'Kobanê Davası'na karşı tüm kamuoyunu mücadeleye çağırıyoruz'
Kobanê Kumpas Davası Savunma Avukatları, kumpası ifşa etmeye devam edeceğini belirtti, "Tüm demokratik kamuoyunu bu mücadelede hep birlikte saf tutmaya çağırıyoruz" dedi.
Kobanê Kumpas Davası Savunma Avukatları, kumpası ifşa etmeye devam edeceğini belirtti, "Tüm demokratik kamuoyunu bu mücadelede hep birlikte saf tutmaya çağırıyoruz" dedi.
Kobanê Kumpas Davası Savunma Avukatları tarafından yapılan yazılı açıklamada, "Bilindiği üzere IŞİD, 2013 yılında Suriye ve Irak’ta başlattığı işgal ve katliam saldırılarını Temmuz 2014’te Şengal’e taşımış ve Êzidî halkını soykırıma uğratmış, Êzidî kadınları kaçırarak köle pazarlarında satmıştır. Eylül 2014’te ise Rojava’nın Kobanî kentine üç koldan saldırı başlatmış ve kenti işgal etmeye çalışmıştır" denildi.
'IŞİD KUŞATMASINA KARŞI DAYANIŞMA ÇAĞRILARI YAPILDI'
Açıklamada şu ifadelere de yer verildi:
"Türkiye'nin güney sınırında Suruç ilçesinin hemen karşısında bulunan Kobanî kentine IŞİD saldırısı sonrası Kobanî halkı ciddi bir katliamla karşı karşıya kalmıştır. Tüm dünyanın gözü önünde yaşanan IŞİD vahşetine karşı dünya ve Türkiye kamuoyunda ciddi bir duyarlılık gelişmiştir. Tüm dünyada bu vahşetin son bulması ve Kobanî’nin işgalinin engellenmesi için çağrılar ve kitlesel gösteriler yapılmış, dayanışma ağları örülmüştür. Türkiye'den de IŞİD kuşatması altında bulunan Kobanî direnişiyle dayanışma çağrıları yapılmış, bu kapsamda Eylül ayı boyunca her kesim tarafından protesto gösterileri gerçekleştirilmiştir.
Kuşatma altındaki Kobanî kentine ulaşmanın tek yolu Suruç sınırındaki Mürşitpınar Sınır Kapısı olduğu için Türkiye, Kobanî'ye yardım çağrılarının esas muhatabı olmuştur. Keza koalisyon güçlerince başlatılan hava operasyonlarıyla kısmen IŞİD ilerleyişi geciktirilmiş ise de karadan yardım veya bir operasyon başlatılmadan IŞİD’in ilerleyişinin durdurulamayacağı anlaşılmıştır.
'TÜRKİYE'NİN TUTUMU YOL AÇTI'
Yine iktidarın o dönemde devam etmekte olan Çözüm Sürecinin ruhuna ve amacına uygun bir tutum sergilemesi yönünde yüksek bir beklenti de mevcuttur. Kobanî kuşatması karşısında Türkiye’nin tutumu, adeta Çözüm Süreci açısından da bir turnusol kağıdına dönüşmüştür. Kürt sorununun barışçıl çözümü için sürdürülen ve büyük oranda da kabul gören Çözüm Sürecinin tam ortasında yaşanan bu gelişme, ekseriyetle Kürt vatandaşların yaşadığı şehirlerde büyük hassasiyetler oluşturmuş, günlere yayılı bir şekilde barışçıl protestolar gerçekleşmiştir.
Bu süreçte yapılan tüm görüşmelerin neticesiz kalması ve Türkiye'nin Mürşitpınar Sınır Kapısından Kobanî’ye karayolu ile gidecek insan ve malzeme yardımına izin vermemesi üzerine, HDP MYK'sınca 6 Ekim 2014’te akşam 20:30 sularında kamuoyuna çağrı yapılmıştır. Önemle belirtmek gerekir ki; protesto ve sokak gösterileri HDP'nin bu çağrısı ile başlamamıştır. Twitter üzerinden yapılan bu çağrıdan günler önce yaygın protesto gösterileri zaten başlamıştır.
HDP'nin 6 Ekim 2014 tarihli çağrısı sonrası, aynı gece ve hatta sonraki gün saat 14:00 sularına kadar yaşanan protestolarda herhangi bir can kaybı yaşanmamıştır. Çağrıdan yaklaşık 18 saat sonra, yani 7 Ekim saat 14:00'te Cumhurbaşkanı Gaziantep Islahiye'de yaptığı konuşmada 'Bakın, Kobanî de düştü düşecek' şeklinde açıklama yapmış ve bu açıklama o tarihe kadar Kobanî'ye yardım konusunda isteksiz tutum sergileyen iktidarın aslında Kobanî'nin düşmesini temenni ettiği şeklinde algılanmıştır. Açıklamadan 25-30 dakika sonra Muş’ta Hakan BUKSUR isimli bir vatandaşın emniyet güçlerince ateşli silahla öldürülmesinin duyulması da bu açıklamayla oluşan algının pekişmesine yol açmıştır. Barışçıl protestoların devam ettiği sırada birçok il ve yerleşim biriminde ortaya çıkan ve resmi olarak da “kontrol edilemez güçler” olduğu ikrar edilen paramiliter güçler ve yapılan provokasyonlarla aynı günün akşamı ve devam eden 1-2 gün içinde çoğunluğu HDP üyesi olan vatandaşımız hayatını yitirmiş, birçok kişi de yaralanmıştır.
'YARGI İKTİDARIN TALİMATI İÇİN HAZIR KITA BEKLİYOR'
6-8 Ekim 2014 tarihli olayların üzerinden 6 yıl geçtikten sonra, aralarında HDP Eş Genel Başkanları ve dönemin MYK üyeleri ile siyasetçiler hakkında dava açılmış ve bu davada 2700 civarındaki müşteki ve mağdura karşı işlendiği iddia edilen 5300 civarında suç isnat edilmiştir. Bu suçlar arasında 37 insan öldürmeye azmettirme ve öldürmeye azmettirmeye teşebbüs, yağma, hürriyeti tahdit, yaralama, bayrak yakma, hırsızlık ve çocuk düşürtmeye azmettirmeye varan suçlamalar yer almıştır. Yine bütün bu suçlar "devletin bölünmez bütünlüğüne" karşı işlenmiş suçun araç suçları olarak kabul edilmiş ve müvekkillerimiz hakkında TCK 302'den ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları talep edilmiştir.
Siyasi saiklerle açılmış ve aynı saiklerle yıllardır sürdürülen bu davada, yine siyasi saiklerle bir karar verilmiştir. Mahkeme, HDP MYK'sı tarafından atılan iki adet tweet üzerine, halkı suç işlemeye tahrik suçundan 4 yıl 6 ay, devletin bölünmez bütünlüğüne karşı işlenmiş suça yardım edildiğinden bahisle ise 16 ile 20 arasında değişen hukuk ve mantık dışı cezalara hükmetmiştir. 24 müvekkilimiz hakkında sadece Kobanî’yle dayanıştıkları için yüzlerce yıl cezaya hükmedilmiştir.
Türkiye'de devletin resmi ideolojisini korumak ve bu resmi ideolojiyi yaşatmak için siyasal iktidar tarafından geliştirilen güvenlik anlayışının sürdürülmesi amacıyla Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren özel ceza ve ceza usul kanunları çıkarılmış, sürekli özel yargılama biçimlerine başvurulmuştur. Cumhuriyet tarihi boyunca İstiklal Mahkemeleri, özel yetkili askeri mahkemeler, sıkıyönetim mahkemeleri, devlet güvenlik mahkemeleri, CMK 250 ile yetkili ve görevli mahkemeler, TMK 10. madde ile yetkili ve görevli mahkemeler ve en sonunda da HSK kararı ile kurulan özel yetkili ve görevli mahkemelerle bu gelenek sürdürülmüştür.
Gelinen aşama itibariyle kurulan genel yargı sistemi içindeki mahkemelerin, siyasi iktidarın ihtiyaç duyduğu her dönem ve her vakada iktidarın siyasi ihtiyaçlarına göre pozisyon almaya hazır kıta beklediğini söylemek abartı olmayacaktır.
Nitekim Cumhurbaşkanının HDP'li milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması talimatı sonrası, HDP'li vekillere karşı başlatılan siyasi soykırım operasyonları ancak iktidarın güdümündeki hakim ve savcılarla mümkün olabilmiş, bugün de aynı sistematik saldırılar yargı eliyle devam ettirilmektedir.
Bilindiği üzere Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sayın Selahattin Demirtaş’ın başvurusu üzerine verdiği 22 Aralık 2020 tarihli Büyük Daire kararında, HDP MYK'sı tarafından tweetlerle yapılan çağrının "barışçıl protesto çağrısı” olduğuna karar vermiştir. Söz konusu tweetlerle HDP, o sırada yoğun IŞİD saldırısı altında bulunan Kobanî halkı ile dayanışma çağrısı yapmıştır. AİHM, bu çağrıların siyasi ifade sınırları kapsamında kaldığını ve bu haliyle şiddete çağrı oluşturmadığını değerlendirmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin şiddete çağrı olarak değerlendirmediği, aksine siyasi ifade özgürlüğü olarak değerlendirdiği ve bu yönde karar oluşturduğu bu çağrıların mahkemece TCK 302'de düzenlenen suça yardım olarak nitelendirilmesi de bugüne kadar AİHM kararına uyulmama yönünde gösterilen siyasi direncin halen devam ettirildiğini ortaya koymaktadır.
'KUMPASI İFŞA ETMEYE DEVAM EDECEĞİZ'
HDP Eş Genel Başkanları, MYK üyeleri ve HDPli siyasetçilerin IŞİD vahşetine karşı Kobanî direnişi ve Kobanî halkıyla dayanışmak için yaptığı çağrı üzerine verilen yüzlerce yıl ceza yok hükmündedir. Türkiye hukuk tarihi açısından bile hukuki bir garabet olan bu yargılama ve karar, halkların vicdanında mahkum edilmiştir. Soruşturmanın en başından beri yargılanan siyasetçi arkadaşlarımızla birlikte olduğumuz gibi bundan sonra yürütülecek tüm hukuki süreçte kumpası ifşa etmeye ve boşa düşürmeye devam edeceğiz. Tüm demokratik kamuoyunu bu mücadelede hep birlikte saf tutmaya çağırıyoruz!"