Kobanê’de haber takibi yaparken Türkiye’ye ait SİHA saldırısıyla katledilen Özgür Basın çalışanları gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’in cenazelerinin ailelerine verilmesinin AKP-MHP iktidarı tarafından engellenmesine yönelik tepkiler büyüyor.
ANF’ye konuşan İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Hüseyin Küçükbalaban, hem gazetecilerin cenazelerine yönelik saygısızlığın hem de DEM Parti belediyelerine yönelik devam eden kayyum darbesi girişimlerinin Kürt halkının duruşuna karşı ayrımcılık ve ırkçılık olduğunun, her şeyden önce bu tutumun değiştirilmesi gerektiğinin altını çizdi.
‘GAZETECİLERİN KATLEDİLMESİ SAVAŞ SUÇUDUR!’
Hüseyin Küçükbalaban, gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’in 19 Aralık'ta Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait SİHA’larla öldürüldüğü iddiasının şimdiye kadar yetkililer tarafından yalanlanmadığı gibi naaşların da ailelerine verilmediğini hatırlattı. Savaş ve çatışma bölgelerinde gazetecilerin katledilmesinin savaş suçu olduğunu hatırlatan Küçükbalaban, Daştan ve Bilgin’in gazeteci olduğu, ellerinde kameraları ve fotoğraf makinelerinden başka bir şey olmadığı bilinmesine rağmen hedef alındıklarını anımsattı. Türkiye’nin desteklediği cihatçı grupların Kürtlere, Alevilere ve diğer halklara yönelik saldırılarının olduğu bir dönemde gazetecilerin hedef alınmasının manidar olduğunu kaydeden Küçükbalaban, bu açıdan bu saldırının halkın doğru habere ulaşmasının engellenmesi kadar, Rojava'daki Kürtlerin statüsünün reddine ve ortadan kaldırılmasına dönük de bir saldırı olduğunu vurguladı.
‘CENAZELERE SAYGISIZLIK VE İŞKENCE BİR DEVLET AKLI OLARAK SÜRÜYOR!’
Kürt basınına yönelik benzer saldırıların yoğun olarak 1990’lı yıllarda yaşandığını anımsatan Küçükbalaban, gazeteciler Daştan ve Cihan Bilgin’in katledilmesinin, özgür basın sitelerine erişimin engellenmesinin, gazetecilerin hukuksuz bir biçimde gözaltına alınıp tutuklanmasının bu saldırıların bir devamı niteliğinde olduğunu kaydetti. Geçtiğimiz 10 yılda özellikle Kürtlerin cenazelerine yönelik saldırıların ve saygısızlığın arttığına işaret eden Küçükbalaban, şöyle konuştu: “2017 yılından itibaren hayatlarını kaybetmiş PKK militanlarının cenazelerinin defnedildiği toplu mezarlıkların uçaklarla bombalandığını, yakıldığını biliyoruz. Yine Kürt ailelerinin çocuklarının cenazelerinin kutularla, kargolarla gönderildiğini de biliyoruz. Kürt siyasetçi Aysel Tuğluk'un annesinin mezarına yapılan ırkçı saldırı ise hâlâ hafızamızda. Tıpkı Seyit Rıza'nın ve Şeyh Said'in cenazesinin halen yerlerinin açıklanmaması gibi. Bugün de Kürt gazetecilerin cenazeleri ailelerine teslim edilmiyor. Bir de ailelere hem bakanlıklardan Habur Sınır Kapısı’na gidip cenazeleri almaları için izin veriliyor, hem de sınırı geçişleri engelleniyor. Cenazelere saygısızlık ve işkence bir devlet aklı olarak devam ettiriliyor. Bu uygulamayla adeta, ‘Kürtler çok sıradan gerekçelerle öldürülebilir, onların anneleri, aileleri cenazelerine erişemez, erişirse de onları defnedemez, defnederse de tahrip ederiz’ gibi bir mesaj verilmeye çalışılıyor.”
‘DIŞİŞLERİ VE MECLİS İNSAN HAKLARI KOMİSYONUNA YAPTIĞIMIZ BAŞVURULARA CEVAP VERİLMEDİ’
Gazetecilerin cenazelerini alabilmek için çaba gösterdiklerini anlatan Küçükbalaban, Daştan ve Cihan Bilgin’in ailelerinin 21 Aralık 2023 tarihinde İHD’nin Diyarbakır Şubesi’ne başvurmasıyla harekete geçtiklerini dile getirdi. Dışişleri Bakanlığı’na ve Meclis İnsan Hakları Komisyonu’na başvuru yaptıklarına ancak bugüne kadar herhangi bir cevap alamadıklarına işaret eden Küçükbalaban, “Biz İHD olarak 24 Aralık 2023 tarihinde gazeteciler Daştan ve Bilgin’in cenazelerinin ailelerine usulünce teslim edilmesi ve gömülmesi konusunda hem Dışişleri Bakanlığı'na hem de Meclis İnsan Hakları Komisyonu'na başvuruda bulunduk. Ayrıca Türkiye, Rojava sınır kapılarını kapattığından, cenazelerin Habur Sınır Kapısı’ndan ailelere verilmesi için 4 Ocak 2025 tarihinde Türkiye’nin Erbil Başkonsolosluğu’na da başvuru yaptık. Bu başvuruda, uluslararası hukuka uygun bir şekilde cenazelerin geçişine izin verilmesini ve ailelerin yaslarına saygı gösterilmesini istedik. Ama maalesef ne Dışişleri Bakanlığı’ndan ne Meclis İnsan Hakları Komisyonu’ndan ne de Türkiye’nin Erbil Başkonsolosluğu’ndan bize bir geri dönüş olmadı. Daha sonra DEM Parti’nin araya girip dışişleri ve içişleri bakanlıklarından izin alınması üzerine, aileler biliyorsunuz Habur Sınır Kapısı’na gitti ama bu sefer de sınırı geçmeleri engellendi. Son olarak da Habur Sınır Kapısı’ndan ayrılıp Silopi’de ailelerle birlikte açıklama yapan heyet, engellemeler nedeniyle gazetecilerin naaşlarının Rojava’da defnedileceği bilgisini verdi” dedi.
‘HER ŞEYDEN ÖNCE BU TUTUM DEĞİŞMELİ’
Küçükbalaban, yeni bir süreçten bahsedilirken, hem gazetecilerin katledilmesi hem naaşlarının ailelerine verilmemesi hem de DEM Parti belediyelerine yönelik devam eden kayyum darbesinin devletin halen "güvenlikçi" politikalarında ısrar ettiğinin göstergesi olduğunu vurguladı. Yaşanan bu ikilemin devlet aklının henüz hakikaten bir çözüme hazır olmadığı izlenimini verdiğini ifade eden Küçükbalan, “Bir barış olsun ya da olmasın en temel hak cenazelere saygı duyulması değil midir zaten? Savaşta bile cenazeye saygı, cenazenin gömülmesine saygı, ailelerin yaslarına saygı gereği bir süreliğine ateşkes yapılıyor. Ayrıca insan onuru, bir insanın annesinin karnına düştüğü andan ölünceye kadar ve öldükten sonra da onun hatırasına saygıyı gerektirir. Ama Türkiye'de ne yazık ki bunları henüz konuşabilecek durumda değiliz. Cenazelere karşı bu saygısızlık ve en son DEM Partili Akdeniz Belediyesi’ne yönelik kayyum darbesi girişimi, Kürt halkının duruşuna karşı ayrımcılığın ve ırkçılığın devamıdır. Bu da devletin Kürt meselesi konusunda ciddi bir ajandası olmadığını gösteriyor. Her şeyden önce bu tutumun değişmesi gerekir” diye konuştu.