Osmanlı ve Safevi çatışmasının gölgesinde Kızılbaş Kürtler
Osmanlı'nın galibiyetiyle biten süreç, “Kızılbaş” olarak tanımlanan ve hedefe konulan Kürt Aleviler için en baskılı dönemin de başlangıcıdır.
Osmanlı'nın galibiyetiyle biten süreç, “Kızılbaş” olarak tanımlanan ve hedefe konulan Kürt Aleviler için en baskılı dönemin de başlangıcıdır.
Osmanlı ve Safevi devletleri arasındaki güç olma mücadelesi, Kürt Alevi ve Kürt Sünni/Şafii toplulukları arasında ciddi çelişkiler yaratmış ve dönemsel çatışmalara kadar varmıştır. Sünni İslam’ı benimseyen Osmanlı devleti ve Şii İslami benimseyen Safevi devleti arasındaki güç çatışması, Kurdistan’da yaşayan toplulukları arasında ciddi dini aykırılıklara ve gerilimlere neden olan bir dönemdir. Tarihçiler, Kürt Aleviler ve Kürt Sünni topluluklar arasındaki dini ayrışmaların derinleşmesi ve çatışmalara kadar giden sürecin başlangıcı olarak bu dönemi kabul ederler.
İki devletin toprak ve güç mücadelesi süreçlerinden Kürt topraklarının stratejik önemi ayrı bir önem kazanmıştır. Egemen devletlerin, din menşeli yürüttükleri bu savaşta, Kürt toplumu arasında Sünni ve Alevi inançsal ayrışma iyice derinleşmiş ve iki taraflı bir tepkiyi de örgütlemiş, zamanla husumete dönüşmüştür. Bu ayrışma ve bölünme tarihsel olarak derinleşmiş ve Kürt toplumunun birliğinin sağlanması önünde büyük bir engel teşkil etmiştir. İki devletin egemenlik savaşında özellikle Osmanlılar, Kürt Alevilerini, Şah İsmail askerlerinin kalpaklarının kırmızı oluşandan kaynaklı “Kızılbaş” olarak tanımlamış. Bu tanımla, Kürt Alevileri arasında bir kimlik ve sembol haline getirilmiştir. Bu tanımlama, özelikle dönemin yöneticileri tarafından Alevilere yönelik baskı ve ayrımcılığı vurgulamak için yapılmıştır. Bu şekilde Aleviler, toplu katliamları ve inançsal baskıların hedefi haline getirilmiştir.
Osmanlı devletinin zaferiyle biten süreç, Kızılbaş olarak tanımladığı ve hedefe koyduğu Kürt Aleviler için en baskılı dönemlerin başlangıcı olacaktı. Osmanlının galibiyetiyle biten süreç, “Kızılbaş” olarak tanımlanan ve hedefe konulan Kürt Alevileri için en baskılı dönemlerin de startı verilir. Kurdistan’ın fiili olarak Osmanlı işgaline uğramasıyla Kürt Aleviler, toplumsal, politik ve ekonomik süreçlerin dışında tutulur ve devlet düşmanı olarak hedef haline getirilir.
KIZILBAŞ TANIMLAMASI VE İMHA SÜRECİ
FEDA Eşbaşkanı Demir Çelik, Kürt Aleviliğin, iyi, güzel, doğru olanı sahiplenmek; paylaşma, dayanışma ve ortaklaşmaya dayalı ahlaki değerler ile hak, adalet, eşitlik ve özgürlük esaslı politik değerler sahibi olduğunu belirterek, “Asur İmparatorluğuna karşı Zerdeşt, Firavunlara karşı Hz. Musa, Doğu Roma İmparatorluğuna karşı Hz. İsa, Sasani ve Doğu Roma İmparatorluğu despotizmine karşı Mani, Sasani İmparatorluğuna karşı Mazdek, Emevi saltanatına karşı Hz. Hüseyin, Hallac-ı Mansur ve Ebu Müslim, Abbası zulmüne karşı Nesimi, Babek ve Hürrem, Selçuklu'ya karşı Babai, Osmanlı despotizmine karşı Şeyh Bedrettin, Kalender Çelebi, Şah Kulu ve Pir Sultan, tekçi ulus devlete karşı Zarife, Alişer, Besê ve Seyîd Rıza gibi tarihsel kişiliklerin bayraklaştırdıkları değerler bütünüdür” dedi.
ŞAH İSMAİL’İN YÜKSELİŞİ VE KIZILBAŞLIK
Tarihsel olarak ahlaki ve politik değerler sahibi inanç sahibi insanların kendilerini Reya Heq olarak tanımladıkları bir inanca mensup olduklarını vurgulayan Demir Çelik, Kürt Alevilerin Osmanlı devleti tarafından Kızılbaş olarak tanımlanması ve hedef haline getirilmesi sürecini şöyle anlattı: “Yani hak yolu, hakikat yolu. Bu inançtan insanların yoğunca yaşadıkları coğrafya M.S 1510 yılında Osmanlı ile Safevi devletlerinin egemenlik savaşlarına sahne olur. Osmanlı’nın başında Yavuz, Safevi devletinin başında ise Şah İsmail vardır. Şah İsmail, daha önceleri Şah Hatayî mahlasıyla Raa (Reya) Heq inanç değerlerini dillendiren şiirler yazan birisidir. 1501’de Safevi devletini kurunca Osmanlı’ya karşı alan hakimiyeti savaşlarına girişir. Kurdistan’da yaygınca yaşayan Kürt Raa Heq inancından insanlar ile kendilerine hak yolu diyen Türkmenlerin Osmanlı zulmünden rahatsızlıklarını bildiğinden, onları kendine yedekleme çalışması içinde olur.
Yavuz ise bölgedeki Şafii ve Sünni Kürtleri kimi vaat ve taahhütlerle kendisine bağlamaya bakar. Safevi devleti öncesinde Şah İsmail’in dedesi Şeyh Cüneyd, Anadolu’ a yaşayan farklı etniseden halklar içinde yoğun dini faaliyetler içinde olur. Erdebil Köşkü’nün bu faaliyetleri sonucu, Raa/Reya Heq inancına sahip Kürtler arasında Hz. Ali ve Ehli Beyt kültü güçlüce yer almaya başlar. Şeyh Cüneyd’in oğlu Şah İsmail’in babası Şeyh Haydar döneminde, Erdebil Köşkü’nün bu propagandasından etkilenen farklı halklar, başlarına kırmızı renkli, 12 dilimli kırmızı serpuşu bağlamaya başlar. Bu başlığı takmalarının nedeni, Ehli Beyt propagandasına bağlı kimseleri diğerlerinden ayırt edebilmek içindir. Şeyh Haydar’ın ölümünden sonra kendisine mutlak surette bağlı olan kesimlerin desteği ile 1501 tarihinde Safevi devletinin başına Şah İsmail geçer.
OSMANLI DEVLETİNİN TEDİRGİNLİĞİ
Şah İsmail’ in genişleme politikası ve kendisine bağlı güçlü halklar desteği, Osmanlı’yı iyice tedirgin eder. Safevilerin dini söylem dillendirmeleri ve Şiiliği Osmanlı’nın etkili olduğu coğrafyada yaymaları ve Kurdistan coğrafyasında devlet kurmak istemesi sonucu Osmanlı, o ana kadar doğuya ertelediği seferleri yapma kararlaşması içinde olur. Osmanlı, Anadolu’daki Sünniler ile Asya’daki Sünni dünyası arasında engel gördüğü Safevi devletini ortadan kaldırma kararı ile sürece yaklaşır. Kendilerine Kızılbaş demeye başlayan topluluklar, ekonomik ve sosyal sebeplerden çok mürşidi kâmil olarak kabul edip büyük bağlılık gösterdikleri Şah İsmail’in yanında saf tutarak, iki İslam devleti arasında süren savaşın maalesef parçası olurlar. Kırmızı başlık takan Kızılbaşlar, makam ve iktidar sahibi olma hesabından çok, değer verdikleri Şah İsmail'in başarması için Osmanlı zulmüne karşı tutum almış oluyorlardı. Bu anlayışla hareket eden Raa/Reya Heq toplulukları, 1514 Çaldıran savaşında başlarına kızıl serpuş bağlayarak hem tarafgirliklerini göstermek hem de karşı tarafın güçlerinden kendilerini ayırt etmek istemişlerdir.
ŞAH İSMAİL’İN ÇALDIRAN’DA YENİLMESİ
Savaşta Şah İsmail’in yenilmesi, Yavuz’un kazanması sonrasında Kürt Raa /Reya Heq süreğinden insanların katliamları hız kesmeden devam eder. Bu katliamlarına gerekçe oluşturmak üzere inanç sahiplerini zındık, rafizi, sapkın ve Kızılbaş diyerek itibarsızlaştırırlar. Kızılbaşlık ve Kızılbaşlar söylemi, o tarihten itibaren inançtan insanlara yakıştırılan bir sıfat olmaya başlar. Bu tarihten sonra bir kısım kesimler, Kürt kimliğini sahiplenmemek, aslı kimliklerinden kaçmak ve kendilerini farklı bir milletten olduklarını göstermek için Kızılbaş kavramını kullanmayı esas almaktadırlar.”
ALEVİLER SADECE TÜRK’TÜR SAFSATASI
Araştırmacı yazar Ali Köylüce ise, 16.yy dan itibaren Osmanlı ve Safevi devletlerinin yoğun saldırı ve müdahaleleri ile Kızılbaş Ocaklar diye tanımlanan Ocakların Safevilerin, Bektaşiliğin ise daha çok Osmanlı müdahaleleri ile etkilendiğine dikkat çekerek, inancın kurallarını ve uygulamalarını içeren ‘Buyruk’ ve benzeri inançsal gelişmelerin biraz daha Şii-İslami söylemler ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar geldiğini söyledi.
Köylüce, cumhuriyet öncesinden, dünyada gelişmeye başlayan ve 1850’lerden itibaren Osmanlı içindeki toplumların aydınları arasında da yayılan, etnisiteye dayalı ulusal kimlik oluşum süreci ile birlikte, toplumların sosyal yapılanmasının da yeni bir safhaya geçtiğini kaydederek, değerlendirmelerini şöyle sürdürdü: “Bu vesile ile Osmanlı'da, 1. ve 2. Meşruiyet dönemleri ile birlikte, İttihat ve Terakki Fırkası veya Örgütü diyebileceğimiz ideolojik yapıyla ümmet yerine etnik kimlik aidiyeti olan millet/milliyet ortak dil, kültür ve tarih bağı esas alınmıştır. Çok halk ve inanç kimlikli olan Sünni Osmanlı devletinin yerine Türkçülüğü temel alan Sünni İslam'a dayalı bir devlet ideolojisi geliştirilerek, buna uygun bir halk kimliği yaratılmak istenmiştir. Bu vesile ile Osmanlı döneminde devlet dışı kalan Kızılbaş/ Bektaşi Türkmenler sistem içine alınarak bunların içinde olabileceği bir Türklük yaratmak için Aleviliği Türklerin Orta Asya’dan getirdiği eski inançları olan, Şamanizmin Anadolu'daki İslami yorumu şeklinde formüle etmişlerdir. Buna uygun bir tarihi ve felsefik kronoloji ve Şeyh Ahmet Yesevi, Lokman Perende ile Anadolu’da Haci Bektaşı Veli bağlantısı oluşturup, devamında Yunus Emre ve benzeri birçok Kızılbaş Türkmen aşık ve ozanın Türkçe ile yazılan eserlerini de kullanarak, Aleviler Türk’tür, Kürt’ten Alevi olmaz noktasına kadar götürmüşlerdir.
TÜRK DEDİKLERİNİ DE KATLETTİLER
Bütün bunlara rağmen Türk dedikleri Alevileri, Cumhuriyet boyunca da defalarca katliamdan geçirmişlerdir. Hala bugün dahi Alevilik ve Aleviler Türkiye’de korku içinde yaşamakta, kendilerini tehdit ve tehlike altında hissetmektedir. İnançları kabul edilmediği gibi inançlarını yaşamalarına da fiziki ve asimilasyon şeklinde her türlü müdahale etmektedir. Nasıl ki Kürt halkının Newroz bayramının kutlamasının önüne geçemeyince bir günde Türklerin Orta Asya-Ergenekon’dan çıkış bayramı olarak resmi bayram yaptıkları gibi, Aleviliği de aynı şekilde Türklerin Orta Asya inancı olarak patentlemeye çalışıyorlar. Bütün problem, bu coğrafyada kadim ve köklü bir tarih ve kültüre sahip olan Kürt ve Alevi inancını bin yıldır tarih sahnesinden silememiş ve eritememiş olmasından kaynaklıdır. Türk halkı, Newroz’u ne kadar bayram olarak kabul edip kutlamışsa Aleviliği de o kadar kutsayacaktır.”
ALEVİLİĞE DÜŞMANLIĞIN DERİNLEŞİP KEMİKLEŞMESİ
Araştırmacı Yazar Aziz Tunç, Osmanlı döneminde Kurdistan coğrafyasının kaderini değiştiren ve inançsal ayrıştırmayı derinleştiren Osmanlı-Safevi devletlerin güç çatışmasını şu şekilde değerlendirdi: “Osmanlı döneminde hem Kürtlerin hem Alevilerin kaderini etkileyen gelişme, 1520’de Yavuz Sultan Selim’in Kurdistan’ı işgal etmesiyle başlamıştır. Bu tarihten sonra Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail’e karşı Sünni Kürtlerle işbirliği yapmıştır. Buna karşın Şah İsmail de bölgenin Kürt- Türk Alevileriyle işbirliği yapmıştır. Bölgedeki Alevi/Kızılbaşlar, Kızılbaş Şah İsmail’i desteklemek için ordusuna katılmak üzere Horasan’a gitmiştir. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim, Alevilere karşı soykırımlar yapmasına yol açmıştır. Zaten devletlerin dini olmamaya göre hareket eden ve dolayısıyla devletler tarafında hep düşman ilan edilen Aleviliğe yönelik düşmanlık, bu gelişme üzerine daha çok derinleşmiş ve kemikleşmiştir. Bu tarihten sonra Alevi düşmanlığı, her türlü soykırım ve katliam yöntemleriyle sürdürülmüştür.
YOK ETME VEYA ASİMİLASYON
Bütün bu baskılara ve zorbalıklara karşın Aleviliğin yok edilememiş olması, Osmanlı devletinin yeni çarelere başvurmasına yol açmıştır. Bunların da en başında 1825’te yapılan saldırılar gelmektedir. Bu tarihte yeniçerilik ortadan kaldırılmış Bektaşi tekkesine Balım Sultan adlı bir Osmanlı temsilcisi atanmış, dergâha bir cami yapılarak Aleviliğin asimilasyonu başlatılmıştır. Kurdistan’ı işgal ettiği koşullarda Kürtlerin içinde farklı dinler bulunmaktaydı. Êzidîler vardı, Ebül Vefa tarafından geliştirilmiş ve Aleviliğin bir süreği olan Vefailik vardı, Dêrsim de vücut bulmuş olan Reya Hak süreği vardı. Bu Alevi sürekleri Dêrsim’in dışında kalan Adıyaman, Maraş, Malatya, Bingöl vs gibi Kurdistan’ın değişik şehirlerinde yaşayan Kürt Aleviler bulunmaktaydı. Osmanlı devleti bu Alevilere karşı diğer Alevilere olduğu gibi baskı uygulamış, bulundukları yerde yok etmeye veya asimile etmeye yönelik çabalarını sürdürmüştür.”
Devam edecek…