‘Müesses nizam, sınırlarını bir kez daha hatırlattı’

Gazeteci-yazar Ender İmrek, Kobanê Siyasi Soykırım Davası kararının, müesses nizamın sınırlarını bir kez daha hatırlattığını belirterek, kararı Cumhuriyetin ikinci yüzyılında Kürt sorunu karşısındaki deklarasyonu olarak yorumladı.

KOBANÊ DAVASI

İktidarın Kobanê Siyasi Soykırım Davası kararıyla Kürt halkının siyaset hakkına yönelik daimi bir vesayet ve “Çöktürme Planı”nda ısrar edeceğini gösterdiğini belirten gazeteci-yazar Ender İmren, bağımsız bir mahkeme kararı değil, mahkeme üzerinden siyasi iktidarın mesajı olduğunu söyledi. Kürt sorunuyla bağlantılı olarak bölgede göz yumulan hukuk dışı sistemin artık Türkiye’nin tümüne uyarlandığını kaydeden İmren, dün Kürt bölgesinde olan hukuksuzluklara ses çıkarmayanlara da sirayet eden bir hukuksuzluk halinin yaşandığını vurguladı.

Gazeteci-yazar Ender İmrek, ANF’nin sorularını yanıtladı.

Geçtiğimiz hafta Kobanê Siyasi Soykırım Davası kararları ve Osman Kavala’nın yeniden yargılanması için başvurunun reddedilmesi, siyasetin bir süredir odağındaki “yumuşama” söyleminin pek de etkili olmadığını gösterdi. Öncelikle bu iki davaya karşı alınan tavır hakkında ne düşünüyorsunuz?

Karar, müesses nizamın sınırlarını bir kez daha hatırlatmış oldu. Bu bir siyasi davaydı ve kararı da tüm ayrıntılarına kadar siyaseten hesaplanmış izlenimi veriyor. Karar, AKP-MHP iktidarının Cumhuriyetin ikinci yüzyılında Kürt sorunu karşısındaki deklarasyonu olarak da yorumlanabilir. Kürtler ve sosyalistler için demokratik siyaset yasağının, halkların eşit haklara dayalı barış içinde bir arada yaşama taleplerinin şiddetle bastırılması, halkın seçim hakkının pratik olarak yok sayılması, kayyum ve tecrit, sınır ötesi operasyonları ile çerçevelenmiş şiddet politikalarının sürdürüleceğinin ilanı gibi. “Hiç kimse ‘yumuşama’ hayallerine kapılmasın” demiş oldular.

İktidar, Kürt halkının siyaset hakkına yönelik daimi bir vesayet ve “Çöktürme Planı”nda ısrar edeceğini gösteriyor. Bu davanın seyri, mahkemenin kuruluşu ve davayı yürütüş biçimi itibarıyla siyasi müdahale olduğunu çok açık ortaya koyuyor, bu nedenle bağımsız bir mahkeme kararı değil, mahkeme üzerinden siyasi iktidarın mesajıdır söz konusu olan.

7 Haziran 2015 seçimlerinde HDP'de buluşan barış ve demokrasi güçlerinin elde ettiği başarıyla açtığı yolu kapatma hesabından vazgeçmediler. Mayıs 2023 seçimlerinde Kürt halkının ve sosyalistlerin, iktidardaki AKP-MHP karşısında pozisyon almasını cezalandırmış oldular. 31 Mart yerel seçiminde uğradıkları yenilginin öcünü alıyorlar. Türk, Kürt tüm Türkiye halklarının birlikte direnişini cezalandırıyorlar.

Kobanê kararıyla “yumuşama”nın sınırını da çizmiş oldular. Davanın Nisan’daki karar duruşmasının bir ay ertelenmesinin, önümüzdeki dönemin politikalarının belirlenmesi süreci olarak işletildiği anlaşılıyor. Demokratikleşme potansiyelini açığa çıkaran iki büyük direniş olarak Gezi ve Kobanê direnişlerine duydukları sınıfsal ve siyasal öfke dinmiyor. Etkisi sınırları aşan bu iki direnişi kriminalize etme ısrarı, otoriterleşme ısrarıdır. Halkların gücünü ortaya çıkaran bu iki büyük demokratik direnişin hedefe konulup iki kumpas davasına dönüştürülmesi bununla ilgilidir. Gezi Davası’nda müebbet hapse çarptırılan Osman Kavala’nın avukatlarının dosyanın yeniden görülmesi talebinin reddedilmesi de demokratik halk hareketlerinin otoriter rejimlerin antitezi olarak algılanması ve bunun yarattığı korkudandır. Bir gün önce verilen Kavala kararı, Kobanê Kumpas Davası’ndan nasıl bir karar çıkacağının da habercisi gibiydi.

İzleyecekleri rotayı mı göstermiş oldu yani?

Evet, böylece “yumuşama” söyleminin Kürt halkı, sosyalist hareketler ve gerçek bir demokrasiye denk düşebilecek demokratik halk hareketleri için geçerli olmadığını, düzen partileri arasındaki bir sistem selametine endeksli politik revizyon olduğunu da bariz biçimde göstermiş oldular. Düzeni sorgulayan, sistemi değiştirme amacı taşıyan, barış, hak, hukuk, özgürlük diyen demokratik güçlere karşı amansız olacaklarının bir işareti de 1 Mayıs Taksim yasağı ve peşinden uygulanan polis şiddeti, gözaltı ve tutuklamalar.

AİHM’in, dava konusu edilen HDP tweetini ve konuşmaları ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirip Türkiye’yi mahkûm etmesine, 6-8 Ekim gösterilerinde yaşanan ölümlerle HDP yöneticilerinin hiçbir bağının olmadığını mahkemenin dahi kabul etmesine rağmen verilen ağır cezalar, kararın hukuksuzluğunun ispatı. Nihayetinde karar, Türkiye’nin ve dünyanın gündemine siyasi bir karar olarak düştü. O gün tarihe bir not düşüldü. Karar günü Sincan Cezaevi önünde aynı zamanda muhalefetin mücadele kararlılığına da tanıklık edildi. Siyasi karara karşı siyasi tavır sergilendi. Ayrıca karar karşısında ortaya çıkan demokratik tepki, yeni bir mücadele potansiyeline ve yeni bir hattın açıldığına işaret ediyor. O gün Sincan Cezaevi Yerleşkesi önünde gösterilen tepki ve geleceğe ilişkin verilmiş sözler çok önemli. Demokratik, sol sosyalist güçler olarak adeta bir mücadele deklarasyonu ilan edildi. Yine DEM Parti’nin meclis Grup Toplantısı’na dayanışma ve ortak mücadele amacıyla katılan siyasi parti temsilcileri, sendika ve meslek odası temsilcileri, kadın örgütleri, farklı halklardan temsiliyetler ve demokratik Türkiye için yola çıkanların ortak mücadele kararı, yeni dönemin iktidar için hiç de kolay olmayacağını gösteriyor.

Bu olayların akabinde bir de 28 Şubat paşaları olarak anılan askerlerin de Erdoğan’ın kararnamesiyle affı da önemli bir nokta. Bu, tam da konuşulan “yumuşama” söylemi çerçevesinde CHP’ye bir jest miydi yoksa farklı bir taktik mi?

Emekli generallerin aynı günün gecesi hapisten çıkarılmalarını CHP’ye jest gibi algılayanlar olsa da bir iktidar oyunu söz konusu. Kürt halkının temsilcilerine, HDP içinde yer almış olan sol, sosyalist, devrimci güçlere müebbet hapsi aratmayan cezaların verildiği günün akşamı cezaevindeki generallerin serbest bırakılmasının, iyi hesaplanmış bir siyasi karar olduğu anlaşılıyor. Aslında burada birden çok hesap var.

Neler mesela?

Bilindiği gibi CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Erdoğan ile görüşmesinde 28 Şubat davasından hapiste olan yaşlı ve hasta generallerin serbest bırakılması konusunu gündeme getirmişti. Adli Tıp Kurumu’nun raporları vardı. Cumhurbaşkanı benzer durumdaki birçok hükümlünün kalan cezasını kaldırmasına rağmen siyasi hasım olarak gördüğü generaller yönünden bu raporları bir yıldır bekletiyordu. Kobanê kararıyla aynı güne denk getirilerek generallerin serbest bırakılmasıyla ne hedeflenmiş olabilir? Hem “28 Şubat bin yıl sürer” mesajına karşı generallerin hapisliğinin bininci günü serbest bırakılmasıyla iktidar yandaşlarında “kudretin devam ettiği” yönünde sembolik bir mesaj verilmiş oluyor. Hem CHP ve Kemalist çevrelere en azından bir “yumuşama/sessizlik” mesajı verilmek istenmiş olabilir. Hem de Kobanê kararlarının hukuksuzluğunun tartışılmasının perdelenmek istendiği muhakkak. Yerel seçimlerde ortaya çıkan “Kent uzlaşısı” ya da Türkiye ittifakının başarısı ölçüsünde halk ittifakını güçlendirecek yeni adımların atılması da önlenmeye çalışılıyor kuşkusuz. Erdoğan iktidarının yıllardır çektirmediğini bırakmadığı bu kesimlerle bir yeni bağ kurma hesabı içinde olması mümkün. Kürt meselesinin eşit haklara dayalı demokratik barışçı çözümüne karşı duracak farklı yelpazeden ulusalcı, milliyetçi kesimlerin dizayn edilmesi hesabı güncellenmek isteniyor olabilir.

Kobanê Kumpas Davası’nın bir siyasi dava olarak tartışılması ve tepkilerin ortaklaşmasını zaafa uğratılması da hesaplanmış olmalı. Aynı zamanda CHP’ye “Kürtlerin hak, hukuk söylemiyle ortak söz kurmayın” demiş oldular. Özgür Özel’in aynı gece Saray’dan aranıp, “Sizin talebiniz yerine getirildi” mealinde müjdelenmesi bundan olsa gerek. Seçimde ortaya çıkan ortak tutumun büyümesinden korkuyorlar. Daha önce defalarca yaptıkları gibi muhalefeti parçalamak istiyorlar. Yerel seçim sonuçlarının ortaya çıkardığı yeni durumu ve olası yeni demokratik muhalefet yürüyüşünü baltalamanın hesaplarının bir parçası olarak değerlendirmek olası.

CHP’ye, Kemalist çevrelere, Kürt sorununu “bölücülük ve terörizm” sorunu gibi algılayan tüm kesimlere hak, hukuk tanımayan iktidar cenahından verilmek istenen “milli birlik, milli yargı” mesajıdır. Ancak, iktidarın her hesabının tutacağını söylemek de mümkün değil.

Üst üste gelen bu iki zıt kararın AKP’nin ortağı MHP ile de ilgili tartışılan çıkarsamaları var. Kobanê ve Gezi kararlarının “MHP’nin istediği olduğu” yönünde yorumlayanlar ile 28 Şubatçıların tahliyesini “AKP oyuncu değiştiriyor” olarak okuyan bir kesim var. Bu ikisi de AKP-MHP ortaklığında bir soruna/çatışmaya işaret eden söylemler. Sizce de böyle mi; AKP, Kobanê kararlarına ikna değildi ama MHP’ye boyun eğdi gibi bir sonuç çıkar mı ya da MHP’den kurtulmak istediği gibi bir sonuç?

AKP ile MHP arasında sorunlar yaşansa da simbiyotik bir ilişki içinde el ele yürüyorlar. Irkçı ve şoven güçler olarak giderek daha faşizan bir iktidar kuruyorlar. AKP’nin daha “ılımlı” davranmak istediği, ancak MHP’nin bunu engellediği yorumu çok gerçekçi değil. Elbette sorunlar yaşıyorlar. Ancak otoriterlikte, Kürt sorunun şiddet politikalarıyla sürdürülmesinde, geniş halk kesimlerinin yoksullaştırılması, sınırlı bir azınlık için servet transferi, vahşi kapitalizm koşullarında sermaye birikimi sağlamaya yönelik ekonomi politikalarında uyum içinde eşsiz bir ikili durumundalar.

Gerçek bir demokrasi, halk iradesine saygı, cinsiyet eşitliği, Kürt sorununun barışçı-demokratik çözümü, ekonomik alanda işçi ve emekçilerin, yoksulların lehine adım atılmasına dair en küçük bir yönelim imkânsızlığı; iktidardaki iki otoriter partiyi birbirine mahkûm ediyor. Bir taraftan ekonomik ve siyasi açmaz derinleşiyor ve bu iktidar bloku birbiri için ayak bağı da oluyor ama otoriter sistemlerin kaçınamayacağı bir paradokstur bu.

AKP ve MHP'nin uzun süren, halk denetimi ve hukuksal denetimden uzak iktidarlarının biriktirdiği çok fazla "iktidar suçu" var. Dolayısıyla iki partinin birbirleri hakkında çok fazla bilgisi ve birbirine karşı kullanabilecekleri açıkları var. Ulusal ve uluslararası düzeyde yargılanabilecekleri denli hukuksuzluklara imza atan bir iktidar oldular. Dolayısıyla sorunlar olsa da iktidarlarının bekasını her şeyin önüne koyarak yürüme yanlısı oldukları görülüyor. Onları engelleyecek tek güç ise işçi ve emekçilerin, ezilen Kürt halkının, kadınların, gençlerin, demokrasi ve eşitlik isteyen tüm kesimlerin ortak mücadelesi olabilir. CHP'ye 2023 ve 2024 seçimlerinde oy veren halkın güçlü bir demokrasi ve adalet talepli tazyikinin olduğunu, parti yönetiminin bu talepleri göz ardı edemeyeceğini de görmek gerekiyor.

Kobanê ve Gezi kararları da emekli generallerin aynı gün tahliye edilmesi de iktidar blokunun ortak kararı olarak realize edilmiş gibi görünüyor. Erdoğan-Bahçeli buluşmalarındaki sıklık ise üstünü örtmekte zorlandıkları açmazların kısa vadeli de olsa bir şekilde yoluna sokularak birlikte yürümelerine hizmet ediyor. Ortaya saçılan kirli ilişkileri toparlamaya çabalıyorlar. Bu arada karşılıklı hamleler ve tavizler kopardıklarından birbirlerine mahkûmiyetleri artıyor. “AKP oyuncu değiştiriyor” diyebileceğimiz bir bulgu yok, henüz "yeni bir iktidar ortağı aday” da görünmüyor.

Yargıdaki gelişmelere Yargıtay seçimini de ekleyebiliriz, buradaki durumu nasıl yorumluyorsunuz?

Yargı hiçbir zaman gerçek anlamda bağımsız olmadı. Ancak, 2017 başkanlık sisteminden itibaren yasama-yürütme-yargı arasında kuvvetler ayrılığına dair görünüşte de bir iz kalmadı. Tüm ipleri ellerine aldılar. Kobanê, Gezi davaları bunu gösterdi. Sinan Ateş ve Ayhan Bora Kaplan davaları ise iktidarın mafyatik suç örgütleriyle bağının boyutlarını ve yargının iktidara bağımlılığını adeta faş etti. Siyaset-mafya ilişkisinde başka bir boyut var. İktidar ortakları ve onların çevresinde kümelenmiş çeteler açığa çıkıyor. Yargıya, bakanlıklara nüfuz etmiş güçlerin kavgasına tanık oluyoruz. Yargıda yaşananlar tarikatlar ve farklı yasa dışı güç odaklarının dengelerini sağlayan bir mekanizma işlevi gördüğünü gösteriyor. Yerel mahkemelerden yüksek yargıya, tüm mekanizmaya sirayet etmiş ilişkiler ağının düzeyi bize iktidarın mahiyetini de göstermiş oluyor. Anayasa Mahkemesi’ne, Danıştay’a, Yargıtay'a uzanan ve ayyuka çıkmış ciddi ithamlar var. İç kavga kızışıyor. Karşılıklı hamleler sürüyor. Ancak bu hamleler bir kopuşa götürmekten çok, işleri toparlama çabasıyla sürecek gibi görünüyor. Güçlü bir hak, hukuk adalet mücadelesi gerek.

Evet, Yargıtay Başkanı’nın seçilmesi 37 tur sürdü. Karşılıklı bir pazarlık süreci olarak işletildi. Önümüzdeki süreç çok daha kötü olacak. Hukuksuzluk açık bir yönetme tarzına dönüşüyor. Üst yargı kurumlarında iktidarın nimetlerinin paylaşımı ve sürdürülmesi pazarlıklarında oldukça “mahir” güçlerin çekişmesine tanık olundu. 25 Mart’ta başlayan seçimler Mayıs ortasında bir düzeye ulaştırılarak Yargıtay Başkanı seçildi. Seçimlerden “anlaşma” yoluyla çekildiği, MHP tarafından desteklendiği bilinen, aynı zamanda AYM'nin ihlal kararını tanımayacağını, Anayasa’yı tanımayacağını ilan ederek Can Atalay'ın tutukluluğunu devam ettiren Yargıtay 3. Ceza Dairesi Başkanı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına atandı. Bu seçim de iktidarın yol ortaklığının süreceğinin ifadesi.

Siz de örmek verdiniz; iktidarda Ayhan Bora Kaplan soruşturması da farklı bir klik çatışmasını işaret ediyor. Bunu hemen “darbe olarak” nitelendiren de oldu. Aynı şekilde Sinan Ateş davasında da MHP ile ilişki kurulabilecek görüntülerin basına sızdırılması var. Bu cephede yaşanalar iktidar için nasıl bir tabloyu ortaya koyuyor?

Yargıda olduğu gibi hemen tüm devlet kademelerindeki çürümüşlüğü görüyoruz. Az çok bir hukuk devletinde olması gereken normların paçavraya çevrildiğini gösteren veriler saçılıp duruyor. Yasama, yürütme ve yargı çarkını çeviren güç odaklarının derin kavgasına tanıklık ediyoruz. Susurluk skandalını fersah fersah aşan gelişmeler yaşanıyor, ancak güçlü tepkiler geliştirilemediğinden bir “iç mesele” olarak birlikte çözme yoluna gidiyorlar.

İktidar ortakları ve onların içindeki kliklerin hamleleriyle sürecek. Bakanlardan üst düzey bürokrasinin tüm koridorlarına ve odalarına etki eden bir ilişkiler ağının olduğu görülüyor ve yeni hamlelerle ilerliyor. Toparlamaları o kadar kolay olmayabilir.

Sinan Ateş’in katledilmesindeki soruşturmanın boyutu, tüm pazarlıklara rağmen engellenemiyor. Makam araçlarının ve cinayet anı görüntülerinin yayınlanması, MHP’ye dayatılanın boyutunu gösteriyor. Ayhan Bora Kaplan davasındaki gelişmeler ise 15 Temmuz gecesinden eski bakanlardan Soylu’ya, oradan iktidarın bazı kesimlerine ve suç örgütlerine kadar uzuyor.

Ayhan Bora Kaplan soruşturması süreci iktidarın büyük partisinin içindeki güç dengeleri ve kliklerin çatışmalarına işaret eden bir gelişme oldu. Torbacılıktan devasa güce ulaşan kimi suç odaklarının iktidar mahfilleriyle ilişkileri, nereden beslendikleri ve neden büyütüldüklerinin anlaşılmasına da vesile olmalıdır. Kürt sorunuyla bağlantılı olarak, bölgede göz yumulan hukuk dışı sistemi Türkiye’nin tümüne uyarlamış oldular. Dün Kürt bölgesinde olan hukuksuzluklara ses çıkarmayanlara da sirayet eden bir hukuksuzluk halidir yaşanmakta olan. Suç örgütlerinin devletin hemen tüm kademelerinde ne denli etkin olduklarını iktidar ile birbirlerinden nasıl beslendiklerini gösteriyor. Hemen her makamın nasıl kuşatıldığını ve iç içe geçişinin düzeyi, mafyatik ilişkilerin nerelere uzandığının görüldüğü koşullarda, daha güçlü bir demokratik muhalefete her zamankinden daha çok ihtiyaç var.