Selçuklu ve Osmanlı mirası üzerine kurulan Türk devleti, Türkleştirme esaslı stratejisi sonucu Cumhuriyet tarihi boyunca başta Kürtler olmak üzere farklı etnik yapıdaki halkları sistematik bir şekilde soykırıma tabi tuttu. Kürt Alevileri Türkleştirme, diğer Alevi toplulukları ise Sünnileştirmeye dayalı politikalar katliamlara dönüştü. Kürt Alevilere yönelik, asimilasyon, zorla yerinden etme ve katliamlarla dönüştürme siyaseti 19 Aralık 1978 yılında Maraş’ta katliama dönüştü. Devletin kolluk görevlilerin gözetimi ve korumasında Kürt Alevilere ve solcu-devrimci gençlere dönük başlayan faşist/ırkçı saldırılar sonucu 100’ün üzerinde insan katledildi. 500’ün üzerinde ev ve 300 civarında işyeri yakılıp, yıkıldı. Cumhuriyet tarihinde Alevilere yönelik soykırım silsilesinin devamı olarak gelişen katliam zihniyeti sonucu binlerce Maraşlı Kürt Alevi yaşam yerini terk etmek zorunda kaldı ve büyük şehirlere ya da yurtdışında yaşamaya mecbur bırakıldılar.
1978’de devreye konulan soykırım denemesinin bir amacının da Maraş’ın Kürt kimliğinin zayıflatılması olarak değerlendiren Sinemilli Ocağı Pirlerinden Süleyman Deprem, “Maraş Katliamı, Kürtlerin ve Alevilerin söz sahibi olmalarını engellemek, özelikle 1974’ten sonra gündeme gelen Kürt Özgürlük Hareketi ile Alevilerin bağını kesebilmek, ona müsaade etmemek adına uygulanmış 12 Eylül’ün darbesini hazırlama planı içerisinde bir harekettir” dedi.
MARAŞ’TAKİ KATLİAM ANLAYIŞI BUGÜN DE DEVAM EDİYOR
Maraş soykırım denemesini Selçuklu devletinde bu yana devam eden Türk İslam Sentezi anlayışı ve devamı olan İttihat Terakki anlayışının ürünü olarak değerlendiren Deprem, “1978’te Maraş’ta yaşananlar, Türkiye Cumhuriyeti devleti oluşumundan bu yana sömürü zihniyetini iktidar kılmak için tüm ötekileri yok sayan ve yok etmeyi hedef alan projesine uygun bir harekettir. Her şeyden önce ortak yaşamı savunan Aleviler, özgürlüğü savunan Kürtler Selçuklu ve Osmanlı’dan bu yana klasik devlet yapısının baş çelişkisi olmuştur. Bu anlamda bu çelişkiyi ortadan kaldırmak için katliamlardan çekinmezler. Şu an da güçleri yetse Ermeni soykırımının tekrarı bir Alevi soykırımı yapacaklar. Bundan hiç çekinmeyecekler. O anlamıyla Maraş’ı ne bir son ne de bir ilk olarak değerlendirmemek lazım, bu anlayış bu iktidar anlayışı devam ettiği sürece tüm azınlıklar ve inançlar ve halklar ve ötekiler yok edilme tehlikesi ile karşı karşıyadır” diye konuştu.
KÜRT ALEVİLERİN KENTE SÖZ SAHİBİ OLMALARINI ENGELLEMEK İÇİN YAPTILAR
Maraş’ın hedef alınmasının 1968-1978 devrimci mücadele sürecinde toplumun demokratlaşması yan sıra Kürt Alevilerin kent merkezinde ciddi bir nüfus sahibi olmasının da etkili olduğunu söyleyen Deprem, “Maraş ve bölgesindeki Kürt Alevileri ekonomik olarak güçlüydüler. Kürt Aleviler ticari, siyasi hem de yapısal olarak Maraş’ta söz sahibi olacak bir noktadaydılar. Bu durum sıkışan ve her sıkışma da darbe fırsatını arayan devlet aklının dikkatini çekmiştir. Bu anlamda Maraş’ı Kürtlerin ve Alevilerin söz sahibi olmalarını engellemek ikincisi özelikle 1974’ten sonra gündeme gelen Kürt Özgürlük Hareketi ile Alevilerin bağını kesebilmek, ona müsaade etmemek adına uygulanmış 12 Eylül’ün darbesini hazırlama planı içerisinde bir harekettir Maraş katliamı” şeklinde konuştu.
CUMHURİYET TARİHİNDE ALEVİ KATLİAMLARIN TÜMÜ CHP İKTİDARLARINDA YAPILDI
Maraş soykırım denemesinin büyük bir katliam ile sonuçlandığını ancak bunu sıradan dincilerin Alevilere yönelik bir saldırısı olarak değerlendirilmesinin büyük bir yanılgı olacağını ifade eden Deprem, değerlendirmesini şöyle sürdürdü: “ Durum bu olunca bunu önceden hazırlamaları gerekirdi. Sonradan işte Ecevit’in dosyalarında, özelikle iktidarın temel bir baskı jenosit, intikam projesi olarak kurulan cumhuriyetin kurucu partisi CHP’nin geri planda bu İttihat ve Terakkinin katliam projesinin bir ürünüdür ve sahibidir. Çünkü Cumhuriyet tarihindeki tüm Alevi katliamlarının hepsi CHP iktidarına denk gelmiştir ne hikmetse. Buradan baktığımız zaman CHP’yi asla sıradan bir sosyal demokrat parti olarak değerlendirmek bizim için tarihi okuyamamak anlamına gelir.”
KATLİAMA VARAN OLAYLAR NASIL BAŞLADI?
19 Aralık’ta Çiçek Sinemasında ‘Güneş Ne Zaman Doğacak’ filmin gösterimi sırasında bir ses bombasının patlaması ile olayların fitili ateşlendi. Ülkücü-ırkçı-faşist gruplar patlamayı solcu grupların gerçekleştirdiğini öne sürerek, CHP il binası ve TÖB-DER binaların saldırdı. Şehir dışında ülkücü, sağcı gruplar kente akın ediyordu. Katliam senaryosunu hazırlayanlar tüm hazırlıkları yapmıştı.
21 Aralık’ta TÖB-DER üyesi Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu iki öğretmen okuldan evlerine dönerken katliam hazırlıkları yapanlar tarafından vuruldu. Hazırlanan senaryo hızlıca işletiliyordu.
Öğretmenlerin cenazeleri Alevilerin yoğun yaşadığı Yörük Selim Mahallesi’ne yakın devlet hastanesi morguna kaldırılmıştı. 22 Aralık’ta kitlesel bir katılım ile cenazelerin alınması için hastane önüne gelindi.
KATLİAM SENARYOSU HARFİYEN UYGULANIYORDU
22 Aralık Cuma günü kitlesel bir katılım ile hastanede cenaze alınmak için yürüyüş gerçekleştirildi. Ancak hastane yetkilileri cenazeleri teslim edilmesini sürekli geciktiriyordu. Soykırım denemesi provası yazıldığı gibi sahneleniyordu. Çünkü kentin başka şehirlerinde toplanan faşist gruplar git gide kalabalıklaşıyor ve Alevi mahallelerine doğru yürüyüşe geçiyordu. Cuma namazın bitimiyle birlikte cenazeler teslim edildi. Camilerde çıkan kalabalık gruplar da ülkücülerle birleşerek cenaze merasimine saldırdı. Maraş Kalesi’nin eteklerinde binlerce kişi cenaze merasimine saldırdı. Taş, sopa ve silahlarla saldırıyordu.
BELEDİYE VE CAMİLERDE KATLİAM ÇAĞRILARI
Valiliğin sokağa çıkma yasağı karar belediye hoparlöründen ısrarla okunmamıştı. Aksine hoparlörden sağcı grup ve siyasi partilerin halkı galeyana getiren bildirisi “Din kardeşlerimiz, komünistler tarafından öldürüldü. Bunların kanı yerde kalmayacak” anonsu yapıldı. Bu katliam çağrılarına cami hoparlörlerinden yapılan katliam anonsları da eklenecekti. Camilerde cemaatlerinde komünist ve Alevilere yönelik verilen vaazlarda soykırım senaryosunun korkunç gerçekliğini açığa çıkarıyordu. Sokaklarda insan avına çıkan faşist gruplar Kıbrıs Meydanı, Trabzon Caddesinde yaşayan Alevilere saldırarak katliam startını verdiler. Ev ve işyerleri ateşe verildi.
ASKER VE POLİS SENARYONUN AMACINA ULAŞMASI İÇİN GERİ ÇEKİLDİ!
23 Aralık sabahı ise Alevi mahallelerin etrafı Türk bayrakları eşliğinde ellerinde kılıç, balta, sopa, uzun namlulu silah ve benzin bidonları ile tekbir getiren kalabalıklar tarafından sarılmıştı. Onca katliamı izleme konumunda olan askerler ise ‘Aleviler kışlayı bastı’ anonsu gerekçesiyle olayların yaşandığı tüm alanlardan çekildi. Askerlerde senaryodaki rollerine uygun şekilde oynuyorlardı. Sivil insanlar onları vahşice katletmeye yemin etmiş cani kalabalıklarla baş başa bırakılmıştı. Maraş insanlık tarihin en korkunç vahşet sahnelerinin yaşandığı bir kente dönüşmüştü. Evler ve işyerleri ateşe veriliyordu. Vahşet sahneleri arasında kadın ve çocukların çığlıkları yükseliyordu. Hamile kadınların karnı deşiliyor, gençlerin kafaları baltalar ile kesiliyordu. Çocuklar ile evler ateşe veriliyordu. Yaşlılar sopalarla öldürüyordu. İnsanlık en barbar katliamlarından birine tanık oluyordu. Alevi ve solculara yönelik katliamda sınır tanınmıyordu. Ali Tıraş isimli bir genç diri diri kazana atılarak ateş üzerinde sıcak suda haşlatılarak katledilecekti.
Maraş’ta Alevilere yönelik yazılan soykırım deneme senaryosu harfiyen uygulanıyordu. Valiliğin askeri müdahale talebi uygun görülmemişti. Aksine askerler tüm mahallelerde çekilmişti. 24 Aralık’ta ise saldırıların polislere yöneldiği ve polis ile halkın çatışmasını önlemek adına tüm polis birimleri devre dışı bırakıldı. Artık tüm Alevi mahalleleri savaş alanına dönüşmüştü. Katliamların amacına ulaştığına ikna olmuştu ki bir hafta sonra Kayseri ve Antep’te askeri birlikleri kente gönderdi.
MİT RAPORLARINDA MARAŞ KATLİAMI TÜRK-KÜRT ÇATIŞMASI VURGUSU
12 Eylül Darbesinin baş mimarı Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın yargılandığı 12 Eylül dava dosyasında yer alan gizli MİT Belgelerine göre, Maraş Katliamı, MHP İl Örgütünde Ülkücü Gençlik Derneği ile yapılan toplantıda planlandı. Raporda, ‘Sağcı-Solcu veya Alevi-Suni meselesinden daha çok Türk-Kürt meselesi görünümü’ veriliyordu. Yine MİT tarafından hazırlanan raporda, Akıncılar ve Ülkücülerin Maraş’taki Alevilerin çoğunluğunun Kürt olduğu için Kürt devleti kurmak istedikleri yönünde çaba içinde oldukları, miting ve eylemlerle bunu açıkça dile getirdikleri yönünde propaganda yaptıkları belirtiliyor.
MİT: ALEVİ SİVİL İNSANLARI POLİSLER KATLETTİ
Yine MİT raporunda yer aldığına göre polislerin Alevi Kürtlere ve devrimcileri olaylar esnasında katlettiği de açıkça yazılıyor. Raporlarda, ‘Ölümlerin çoğunluğunun uzun menzili silahlardan ve hemen hepsinin göğüs nahiyesinin üstünden yara alarak” gerçekleştiği belirtiliyor. 25 Aralık 1978 tarihli raporda ise Sağlık Kolejinden okuyan kız öğrencilerin 22-23 Aralık gecesi, çatışmanın olduğu mahalledeki kolejden Eğitim Enstitüsüne nakledildiği sırada, bir polis tarafından bir kız öğrenci vurarak öldürülüyor. Aynı raporda bir sonraki gece de yakını kaybeden Alevilerin hastane önünde bekledikleri sırada, bir polis ateşli silah ile iki genci öldürdüğü, kalabalığın linç etmek istediği polisin baş tabip tarafından hastane görevlisi üniforması giydirilerek kurtarıldığı da yazılıyor.
Toplamda 804 kişi hakkında dava açıldı. Sıkıyönetim mahkemeleri tarafından açılan davalar 1991 yılına kadar sürdü. Sanıklardan 29’ü idam cezasına 7’si müebbet hapis cezasına, 321 kişi ise 1-24 yıl arasında hapis cezalarına çarptırıldı. İdam ve müebbet dışında hapse mahkûm edilenlerin cezaları 1/6 oranında indirim uygulanarak, azaltıldı. Sıkı yönetim mahkemelerin karaları Yargıtay tarafından bozuldu. Ceza alanlar da 1991 yılında çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu ile cezaları ertelenip, serbest bırakıldı.
Soykırım provasını organize eden 68 kişiye de ulaşılamadı.
3 MÜDAHİL AVUKAT KATLEDİLDİ
Katliamın müdahil avukatları Ceyhun Can 10 Eylül 1979 yılında, Halil Sıtkı Güllüoğlu 3 Şubat 1980 yılında ve Ahmet Albay 3 Mayıs 1980 tarihlerinde katledildi.
‘KATLİAM MHP’Lİ MİLİTANLAR KENTE YIĞDIRILMIŞTI’
Maraş’ta yaşanan katliamı sürecini anımsatan Pir Deprem, “Bu Maraş olayların hazırlanmasında ülkenin birçok yerinde önceden faşist MHP’li gençlerin, militanların Maraş’a yerleştirilmesi önemlidir. Bunu zaten herkes yazıyor anlatıyor. Elbistan’da Maraş katliamında bir hafta önce Maraş MHP senatörü Hilmi Soydan Elbistan Belediye başkanı ile birlikteyken silahlı saldırıya uğradı. Hilmi Soydan öldürüldü. Yarısı devrimci yarısı milliyetçi-ırkçı anlayışa sahip Elbistan’da derin ayrışmalar vardı halk arasında. Benim dikkatimi çeken bir şey oldu. Hilmi Soydan öldürülüyor ama cenazesinde 40—50 kişi ve yaşlı sıradan insanlar. Mümkün mü? O zaman MHP’nin has ve önde gelen bir adamı ölecek ve 40-50 kişi cenazesine katılacak. Mümkün değil. Tarih bunu yazmaz. Bir hafta sonra anlaşıldı ki Elbistan’da bütün MHP’liler eli sopa tutanların tümü Maraş’a yığdırılmış. Kadınlar dahil. Bir hafta sonra Maraş’ta yaşananlardan anladık ki bu böyle olmuş.”
‘AİLE İKTİDARI İÇİN 30 ÇOCUĞU ÖLDÜREN ZİHNİYETİN DEVAMIDIR’
Katliam haberini köyde iken aldıklarını söyleyen Pir Deprem, şunları anımsıyor: “Maraş olayları başlar başlamaz, Elbistan’ın Afşin’in Pazarcık’ın yolları tutulmuştu. Biz Maraş’a gitmek istedik ancak bu mümkün olmadı. Girişlere izi verilmedi Saldırı sırasında Maraş Senatörü Hüseyin Doğan ısrarla telefon üzerinde devletin yetkililerine ulaşmaya çalışıyor. Ancak bu da mümkün olmuyor. Hiçbir şey ellinden gelmiyor. Yine kendilerine ait çır çır fabrikalarını alt katında ailesinden 50-60 insan bir araya gelmiş saldırılardan korunmaya çalışıyorlar. Saldırganlar fabrikayı ateşe veriyorlar. Bunları cayır cayır yakacaklar. Oradaki taliplerden bir tanesi gidip kendini askeri cemsenin önüne atıyor. Diyor ya beni öldürün gözüm görmesin ya da bu insanlar diri diri yanacak onları kurtarın. Zor bela ölümü göze alarak onları kurtarılmasına yardımcı oluyor. Böylesi durumlar yaşanmıştır. Karnındaki çocuğu süngü ile öldüren mi dersin, gözlerini canlı canlı oyulan yaşlı insanları mı dersin. Kazanda kaynatılan genç çocuklar mı dersin. Vahşettin bini bir para her şekli ile Maraş’ta sergilenmişti. Bu sıradan iki grubun kavgası değil, ta Osmanlı’dan bu yana kendi aile iktidarı için bir günde 30 çocuğu öldüren bir zihniyetin devamıdır, projesidir. Bugün de devam etmektedir.”