektiniz. KDP ve Irak yetkilileri çıkıp yakılan bazı yerlerle ilgili PKK'yi itham etti. Sonrasında yaşanan gelişmeler de düşünüldüğünde böylesi bir açıklamayı nereye oturtabiliriz ve tabii bunun Kurdistan’a ve Irak’a yansımaları ne olacak?
Bunu değerlendirdi birçok çevre. Bazı arkadaşlar da görüş belirttiler. Eşbaşkanlık açıklaması yetiyordu aslında. Şuydu açık olan. Hiç kimseye kabul ettiremeyecekleri bir karara giriyorlardı. Satıyorlar açıkça vatan toprağının bir bölümünü. Dolayısıyla tepki gelecek. Bu tepkileri önlemek, bu durumu gizlemek için uydurdular. Hewlêr’de böyle bir durum var diye. Oysa yeni olmuyordu. Aylar öncesinden oluyordu. Ona sahip çıkanlar oldu. Merkez Karargahımız bunları da aslında daha o zamandan deşifre etmişti.
KDP KENDİSİ DIŞINDA ÖRGÜT İSTEMİYOR KURDISTAN’DA
Aslında tamamen böyle çok kötü bir uzlaşmayı, ittifakı, Kürt ve insanlık karşıtı ittifakı gizlemek için böyle haince bir saldırıyı maskeleyebilmek, örtebilmek içindi. Nitekim bakın AKP basını, Türk basını, TC basını hiç veriyor mu? Bu kadar zırhlı birlik girdi, bu kadar saldırı oluyor. Bir tane köylü vururlarsa terörist vurduk diye boy boy açıklama yapıyorlar, altyazı yazıyorlar. Bu kadar saldırı oluyor, 3 Temmuz’dan bu yana hiç şey yok. Niye? Tepki olmasın diye. Öyle anlaşmışlar. Hewlêr komplosu da bu temeldedir. Oysa Hewlêr’de kendilerinin olmadığını kendileri söylüyorlar. Bu KDP 16 Mayıs 1997’de 75 PKK’liyi alçakça katletti Hewlêr’de. O günden bu yana PKK’lı mı var Hewlêr’de? Hastanede, hasta ve yaralı olanlar. Peki kimler var Hewlêr’de? Hakan Fidan’ın MİT'çileri, Devlet Bahçeli’nin itleri dolmuş her tarafa. Bir şeyler yapıyor, yakıyor, yıkıyor. Zulmediyorlarsa bunlar ediyorlar. KDP sahaları bunlarla dolu. Ama şimdi böyle bir şey konumundalar. Aslında kendi durumlarını maskelemek istiyorlar.
Ben şunları eklemek istiyorum bu konuda. KDP kendi dışında örgüt bırakmak istemiyor Kurdistan’da. Barzani’ye biat etmeyen kimse yaşamamalı diyor. Ölçüleri budur. YNK’yi nasıl hedefliyorlar, görüldü. Hem de bu şeye YNK’yi de ortak etmek istediler. O kadar gözleri dönmüş artık. Niye? Yani başka hiçbir örgüt, güç kalmasın. Sadece Barzani’nin çiftliği olacak. Öyle bir anlayışları var yani. Onun için PKK’ye de saldırıyorlar. Mesut Barzani bilsin ki, Önder Apo Roma’ya gittiğinde Roma Mahkemesi Önder Apo’yu yargılasın diye Roma savcılığına kaç tane dosya verdi biliyoruz! Elimizde o dosyalar. 26 yıldır İmralı’da Önder Apo kimler eliyle tutuluyor? Bunları çok iyi biliyoruz.
BÜTÜN KÜRTLER, ÖRGÜTLER BUNA DUR DEMELİ
Diğer yandan bu aile hanedan haline geldi; Barzani aşireti deniliyor. Bir aşiret savaşı yürütüyorlardı eskiden. Şimdi de bakın, karşıt oldukları birçok aşiret bölgesini sattılar aslında. Bradostlar, Rêkanilerin, Nêrwehîlerin, Berwarîlerin, Gulîlerin, Sindîlerin alanlarını Türkiye’ye satmışlar. Böylece Barzanilerin güvenliğini sağlatmak için Türkiye’yi konumlandırıyorlar. Barzani’yi yayıyorlar her tarafa. Diyana’yı aldılar, Hewlêr’i aldılar, Barzani kenti yaptılar. Doymuyorlar. Kerkûk’ü, Süleymaniye’yi de almak istiyorlar. Kırk yıldır Kurdistan’ı yiyor, bu aile hanedan doymuyor bir türlü. Durdurmak lazım bunları. Yani iş öyle bir noktaya gelmiş ki, kişisel çıkarlar, aile çıkarları için kurmayacakları ilişki yok. Yani satmayacakları şey yok adeta. O duruma gelmişler yani. Yeter ki kişisel ailesel çıkarları şey olsun, böyle bir konumdalar. KDP oy alıyordu. Sözde KDP’nin yönettiği alanlardı. Hepsini TC’ye sattı kendi çıkarları için. Yani burada bir aşiret olarak da değil, bir hanedan olarak kene gibi sarılmış Kurdistan’ın, Kürt toplumunun sırtına, böyle emiyor yani. Buna dur demek gerekiyor. Buna hakkı yok. Bu bakımdan herkes uyanmalı. Bütün Kürtler gerçeği görmeliler. Kürt örgütleri gerçeği görmeli. Barzani’ye biat etmeyene yaşam hakkı yok diyorlar o halde. Bütün Kürt örgütleri buna karşı mücadele etmeli. Birlik olmalılar. Daha etkili duruş geliştirmeliler. Başka türlü olmaz yani. Diğer sınırları tümden aştı.
SADECE SURİYELİLERİN DEĞİL KİMSENİN CAN GÜVENLİĞİ YOK
Böylesi bir yapıda ciddi yükselen bir faşizm dalgası var. En son bunu Türkiye-Kayseri’de gördük. Suriyeli göçmenlere saldırılar oldu. Bunu fevri bir durum olarak mı görmek lazım yoksa bunun arkasında farklı bir durum mu var? Yani bu tehdidi nasıl algılamak lazım?
Derler ya, buzdağının görünen ucu. Aslında Kayseri’deki şeyde, o tek tek vurmalarda aslında çoğu bilinmiyor. Birçok böyle olay vardır. Bunlar buzdağının ucu biçimindeler. Gerisinde daha şeyler var. Daha fazla da hazırlıkları var. Prova yapıyorlar gibi. O bir tane kadın örgütlülüklerini açıklamıştı; “biz bazen prova yapıyoruz” demişti. Gerçekten öyleler. Geçmişte biz de buna değindik, birkaç kez konu oldu. AKP-MHP ittifakını, onların yönetimini sadece ekonomik, siyasi olarak değerlendirmemek lazım. Ruhsal, psikolojik, zihinsel; yani beyin yıkama var. İnsanlıktan çıkarılan sürüleşmiş bir güruh yaratıyorlar. Ve bunlar örgütlüdürler. Çete örgütlü, donanımlı, silahlı, milis örgütlüdürler. Hepsi silahlı. MHP’nin de var. AKP’nin de var. Çeşit çeşit hem de. Dolayısıyla bunlarla ayakta kalıyorlar. Bunu her türlü baskının, tehdidin aracı olarak kullanıyorlar. Kendi içlerinde de, işte Sinan Ateş olayı var. MHP hiç mi yapmadı? Bu tür güçlere dayanarak yapıyor yani. Dolayısıyla bu AKP-MHP iktidarını, örgütlenmesini daha doğru anlamak, değerlendirmek gerekli. Böyle bir devletin yönetimi değil. Kendi iktidarlarında böyle sürü gibi çeşitli biçimlerde beyin yıkayarak, imkan vererek örgütlemiş oldukları sürüler var, çeteler var. İşleri böyle yürütüyorlar. Bu büyük bir tehlike. Aslında siyasi yönetim bununla da ayakta kalıyor. Sadece hükümeti değiştirmekle Türkiye’de yönetimin değişmeyeceği açığa çıkıyor.
BU YÜZDEN ÖZ SAVUNMA DEDİK
Bu bakımdan şunu ifade edebilirim. Yani antifaşist mücadeleyi daha doğru değerlendirmek gerekli. Türkiye’de gerçekten kimsenin can güvenliği yoktur. Sadece Suriyeli mülteciler değil. Kaldı ki öyle mülteci falan yok. Bütün bunlar hepsi birer savaş oyunuydu. Oraya çekti, Avrupa’yı tehdit etti, bir sürü para aldı, haraç aldı, tehdit altında tuttu. Halklara karşı, Kürtlere karşı yürüttüğü soykırım savaşını onlarla besledi. Şimdi işi bitiyor. Yani her türlü şeyi yaparlar. Sadece Suriyelilerin, Türkiye’ye geçmiş insanların can güvenlikleri yok değil Kürtler de aynı durumda, Aleviler, her yerde kadınlar aynı durumdadır. Diğer kültürel azınlık grupların hepsi benzer durumdalar. Herkes bu gerçeği görmeli. O halde tedbirini almalı. Daha fazla örgütlenmeliler. Daha çok örgütlü olsunlar. Bir yerlerde kalıyorlarsa kendi güvenliklerinden sorumlu olsunlar. Öz savunma dedik biz buna. Yani öbür taraf faşist saldırı için her türlü silahla donanmış, eğitmiş kendisini. Örgütlü bir topluluk yapmış. Donanımlı. Buna karşı antifaşist, demokratik güçler de kendilerini eğitmeli, örgütlemeli. Bir direnme gücü haline getirmeli. Faşizme karşı mücadeleyi bu anlamda daha radikal, daha güçlü hale getirmek gerek.
Evet, antifaşist bir demokratik güç var. Birleşik mücadele yürütülüyor, ittifaklar gelişiyor. Fakat seçimlerle sınırlı kalıyor, oradan öteye, yani sistemin onayı dahilinde bir kitle eylemliliğinin sınırı içerisinde. Evet baskılar oluyor, kayyumlar var, bunlara karşı mücadeleler var. Hepsi önemli, anlamlı. Çok daha geliştirilmeli, güçlü ve yaygın kılınmalı. Ama yeterli olmadığını ifade etmek istiyorum ben.
DAHA DUYARLI, HAZIRLIKLI, EĞİTİMLİ, ÖRGÜTLÜ OLMALI
Daha önce de uyardık, bu olaylar oldu. Sığ ve dar yaklaşılmamalı. Gerçek görülmeli. O halde daha uyanık olunmalı, daha hazırlıklı olunmalı. Herkes daha dikkatli, örgütlü, eğitimli olmalı. Yani bu antifaşist, devrimci, demokratik, sol güçler, çevreler gerçek durumu daha iyi görmeli. Görmezden gelmek olmaz yani. Kafamızı kuma sokamayız. Yani zor da olsa, tehlikede de olsa ama tehlikeyi yaratanlar var ve bu bizim için tehlikedir. O halde oradan kendimizi nasıl kurtaracağız? Kendimizi nasıl güvenli hale getireceğiz? Güvenliğimizi nasıl sağlayacağız? Bir de faşizmi yıkacak mücadeleyi daha etkili bir biçimde nasıl geliştireceğiz? Bunlar üzerinde daha çok düşünülmeli.
Ben bir korku salmak, çok kötümser bir şey ifade etmek istemem ama ciddi yaklaşmak gerektiğini, gerçek, somut durumu görüp onun gereklerine, somut şartların somut gerçeğine göre hareket etmek gerektiği de açık. Bunu herkes bilmeli. Biz daha çok şiddetli bir mücadele konumunda olduğumuz için bu gerçekleri daha iyi görüyoruz ve sadece tabii görevimiz gereği bilgilendirmek, düşüncelerimizi açıklamak, deyim yerindeyse biraz da uyarmak istiyoruz. Ama herkes gerçekten de daha dikkatli, duyarlı, bunlara karşı daha örgütlü ve eğitimli olmalı.
erdoğan’ın kürt düşmanı politikası tam bir yenilgi ve başarısızlık içinde
19 Temmuz Rojava Devrimi'ne dönük tasfiye saldırılarının da arttığını görüyoruz. Bu yönlü Esad-Erdoğan yakınlaşması var. PKK karşıtlığı temelinde kurmak istedikleri bu ittifaka dair düşünceleriniz nelerdir?
Ben öncelikle 12. yıl dönümünde Rojava Özgürlük Devrimi’ni, Kuzey Doğu Suriye Özgürlük Devrimi’ni selamlıyorum. Kuzey Doğu Suriye halklarını kutluyorum, şehitlerini de saygı ve minnetle anıyorum. Yani iyi bir cesaretti, cüretli bir çıkıştı, güçlü bir devrimci deneyimdi. İşte 12 yıl oldu. Acaba bir yıl, iki yıl kurtarılabilir mi deniliyordu ama belli bir mesafe alındı. Sorunları, eksiklikler var. Değerlendiriliyor, eleştiriliyor; o ayrı bir konu ama çok zengin dersleri olan bir devrimci deneyim olduğu tartışma götürmez bir gerçek. Yani günümüzün aydınlatıcı gücü. Eğer iyi değerlendirilir, anlaşılırsa doğruları bulmak, görmek için en güzel okul. Öyle bir canlı, derin deneyim oldu. Tabii bu, büyük bedel ödeme pahasına oldu. Kuzey ve Doğu Suriye halkları, kadınları, gençleri bu bedeli ödediler. Ama büyük bir miras ortaya çıkardılar. Umut ediyoruz, önümüzdeki yılda sorunlarını daha çok çözerler, eksikliklerini daha çok aşarlar. Demokratik modernite paradigmasının uygulanması için daha bilinçli, örgütlü, daha güçlü hareket ederler. Devrimin ideolojik, kültürel derinliğini, etkinliğini çok daha güçlü geliştirirler. Kalıcı kılarlar yani.
Siyasi bir güç haline gelmek istiyor; önünde bir sürü engel var. Yaratıcı politikalarla o engelleri aşabilirler. Fakat bu engeller birçok yönden geliyor. Bunların başında da Tayyip Erdoğan engeli var. AKP-MHP faşist, sömürgeci, soykırımcı diktatörlüğünün engel oluşturması var. Öyle bir şey olmuş ki, gece gündüz durmadan PKK, PYD diyor, başka bir şey demiyorlar. Herhalde gece uykusunda da sayıklıyor Tayyip Erdoğan. Gittiği her yerde acaba PKK’ye karşı bir ittifak olur mu? Putin’le görüşmüş, acaba PKK’ye karşı hangi anlaşmalar yapıldı? Esad’la görüşsek acaba PYD’ye karşı ortak bir şey yaratabilir miyiz? İşte şimdi Amerika’ya gideceğim, şununla bununla görüşeceğim diyor ama… Her şeyi böyle PKK ve Kürt karşıtı. Türkiye’nin tüm imkanlarını PKK ve Kürt soykırımı için mücadeleye seferber ediyor. Böyle bir korkulu rüyası haline gelmiş.
ERDOĞAN 2025 YILINDAN VEBADAN KORKAR GİBİ KORKUYOR
Şimdi ne oldu? Medya Savunma Alanlarına bu kadar saldırdı. Yeni saldırıları başarılı olamadığı için yapıyor. Başarsaydı bunlara gerek kalmayacaktı. Rojava’ya dönük o kadar saldırı düzenledi; engelleyemedi. Yani istediğini yapamadı. Orada da başarısız. Aslında Tayyip Erdoğan’ın Kürt düşmanı zihniyeti politikası da tam bir yenilgi ve başarısızlık içinde. Bütünüyle Suriye politikası da öyle. Şimdi birçok çevre; -bakın seçim yılı 2024 yılı- Amerika’dan İngiltere’ye, İran’a, Azerbaycan’a dünyada seçimler yapıyorlar. Herkes kendini hazırlıyor. Bu seçimler ardından yönetimler yeni politikalar geliştirebilirler. Bütün saldırılara rağmen Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi çökertilemedi. Her gün saldırı, her gün saldırı var. Yani o saldırılar zarar veremedi, varlığını zayıflatamadı Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin. Şimdi yeni politikalar olunca daha çok gelişebilir, buradan yararlanabilir diye korkuyor. Aslında 2025 yılından vebadan korkar gibi korkuyor Tayyip Erdoğan ve şürekası. Bunu anlamak zor değil. İşte birçok çevre işin içine girer diye korkuyor. Alelacele yeniden Beşar Esad yönetimiyle acaba uzlaşamam mı? Çabası buradan ileri geliyor. Öyle bir duruma gitmeden, acaba işte PKK karşıtı yeni bir anlaşma Esad yönetimiyle yapamaz mıyım? Putin’e bu temelde yalvarmış. Gidecek NATO ortaklarına yalvaracak. İngiltere’yle şey edeceğim diyor, İran’la görüşeceğim diyordu. Demin açıklıyordu. Yalvaracak onlara işte. Yani Esad üzerindeki etkilerini kullanıp kendisiyle Kürt karşıtı bir ittifak yapmaya teşvik etmelerini isteyecek. Bildiği, yaptığı tek şey Kürt düşmanlığı yapmak, Kürt karşıtlığı yapmak her tarafta. Korkusu bu aslında. Bunun için öyle bir durum gelmeden, işte bir anlaşmaya varırsa ona dayanarak durumunu kurtaracak. Aslında çökmüş Suriye politikasını biraz daha sürdürecek, ömrünü biraz daha artıracak. Niye? Çünkü ihtiyacı var.
Bölgedeki savaşın durumuyla da ilgili bu. Gazze… Bütün çabalarına rağmen bir İsrail-İran savaşı yaratamadı. Tayyip Erdoğan ve AKP-MHP faşizmi aylardır her türlü provokasyonu yaptılar. Yapamadılar bunu. Ne oldu sonuçta? Hamas ezildi. Tayyip Erdoğan yenilgiye uğradı. İsrail’de, ABD’de zorlandılar ama bu ne olursa olsun şimdi onu görüyor, değerlendiriyorlar. Diyorlar, oradan sıra Lübnan’a gelecek, yani Kıbrıs’a gelecek. Korkusu ondandır. Kendilerine gelecek yani. Sistemle karşı karşıya gelecekler. Kürt düşmanı politikaları onları kesinlikle kendi içinde yer aldıkları, uşağı oldukları sistemle daha fazla karşı karşıya getirecek. Gazze’de önleyemediler. Acaba şimdi Lübnan’da, Suriye’de önleyemez miyiz? Onun çabası içindeler. Hizbullah çatışması gelişiyor. Lübnan’da bir İsrail-İran savaşı çıkacak diye o AKP yardakçısı basın, durmadan bölgesel savaş yardakçılığı yapıyor, yaygarası yapıyor. Tayyip Erdoğan da bugün hiç yüzü kızarmadan, biz bölgedeki çatışmaların gelişmesine karşıyız, şuyuz buyuz diyordu. Sen nasıl karşısın? Senin basının bunu yapıyor. Aylardır savaş çığırtkanlığından ve bu yönlü provokasyondan başka bir şey yapmadılar. Ama başarılı olamadı. Şimdi korkuyorlar; yani işte Suriye’de yarın yeni şeyler olur, kendileri zor duruma düşerler, Lübnan’da istedikleri gibi bir çatışmalı durum çıkmaz. Yani sıra kendilerine gelir. Aslında sırasını bekleyen konumda. Sıra gelmesin ya da sırayı geciktirelim, mümkünse bir yerlerde bozalım çabası içerisinde. Kürt karşıtlığı, Kürt düşmanlığı, Kurdistan’ı savaş haline getirmesi nedeniyle, Türkiye’yi sistemden bu kadar dışladı. AKP-MHP faşizmi tam bir felaketin eşiğine getirdi. Kurtuluşu da yoktur. Aslında buradan bu politikalarla kesinlikle çıkılamaz. Türkiye kamuoyu, aydınları, siyasetçileri bunu anlayamadılar. Orada da gerçekten bu durumu anlayan ve buna dur diyen bir şey çıkmadı; sen bizi nereye götürüyorsun diye. Çünkü yarın sıra o noktaya geldiğinde ne olacak? Ya tümüyle kölenin kölesi olacaklar, üçüncü sınıf bir köle durumuna düşecekler ya da parçalanacaklar.
Yıllar öncesinden, on yıl öncesinden bunları değerlendirdi, uyarısını yaptı. Doğru politikalar, çözüm yolları gösterdi. Yani çözümün Önder Apo’nun düşüncelerinde olduğu açık. Çözümü Önder Apo’nun gerçekleştireceği açık işte. Ama itiraf edemiyorlar bunu. Yani felakete gidiyorlar. Diyelim ki bundan çıkar sağlıyor Tayyip Erdoğan ve çevresi, Devlet Bahçeli ve çevresi ama diğer halk kesimleri, devrimci demokratik kesimler bu gerçeği daha iyi görmeliler. Bu bakımdan da bu Kürt düşmanı, kadın düşmanı, halk düşmanı faşist, soykırımcı zihniyet ve sisteme karşı daha etkili, daha bütünlüklü bir mücadeleyi geliştirmeliler.
14 TEMMUZ DİRENEREK VAR OLMA TARİHİNİN BAŞLANGICIDIR
19 Temmuz devrimine kaynaklık eden 14 Temmuz direnişinin 42. yıl dönümü yaşanıyor. Öncelikle bu direnişin Ulusal Onur Günü olarak tanımlanması neye dayanıyor ve günümüzde bu mücadele daha iyi nasıl anlaşılabilir?
Evet, 42. yıl dönümünde 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu direnişini selamlıyorum. Bu direnişin kahramanlarını, Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek yoldaşları derin saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. 42 yıldır onların verdiği karar ve açtıkları çizgide hareket olarak, halk olarak mücadele ettik. Kürt özgürlüğü adına bütün kazanımlar bu temelde sağlandı. Ne varsa hepsinin altında, 1982 büyük zindan direnişinin imzası var. Mazlumların, Ferhatların ve 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu direnişinin imzası var. Bu bir gerçek yani. 42. yıl dönümünde bu gerçek şimdi çok daha iyi görülüyor. Çok daha iyi anlaşılıyor.
Yani neydi, ne anlama geliyordu bu direniş? Şöyle sorunca gerçek daha iyi öngörülüyor. Böyle bir direniş olmasaydı ne olurdu? Yani hepimiz korksak da, ürkütücü olsa da bu soruyu sorabilmeliyiz. Evet, 15 Ağustos direnişi olduysa, gerilla yurt dışında hazırlık yaptıysa Önder Apo yurt dışı çalışmalarında başarılı olduysa, gerilla ülkeye döndüyse, 15 Ağustos Atılımını, büyük gerilla direnişini, halk serhildanlarını, ulusal diriliş devrimini, kadın özgürlük devrimini, birçok devrimci hamleyi, bütün bunları geliştirdiyse; bütün bunların hepsinin altında zindan direnişinin, 14 Temmuz direnişinin imzası vardır. O olmasaydı bunların hiçbirisi gelişmezdi. Karar orada verildi. Elbette sadece onunla her şey olmadı. Önder Apo bunu doğru anladı, iyi çözümledi. Bu çizginin gereklerine göre gece gündüz durmadan, yorulmadan çalıştı. Büyük zihin ve fizik gücü harcadı. Emek harcadı, bu gelişmeleri yarattı. Kuşkusuz gerçek olan bu. Fakat bunları yaparken de en büyük gücü, desteği kesinlikle zindan direnişinden, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu direnişinden aldı. Bu açık bir gerçek. Karar orada verildi yani. Özgür yaşam için, onurlu yaşam için her türlü itirafçılığa, yani insanlıktan çıkmaya, insanlığını kaybetmeye karşı insan olarak kalma, yaşama o direnişle gerçekleştirildi. Yaşamı yaratanlar, Mazlumlar, Ferhatlar, Hayriler, Kemaller, Ali ve Akifler oldular. Yaşayan gerçekler bunlar. Bütün ulusal özgürlükçü bilincin gelişmenin temellerini attılar. Dolayısıyla Kürt’ün makus tarihi, yeni bir tarih başlattılar aslında. Yani o ulusal yok oluş tarihini durdurarak, direnerek özgürce var olma tarihinin başlangıcıdır. İşte 14 Temmuz ve ona yol açan zindan direnişini böyle görmek lazım. Bunun için onuru kurtardılar. Ulusun onurunu kurtardılar. O nedenle “Ulusal Onur Günü” dedi Önder Apo. PKK, halk bunu böyle benimsedi. Bu temelde başta Önder Apo olmak üzere yoldaşların, halkımızın Ulusal Onur Gününü de kutluyorum. 14 Temmuz Onur Direniş Çizgisine şimdiye kadar bağlı kaldık, gelişme yarattık. Bundan sonra da bağlı kalarak zaferi yakalayacağımız kesindir. Bunu rahatlıkla ifade edebilirim.
Bu bakımdan mücadele ederken bu gerçekliği iyi görmek lazım. 14 Temmuz bir direniş çizgisi. Yani ideolojik, politik, örgütsel, eylemsel bir çizgi. Bir fedai çizgisi. Önder Apo dedi, “parti çizgisini uygulamak için her bakımdan yeterli bir eylem”. Tüm milleti, parti çizgisini temsil edebilecek bir eylem. Apocu fedai çizgisini başlatan bir eylem. Daha sonra gerilla direnişiyle, Zîlanlarla nasıl yüzeyi kazandığını gördük yani. Ama başlatan, bu kararı veren kesinlikle 14 Temmuz gerçeği.
14 TEMMUZ DİRENİŞ ÇİZGİSİNDE KENDİMİZİ SORGULAMALIYIZ
Şimdi içinde bulunduğumuz koşullarda ne demeliyiz? Yani böyle bu değerlendirerek, anlam yükleyerek büyüklüğünü görerek anlam derinliği kazanırız. Ama yeterli olmaz. Daha iyi, kendi durumumuzu da bu çizgide her zaman sorgulamamız lazım yıl dönümlerinde. Bu kesinlikle gerekli. Dolayısıyla 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi çizgisinde kendimizi sorgulamalıyız. Gerçekten de devrimci görevlerimizi, yurtsever görevlerimizi, kadın özgürlükçü görevlerimizi ne kadar doğru anlıyoruz ve başarılı yerine getiriyoruz? Bunu 14 Temmuz çizgisinin terazisinde tartarak açığa çıkarmalıyız. Bu bakımdan “olmuyor, şu imkân yok, bu imkân yok”; bir sürü böyle bazı sızlanmalar ortaya çıkıyor. Daha etkili, başarılı eylem geliştirememe önünde çeşitli gerekçeler ileri sürülüyor. Bütün bunları 14 Temmuz terazisinde tarttığımızda hiçbir anlamların, değerlerin olmadığı ortaya çıkıyor.
Zindanın o koşullarında 12 Eylül faşist askeri rejimi şahsında sömürgeci, soykırımcı zihniyeti ve sistemi ideolojik yenilgiye uğratan o büyük eylem yapılabilmişken başka yerde hangi eylem yapılamaz? Yani nerede imkânlar zindandan daha azdır, zorluklar zindandan daha fazla? Peki o devrimciler nasıl buldu direnip, kazanmanın, zafer elde etmenin yolunu yöntemini? Kafa yordular. Doğru kattılar kendilerini. Yaşamlarını Kürt varlığı ve özgürlüğüyle birleştirdiler. Dolayısıyla ne yapacaklarına karar verdiler ve kararlılıkla da yaptılar. Demek ki öyle olursak, böyle katılırsak, böyle yaparsak hepimiz başarılı oluruz. Diğer gerekçeler hepsi boştur, anlamsız yani. Ondan uzak durmalı. Devrimci yurtsever çevre. Çeşitli böyle gerekçeler şeylerden uzaklaşılmalı. 14 Temmuz doğru anlaşılmalı ve bu temelde hep başarıdan başarıya koşan bir devrimci yurtsever mücadele yürütmeliyiz.
Nasıl etmeliyiz yani? Önder Apo diyordu. Kendini mum gibi eritme çizgisi. Bir atımlık barut olmayacaksın. Mum gibi eriteceksin kendini. Doğru direnme çizgisi budur. 14 Temmuz çizgisi budur diyordu işte. O halde eylem çizgimizi doğru anlayacağız, düzelteceğiz. Böyle kolay, basit özgürlük mücadelesi verilmiyor ve kazanılmıyor. Diğer yandan öz eleştiri, öz eleştiri... Yani öyle büyük bir eyleme karar verirken ve bunu sonuna kadar götüreceğini ilk anda ifade ederken Mehmet Hayri Durmuş ne dedi? Mezar taşıma borçlu yazılsın, dedi. Böyle bir karar ve eylemle bile kendini borçlu gördü, öz eleştiri düzeyi bu işte. O halde bu bireyciliği, böyle kendine göreli maddiyatçılığı aşalım. Gerçekten de daha doğru, derin, 14 Temmuz direniş çizgisini ifade eden bir öz eleştirel sorgulama içinde olalım, yenileyelim kendimizi. Ruhumuzu, duygularımızı, düşüncemizi, davranışımızı, çalışma tarzımızı, düzenimizi yenileyelim, yeniden şekillendirelim. O zaman göreceğiz ki gelişme sağlıyoruz. 14 Temmuz çizgisine ulaşıyoruz ve o çizgide de mücadele ettiğimizde her zaman kazanıyoruz. 14 Temmuz çizgisinde yürüyen, ulaşan, o temelde mücadele eden herkes kesinlikle kazanır. Ben tüm yoldaşları da, halkımızı da, dostlarımızı da bu yıl dönümünde 14 Temmuz Apocu fedai çizgisini doğru anlamaya ve başarılı uygulamaya bu temelde yani eylem çizgisini de, öz eleştiri çizgisini de doğru değerlendirerek kendilerini yenileyip zafer üstüne zafer kazanan bir pratiği geliştirmeye çağırıyorum. Bunun mümkün olduğuna inanıyor ve başarılar diliyorum.