Prof. Nejla Kurul, geçim sorununun, öğretmenleri ‘entelektüel öğretmen’ kategorisinden; iş güvencesi kaygısının da ifade özgürlüğünden uzaklaştırdığını belirterek, sorunları gerçek boyutlarıyla betimlemek gerektiğini söyledi.
Eğitimcilere yönelik baskılar ve eğitimcilerin yaşadıkları sorunlar çözülmek yerine artarak devam ediyor. Türk Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, 13 Mayıs’taki açıklamasında eğitimcilere yönelik şiddete ağır cezalar getirecek yeni yasanın duyurusunu yapmıştı. İktidarın eğitimde şiddeti önlemek için çıkartacağını açıkladığı yasayı, eğitimcilere yönelik baskıları ve eğitimcilerin yaşadığı sorunları Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası’ndan (Eğitim Sen) Prof. Nejla Kurul ile konuştuk.
GEREKLİLİK VE BASKILAR ARASINDA
Özelde öğretmenlerin genelde ise eğitim emekçilerinin ve bilim insanlarının mesleğin gereklilikleri ve iktidarın ideolojik beklentileri arasında sıkıştığını belirten Kurul, bunların yanında ekonomik sorunlarında ağırlaşmasıyla derslere kaygı içinde girdiklerini söyledi. Kurul, “Geçim sorunu öğretmenlerin sınıf içinde harekete geçireceği düşünce ve duygulanımlarını azaltıyor, duyularını köreltiyor, onları entelektüel öğretmen kategorisinden uzaklaştırıyor. Okulun içinde güven bunalımı, daralma, gözetim ve denetim kaygısı hissediliyor” dedi.
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNDEN KAÇIŞ
Özellikle iktidarın keyfi uygulamaları ve KHK’lerle binlerce öğretmeni sivil ölüme terk etmesinin yarattığı şiddetin, “bu olamaz, böyle olmaz” demek yerine “yargı sürecini bekleyelim” anlayışıyla karşılanmasının, sistem içinde kalan bir kısım öğretmeni de duygusal bir çatışmanın içine ittiğini kaydeden Kurul, “Okullarda iş güvencesi, idare ile arayı iyi tutmaktan geçiyor adeta. Bu da ifade özgürlüğünden kaçış ile ilerlememe, gelişmeme ve özgürlüklerin kaybı anlamına geliyor. Öğretmenlik mesleği düşünce ve ifade özgürlüğü ile iç içe bir meslektir, mesleki özerklik önemlidir. Eğitim politik bir söylem alanıdır. İktidar konuşur okullarda ama karşı görüşler de konuşulmalıdır. Ne yazık ki engelleniyor” şeklinde konuştu.
ÖĞRETMENLİK MESLEĞİ PARÇALANDI
Öğretmenlerin ucube bir Öğretmenlik Meslek Kanunu ile iktidarın denetim toplumu yaratma arzusunun içine çekildiğini söyleyen Kurul, şöyle devam etti: “Eğitim tarihinin hiçbir döneminde öğretmenlik mesleği bu denli parçalanmamıştı. Parçalanan meslekle birlikte hınca hınç rekabet, suçluluk, çaresizlik duyguları yayıldı. Aynı işi yapan öğretmenler neden farklı ücret alıyor? Bu sorunun yanıtını sadece siyasal iktidar verebilir. Sizleri önce böleceğiz, sonra da daha iyi yöneteceğiz, demek istiyor. Eğitim alanının dışında yüz binlerce ataması yapılmayan öğretmen var. Yine sistemin kıyısında güvencesiz çalıştırılan yüz bine yakın ücretli öğretmen var. Aday öğretmenler, zaten asaletin onaylanmasını beklerken işsiz kalma tehlikesini iliklerine dek hissediyor. Sistemin içinde öğretmenler sözleşmeli öğretmen, kadrolu öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen olarak parçalanmış durumda. Okul barışı bu süreçten çok olumsuz etkileniyor. Bu yasa yerine ILO-UNESCO ortak belgesi olan Öğretmenliğin Statüsü Tavsiye’sini benimseyen bir düzenlemenin yaşama geçirilmesi önemli. Bu yaklaşımı iktidardan beklemek artık çok anlamsız!”
YENİ NESİL YARATILMAK İSTENİYOR
Öğretmenlerin, ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nin getireceği niteliksizleştirilme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu belirten Kurul, bu model ile çocuklar ve gençlerin, “yeni nesil yetiştirme” amacıyla iktidar aygıtının araçlarına dönüştürüleceğini söyledi. İktidarın, kendi politikalarıyla girdiği çoklu krizlerin yaratacağı huzursuzluğu eğitim alanında “din temelli ahlaki çözümlerle” çözebileceğini ve “huzurlu bir topluma” ulaşacağını sandığını kaydeden Kurul, şunları ifade etti: “Ancak çok derin bir krizin içindeyiz ve eğitim alanı bundan çok büyük ölçüde etkileniyor. Okullarla laiklik ilkesini yok sayma, okulu ÇEDES gibi protokollerle dinci tarikat ve cemaatlere açma, MEB’in anayasal ve yasal yükümlülüklerini bir korporasyona (Diyanet İşleri Başkanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı, parti teşkilatlarıyla birlikte hareket eden velilerin şikayetleri) devrettiğini gözlemliyoruz. Bu da denetim toplumu inşasının bir boyutu. Öğretmenler daha pek çok sorunla karşı karşıya. Karşılarında yoksul çocuklar var; bir öğün sıcak yemeğe gereksinme duyan. Evlendirilen kız çocukları, ana dili ve inancı farklı çocuklar, göçmen çocuklar, engelli çocuklar ile karşı karşıyalar; tüm bu çocuklarla öğrenme sürecini sürdürürken çok çelişkili konumlarla karşı karşıyalar. Yine eğitimin bileşenlerinden gelen şiddet, öğretmeni de sarmalına alıyor. Eğitim bileşenlerinin yaşam hakkı, hınç kin ve intikam kültürünün etkisiyle tehlike altına giriyor.“
EĞİTİMCİLERE YÖNELİK ŞİDDET
Eğitimcilere yönelik artan şiddetin, toplumsal bir düzlemde ele alınması gerektiğini vurgulayan Kurul, şöyle konuştu: “Eğitimde şiddeti sınıfsal/ekonomik, kültürel, toplumsal bir düzlemde ele almazsak onu önleyemeyiz. Bu yaklaşım öznesiz bir süreç tasarlamak değil kuşkusuz ama kişilerin şiddeti hep bir düzeneğin içinde doğar ve çalışır. Barış kültürü, şiddetsiz bir kültür de bir toplumsallığın, özgürleştirici bir oluşun içinde çalışır. Şiddet bulaşıcı olduğu gibi çoğul nitelikleriyle birlikte barış, dayanışma kültürü de bulaşıcıdır.”
Şiddetin, kötü bir iklimin sonucu olduğunu, şiddeti uygulayan öznenin de hep bir düzeneğin içinde çalıştığını vurgulayan Kurul, “Öte yandan yasal alt yapısı yoksa yasa çıkarılmasını talep etmek de iktidarın yeni anayasa tartışmalarını anımsatıyor. Bir kadın örgütü olan Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK), anayasa tartışmalarında ‘Önce Anayasa’ya saygı gösterin’ güvencesi istemişti. Eğitimde şiddeti ‘dar alana güvenlikçi istihdamı ve cezacı bir yaklaşımla’ gerileteceksek bunun mevcut yasa ve yönetmeliklerde zaten karşılığı var. Katı disiplin yönetmelikleri, eğitim yaşamını kaskatı hale getiriyor. Ayrıca demokratik bir okul iklimi içinde, eğitimin bileşenlerinin şiddeti geriletecek, akran zorbalığını ortadan kaldıracak ortak düşünce üretmeleri ve eylemeleriyle güvenli okul konusunda ciddi ilerlemeler sağlanabilir.”
OKUL İÇERİSİNDEKİ EŞİTSİZLİKLER, AYRIMLAR
“Okulun içinde eşitsizlikler, ayrımlar, tahakküm biçimleri yaratarak ve bazen açıkça, bazen sinsice şiddeti besleyen ve bu şiddet ikliminin oluşunda büyük payı olan iktidardan yasa beklenerek bu sorun çözülebilir mi?” diye soran Kurul, şunları dile getirdi: “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına, Anayasa Mahkemesi kararlarına uymayan, hoşlanmadığı kararlar çıktığında Anayasa Mahkemesi’nin kapatılması gerekliliğinden söz edebilen iktidar bloku ortaklarının çıkaracağı şiddete dair yasa nasıl olabilir? Bu yasa bir bumerang etkisiyle eğitim emekçilerine dönmez mi? Çünkü bugüne kadar veliden öğretmene, öğretmenden öğrenciye, öğrenciden öğretmene yönelik, öğrenciden öğrenciye, öğretmenler arasında şiddete dair pek çok olayla karşı karşıya kaldık. Öğretmen ve öğrenci hatalarını ayrımcılıkla kol kola, şiddetle cezalandıracak, otoriter bir yasa hazırlığının önü açılmayacak mı? Olası bir şiddet yasasının nasıl olabileceğinin işaretlerini ‘yasa talep eden’ iktidara yakın yetkili sendika Eğitim-Bir-Sen, ‘Eğitim-Bir-Sen olarak, eğitim çalışanlarına yönelik artan şiddet olaylarını önleyecek, failleri cezalandıracak ve mağdurlara hukuki koruma sağlayacak bir yasal düzenlemenin yapılması talebiyle TBMM Çankaya Kapısı önünde eylem yaptık… Çok sayıda üyemizin katıldığı eylemde, eğitim çalışanlarına karşı şiddeti protesto ettik, bazıları ölümle sonuçlanan saldırıların son bulması için gereken adımların ivedilikle atılması, şiddet yasasının çıkarılması çağrısında bulunduk’ şeklinde vermiş. Yetkili sendikanın önerdiği şey, çocuğa ‘ceza’ ve ‘mağdura hukuki koruma’, yani şiddet olayından önce yapılabilecekler üzerinde durmuyorlar, şiddet gerçekleştikten sonra yapılması gerekenleri ifade ediyorlar. Yetkili sendikanın hikâyesi, iktidarla başlayıp iktidarın yanında sürdüğü için geçmiş 22 yıla olumsuz yaklaşması mümkün değil, yani ‘şu yanlış oldu, şöyle yapmalıyız’ dedirtecek bir yaklaşım içinde olamıyor.”
ÖĞRETMENLERİN YOL AÇICI İŞLEV GÖRMESİ ÖNEMLİ
Çoklu krizlerin arasında eğitimde şiddetin yol açtığı krizin de yaşandığını vurgulayan Kurul, şunları söyledi: “Bu kriz, sorunu yeniden düşünmemizi ve şiddeti engellemek için harekete geçmemizi sağlamalı. Önceden oluşmuş yargılarla, önyargılarla tepkisel duygulanışlar içinde olduğumuzda çözüm üretemeyiz. Düşünceyi harekete geçiren şeyin farkına varmamız, onu anlamamız ve makro alanda olduğu kadar eğitimin en moleküler düzeyi olan okullarda ve sınıflarda yeni bir tarzda, yapabilirliklerimizin yolunu bu olayın duygusal şiddetini üzerimizde hissederek açmalıyız. Öğretmenlerin yol açıcı bir işlev görmesi çok önemli! İçinde ekonomik, fiziksel, kültürel, psikolojik, cinsel, hiçbir şiddetin olmadığı, tersine demokratik, özgür, eşit ve adil, barışçı bir eğitim için ne yapabiliriz? 20 milyon öğrencinin ve bir milyon 200 bin eğitim emekçisinin güçlenmesini, gelişmesini ve özgürleşmesi sağlayacak birlikte güçlenme-gelişme ve ilişki ağlarını nasıl oluşturabiliriz? Aradığımız şey, şiddetin tüm yaşam alanlarından, okuldan ve üniversiteden uzaklaştırılması için ne yapılacağı. Deleuze’ün (Gilles Deleuze -Fransız filozof) çok etkili bir cümlesi var, bu cümlenin öğrenciler, öğretmenler, aslında herkes için geçerli bir anlamı var. Diyor ki; insan bildiği şey üzerine değil aradığı şey üzerine ders yapar. Yani her birimizin yapabilirlikleri, evde, sokakta, işyerinde her yerde… Hem makro alanda hem de moleküler oluşlar içinde, yani mikro alanda; hem kısa hem de uzak erimde kuşkusuz. Ancak şimdi ve burada diyerek başlamak kaydıyla… Bileşenlerinin kendini değerli hissettiği sevinçli bir okul yaşamı, sevinçli kentlerle, insan onurunun içselleştirildiği evlerle, emekçilerin güçlü, yaratıcı, örgütlü olduğu işyerleriyle, gerçek sorunlara çözümler arayan özgürleştirici bir siyasetle buluşur. Sorunları gerçek boyutları ile betimleyelim. Kısaca birlikte düşünelim ve birlikte eyleyelim.”