Türk devleti, Suriye politikasını iç savaşın başladığı günden itibaren Kürtler öncülüğünde gelişebilecek bir devrimi engellemek ve Kürtlerin bölgede elde ettiği kazanımları durdurmak üzerine kurdu. “Güvenli bölge” oluşturma adı altında, kendisine bağlı çete gruplarıyla birlikte düzenlediği askeri operasyonlar sonucunda Efrîn, Girê Spî ve Serêkaniyê gibi kentleri işgal etti. Başta Birleşmiş Milletler (BM) olmak üzere birçok insan hakları örgütünün yayımladığı raporlar, işgal altındaki bu bölgelerde savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işlendiğini ortaya koydu.
Daimî Halklar Mahkemesi (PPT) tarafından 5-6 Şubat tarihlerinde Belçika’nın başkenti Brüksel’de düzenlenen Rojava Halklar Mahkemesi'nde, Türk devleti Kuzey ve Doğu Suriye’de işlediği suçlar nedeniyle yargılandı. Mahkemeye sunulan en önemli uzman raporlarından biri, Kıbrıslı siyasi aktivist Öz Karahan tarafından hazırlandı. Raporda, 2018-2024 yılları arasında Efrîn’de işlenen suçları belgeledi. Karahan ile Türkiye’nin 1974’te Kıbrıs’ı işgali ile Efrîn işgali arasındaki benzerlikleri ele alan ve bu iki süreç arasındaki yapısal bağlantıları ortaya koyan raporu üzerine konuştuk.
‘YERLEŞİMCİ SÖMÜRGECİLİK SİSTEMİ UYGULANIYOR’
Rojava Halklar Mahkemesi’nde, Efrîn’de 2018’den 2024’e kadar yaşanan yerleşimci sömürgecilik, nüfus mühendisliği ve zorunlu göç politikalarına odaklandıklarını belirten Öz Karahan, şu değerlendirmede bulundu: “Bu mahkeme için hazırladığımız uzman raporunda, 2018’de başlayan işgal sürecinin, Kıbrıs’ta 1974 yılında başlayan işgalin ardından uygulanan yerleşimci sömürgecilik politikalarıyla paralelliklerini ortaya koyduk. Türkiye, işgal ettiği bölgelerde demografiyi değiştirmek için nüfus mühendisliği uyguluyor. Efrîn’de yerel halk zorla göç ettirilirken, yerine Türkiye’ye sadık Arap, Türkmen ve diğer etnik gruplardan aileler yerleştiriliyor. Kültürel kimliğin silinmesi, eğitim müfredatının değiştirilmesi, ekonomik kaynakların yağmalanması ve askeri varlığın kalıcı hale getirilmesi gibi klasik yerleşimci sömürgecilik yöntemleri burada da devreye sokuldu.”
‘TÜRKİYE İŞLEDİĞİ SUÇLARDAN YARGILANMALI’
Türk devletinin Efrîn ve diğer işgal ettiği bölgelerde savaş ve insanlığa karşı suç işlediğini vurgulayan Karahan, bu suçların uluslararası hukuka göre yargılanması gerektiğini belirtti. Karahan, devamında, “Bu suçlara karşı verilecek mücadele, Cenevre Sözleşmeleri ve Roma Statüsü gibi uluslararası hukuk metinleri çerçevesinde yürütülebilir. Ancak Türkiye, birçok katil devlet gibi bu sözleşmelere veya ek maddelerine taraf değil. Yine de elimizde uluslararası teamül hukuku (Customary International Humanitarian Law) çerçevesinde kullanılabilecek yasal araçlar mevcut. Ülkeler bazında insan hakları mahkemelerinde açılacak davalar, diplomatik baskılar ve en önemlisi kamuoyunun bilinçlendirilmesi yoluyla bu mücadelenin yürütülmesi gerekiyor.
Türkiye ve İsrail gibi yerleşimci sömürgecilik politikalarını devlet kültürüne yerleştirmiş rejimlere karşı mücadelede en geniş hukuki ve siyasi cepheyi kurmalıyız” diye ekledi.
‘HALK MAHKEMELERİ ULUSLARARASI HUKUK MÜCADELESİ İÇİN ÖNEMLİ’
İşgal altındaki bölgelerde yaşanan hak ihlallerinin savaş ve insanlığa karşı işlenmiş suçlar kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çeken Karahan, hukuki ve siyasi mücadelenin bilinçlendirme odaklı bir hamleyle yürütülmesi gerektiğine işaret etti. Karahan, “Hukuki ve siyasi mücadele, uluslararası kamuoyu tarafından desteklenmeli. Bu açıdan Rojava Halklar Mahkemesi, büyük bir önem taşıyor. Halk mahkemeleri, resmi yargı süreçlerine erişimi olmayan halklar için 1970’lerden beri başvurulan önemli bir mekanizma. Burada sunulan deliller, tanıklıklar ve yazılı raporlar, gelecekte açılacak uluslararası davalar için hukuki bir zemin oluşturacaktır” dedi.
‘TÜRKİYE YEREL İŞBİRLİKÇİLERİ ÜZERİNDEN KENDİSİNİ AKLAMAK İSTİYOR’
Türk devletinin işgal ettiği bölgelerde işlediği suçları, oluşturduğu yerel işbirlikçi yapılar aracılığıyla örtbas etmeye çalıştığını belirten Karahan, bu stratejinin Kıbrıs işgali sırasında da uygulandığını hatırlattı. Karahan, “Türkiye, Kıbrıs’ta olduğu gibi, işgal ettiği bölgelerde sahte yönetimler kurarak uluslararası hukuktan kaçmaya çalışıyor. 1974’ten sonra Kıbrıs’ta, adına ‘Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ denilen bir yapı oluşturdu ve işlediği suçların sorumluluğunu bu yapıya yüklemeye çalıştı.
Aynı taktiği Efrîn’de de görüyoruz. Türkiye, Efrîn'de yerel işbirlikçileri eliyle kurduğu yönetimi öne sürerek, işlenen suçların kendi sorumluluğunda olmadığını iddia etmek istiyor. Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Kıbrıs davalarında Türkiye’nin bu argümanını çürüten önemli kararlar aldı.
2018’de Efrînliler tarafından AİHM’ye açılan davalar, iç hukuk yolları tüketilmediği gerekçesiyle reddedilmişti. Ancak Kıbrıs’taki emsal kararlar takip edilerek yeni davalar açılabilir. Çünkü Türkiye’nin Efrîn’de kurduğu sahte yönetim, aslında tamamen Türkiye’ye bağlı ve suç işleyen bir mekanizmadır” diye kaydetti.