Kürt gerçekliğinin amentüsü: Meşru Savunma

Temel bir hak olan meşru savunma, hem varlığını koruma stratejisi hem de çözüm gücüdür. Efrîn, tekrar göstermiştir ki; Kürt gerçekliği her alanda meşru savunmayı zorunlu kılıyor. 

İnsanlık onurunun korunduğu ve Ortadoğu devrim sürecinin mihenk taşlarından birine şimdiden dönüşen Efrîn direnişi, mekan olarak küçük manevi olarak kocaman bir coğrafyaya dönmüş durumda. Efrîn önlerinde kurulan barikatlarda gündüz geceyi kucaklıyor. Hayaller kötümserliği kovuyor. Coşku hüznü dağıtıyor. Az sayıda insanın son teknoloji ve özel ordulara karşı kuşandığı tek bir silah var: İnanç… İnsan kendine güvendiği, gücünün potansiyelini fark ettiği andan itibaren en yenilmez ordudur! Bunun haklı gerekçelendirmesi ise “meşru savunma” dediğimiz kavramda olup bitiyor.

Ulus devletin ‘koruyucu’ anayasaları ve BM hukuku ‘meşru savunmadan’ bahseder. Kâğıt üstünde bir şeyler derler ama pratik bambaşkadır. Haksızın haklıya güç gösterisinin adını aynı kavramla örtbas eder; cinayetlerini de aynı adla meşrulaştırırlar. Mevcut düzenin meşru savunma kavramsallaştırmasına ve onun ‘hukuk’ komedisi ile kuşatılmış sınırlarında gezinmeyeceğiz. Yönümüzü Kobanê, Efrîn, Kürdistan dağları, Sûr, Cizîr ve Nisêbîn’e vereceğiz… Yönümüzü meşru savunmanın teorisini/pratiğini 40 yıldır uygulayan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın önemli çözümlemelerine ve bu kavramı halkların kurtuluş reçetesine nasıl evirdiğine çevireceğiz.

UYGARLIK GELİŞİMİNDE KÜRT GERÇEKLİĞİ

Bilindiği üzere Öcalan binlerce sayfa savunma yazdı ve bunu tüm insanlığın önüne koydu. Bu savunmalarda uygarlık çözümlemesini esas aldı. Toplumların nasıl değişim-dönüşüm geçirdiğini anlattı. Bunu yaparken de diyalektik bağını, uygarlık tarihinin temelinde sınıflaşma ve devletleşmenin yattığı görüşüne bağlı kaldı. Buradan bilimsel tezler geliştirdi. Hem dinamik hem organik bir tarih kavrayışıyla geçmiş, bugün ve gelecek arasında köprü kurdu. Birbirini nasıl etkilediğini uzunca anlattı.

Savunmalardaki uygarlık çözümlemesinin önemli bir ayağı da uygarlık gelişiminde ‘Kürt gerçekliği’ idi. Lanetlenmiş, içi boşaltılmış, kırıma uğramış bir gerçekliktir bu! “Bu gerçeklikler içinde yaşayan Kürtlerin sağlam düşünce, inanç, sanat ve politik yetenek geliştirmeyecekleri anlaşılır bir husustur. Adeta gelenin ve gidenin suratında patlattığı yumrukların altında doğru dürüst nefes bile alıp verememektedir. Bu koşullar altında bilimsel ve sanatsal bakış açılarına ve eserlerine ulaşılamayacağı açıktır. Kürt bakış açısındaki delilikle iç içe çaresizlik ve merhamet dileme ile iç içe ilkel isyancılık, yaşamındaki dolap beygiri misali aşırı tekrar, giderek tam bir anlamsızlık ve şekilsizlik yığını haline dönüşmesi, kaynağını yine bu gerçeklikten alır. Dinlerin anlatmak istediği günahkârlık ve lanetlilik de bu gerçekliğin diğer bir sonucudur. Kürt sorununda varılan boyut, kendinden kaçış ve objektif ihanetin derinliği, yabancı ve düşman kimliğe gönüllü sığınış, ancak en gelişmiş bir lanetlilik ve günahkârlık altında mümkündür. Bu iklimde ve ortamda güzel ses, renk ve şekil gelişemez. Doğruya, iyiye ve güzelliğe yönelik anlam gücüyle duygusal derinliklere ulaşılamaz."

DERİNLEŞEN KÜLTÜREL SOYKIRIM

Kürt gerçekliği nedir? Nasıl aşamalardan geçmiştir, bugünkü şekli, algısı, durumu nedir? Bu soruların cevabını da tek bir cümle ile özetledi: Kürtler kültürel soykırıma uğramaktadır. Ve bu durum her gün derinleşmektedir… Kürt meselesinde iki temel konuya da dikkat çekti:

* Kendisi olmaktan çıkmaya karşı direniş,

* Özgür yaşam olanaklarına ulaşma.

Bugün çok daha iyi biliyoruz ki, sorunun karmaşıklığı ve çok boyutluluğu bu tarihsel ve toplumsal özelliklerinden kaynaklanmaktadır.

Çünkü bu koşullar altında Kürt sorunu siyasal bir seviyeye bile yükselememekte; sınır tanımaz istila ve işgallere karşı ancak fiziki varlığını koruyabilmektedir. Bir nevi katliam tehdidi altında toplumsal varlığını fiziki olarak korumak, temel hedeftir. Bu, bin yıllardır devam eden şaşmaz bir egemen ritüelidir.

Bu gerçeklik içinde başarı dediğimiz mefhum nasıl doğabilir, nasıl elde edilebilir? Barizdir ki başarı, kültürel ve siyasal bir hamleye dayalı olmanın dışında, ancak toplum olmaktan çıkmanın önlenmesinde kendini göstermektedir. En geri aşiret, kabile ve hatta aile birlikleri halinde kendini ayakta tuttuğunda, buna da şükredilmekte ve başarı sayılmaktadır. Çünkü bu konumun ötesi, toplum olmaktan çıkmadır; bir nevi jenosit, soykırım konumuna düşmedir.

O halde ‘meşru savunma’ konusunu tam da bu noktadan başlatmak lazım. Tam da seni insanlıktan çıkarmanın uğraşlarının verildiği yerden…

Meşru savunmayı üç hat üzerinden ele alabiliriz:

TEMEL HAK OLARAK MEŞRU SAVUNMA!

İyi bilinmektedir ki despotik devlet anlayışının, Kürtleri bir olgu olarak görme ve dostlukla yaklaşma gibi bir geleneği yoktur. “Başını kaldırırsa ez” bellenen tek politikadır. Bununla birlikte gırtlağına kadar işbirlikçi hain bir Kürt gelenek “aileciliği‟ de hep devrede tutulur.

Geriye kalan Kürt olgusu lime lime olmuş, alabildiğine daraltılmış, cehaletin de ötesinde hem zihin hem de yapılanma katliamına uğramış ailecik objeleridir.

Bir halkın üzerinde işgalci, sömürgeci veya daha değişik baskıcı bir sistem kurulduğunda işgal var demektir. Bu durumda savunma görevi ortaya çıkar. Hedef işgali kaldırmak, demokrasiyi kurmaktır. Fakat yabancı olgu devrede olduğundan, savunmaya meşru, ulusal demokratik demek daha doğru bir yaklaşımdır. Bu koşullarda yine ayaklanma ve savaş koşulları doğmuştur

Başkan Öcalan bu konuda önemli bir saptama yapar: “Halk savunma birlikleri klasik gerilla veya ulusal kurtuluş ordusu değildir. Halk kurtuluş gerillası veya ulusal kurtuluş ordusu ağırlıklı olarak iktidar ve devlet hedeflidir. İktidar sorununu çözmek isterler. Halk savunma birliklerinin özel bir devlet ve iktidar hedefi -objektif zorunluluklar dışında- olamaz. Esas görevleri halkın yasal, anayasal haklarının çiğnenmesi doğduğunda ve yargı görevini yapmadığında korumaya çalışmak, demokratikleşme çabalarına güvence olmak, saldırılar karşısında direnmesine öncülük etmek, kültürel ve çevresel varlığını korumak gibi özetlenebilir.”

HALKLARIN VARLIKLARINI KORUMA STRATEJİSİ

İkincisi, halkların varlıklarını koruma stratejisi olarak meşru savunmadır. Meşru savunma, ensende katliamı hissettiğin yerde başlayan şeydir. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş dönemi, devlet eliyle kapitalist birikimi sağlama ve genç burjuvaziyi bürokrasinin içinden kollayıp yaratma dönemiydi. Cumhuriyet sistemleşirken Kürtleri unutmuştur. Fakat her zaman korkusunu hissederek, sistemle uzlaştıracak bir çözümden uzak durmuştur. Kürt isyanları, ortaya konulduğu gibi, ayrılıkçı temeli olan isyanlar değildir. 19. yüzyıl boyunca devam eden Kürt isyanları sistemden ayrılmak için değil, dışlandıkları için gelişmişlerdi. Artan merkeziyetçilik Kürtlere yer vermiyordu. Kürtler eski geniş otonomilerini kaybettikleri gibi, yeni merkezi sistemde yerlerinin olmadığını görüyorlardı. Büyük devletler Türkiye’yi daha çok bağımlı kılmak için zaman zaman olayları tahrik etmekle birlikte, hiçbir zaman ayrılmak amacıyla desteklememişlerdir. Cumhuriyetin kuruluşunda bu durum daha da açığa çıkmıştır. Kürtler sadece otonomilerini kaybetmediler, toptan varlıklarının inkârıyla kendilerini karşı karşıya buldular. Tabii çıkarı olan devletler, başta İngilizler, bu vesileyle ortaya çıkan isyanlardan yararlanmışlar, Kemalistlerle nihayet uzlaşmışlardır. Daha sonraki süreç, Kürtlerin tamamen yasaklama sürecine alınarak çürümeye ve unutulmaya terk edilmesidir. Buna PKK somutunda verilen yanıt, bugün amansız bir şekilde büyüyen ve devam eden, bilinen 20. yüzyılın son çeyreğindeki düşük yoğunluklu savaştır. İşte ‘meşru savunma’yı böyle bir doğuşun izlerinde aramak doğru olandır. Yoksa eksik kalacaktır içeriği, anlamı ve önemi…

ÇÖZÜM VE DİYALOG YÖNTEMİ OLARAK

Üçüncüsü, bir çözüm ve diyalog yöntemi olarak meşru savunmadır. Meşru savunmayı daha çok halkın demokratikleşmesini desteklemek, geliştirmek ve korumak amacıyla örgütlemek ve yürütmek esas olmalıdır. Hedef olarak baskıcı savaşçı klikleri alırken, demokratik çözüm muhataplarının varlığını da unutmamalıdır.

Meşru savunma, çağdaş demokrasinin diğer önemli bir ilkesidir. Çağdaş demokrasi ilişkilerinin olmadığı veya demokrasinin saldırıya uğradığı toplumlarda, meşru savunma temelinde varlığını savunmak bir haktır, hem de en temel anayasal haktır. Demokratik olmayan yasalara ve rejimlere boyun eğmek, demokratik bir tutum olamaz. Bu yaklaşım, karşı saldırıyla antidemokratik güçleri yok etmeyi içermez. Daha çok toplumun genel bilinçlilik, örgütlülük ve gösteri hakkını süreklileştirip haksızlığı aşmayı öngörür. Uygulanan direnme, kutsal savunma hakkına girmekte ve hukukun da özünü teşkil etmektedir. Meşru savunma, silahlı olanı da dahil, kaynağını çağdaş demokratik ilkelerden alır. Bunu aşan her eylem meşru savunma kapsamına giremez.

Kürt gerçekliği düşünüldüğünde, “meşru savunma güçlerinin dört komşu devlet içinde barış ve demokratik birlik çözümünü sağlayacak nicelikte ve nitelikte olması şarttır. En mütevazı barış bile en sağlam ve en güçlü bir meşru savunma kuvveti gerektirir. Hangi devlet veya devletler saldırırsa saldırsın, hepsine karşı yetkin plan, hazırlık ve üslenmeleri tüm derinlik ve genişlikte olmak durumundadır. Barış ve demokratik çözümün şansı ancak arkasında her tür saldırıya dayanabilecek bir meşru savunma düzeni olduğunda olabilir.”

MEŞRU SAVUNMA DIŞINDAKİ CİNAYETTİR

Öcalan “Bir Halkı Savunmak” adlı savunmasında Kürt Özgürlük Hareketi’ne dair üç özeleştiri verir. Bunlardan bir tanesi de “savaş” ile ilgili olanıdır. Şöyle der: “Savaşın doğasını tanımadan, ne çeşit olursa olsun, kutsal bir araç gibi yaklaşılmıştı. Hâlbuki hayati zorunlu/meşru savunmalar dışında her savaş bir cinayetti. Tarihte tüm sömürücü iktidarların temelinde savaşlar vardı. Toplumsal kural ve kurumlaşmalar savaşa endeksliydi. Savaşta başarmak tüm hakların temeli sayılmaktaydı. Bu anlayışın da sosyalist ve demokratik olamayacağı açıktı. Sosyalist bir parti demek ki ne devlet odaklı ne iktidar amaçlı, ne de hepsinin temelinde yatan tayin edici unsur olarak savaşa endeksli olabilirdi. Kendini yeniden tanımlamadan, yeniden bir yapılanmaya gitmesinin tekrar önemli yanlışlık ve hatalara düşürülebileceği önemle belirtilmişti.”

Efrîn bugün tekrar göstermiştir ki; yaşadığımız gerçeklik her alanda meşru savunmayı zorunlu kılıyor, çünkü meşru savunma halkların özgür birlikteliğinin stratejisidir.